23 Haziran 2014 Pazartesi

İBRE, İBRA, TOP MESELESİ VE KOLTUK HEVESİ…

İBRE, İBRA, TOP MESELESİ VE KOLTUK HEVESİ…

İbre hızlandıkça, beter hızlandıkça ibrası zorlaşır bu hatları, şehir hatları birbirine karışmış gidişin, gidişatın. Hal ve gidişin hangi türden, hangi karneden ve hangi turdan itibaren uçuk açıklamalarla sağlamlaştırılmaya çalışıldığı ise başka bir ibre, ibra ve top meselesi. Aslında tüm mesele koltuk hevesi, gelecek garantisi, başkaca bir arzuhal değil. Yeryüzünün tüm ibni’leri birleşse çözülemeyecek bir muamma sergileniyor sergilenecek, ağustos ortasına kadar, bir şekilde bitecek veya bitmeyecek şekilsizlik de. Övünülen icraatlerin neresinden tutulursa ve neresine bakılırsa bakılsın kırmızı göğe bulaştı bir kere. Yama tutmaz artık bu yırtıklar ve sökükler.

Ve artık iyice koltuğuna saklanır ay ışığından korkanlar…

Çizgili kırk çizgili, kırık çehrelerde küçük kıyametin kopacağını anımsatan izler kadranı zorlayacak karalıkta ve kararlılıkta. Çeşmi bülbül vazolarda ise dönemsizlik ve oranı katsayısı bir türlü tutturulamayan dönemsel itibarsızlık. Görülen o ki şimdilik bir ay süreliğine, sonra beş veya yedi seneliğine, saya söve kapıya dayanacak töreler ve uzmanlar eşliğinde ruh bozumu serinliği. Allahtan bre-zil takıp ya top oynama zamanına veya uyarına denk düştü de iş kolaylandı biraz. Kırılmış çerçevelerde ise iç kanamalı içten pazarlıklı portreler resmigeçidi. Hayatın demini sonsuzluk ve suçsuzlukla karıştırıp içenler, bileğinde kelepçe beyninde bol hücre taşıyanlar, taşıtılanlar ise balyozlanmaktan tam anında kurtuluverdiler. Şimdilik sıyrıldılar.

Oysa minnacık bir kız çocuğu ile el kadar oğlan çocuğunun poz verdiği siyah beyaz tabloda masmavi denizi görebilmektir umut ve umuda tutunmak. Tabii ki bunu göremezler gidişatın ciddiyetinden uzaklaşanlar. Bu kuşak üzerinde yükler hiç eksilmez ve gittikçe ağırlaşır bu gidişle. Sır ve inatlaşmalar cüzünde hüzünlü oflar, ahlar vahlar çektirir, boş işleri beş sopa cezasına bağlayıcılar. Zaten maddeye madde eklendikçe ve olmaza meyledildikçe bozulur ibreler. İbrası da güçleştikçe güçleşir. Yani susadıkça deniz suyu içmeye benzer yıkılan hayatların günahını çekmek. O andan itibaren verilen emirler ve koyulan yasaklar hiç işlemez mutlululuğu çalınmışlara.

Ve artık en baş koltuğa güvenip, koltuğa çökme adaylaşmaları da kurtarmaz zevatı…

Hangi hilekârlıktır, hizmetkarlar yaratmak, hâşâ daha ileri gitmek hem de durup dururken. Gün olur hesabı sorulur elbet bu... Zorluğun herkes farkındayken bu gidişata sözde gönül ve sınırlı zihin dünyalarını seferber etmek de nedir, ne ala hilebazlıktır. Oysa geçmişle kıyaslanamayacak boyutta bir sınavdan geçmekte ülke ve ülke insanları. Ve ibrenin kordonu sınıra dayanmış, halkların boynuna bir acayip dolanmış. Keza ha patladı ha patlayacak aracı vasıtaların motorları, frenleri. Çünkü sadece yüz yüze yalanlar ve ağır ihmaller belirleyecek hızı, hızla çöküşü, çöküşün hızını.

Her çöküş bir darbedir, her darbe yalnızlaşma-yalnızlık ve her yalnızlığın yalnızlaşmanın sonucu ise başka bir orta karar arbededir. Akla karanın ortaya çıkması bir yana, Karşı devrimdir mesela, dine mezhebe ve ilahlara dayanan ve bağlanan. Olmadığınca kinlenen, kinlenildikçe öz duygusuna köleleşen davalılar peydah olur payitahtta. Ve davacılar deva aradıkça ibre titrer ve ibra ibnilerin maharetiyle dahi gerçekleşmez. Yani adaletin gerçek yüzü, köleliğe ve sömürülmeye açıktan açığa isyan olmalıdır. Özgürlüğün, özgürleşmenin garantisi olan ancak lafı güzaf görülen cümleyi, meclisin duvarına hâkimiyete özgü diyerek altından kazımak ile ibre ve ibra ve top meselesi asla çözülemez. Köküne kadar dayandırılan ibre sayesinde hız sınırı bir gün aşılabilir ve ibralar duvara toslar ve maç biter. Koltuk hevesi de kursak da kalır.

İşte o zaman iyice koltuğuna gömülür ayışından ve gölgesinden korkanlar, gölgesine sığmayan mahrumlar ve kabına sığmayan mahdumlar…

Oysaki yoldaşların iman ve inanç makamıdır, razılığın ibresi ve rızalığın ibrası. Dünyaya göz yumarak, başka mevkilere göz kırpmak veya göz kırparak bilimi yendiğini sanmak gidişin, gidişatın ibresiyle oynamaktır. Açıkça ibniliktir ve hükmen mağlup olmaktır kamuoyunda, maç masada kazanılsa dahi. İbrenin İbrasına ket vurmak, kaçak göçek kat atmak, kat kat banknot balyalamak ise topu avuta atmaktır en müsait anda, taca çıkmak boşa çıkarmaktır ahaliyi salisede.  

Türlü çeşit akıl cambazlıkları ile ayrıcalık kazanarak can bazlığı yok saymak bir yere kadar işler ve asla doğrudan sayılmaz sayılır görünürse de. Tam da ibra aşamasında ibreyi kadranında delirtmek ise bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete tekerlemesine teker yuvarlamak, toslanacak duvara kapı açmaktır. Yerlerinden olan ve dizginleri boşalan her yanı kuşatan sıkıştırılmış sosyal hayatlar yıllarca hasret çekmişliğin farkıyla zevatı kucaklarsa kucaklamak isterse tüm icabetler caba olur. Handan hamamdan olup, aranırken imkansızı bulmak ise o vakitten sonra hiç işe yaramaz. Eğer silik yaşamlar, vahim yaşantılar sığmaz ise günlere gecelere stres topları yuvarlanır alanlara. Mevkii de makam da, mevkii ve makam adaylıkları da son düdük çalınana kadar hiç işe yaramaz berabere bitmeyecek maçlarda.

Ve ayışından ve gölgesinden korkanlar, çapına sığmayan mahrumlar ve kabına sığmayan mahdumlar çarkına çağlatanlar, sağlık ve para ikliminde iflas etmekten gayri, kara kışa tutulanlar ve peşine ölümü de tadacak olanlar koltuğa can havliyle iyice sarılırlar…

İbni'lik bu ya ‘ibre, ibra ve top meselesi’ gidişin şekli şemali kayınca, gidişatın şartı şurtu kalmayınca, kayık ta battı batar olunca sadece koltuk hevesine dönüşür…

19 Haziran 2014 Perşembe

“ÇATMA, KURBAN OLAYIM, ÇEHRENİ EY NAZLI HİLAL!…”

“ÇATMA, KURBAN OLAYIM, ÇEHRENİ EY NAZLI HİLAL!…”

Sol tahlilde, ana muhalefetin cumhurbaşkanı çatı adayı üzerine haddini bilen bir denemedir…

Bu gün gelişmiş kapitalist ülkelerde bile Sosyal Demokrasinin çağın düşüncesi, ideolojisi olduğu açıkça söyleniyor, biliniyor ve yine de eldekinden olmama adına kafatasçı milliyetçiler desteklenmeye çalışılıyor. Buna rağmen oralarda Sosyal demokratların zaman zaman güçlendikleri, bazen kısa süreliğine güç kaybettikleri ve azami iki seçimden birinde iktidara geldikleri de bir realite olarak beliriyor.

Ancak geri bıraktırılmış veya sözde gelişmekte olan bizim gibi ülkelerde toplumlara devamlı sağ empoze ediliyor. Bu kahrolası dayatmaya sosyal demokratların eksikleri ve hataları da eklendiğinde halkların sağa, aşırı sağa ve Sünni İslamcılığa yönelişleri de kolaylaşıyor. Bizde olduğu gibi tüm üçüncü dünyada, Ortadoğu da sol güç kaybettikçe kaybediyor, sağ güçleniyor. Beyinlere çıkmamacasına yerleştirilen bu sığ düşünce, yoğun ve planlı probaganda yöntemleriyle sol yıpratıldıkça aşırı destek buluyor kendine. Yani sol kösteklendikçe köstekleniyor, sığ-sağ düşüncelerin dinlisi, dinsizi destekleniyor da destekleniyor.

Ve son tahlilde Solun iktidar olması hayal olarak addediliyor…

Bu tahlil doğrultusunda kamplaşan, solu ve sağıyla birleşik muhalefetin cumhurbaşkanı çatı adayı bir değişiklik olmaz, tavan taban uzlaşması sağlanır ve ileride yukarıdan aşağıya büyük çatlaklar oluşmaz, oluşturmaz, oluşturulmaz ise şimdilik belli gibi. Mevcut iktidarın adayı olsa bile hiç de ters karşılanamayacak, İslam konferansçısı, İslamcı bir rol model, malum ve makul bir isim imiş aday. Dini imanı, pozu postu bir yana, artık bu ülkede doğmuş olmanın da bir anlamı kalmadı, en başa geçirilmek istenene bakınca anlaşılıyor her şey. Artık çatısı bacası kalmadı siyasetin, ilahiyatçı olmak en büyük referans.

Birilerince son tahlilde Solun iktidar olması hayal olarak addediliyor ya, hiç de öyle değil…

Belki de alışılagelmiş sol söylem olarak görülebilir ama görmeyenler için, iyice sağa kayanlar için, İslamcı bir ülke planlayanlar ve karşı durmayanlar için, belirlenen kara- çatı adaylığı vesilesiyle bir kez daha vurgu yapmak gerekiyor bu dinozorlaşan düşüncelere;

Bu gün solun ihtiyacı İslami sağın peşine takılarak yakınmak değil, proje üretmesidir. Çünkü işçi sınıfına dayalı geleneksel Marksist çizginin etkisizleştirildiği bir dünyanın istendiği ve var olduğu ortada. Öyleyse bu gün tıkanıklığı sosyal demokrasinin açacağı da bilimsel bir gerçekliktir. Otoriter, şiddet yanlısı, özgürlüksüz, merkeziyetçi, gerici, faşist, İslamcı ve tek mezhepçi bir iktidarın iz sürdüğü bir durumda veya tüm Ortadoğu da dinci-federatif yapılanmalardan yana fikirlerin ağırlık kazandığı ve dönülmez rotanın izlendiği bir ortamda şu garip ülkede sosyal demokrasinin güçlenmesinden daha doğal bir şey olamaz.

Bu kaynar kazan, cadı kazanı bölgede, Ata’dan sonra on yıllarca imrenilerek, ayakta kalmanın nedeni her yönüyle, dilinden dinine, her alanda, her şekilde faklılığını koruyan bir ülke olduğu gerçeğinin yıkılmaya çalışıldığı, yıkıldığı şu günlerde per perişan olmuş etraftakilere benzeşerek, sonuçta iyice benzetilmeye namzet baştan ayağa bir adaylık yaşatılıyor ülkeye. Ve insanların her türlü baskıcı yapıdan kurtulup, özgürleşmesi için, yapılacak tek şey olan, gelecek kuşaklar için, kendileri için, bu gün için özgürlük talep eden platformların kıskaca alındığı, değişimci aktivitelerin dönüştürme gücünün tırpanlandığı bir siyasal süreçte nasıl olur da sol değerler güçlenmez, güçlendirilmez ve onlardan kopulur anlamak mümkün değil. Top yekûn, el birliğiyle sağa teslim ediliyor ülke maalesef.

Önce yurtta ve dünyada barış, sonra insan hakları, çok ileri olmayan gerçek demokrasi, çevreyi tahrip etmeyen bir ekonomi ve sosyal adalet gibi evrensel temel ilkelere sahip çıkarak halka ön veren, yön ve yol veren laik bir inançlılık, sivil ve siyasal tabanda yerleşip yayıldıkça sosyal demokrasinin ve solun güçlenmeyeceğini söylemek, durup söylemek ise ayıp kaçar. Ayıp kaçar mevcuda kanıp sözde ilahisel normlarda yeşil, çatı kiremidi aday aramak ve bulmak. Anadolu’nun dört bir yanında, sınır içi ve sınır ötesi yedi düvelden yetmişine tüm çatılar aladır, kırmızıdır, aksini iddia eden beri gelsin.

“Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül… Ne bu şiddet, bu celal…”

Öyleyse, halkın eşitlik ve özgürlük istemlerine yanıt verecek, çağı yakalamış ve çağdaşlığını paylaşan, değişim iddialarını taşıyan ve savunan, tarihsel gelenek ve değerlerini yok saymayan, solun evrensel ilkeleriyle yoğrulmuş ve uzlaşmış, hoşgörüyü yaşama geçirebilecek, yeniden yapılanmayı ilkeler bazında hızlandırabilecek, değişimci dönüşümcü bir hareketi içselleştirebilen bir aday, çatısı çutusu, bacası kutusu batsın neden çıkarılamaz. Böyle bir baş-aday beklentisi içinde olanlar ne yapacak şimdi…

Bu süreçte Ülke ve partilerin sıkıntılı bir dönemden geçtiği çok açık. Kuşkusuz sosyal demokratların farklılığı içlerinde değişik görüşleri taşıyan, farklı yorumlar yapabilen bireyleri bünyelerinde kabul etmeleri ve barındırabilmeleridir. Ancak bu farklılıklar ve gereksiz işgaller, iç sorun aşamasına getirildiğinde veya gelebileceği düşünülmeden hiç de hak etmeyenlere aktif rol belirlemenin yıkım olacağını da görmek gerek. O saatten sonra, yapıyı içten içe kemirecek eylemselliği ve direnci, kısmen saygısızlık, disiplinsizlik, katılımcısızlık, uzlaşmacısızlık ve hoşgörüsüzlük sayarak sorumluluklardan kurtulmak, yanlışlardan sıyrılmak mümkün değildir.


“Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal; Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal…”
Elbette zamanla kısır döngü içine düşülür. Hele böyle bir adaylaştırma ile solun kendi içinde barışık olmadan dışa karşı güçlü, etkili ve güven verici olamayacağını bilerek adımlar atmak, ülkede siyasetin bu gün ulaştırıldığı modalaşmış tartışma üreten değil çatışma üreten konumunda politika değirmenine su taşır sadece.

İşte kurtulunması gereken, solun en başta iyileştirmesi gereken hastalığı budur. Değişen dünyada, bölgelerde ve ülkede, ülke genelinde sol bu tip manevralarla ileride sorumluluklarını gerçekleştirme gücünü giderek tüketiyor. Kozlar dini merkezli, tek mezhepçi sağın eline geçiyor. Açıkça kendi kendini bitiren bir yol haritası şekillendiriliyor nedense.  Hal böyle olunca da sosyal demokratların kendi iç dinamiklerini harekete geçirmesi de bir hayli zorlaşıyor.

Sosyal demokrasinin kendi iç dinamikleri değişen ve dönüşen hareketliliğe kavuşunca, kim neyi savunur ise savunsun,  sosyal demokratların yapacağı çok şey var olur bu ülkede. En azından çok iyi, çok çok iyi ana muhalefetlik görevi yapabilir. Bu gün yapılan ise maalesef  tüm enerjisini gündelik yaşamda harcamak ve içe dönük çatışmalar yaratarak, mevcut iktidara gereğince çatmadan,  dümen suyunda çark etmekten ibaret.
Bu ibretlik tavırlılığın kısa zamanda kimi nasıl eriteciğini ve bitireceğini, yitip giden fırsatlara bir yenisinin eklenip eklenmeyeceğini ve ibreyi kimden yana döndüreceğini de 
açıkça görmek ve bilmek lazım.

“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!”

Sol tahlilde, sonunda nelerin yaşanacağını bilmek için ise keyfekeder feylesofluğa hiç gerek yok. Hesap kitap ve çatı aday ortada…

13 Haziran 2014 Cuma

UYKU MÜPTELALIĞI VE UYKU MAHMURLUĞU…

UYKU MÜPTELALIĞI VE UYKU MAHMURLUĞU…

Uyumak yanmak ise uyanmak insanlık onurudur ve aklın erdemidir. İnsaniyet namına bu duyguyu hayat boyunca bir kez dahi tatmak gerçekten huzura ermek ve kurtuluşa aday olmaktır. Adaylıktan çıkıp adam olmak ise en zorlu süreçtir. Zaten adamlığa adaylar gönül ferahlığını kaybedince emniyette anında kayboluverir. Sözde elit partiler harmanında hasat, hasıraltı edilmiş geriye dönüşülerle, gerkesiz dönüşümlerle sükuneti de yok eder.

Nitekim yer ve makam karmaşasında, en üste çıkma kavgasında ve adaylaşma kargaşasında toprağa yine nifak tohumları serpilir…

Merkezinde ayni tat ve haz olsa da gizemli ve baygın çehreli paralı particiler aslında dirlik ve düzen bozmaktan hiç çekinmezler ve korkmazlar. Ya da böyle asil görünürler silik görüntülerinin arkasından. Azmi ve cismi kıran ise takma isim ve uydurma lakaplarla makbul sayılma hastalığına tutulmuşluktur. İlacı, çaresi, merhemi de yoktur bu hususi hastalığın.

Eşsiz ve yersiz makalelerin uzun ve anlamlı ömür sürdürme maksatlı, marifetli ve marifete tabi olacağını da görmek ve bilmek lazım bu ışıksız labirentte. Yoksa yaldızlı ve çok renkli ayni kalıp baskılarda makineye bağlanıp makinalaşmanın da, beğeniler ötesi hattatlaşmanın da hiçbir anlamı kalmaz. Çünkü memba sularında kaynamak ve buharlaşmak gibi bir şeydir umut, emek ve huzur aşkı.

Bu aşk zaten istendiği zaman değil, ihtiyaç duyulduğunda değil aklı estiğinde ortaya çıkar. Ve canlar kayar, kavramların öznelliği bağlamında ölüm sana emanetim diye başlayınca yazılıklar…

Öyle ki; pratikte hiçbir işe yaramayan bilgi, bilgisel artı değer ve bilgi kirliliği insanları alabildiğine isyancı yapar. Bu tarihsel olgu neticesinde, tembelleştikçe felaket, tevbeleştikçe bereket belki artar ama güncel siyasi sorunların konuşulduğu ve çareler araştırılan arenalar da daralır, uyku ağır basar. Aslında utlanmak ve kutlulanmak mükellef kılınmış incinmelerle büyür ve gelişir. Ondan sonrası belki tebrikleri kabul etmek zamanıdır ve kelimelerle asla tarif edilemez. Barışa ve huzura, tüm yolsuzluklardan arınmışlığa ulaşmak rüyaya yatmakla ve uyumakla değil, yüce yargılama ile ve tek hâkimin inisiyatifi ile olacağını da bilmek gerek.

Uyanmak uyarına geldiğince açık denizlerde, küçük ve korunmasız takalarda kara dalgalarla korkusuzca boğuşarak seyretmektir.

Seyir bittiğinde ise yok olmayan göz aydınlığıyla, dostdoğruluk babasına halatı gerektiği şekilde atmaktır. Zaten kaç kulaç derinde batılacağını, kaç karış derinde yatılacağını bilmeden denize dalmak veya kürek yarışına çıkmak yakışık almaz ve olmaz. Ayrıca uyanıldıkça derin uykulardan, kurtuldukça serin kuytuluklardan hain buyruklara kanmak ve fermanları yerine getirmek artık hayal olur. Ret edilir tek kalemde tebliğler ve tebellüğler…

Her yapılan milletin iyiliği için olmalı, her yapılan edilen milletin iyiliği içindir uydurmacalarına ve kandırmacılarına uymak, kanmak ve dahi uyumak boş inançtır. Yapılan sonunda gönülden bir amin olmayan derme çatma dualara el avuç açmaktır sadece. Demek ki, duayı kimin yaptığına, yaptırdığına bakmadan, kasıtlı kasideler ve hasetli hadiseler fırtınasına boyun eğmek hiç yakışık almaz, sakil bir duruştur. Bu durumda yaşanan öyle bir sürgündür ki hiç iflah olunmaz.

Sürgüsü, süngüsü, sürgünü bir yana, her dönem en diri olan ve canlı kalabilen kalbin filizi, filizlendirdiği ve fiiliyatıdır. Fil damında fil, fil mezarlığında can aramaya çıkmaktır en ağır uykuların bezgin ayıklığında. Ayırdına varıldığında tuhaf muaf haberlerle, saat başı, gün ortası gece yarısı, ding donglanan, şartlanan ve olduğu yere mıhlanan uyurgezerlerin seyyahlıkları da tamama erer sanılır. Bu aslında öyle bir eriştir ki her işte her sıkışıklıkta öne sürülür maalesef. Bu öyle bir ileri sürülüştür ki, uyur uyanıklık arası yaşandığından, zikirle mikirle belletilenler, her işin başında zikredilenler ve zihne zerkedilenler çapsızlığında piyasa yapılır.

Gelenekten geleceğe tüm değerler işe gelmeyince yok sayılır görmezden gelinir. Ancak asıl unutulan ise gün olur, günü gelir o zikirler, zikredilenler ve zerkedilenler gerisin geriye kusulur gerçeğidir. İşte o vakit başı döndüren derin uykulardan uyanmışlık, uyku mahmurluğu değil kalbi kör olanların kalıpsızlığına duyulan hayret ve yürek yakan hasrettir.

Ve o âmâlıktan kurtuluş her şeyin biçimini hadsizleştirir ve en yıkılmaz hükümranlıkları bile devirir, yıkar geçer…

Zaten cümle âlem bir araya gelse bu uyku müptelalığını münasip bir şekilde sağaltamaz. Sağaltsa bile geçmeyen uyku mahmurluğundan kurtaramaz. Gayet mütevazı ve mükemmel duygularla bile, dokuz asırlık bir dili en iyi şekilde kullanarak dahi bu solan yüzler kısa zamanda aydınlatılamaz. Güneş yakana dek cemil cümlesi karanlığa yatar gün ve gün.

Ayrıca yorgunluk kâğıda ve kaleme bulaşınca, mürekkebin mükkemliği de, mürekkebatlığı da dibe vurur. Devlet adamlarından sayılanların ve de sayılmışların tüm cambazlıkları derin uykuların düşlerinde bir süre daha at koşturur. Bu tırısa geçmişliğin hangi hürmet alemlerinde ve hürriyet kavgalarında özgürlüğü yatay ve dikey olarak toprağa gömdüğü de başka bir muammadır. Bu malum durum başka uykulara gebelik ve büyüklere anlatılacak başka bir uykuluk vakti masalıdır.

Bu günlük uyku müptelalığı ve uyku mahmurluğuna son cümle; Bu vurdumduymazlıkla büyüyen, büyütülen suretler ve servetler, en derin ve serin uykuları bile zamanla karabasana çevirir…

9 Haziran 2014 Pazartesi

TELKİN VE NABIZ VE CUMHURBAŞKANI SEÇMEK…

TELKİN VE NABIZ VE CUMHURBAŞKANI SEÇMEK…

Seçmene göre telkin yolu seçilerek güvenilmesi zor vaatlerin, iddiaların ve adayların yarıştırılacağı bir cumhurbaşkanlığı seçimi kapıda bekliyor. Nedense taraflarca nabız yoklamalarıyla boşa geçirilen günlere imza koymak gibi tarihin diyalektiğine ters bir siyaset yapma biçimi yeğleniyor. Kurumsallaştırılmamış yığınla kurallar hayatın içine en ölümcül zehrini akıtırken, karşılaşılan her mubah durumda haklı çıkma çabasını açıklayacak bir delalet olmamasına rağmen cumhura reislik taraftarlarca bu zemine çekiliyor.

Ve toplumun iç dinamiklerini bile silikleştirip, klişeleştiren bir seçim sathı maili ve rol yol modeli izlenerek tükenen güvenler tazeleniyor, filizlenen umutlar zedeleniyor. Toplum cumhura başkan katında acımasızca ve anlamsızca belli belirsiz yönelişlere ve yepyeni aldanışlara sevk ediliyor. Bu sevk ve idare gelip geçici olmasına karşın, hatta mevcudun sona yaklaştığı biline biline halen iş görebilirlik yalansalı tekrar tekrar işleniyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimine dönük bu kısır siyasal çalışmalarda biteviye sadece mevcut yönetimleri aklamak veya yermekle probaganda olmaz. Bu ak kara kakfonisi sonuçta tavırsızlığı, duyarsızlığı ve tutuculuğu beraberinde getiriyor. Ve oluşturulan hiç gereksiz kamplaşmalar da sistemin çöküşünü hazırlamak yönünde bilerek veya bilmeyerek atılan ilk adım olur. Bu senfonide siyaset treni bu politik salvolaşma modeliyle yalnızca rayından çıkar ve cumhurbaşkanlığı senfoni orkestrası mevcudun devamına hizmet eder maalesef.

Ayrıca bu siyaset katarı topluma ne katar düşünmeden verilmiş her aşırı destek işlenen ağır suça kerhen de olsa ortaklığı ifade eder. Gün doruğa vurunca, varılan ve varılacak noktayı bilmezden gelmek ise taksirli suçu asla taksitlendirmez, hafifletmez ve affettirmez. Daha ambalajına bakıldığında anlaşılan geleceği önceden kestirmek için müneccimliğe hiç de gerek yok, görmeyi istemek yeter çünkü...

Başka bir deyişle, İktidara gelmenin ilk koşulu olarak görülen oy avcılığını, oy avcılığını iyi becermeyi, cumhurbaşkanı seçiminde de kullanmak ilerideki tüm siyasi yarışları da olumsuz yönde etkiler. Halk da bu menfi etkilenmeyi süreçte hal yoluna koyamayınca ve siyaset ilkeler ve ideolojiler boyutunda yapılmayınca devlet kurumlarının en baştakinden en aşağısına hakkınca işleyişi de zora girer.

Yani eksiklikler ve tutarsızlıklar zaman içinde ilkesel doğruları da yolundan saptıran pragmatik bir programlılığa kayar ve siyasi arenayı revire çevirir. Lafı evire çevire cilalayanların tüm yetkileri kullanma hevesinin önlenebilmesinin temel dayanağı ise telkin ve nabız yoklamaları dışında bir cumhurbaşkanı seçmektir…

Çünkü ‘Akılcılıktan uzaklaşıldıkça Kolaycılık asıl sorundur’ aslında…

Teorisel ağırlık ve ağırlanma tüm eksikliklerine rağmen doğrudur ve pratikte yanlışları varsa da bir güzel düzeltilir. Yani ağıra çeken hafiflikten evladır, kollektivistlik. Pratikte hiçbir işe yaramayan bilgi insanı isyankar yapar. Bu genel doğrulardan standart üstü sapma ise ciddi adaylaşma ilkeliliğini zedeler ve ilkelleştirir. Bunca ilkesizlik, kayıtsızlığı ve aidiyeti dahi ters yönde geliştirir. Zaten değerler önemsenmedikçe, ilkeler ve programlar yetkili organların kararsızlığına kapı açar, akıl aralar. Kararlı uygulamalarla en net soruya cevap bulunamayınca da mesele kişisel özgeçmiş ve nitelik kayırmaları ile nicelik kaymalarına kaydırılır. Toplumu işkence altında tutmak işte budur işin gerçeğinde.

Ne yazık ki; Seçmene telkin edilen isimler asla tutmasa da, nabızlar tutulur ve halkın beklentisi hiçe sayılır.

Oysa çevresel ve dönemsel tüm özellikler gereğince değerlendirilmedikçe, gereksinimler açısından tüm incelikler iyice belirlenmedikçe aday kim olursa olsun hiç mi hiç fark etmez. Standart sapmalar kaale alınarak belirlenen adaylaşmalar ile katılımın istenen düzeye ulaşacağını beklemek ve sanmak ise ütopya olarak kalır. Ve seçim sonucunda ütülen yine top yekûn farklı enstrümanlar kullanılarak ittifaka zorlanan ideolojiler olur. Kar zar bağlamında ise, İkilemlere dayandırılan bozulmalar neticesinde doğan karasal panik ile gözetilen, öğretilen ve öğütlenenleri unutmak ile yararlı olmak arasında sıkışan toplum en büyük zararı görür. İktidardan gitme endişesi ile her şeyleri yapacağı belli olanlar ise kardan zarar eder. Şimdiden her şeylerin yapılacağını yapıldığını görmek ise basiret değildir, her şey alenidir ve denizsel dalgalardır kıyıya vuran.

Bu vurgun yemişlikle arada kalış ve yaşanması muhtemel eziklikler kurulu kurultaylı, organlı merkez organlı hazırlanan tüm detayların bilgeliğini, bilgiçliğini ve tüm imzalanmış bildirgelerin bildirgeçliğini de bilahare gölgeler…

Bu sahte gölgeler oyununda, cumhurbaşkanlığı seçimi adı sanı açıklanan, açıklanmayan her kim adayla, birbiriyle her türlü mukayesesi yapılmadan edilmeden, mukayese etmeden öteye ‘aykırı sayılan veya aynı sanılan’ yarışına döndürülür ise yine alaca karanlık egemen olur. Hal böyle olunca da vaatlerle oluşan tüm değerlendirmeler asıl değerlemenin, sollamanın ve sağlamanın doğrulanmasını da engeller. Ve beklenen adalet ve dahi arzulanan kalkınma on yıldan fazla geçen zamanda bir türlü gerçekleşmediği gibi ileride de asla gerçekleşemez.

Yani, yeni adillik izahı zor bir yıpranışla bile olsa tekrardan kepazeliği ödüllendirir ve yetkilenişin suiistimali resmen devam eder...

Toplumda asillerin birbirini dengelemesi de olmadığından bu yarış ülkeyi düzlüğe vardıran yarış ve varış olmaktan uzaklaşır. Bu tetiklenmeyi boşa çıkaracak tek etken ise ideolojik kararlılık ve ilkeli duruştur. Kararlı duruş dürüstlük adresinde ikameti devam ettirenin hakkıdır. Hak ise halka ve hakka yasal ve tüzüksel kurallar çerçevesinde hizmeti vazife sayanlara hak ettikleri hakkın sunulması ile haktır. Tersine durumda hak verilmeyince ve dahi bir türlü alınamayınca da goygoycu mantıksızlıkla, hesapsız muhasebesiz ve ilkesiz ideolojisiz hedefe kilitlenme zaman içinde tüm felsefeleri ve hayat felsefesini vacip kılar.

Karalar bağlamadan evvel, aklı evvel kararlara bağlanmadan evvel; tüm rasyonel bağlantılar, akılsal saptamalar ve tüm reel yöntemler hangisi olacak ona bakılmalı, cumhurbaşkanı adayları kim olacak ve olmalıysa, cumhurda kabul göreceği veya görmeyeceği bağlamında ele alınmamalıdır. Hep negatif sonuçlar almışlıkla, hep ayni sonuçlar alınacakmışçasına davranış yanlışlığı, yağarken küpü doldurma yanılgısını ve çatısı akan bir adaylaşmaya dış gebeliği getireceğinden, davete icabet adabına uymak şarttır.

"Bu memleket bizim! Bu cehennem, bu cennet bizim! Bu davet bizim! Bu hasret bizim!"...

Bu çağsız, çağrısız yanlışlığa düşmemek için çekinmeden seçmene göre telkin, nabza göre şerbet, makasıdüş-şeria ya göre cumhura şef adayı belirlemek siyaset değildir, demek gerekir

‘BEREKET VERSİN Kİ FELAKET UCUZ ATLATILDI’ MASALLARI…

‘BEREKET VERSİN Kİ FELAKET UCUZ ATLATILDI’ MASALLARI…

Her felaket aslında, göze görünebilir bir hayal ürünü ile en başta kendini hissettirir. Hissettirir ama kimse inanmaz, algılayamaz veya anlamak istemez işine gelmediğinden. Ta ki emarelerden, nişaneye büyük yıkımlar kapıyı çalıncaya dek kayıtsızlıktır baş tacı edilen. Kabak patladıktan sonrası ise akla zarar mahvoluş ve çöküntü girdabı.

Bereket versin ki, ülke inşa edilirken bu gün o çok sıklıkta karşılaşılan, rastlanılanlara hiç itibar edilmemiş. Bazı yoklar vardan, bazı yalansılar doğrudan daha evladır misali Allahtan yok sayılmışlar tek kalemde. Ve her şey bizatihi gerçekler üzerine inşa edilmiş…

Cilt kapağında Kemalist Nutuk, kalpaklı ciddiyet, fasikül fasikül komitacılık, buz renkli yüzleri tarihin altın yapraklarında, sınırsızlığın kıvrımlarında dolaştırmış. Tarihin süsü püsü bir yana binlerce martaval da kâbusları oyalamış yıllarca. Martaval zadelik zirve yapınca, tanyeri ağarana kadar, tartışmasız frekans yalpalamaları kibre sevk etmiş acele karar vermişleri ve haksız semirmişleri. Kalpler kilitlenip altın yaldızlı sandukalara kapatılınca da, akıl takdir edilen edilmeyen nice tuzaklara düşer olmuş.

Faka basmaya, caka satmaya görsün düşkünler, felakete uğratırlar önlerinde seyredenleri ve o önlenemez düşüş işte o an başlar…

Toplumun hayallerine ciddi biçimde etki yapma sanatkârlığı, halkı yönetmenin en birincil yolu görülmelidir ve vekâleten zanaatkârlıktır. Bu asaleten zanaatçılar ve vekâleten zanaatkârlar çoğalınca ilah sayıp, tapmakla devam edilen bir değer yargıları bunalımı içine düşülür komple ülkece. Artık komplo mu denilir, kompleks mi yoksa paralelden mi dem vurulur herkesin kendi payına en aykırı sevdaların özlenmişliği gerileyişe veya gerisingeri ilerleyişe damgasını vurur. Kim ne derse desin, kendisini ve idesini nasıl savunursa savunsun ‘Allahsızlığın dini şeklidir işte bu şekilciliğe hapsolmak ve şekilsizliğe şeklen esas duruş göstermek’.

İtirazların her halini; bürünülen değersizlik ve aciliyetçi tahammülsüzlük temaşasına ek olarak doğaüstü ve fizik ötesi fevkaladelikleri alelade bir siyasi objelik kürsiyatında boğar, yetmez ise de dini kelamı metalaştırır iseniz, yürümez ayaklar sürünülür. O safiyane olmayan bağlanıştır ki, ülke inşa edilirken yok sayılan ve taştan imal putlara, ilahlaşan putlaşmaya dik duruşa ihanettir aslında.

Yıllardan sonra desturu düsturu bir yana bırakıp, bağlanılan tüm inanışları ve hevesleri geçici ve tutucu bir lidere sihirli bir güç yaklaşımıyla tevdi etmek farz olunan kuvvetten resmen merkezkaç kuvveti ile kopuştur. Bu dini kopukluk ve dinsel ayrılık ise o hep dine bağlılık ve dinsel kapsam edebiyatçılarına, yeminlerini dini içeriklerle eden zalimlere fuzuliyattan bağlılıktır. Kıl, kanat, maharet hesabı yapılarak bağlanılanlara ve bağlantıya bağlanma dayatılanlara körü körüne bağımlılık sahteliği, çemberin dışında kalanları babası dahi olsa düşman saymakla, din harici görmekle ifadeleştirilir inanış.

Bu bilinçlice hazırlanan hoş görmezlik ve öngörüsüzlük ortamında, kayıtsız şartsız ve yerli yersiz itaat silsilesi yoluyla en şiddetli propaganda yöntemleri de harcanarak, kusursuz ama ağır kusurlu tapıcılar ve seviciler izansızca hizalanır. Bu insafsızlıkta ve kazaya uğramış saflıkta dini ve siyasi inançların rolünü mutlak hüküm sürme ve mutlakıyet üzerine planlayıp, mevcudu yenileştirmeyip bozanlar, mevcudiyetin de temellerini sarsarlar para, mal, mülk, varlık ve zenginlik uğruna. Bu sayede peş peşe aşılanan sahte dini hayranlık hayırsızlığında ve haksızca uzun yıllar tarihin süsü püsü, otu motu olmaya devam etmekle övünmeyi kendilerine borç edinenler asla ödenemez oranda borçlanırlar.

İşin gerçeği, sualsiz itaate mecburluğa, şahsa münhasır sırrı sır mukaddesatçılığa, ilahsal boyutta tapınmalık değer tılsımına, inandırılmış onlarca milyon edilgenlik mevcuda cennet aşkıyla sarılır. Ayrıca köylerden kentlere koyu dindarları bile kökten değiştiremese de düşündüğünün aksine hislendiren indirgenmişliğe ulu mabetlerde yeşil ışık yakılıyor. Bu yeni eski fikirsel, dinsel kavram kavgasında, tüm haklılıklar kargaşa gösterilip din bağlamında dini korkuya, etik manada adi duygulara, adli kovuşturma ve adil olmayan kovalamacalara kurban ediliyor ise, kavimler göçünü bilmeye de hiç gerek kalmaz.

Halkın değerleri ile oynandıkça, değiştirilen dini ahenksizlik türlü biçimselliklere muhtemel kayışı da artıracağından eski zail olur. Yeni olarak safsatası bol ve boş inançlılığın yerleşmesi yerleştirilmesi de bu içgüdüsel esirlik dönemlerinde aşırı kolaylaşır. Zaten halkın dini inançlarının temellerini oluşturan en yakın ve en uzak sayılabilecek etkenler dahi uzun süren faaliyetler ile zayıflatılmış ise beklenmese de gelen sonuç bu olur. Neticede bu asıl felakete uğramışlık zamana dayalı isyanları körüklese de herkes her şeyi din iman adına bir perspektifte gördüğünden, görmediğime inanmam halatına asılır radikal itikatçılar. Oysa dinin temeli görse de görmese de, görmeden iman eylemektir.

Öyle ki her ayaklanmayı karşı şiddetle, her doğru fikri yüzeysellikle, her iktidar karşıtlığını anarşistlikle, her hükümet mualifliğini din düşmanlığıyla, her karakteristik direnişi fikir ve inanç hürriyetine uymamakla, her bozulan psikolojiyi ahlakla, her ırksal öz arayışını vatan bölücülüğüyle, her karşılaşılan müessif olayı fıtratla ve göz göre göre gelen afet ve felaketleri kadercilikle bağdaştırmak ve ifadelendirmek kimsenin zoruna ve gücüne gitmiyor artık. Aslında bu iradesizlik ya bu gemi gitmiyor veya gidiyor da bir meçhule sürükleniyor demektir, imanlı imansızların yüzü suyu hürmetine . Bu saatten sonra ileriki zamanlarda ‘bereket versin ki’ diye başlayan yakarış ve yaltaklanış cümlelerini şimdiden görmek ise, asla gaipten bir ses ve haber diye algılanmamalı…

Eski kılığı yeni kılıksızlıktan ayırabilme mahareti tamamen aklın rehberliğinde bir tarih yolculuğu ile kazanılır. Kalıtsallaşmış birikimler irdelendiğinde ise dış şekilleri kolayca değişenler, cismini resmini kolayca değiştirebilenler anında ortaya çıkar, rol çalar. O kara tabloda ruhunu kaybetmiş bir medeniyet var olur. Odur budur bir yana evrensel dinamikleri hiçe sayarak sürükleniş ile, ruhsuz medeniyetçiliğe iki aşamada ulaşılır.

İlkin hissettirmeden yavaş yavaş gelenekleri değiştirmek, ardından değişen gelenekselliği de ‘din’ diye halka benimsetmek budur meselenin özü. Halk bir kez benimsin, bendensin demeye görsün, benimsedi mi bir kere zaman tapınağında heybetli ve kudretli hükümdarların da, hükümdar putlarının da kolayca yıkıldığını görmez, bilmez, duymazım maymunluğuna başlar. Ama gerçeğin harlayan yüzü kapı aralığında göründüğünde dahi; iş anında değişir.

O vakit birileri çıkarBereket versin ki felaket ucuz atlatıldı… der, tepeden tırnağa kandırılmış, iman etmeden tasdik ve inana zorlanmış halk da; Bereket versin ki felaketi ucuz atlattık der… Ve masal budur ya her şey unutulmasa da unutulur…
 

1 Haziran 2014 Pazar

HALKIN FİKRİ, DERVİŞİN ZİKRİ DEĞİŞTİĞİNDE MERT DAYANIR, NAMERT DAYANAMAZ…

HALKIN FİKRİ, DERVİŞİN ZİKRİ DEĞİŞTİĞİNDE MERT DAYANIR, NAMERT DAYANAMAZ…

Halk kitlesellikten milletsel boyuta daima ilerici-devrimci fikirler, mantık dışı hayal gücü kuvvetine karşı durmakla, harikalar ve efsaneler safsatasına inanmamakla, belki benzeşerek ama direnerek ve devamlılığın harareti ile evrilir. Bu evriliş aslında en sıcak eylemselliğe bir devriliştir, sonucunda devrimdir. En demokratik hak kullanımları dahi hainlikle atbaşı yarıştırıldıkça, suç kabullenildikçe daha çok demir çubuklar erir, bu salkım saçak kavgalarda…

Allah için nefret etmek üzerine bu kadar progranmışlık olursa, melek kadar temiz şahsiyetler bile sıraya girer, korteje savrulur inadına. Ses vermeyecek ise artık bu ülke, gelin kayalıklarında asılı mahfil ne demek, mahsurelik nereye kadarın cevabı bulunmaz. Masum ve mazlum bekleşmelere oradan buradan gelip Allah yarattı demeyişin ikrarı kime ait, itaati kime, itaat kime? Arif olanlar bile muammayı anlayamaz. Olmuyor olmuyor, olmayacak gibi. Her acil konuya acıyla yön veren bu zayıf satırlar, olmaz ise olmaz.

Ebedi olmak için ise esresi, ötresi ve harekeler, bunca hareketin anlamlarını bilmeden Allah yallah Allah nidalarıyla gariplerin üstüne hareketlenmek ve hareketlendirmek ne ezeli manadır. Ayptır ve günahtır. Birilerine sormak gerek ehil cinsinden olup, olgun dolgun görünenlere…

Güler yüzlü ahenkli alışverişler içerisinde dostluk üstü kayırmalar varsa eğer, sözde hayır yolunda seyreden hayırsızlar da cesaretlenir. Tarihe adını yazdırmak her karış toprağına sahip çıkabilmek ise memleketin, çıkamayıp Gezinti yollu aforizmalara aldırmadan tüm varlıkların üzerinde makam ve mevkii kazanmak ve kazandırmalara kaç çeşit plan varsa uygulamak da neyin nesidir sormak gerek. Milletin artık meseleyi anlaması için, izan mizan gerek. İlleti milleti ayni kefede insanına hükmetmeden, ezeli müjdeye kökünden kökeninden uymak, açıkça sözünde ve vaatlerinde durmaktır adamlık. Kavga ve mücadele adamı olmak ise başka bir şeydir, hem de herkesin olamayacağı türden bir erdem, Allah vergisi ve yaratıcı nimetidir. Şimdi tüm aklı kalbi ve dili mühürlenmişlerin kendini O’ndan bir parça sayması ve alabildiğine öteye beriye saydırması akla şu gerçekliği veya gerçek dışılığı mıhlar.

“ Siz ne haldeyseniz, başınıza o haldekiler getirilir ”…

Zamandan, ahir zamandan söz edilerek geçirilen zamana gerçekten çok yazık. Belli merkezlerde, nameskun mahallerde yazı didikleyicisi, kazı tiftikleyicisi yaka görev kartlıların, yazıya değil yazgıya takıldığında, azıya azgınlığa savrulduğunda ‘helal haram kargaşası kâfidir yıkılmaya’ ara cümlesi her şeyi ifade eder aslında. Anlayan anlar, hayat bilene, gerçekleri kavrayabilene her dem bahardır, her mevsim ilkyazdır diye biter tüm haksız orantısız hükümler.

Halk eşyanın tabiatına hakkıyla bakmaz, çünkü halk eşyanın en parlak görünen yüzüne, en cilalı sathına hayrandır. Ayrıca koca halk zatlar, katlar, işler güçler, kişiler muhteremler, sınıflar ve ideolojiler hakkında yaratılan tesadüfi ve geçici heveslere meyillenir ilk fırsatta.

Aidiyet ve derin kanaatlere hiç mi hiç aldırmadan, sabit fikirliliği yücelten ve kindarlaşmayı dirilten temelsiz fikirlere kayar mutlu azınlığın sessiz çoğunluğu. Ve hal böyle olunca nüfuzu zaman içinde sarsılan, güçlendikçe zayıflayan, harb ettikçe darb ettikçe darbelere debelenen, nöbet vurgunlarına savrulan bir nüfusa devşirilir tüm kavruk kabiliyetler. Yani halka sürekli telkin edilen ve şırıngalanan fikirler ne kadar yanlış olursa olsun göze batmaz, bir acayip şekilcilik, zaruretten ızdırap ve zihinde basmakalıp hayal dünyaları yaratılır.

Bu çok genli yaratı eksikliğinden halk ile fikirler arasındaki mantıksal bağ ve iletişim ipi de kopar, koparılır. O kopuşla diğer aşama ağı güncellenir, istiflenmek üzerine birbiri peşine takılma, takipli takipsiz sıralanıştır bu incinme. En ulvi fikir ve ideler basitleştirildikçe kitlelerin zarfı okuyabilmesi, mektubu anlayabilmesi de gittikçe zorlaşır. Güçlü güçsüz, halkoyuna yayılan ve güdümlenen bu idesel tutumların sadeliğinden dem vurarak salınmak, sallanmak ve sallandırmak aslında demokratik gelişmeleri de içleştirmek değil hiçleştirmektir.

İşte felsefi ve bilimsel değerler yok sayılarak, halkın seviyesine inmek, ayağına gitmek denilerek tabakalaştırılan ve tebaalaştırılan halk bir hiç uğruna anti demokratikleşme süzgecine tabi tutuluyor. Aşılanan her ideolojisizlik aslında halkın nüvesine çarpan değişimin karanlığını ifade eder. O saatten sonra ilerleme olarak gösterilen gerileyiştir ve ırka, aşırı fikriyata, dine, mezhebe, göre incelikle hesaplanarak çıta yükseltilir, çatı çökertilir.

Halkın fikri, dervişin zikri değiştiğinde mert dayanır, namert kaçmasa da fazla dayanamaz ve fikir zikir bağlamında cereyana çarpılır…

Toplumların içerisinde kendini bulacağı mantıksal deliller bir bir yok edilip, felsefe safha safha karartılınca her eylemlilikte gizli ortaklık ve ikiz yapılı benzeşmeler zuhur eder. Şeffaflığın ortadan kalkması ve pratik düşüncenin eridiği bir süreç yaşandığında ise tempo düşer, tansiyon yükselir. Budur işte sokaklara yayılan yatlı. Mantık zincirinin halkaları bir bir kırılınca da mantık tersine işlemeye başlar.

Böylece dinleyenlerin üzerinde aşırı etki yapacak, izler bırakacak metne dayalı nutuklara ihtiyaç doğar.

İşte o metne dayalı nutuklar filozofça yazılmamış olsa da geri çekilmez, okunup durulur, çektikçe çekilir…

Şair uleması ağır büyüklerin şehirleri filozoflar yönetmelidir iddiasına karşın, nutkun amacı halkı hareketsizleştirmek temeline dayandırıldığından, meydanları hayallere sevk etmek teması bol bol işlenir bu iddiasız metinlerde. Hatta ayıp ve kayıp hatalar, lisan kaygısızlığı ve dil sürçmeleri bile önemsenmez yığınlar tarafından. Ver gazı gitsin babında ciltler dolusu laftan ibaret bu kopuk nutuklar aslında halkın geleceğine dair sarf edilen özlü birkaç cümleden daha da değerli değildir. Ancak ağzı açık dinleyenlerin doğruyu yanlıştan, haramı helalden ayırt edebilme yetisi zımparalanmış, yok edilmiş olduğundan nutkun içeriği ve kapsamı hiç önem arz etmez.

Süreç bilime inananları, ilme güvenenleri şok edecek bir yol ayrımına sürüklense de daima bir umut vardır. Nihayetinde nutku tutulanlar yine karavana nutuk atanlar olur.

Zaten sıradan davranışlılık kurbanlarından mantıksal değerlendirme, etiksel değerleme beklemek ve aklın kontrolünde tavırlılık içinde olmalarını arzulamak fevkalade bir yanılgıdır. Bu yanılma ve yansımalar yalnızca yangını körükler ve depresyon son ana kadar depremlerini ve artçılarını sürdürür. Mucizeyi mucize sahiplerinden göreceğine inandırılan ve gerçek olmayanın gerçeğe üstünlük sağlayacağı safsatası ile binlerce yıl oyalanan toplumlarda halktan gergefinde oya oya demokrasi işlemesini beklemek boşa beklemektir.

Bu rüyadan uyanışta da başka eklemelere, eklemlemelere, eklentilere ve kafadan eklemlilere hiç de gerek olmadığını artık görmek lazım. Dervişin fikri zikri masalıyla yıllarca uyutulan halkın bir anda fikir değiştirdiğini ve ikircikli zikirlere sırt döndüğünü beklemek hayal gücünün iyiden iyiye zorlanmasıdır.

Öyle ki; mucitlerin icadı, fatihlerin fethi, devletlerin kudreti, iktidarların azameti, öylesi böylesi, topu yekûnu sadece halkın hayal gücü üzerine oturtulur ve hiçbir şey yapılmaz ise, tüm yaşananlar değiştikçe değişen bıçkın aktörlerin zorbalaştıkça zorbalaşmasından ve fikir zikir kayganlığında kendi yalanlarına kendilerinin kanmasından ibarettir…