29 Kasım 2011 Salı

ÖZELEŞTİRİ PINARINDAN YUDUMLAMAK

Erdoğan Aksu  
ÖZELEŞTİRİ PINARINDAN YUDUMLAMAK
 
Email: yerelgazeteci@hotmail.com

Çocuk isimleri değiştikçe ülke değişti, biz ayni kaldık. İşin gerçeği vücudumuzun arka duvarı da çökünce, hançer hançeremizi delince, çamur deryası bir düşe uyandık her sabah. Yüreğimiz sırlar kabristanı oldu, saygıdan sır ifşa etmedik, lakabımız dinozor oldu. Yıllar geçti gitti böylece.


ÖZELEŞTİRİ PINARINDAN YUDUMLAMAK

Çocuk isimleri değiştikçe ülke değişti, biz ayni kaldık. İşin gerçeği vücudumuzun arka duvarı da çökünce, hançer hançeremizi delince, çamur deryası bir düşe uyandık her sabah. Yüreğimiz sırlar kabristanı oldu, saygıdan sır ifşa etmedik, lakabımız dinozor oldu. Yıllar geçti gitti böylece.

Aslında fahiş sözler asılı havada ama işimiz olmaz. Çünkü kuruduk, yeşillendik, kuruduk, ama hep kırmızıyı koruduk. Kızıl komünist dediler o yüzden yıllarca yüzümüze yüzümüze. Bakıyoruz da bu gün iyi ki sosyalist olmuşuz. Sosyal demokrasiyle avunmuşuz.

Yani biz evrime inat evrildik. Devrimciydik devrildik. Yolcuyduk yolda kaldık. Dini,

Mevlayı kendimiz aradık bulduk. Solduk, kasımpatılar gibi solduk. Ama acayip sevdik biz o rüyayı. Evrene inat her gece o rüyaya, ayni rüyaya yattık, zaman mekan ayırmadan, beşibiryerdeye aldırmadan. Hala burnumuzun direği sızlar o günleri anımsadığımızda. Yaş geçkinleşince ağlıyoruz artık gözyaşlarımızı da saklama gereği duymadan. Çünkü sol yanımız hasar aldı, felçlidir sol cenahımız bizim. Mart karı yağar dünyamıza eylüllerde.

Daha çocuk yaşımızda elifbayı öğrendik. Harf ve harekelerden anlarız biraz. Yetinmedik Latinceyi de okuduk. Epey mürekkep yalamışlığımız var yani. Mektep medrese de gördük hasbel kader. Âlim sayılmasak da eminiz kendimizden. Ama böylesi bir kader görmedik…

Böylesi bir kederi asla. Kırk yıldır düşündük, ettik, eyledik akla gelemeyecekler geldi başa. Hal ve gidiş her daim sıfır. Millet eksiden sonsuza, biz sıfıra sıfır elde var sıfır. Terk ediyoruz seni aksi şehir de diyemiyoruz. Çocukluktan sevmişiz andırı. Yağmurda kaçarken doluya tutulmak, doludan kaçarken sağanağa yakalanmak tam bize uyan tekerlemeler. Araba tekerleğinin izinden gider. Nursuz, nimetsiz sabahlara uyanmak değişmeyen alınyazımız sanki.

Oysa kavim kavim dağılmışız Anadolu’ya. Kavlimiz bir. Açın bol olduğu yerde tok yatılmaz nüktesiyle yoğrulmuşuz. Nükteler renkli resimli roman olmuş başucumuza.

Ama çocuk isimleri değiştikçe ülke değişmiş, biz ayni kalmışız. Ve hezimetler gelmiş ardı sıra. Her hezimet yeni bir göç çağrıştırsa da insana, vaat edilen cennet çok uzakta. O nedenle yerimizde çakılmışız. Lale bahçesi düş artıklarından paylanmak ise bize yakışmaz. O nedenle aklımız sarhoşlasa da arada iki dünyalık ayılma zamanını yaşıyoruz, kendi halimize.

O yüzden hilafsız muhalifiz. Hilafetin kaldırıldığı gün doğduk, denizin öldüğü gün öldük. Ve doğrulttuk içimizdeki ademi. Her anımızda yorgun pençemiz ölümün yakasında. Gerekirse dilimizi yutar, dilsizliğimizi haykırırız dünyaya. İflah olmaz bir derinliğimiz var bizden içeri. Ve bağışlayıcının gölgesi bağrımızda, direndikçe direniriz, yel değirmenlerine.

Biliriz ayrıca, en alasından tavandan sarkan pis sarı ışıklı ampulleri de. Gözbağından sızan güneş ışıklarını da pekala tanırız. Denizin sakınılmaz sıcağında yağmalanmışlığımız var yani. İstanbul adalarında yağmursuz gecelerde bulutları boşuna beklemişliğimizdir, badileri harakete geçiren.

Nedensiz boylamışız denizlerin en karasını hiç yerinmeden. Arıların oğul attığı bal verdiği yılları da atlatmışız kazasız, belasız, hilesiz hurdasız. Bunca yıldan sonra sadece bu yolda, yolculukta çektiğimiz eziyete yanarız. Harcanmışlığımıza değil. Gerisingeri voltaları da şu dinine yandığımız cehalete bağlarız yermeden. Pis at çobanlarının aklıyla bu kadar deyip geçeriz meseleyi germeden.

Yorulduk ama paslanmadık en bilinesi gerçeğimizdir…

Solaklanışımızın her seneyi devriyesinde otuz-kırk yıl önce daha iyiydi, her şey daha güzel ve insancaydı diye düşünürüz hasretle. Unutulmuş unutulmamış tüm dostlara yoldaşlara selam ederiz tek yol sloganıyla başlayan.

Biliriz ki Fırat kıyıları babil, asmalı bahçe manzarası sebil, Dicle kenarı Musul, akıyor Fırat usul usul. Bilinmeli ki Nemrutun ateşinden içtik de soğuduk, Karadenizin kara cesareti sinmiş yüreğimize. Çavuşoğluyuz atadan, atom zerresinden denize aksuyla ulaşan.

Günler kopyalanmış hayatları bir bir kanaviçe gibi işlerken çocuğumuza ülkeyi değiştiren isimlerden koymayacağız dedik koymadık…

14.10.2011

Bu Yazı 139 Kez Okunmuş

Hiç yorum yok: