30 Aralık 2020 Çarşamba

MAİYET, MARİFET, SEFALET YILI...

 MAİYET, MARİFET, SEFALET YILI...

Neyse ki, arsız salgının vurduğu bu bol sıfırlı sene bitiyor. Sırf çile, dert, diyet senesi. Koviti pandemisi de bitmedi daha. Aşı, aşkı bir yana, aşkın zamanda mutasyona uğradı ve yeni yıla attı kemendini. Zaten sorgusuz sualsiz ihanetleri ve görkemli görülen maiyete sinişi tescilledi koca yıl. Mealen maiyet, marifet, felaket ve sefalet yılı oldu. Resmen sürü kaderciliği...
Bu kaderci kör mantık asla masumiyet ile açıklanamaz. Ayrıca bu sığıntılık fırıldaklığı, insan fıtratına da tamamen ters. Ama her şey tersyüz edildiğinden, maiyetine sığınılan makamı hâkim kılmak fakru zaruretten görülüyor. Fakirlik marifetmiş gibi gösterilerek, fikirsiz övünülerek. Kısa bir süreliğine olsun, gerçekler hiç düşünülmeyerek. Resmen çapsızlık ve çağ ötesi görgüsüzlük...
Neden ise bir anlık süre bile olsa, iç hesaplaşma ve dışa dönük sorgulama yapılmaz. Saraya, sonraya veya sonsuz yağmaya akıl gözü kapatılır. Ekşi mayalanma başlar. Kalpler mühürlenir. Ve sefalete balmumlu davetiye çıkarılır...
Maiyete takılıp her türlü tertipleri planlamak, yaşanmazı yaşanır kılmak ve yasakları yaşatmak marifet, sunusu sonu kötü herşey mutlak sayılır. Sefalet mutluluktan, felaket felekten sayılır. Her türlü zam, zulüm, işkence, faşizm mecburiyetten sanılır...
Bu sayımlı suyumlu malum durum ve eksik malumatlar aslında hazin çöküşün emanetçisidir. Emanete hıyanetin tecimli tecellisidir. Geçmişin muhasebesinin yapılmamasının, yapılsa da mizanlar ve bilançonun tutmayışının görmezden gelinmesidir. Ve bu acı, acımtrak, acınacak hale düşmeyle pekişen son, asla kader diye izah edilemez. İzleri ateş, gizleri kan tesirli, teslimiyeti senelerce sürecek bir beladır koviti...
Bu baş belası koviti ile perdelenen sürgünde eğer sicil kabarıklığı önemsenmez ve kötü gidişatla irtibatlandırılmaz ise zavallı zevatı boşa efelenmeler de kurtaramaz. Öyle ki zaman donar, akıl dolar ve sürü mantığı ile güdülenişler de, kendiliğinden özüne kabarır. Kabına sığmazlıkla, terbiyesizce tertiplenen, yeni tip saltanat senaryolarına dibine dek dikleşilir...
Silik insanlık ve yasallaşmış taraftarlık hezeyanıdır hiyerarşiyi bozan. Hatta gün olur, uluorta paylaşılan ulufelere de güvenilmez. Gün gelir huri düzeneği hurafelere akıllar takılır. Kuruntular bilinçaltına sızar ve tek merkezli tatbikatlar zorlaşır. İşte böyle bir sene selledi her şeyi. Şimdi iktidarda kalmayı ve süresiz hükmetmeyi, süreyi uzatmayı kehanete kenetlemişlikle de bitiyor.
Böyle devam edilirse, yönetmeyi becerememek baş gösterir. Ve yeni rejim belki de başlamadan biter. Çünkü koviti melaneti hala bitmedi. O da bir etken. Yani koviti nice başlar almak için yılbaşı sonrasını gözlüyor...
O yüzden sorgusuz sualsiz maiyete sığınmalara fazla güvenmemek gerekir. Maliyetine bakmadan her yenilen haltı maharet saymamak lazımdır. Sürü kaderciliği ne kadar övülürse övülsün, sefaletin de bir bedeli olacaktır. Hesaptan kaçabilmenin,
insan fıtratında yeri yoktur.
Çünkü masumane maiyet yoktur. Düz mantık, üst akla ve alt metinlere nerede nasıl mahiyet kaybettirir hiç belli olmaz. Maiyet manasız maharete bulaştığında, kovitiye karşı durmak da zorlaşır. Uyunduğunda ve heç uyanıldığında ise her şey alabora olur. Biriktirilen herşey güncel haber olur...
Her yıkıcı afet, havada karada, denizde deryada kulcu ve köleci zihniyetin idamesinin, idarenin haberli habersiz uygunsuz takvime bağlanmasının sonucudur. Yani faciaya nedenin maiyet düşkünlüğü olduğu tarihsel gerçekliktir. Zaten tuzak kurallarla, yitik kuşakları uzun süre aynı çizgide tutmak çok zor bir uğraştır. Daima aynı modda belletilen, mevcut modele tapınma beklentisi eninde sonunda ters teper. Evrensel ölçülerde bir modernleşmeye açlık, hiç uğruna maiyete girmişlerin de derinden duyumsadığı bir içgüdüdür. İçeride nasıl fırtınalar kopar, sefalet nasıl pik yapar günü gelir öğrenilir...
Zaten nasılsa şimdilik sorgusuz sualsiz diyerek, akla geldikçe yapılanlar siyasi atmosfer değiştirtir. Bu titrek titreyiş, hiç umulmadık menfi sonuçları da beraberinde getirir...
Yani varoluşun keşfine yönelik incelikli duruş, mitolojik, teolojik yaklaşımlarla bozulur. Bozgun, ideolojilerin elin tersiyle itilmesiyle ayyuka çıkar. Öyle ki kozmosun sınırları bile zorlanabilir. İşte o aşırı maiyet ve softa mahiyet anından itibaren, durumu kurtarmaya dönük militarist barikatlar kurmak da yetmez. Sefalete sellenişin önünü almaya güç takat dayanmaz. Dahası on yılların birikimini hiç sakınmadan, saklı yasaklı sakata getirenlere kesilen cezalar az gelir. Ve tarih kendi kendini paklayan bir pratiği yazar...
Yazı yazgı bir yana tinsel, dinsel ve bilimsel arınma ölçeğinde, tüm tanrısal yükselişler, pik ve dip yapan virüsler yüzünden sorgulanır hale gelir. Ve koviti günleri, yeni yılda da acımasızca sürer ki sürer...
Maiyetin mahiyeti ve maharet maliyeti, marjınal fayda analizine tabi tutulursa yeni yıl da, daha ilk çeyrekte eskisine benzer. Bir sefalet senesi daha ete kemiğe işler...
Ancak ihtiyaçtan haller açığa çıktığında gelişebilecek sosyal patlamalar, sosyolojik temele dayanan devrimleri doğurur. Yani tarihsel zorunluluk en doğru referanstır. Siyasal sistemlerin safahatını keyfekeder sürenler, sürekli değişmedikçe daima oligarşiyi, oligarşi devletin tiranlığını yaratır. Eninde sonunda demokrasi yaşanır belki ama daima hep yanlış noktasına dönülür. Katlanılması zor süreç hep sil baştan yaşanır. İşte hiç değişmeyen bu tarihsel yolculuktur. Sonu ise azımsanan devrim sürecidir.
Asıl hakikate erim, devrim ve devrimci girişimlerle gelendir...
Sanki gelen yıl da, koviti salgınının uluorta salınacağı bir yıl olmaya aday. Yani yeniyılın, marifeti maiyete meyletme görenlerin, sefaletle boğuşmaktan yılacağı bir yıl olacağı öngörüsü hakim...
Nece yıllar var geride kalan ama bu kadar geriye götüreni hiç yaşanmadı sanki. Sanki bir daha da yaşanmayacak. Çünkü yazılı tarihte bundan beteri bulunmadı, bulunmaz...
Bitsin gitsin artık bu koviti kaplı sene. Koviti gitmese de, felaketler senesi gitsin...
Hoşgeldin yeni yıl. Boş dolu gel...

29 Aralık 2020 Salı

POLİTİKA, SİNİR OTU VE ÇİÇEK TOZLARI...

 

POLİTİKA, SİNİR OTU VE ÇİÇEK TOZLARI…

 

Koviti günlerine aldırmadan politika arenasını titanyumdan teşekkül etmiş, sahte botanik bahçesine çevirenlere, siyaset yapmayı sinir otu yutmuşçasına çığırından çıkanlara, meyan köklü bir beyandır. Politika kazanına, tüm tumbolara rağmen memleketi ferahlatacak, çiçek tozları üflemektir mesele…

 

Bilmukabele bilançonun aktifinde yol arkadaşım muhasebesi yaparken, geçmişe hiç aldırmadan alma çiçeği ile armudun sapını birlikte toplayanlara çiçek tozu hapşırmasıdır. Hapşırmak ki kalbi ve tüm sistemleri anlık durdurur derler. Oysa sadece reflekse ve gerilmeye bağlı birkaç saniyelik kalbin teklemesi hissidir. O kadar. Polen alerjisi ile belli mevsimlerde de artar bu his. Ama yine de yaşama dair risk olduğundan ve hapşırık havada saatte yüz altmış kilometre sürat yaptığından ağız kapatılmalıdır. Hele ki koviti günlerinde. Yani ciddi bir iştir sıralı sırasız hapşırmak. O yüzden sağlık dilenir, sağlıkla yaşa denir. Çok yaşa ise en makbulüdür. Mesafe ve maske de gereklidir...

 

Çok yaşayın çünkü çarkıfelekgillere gücenmeye koşut, çiçek denizinde, sinir otu yutmuşçasına dimyata üzüme giderken pirinç levhaların iletkenliliğine kanıp üzülmekte vardır hayatta. Biberiye kollayıp hapşırmak da. Hayatın gerçeklerinden iki arada bir derede koviti yüzünden kopmak da…

                                                                                                               

Sarsıntılı çiledir ejderha ağzında açan sarıçiçek, safran. Kasıntılı çaredir afrana bulanmak, sinemaki çaylamak ve softane softalanmak. Sardunya saksıları pencere ağzında mahalleleri bilerek çıkmaz sokaklara savrulmak. Menekşe kokulu odalar da dostluk rehasını iç etmek. Çadırlar kurulu çayırlar gelincik çiçeği kırmızısı iken darlanmak. Gecesefaları sehpalara tekme vurulunca ay beyazı, yıldız sarısını görmemek. Zurnanın peşrevinde Rodrigo’nun gitar konçertosu dinlememek. Ranzalara bulaşan rezene ezmesinin yağına bulanmamak. Kulaklara hasekiküpesi takıp hasetlenmek. Soğuk küplerden kurulmuş arastada bir çiçek mezatını mezarlaştırmak. Ve virüssel dengesizlikte meftaya uzaktan bakakalmak…

 

Yosun kokusu tadında yazmak ise kökleri göğe asılı karlı kayın ormanıdır. Okumayan yazamaz. Yaşamayan bilemez. Çünkü hesaplı hesapsız sivri yazıtlardan name bekler, nam alır siyah laleler. Dahası al yüzlü bebekler namaza niyaza dururken akzambakların zımbaladığı ağlayışları ağlar ağlayıcı kadınlar.  Kuytu köşelerde bile ağlayacak yer bulamaz erler. Yer sarmaşığı gibi gözyaşlarına sarılarak gömülürler sadık yârin göğsüne. Ana imparatoriçenin de ana yazgısıdır yazı. Her defasında yerden göğe yanardönerler canlanır, yenibaharlar da…

 

Gün dönünce kaytan ibrişimli gramofon çiçeği gayesizce gramofonun iğnesini süsler. Arabacılar arab atlarına kırbaçları şaklatır. Adap kalmayınca kereste yüklü kervan bir arpacık yol alamaz. Azap pik yapar. Almak vermek babındadır asıl avize fidanlığı. Çitlembik damacanasından içmek gibi bir şeydir deli orman serisinde sergilenmek.  Nesilden nesile geçen derviş kıvamında devrim pınarında papatya falı ile beslenmek. Hayata hanımeli değince hurafeler bile yön bulur, yüz döner hakikate diye içlenmek. Oysa hüsnüyusuf güzellemesi ile pekişir yaz başları. Peşinden kuş konmaz kervan geçmez ellerde kuş üzümü seçkisi. Kültlü kültürlülük, loş kamelyalarda kaktüs çiçeğine bilenmektir. Latincesi leylak rengi. Mercimek tanesi kadar emek. Ve yeter de artar mitolojiyi anlamaya çiçek isimleri.

 

Nefasetli nakaratlar gönül bağı. Nazar etmeye gör karanfil bağlarını. Itır bulaşır tüm destanlara. Hatır deste deste oburlaşır dağ sümbülü gibi. Defnesi, deli gülü, yanlıştan dön babası. Coşku kaplar bedeni, akıl donar, hüzün dolar. Dolar dolar ve boşalır. Gramofonda iğnelenen taş plaktan tiz ses, toprak kabul etmez şarkısı. Sadık yarım kara toprak türküsü…

 

Sultan otu yutmak gibidir hayata kahretmek. Süslü saraylarda, sümüklü böcek gibi sürünmek. Yağlı yapışkan yol açarak tuğ lalesinden sülalesine en pişmiş tuğlalardan Kâbeler yapmak. Kıblesiz tufanlar yaratmak. Ve yüz üstü zakkum çiçeğine gömülmek. Yok, yok edici kanlı yaralar açmak hercai menekşe gönüllerde. Sonra bitkilerden çiçeklere, çiçeklerden zülüflere yalancı kitle sanatının iz düşümüne sarılmak. Lisanı devir, insanı sevir ile zamklanmak.  Önemli bir başlık atmadan ve umacı takma adla ve soyadla, ageratim vapur dumanı çiçeğine çivileme dalmak. Koviti günlerinin has karı…

 

Bu koviti salgınında, pandemik dalgalanışta göklerden düşen umu daima sabır tozu yutmuşluk. Tafracıların tutturduğu çift çubuk ise çift kirazlı orman teslimiyeti. İşte gönül köprüsü yıkıldığında öteye beriye çağrılan ne oldu çağrısıdır. Mesaj hiç anlaşılmaz. Sıklamen çiçeği çeşit çeşit renkle can sıkar. Pelesenk çiçeği koklamak, olmak üzerine düşünmek ve olmuş meyvenin hasına alenen takmamaktır. Takılmamaktır fesleğenin, özel sinirlerde dirilttiği aşkın duyguya…

 

Hak verilmez, ses duyulmaz. Böyledir toprak soluk aldıkça kekik kekik kokan ovalara açılmak. Kırdan şehre yansıyan çan çiçeklerine bilerek isteyerek katılmak. Şakayık çiçeklerinden usanıp, kayığa binip ota bota çatmak. Çakmak çakmak, dağlarda açan isyan çiçekleri üstünden börtü böceğe yakınlaşmak. Araziye uygun işbirlikçi haşerelerle, boğaz boğaza hasat kaldırmak. Yaratı karaltı arasında, gönül ışıkları kısılınca göğün ışıklarını alevlendirip, akarsu sefası ve ateş böcekleri gibi yayılmak. Kaç turlu olursa olsun her türlü laleyi geride bırakıp, numana açılmak. Ummana dalmak.

 

Umulmadık bir anda, bal çiçek dostlarla köpük köpük çağlayan ay ışığında kendini avuçlara usulca bırakan uğur böcekleri gibidir başa gelen uğursuzluk. Koviti moviti. Ekonomi yalap çalap. O uğurlamanın ardına, eflatuni renk bulaşmış patikalarda yüzlerce renkten çakıl taşları yol gösterir yolculara. Yol gösterici çiçek uçlarından akan, ballı süt ve baykuş gözleridir. Zaten gurbet çiçeği bezelidir dört bir yan.

 

İşte o dertleniş, koviti günlerinin baskısıyla dağ laleleri ve ceviz karası sıvalı havada toprağın nemine bulaşır. Bulaşınca da sinir otu tenekeden barınaklara dağılır. Gala çiçeğinden beter alamet, içten içe üst üste yığılan su gözeleri ile ince ince yayılır hayatın içine. Salalar çalınınca kulaklara…

 

Mayası meyanı, ayanı beyanı bu kadar. Geçmişin aynasından akılda kalan tahta perdeli avlularda kalaylı bakırlarda, dökme pikten kaplarda berraklaşan resim. Resmi tarihte kaynar, gençlik yıllarının gül reçeli. Gül yaprağı reçeli…

 

SUÇLU POLİTİKA POLENLERİ

 SUÇLU POLİTİKA POLENLERİ…

Şu garip memleket, ekonomi ve koviti batağında ama ‘Politika Polenleri’ hala polimlerle, kusurlu kurgularla ilerlemeye çalışıyor. Sanki zamandan çalıyor. Ve direkt, söz söz üstüne koymak gitgide zorlaşıyor. Millet hasseten, resmen horataya tutuldu...
Öyle ki hiç yakışıksız paragraf parlatmalara hala katlanıyor. Cumhuriyet en zayıf esintide sallanıyor. Alacakaranlık kaplamış dört bir yanı. Yani akına kara karışmış, zifiri karanlığa gark olmuş umutlar, millet hala bekliyor. Neyi, niçin beklediğini bilmeden...
O yüzden akıl karıştıranlar yeni soft cumhuriyete hala umut besliyor. Politik polencilik her ideolojik tandansa sirayet edince akıllar iyice karışmış halde. Açıkça toplu bunalım yaşanıyor. Peki, suçlusu kim, suçlu kimler? Elbette ‘Politika polenleri’…
Koviti günlerinde bile anlaşılmaz biçimde, reel politika tarifi zor atraksiyonlar içinde. Aşı tutmadı gibi. Aşı gelmedi, bu gidişle zor gelecek gibi. Anca teknik terimlerle izah edilebilir kopopolimer ve homopolimer zincirlenmesi ve senteze göre reaksiyon amorfluğu polenleniyor. Politika polenleri polimli, profili patlak, mat parlak, yüzü maskeli, gözü bantlı, sadece mevcut halden dert yanmakla özdeş, bağcılıkta, bağlamacılıkta usta, esastan kaçak, yarı kaçık bir rota izliyor.
Asıl suç ve suçluluk psikolojisi bu demek lazım ama sesi kısılmışlık ve kala kalmışlık yüzünden millet zillete bulaşmak istemiyor. Suçlu her kim ise açıkça onlardır demek lazım ama cesaret istiyor. Millet cesaretlenemiyor ve söyleyemiyor..
İşte o yüzden memleketi vuran her musibete karşın onca yıl, onca bağnazlığın insancıl gösterilmeye çalışıldığı ve dinsel yükümlülük budur ve yerine getirmek gereklidir şartı hala egemen. Egemenlerin horaladığı bir dönem, dönemsel saltanat hala sürüyor.
Saltanatın yeni versiyon bu sürümü, sürekli kayıkçı kavgasını güdümlüyor. Bu yüzden cumhuriyete kimse inanmaz oldu. İnanç zedelenince Cumhuriyet ve evrensel demokrasinin aksine yapay şarta şurta bağlı, kör inanma temelinde tümden emre itaatçı bir kuşak softalandırıldı. Diğer taraftan geçmişle hiç tutar bağı olmadığı halde, kendine ideolojik fraksiyon arayanlar ile bu softların politik çatışması memlekete bir güzel montajlandı. Zaten zemberek boşanınca hayat tek kafesten takip edilir.
Takip azalınca kafakol ilişkileri ve mahalle baskısı çerçevesinde saflaştırmaya devam edildi. Öyle ki, takke feslenip sarıklanınca, beden uzun entarilerle kaplanınca kırklanılır, kırklanıldı sanıldı. Ancak politik manivela manasızca ısındı. Koviti pik yaptı. İşler hepten karıştı. Çarşı pazar beter karıştı...
Dahası dünyanın en büyük gücüne ve güçlerine karşı çıkmak, eylem koymak hangi yol haritasının gereğidir unutturuldu. Önce uyduruk başarı öyküleri yazıldı. Topluma ve yarınlara yansıdığında ders alınması gerekir babında, o birdenbire ani yükselişler matah bir şeymişçesine pompalandı. Sırf ucuza pompacılık benimsendi. Arsız haksız yükselmeler, tabansız yükseltmeler, ayarsız yüceltmeler bozuk raya sokuldu. Ve hiç hesapta yokken en girişimci görülen ve alın teri dökmeden şahsi hazineden sayılan, define bulunmuş gibi sevinilen trajikomik durumlar oluştu. Oluşturuldu. Yaklaştıkça yaklaşan acı durum ise en makulü olarak lanse edildi...
Her yerde her tarafta, her halta yaradığını sanan veya hiçbir halta yaramayanlar mayaya karıştırldı. Önce ekmekler bozuldu. Bakılan falın fos çıktığı anlaşılınca da birden rota değişti. Resmen ray değiştirildi. Böylece horataya tutulmak kaçınılmazlaştı. Çünkü politika polenlerinin polimleri bollaştıkça bolardı...
Peki, bu bollukta ve derinleşen boşlukta çıkış nerede, çözüm kim, yetki kime? İşte yanıtlanası soru bu. Çünkü millet bıçak kemiğe dayandığından, güven kaybı üst düzeyde yaşandığından artık hiç kimseye inanmaz oldu. Zaten çok evvel oltaya takılıp kalmış. Soluğu kesilmek üzere...
Yani karanlığa hapsedilmeye çalışılan Cumhuriyetin cumları, cumhurları hürriyetinden başka bir şey düşünmezmiş meğer anlaşıldı. Ve millet hangi usul altında olursa olsun, hangi temel unsurları gözeterek, ince eleyip sık dokuyarak doğru seçim yapması gerektiğini gördü mü, görmedi mi? Orası hala muallak. Çünkü on yıllarca polimer politikacıların zokası yutuldu. Tam bitti derken koviti ile beraber polemikler tekrar başladı. Yine horataya bel bağlandı. Politikacı polenler fırsattan istifade yeni yol haritasına odaklandı. Ahali her defasındaki gibi asgari düzeyde bir kere daha aldatıldı...
Her haliyle boşalan hazineye hazımsızlık, hazırlıksızlara sonsuz inanç karmaşası, yeni kazanımları veya yarınlarda ibrayı günceller mi? Bilinmez...
Bilinen o ki, ibra edilmezse ibre ve kalibre değişir. Hariçten hengame başlar. Ve insan odaklı ne varsa kitlesel ölçekte yine değer kaybeder. Yani karanlığa doğan güneş, gündüze boğulan dağınıklık yaşanır. İşte o aşamada bile sanki politika polenlerinin polimleri söz konusu olabilir. Polimler pol kepçeden kamuoyuna taşınabilir. İşte bunların hepsi, yıl biterken hala gündemde ve revaçta...
Peki, hiç hesapta olmayan neydi ki, bunca yıldan sonra bunlar, bu açmaz yaşandı. Salt kovitiye bağlanarak acı gerçekliğin önü alınamayacak gibi görünüyor. Hay huylar arasında yine huy değiştirilirse, karmakarışık yeni koşullara uygun, yaşam yenileme basiretsizliğine bir kez daha belki de son defa bağlanılabilir. İşte o vakit başıbozukluk hepten baş gösterir. Yani karanlığı içenlerin intikam vakti geldiğinde, bir türlü bitmek bilmeyen saltanat da bitebilir. Zirve yapmış akla müdahaleler bu kez dip yapar. Ve günü saati gelince polim bozulur, hesabın dibi görülür...
Koviti ekonomisi derken bozulacak gibi sanki, şenlik havasında normal seyrettiği farz edilen mevcut durum. Çünkü herşeyin sarpa saracağı aşikardı, sardı da. Şimdi tan yeri ağarmadan yollara düşmek zamanı. Daima halden dert yanmak, boşa ağlanmak, politik polenci zihniyeti ve polimleri düşünmek yetti ki yetti.
Diğer yandan koviti sarmalında, tam da yeri ve zamanı geldi varsayıp, düşünmeden çalakalem yazmak tüm ilişkileri gözden geçirmek demek. Zadeler zedelendi mi irdelemek. Yazmak bazen azmak ama çoğunlukla azarlanmak ve belki daha da fazlası. İşte o yüzden azar azar ayarı bozulmuş düzene de fazla aldanmamak gerek...
Nasılsa yeni yılda kızılca kıyamet koptu kopar. Bu kopuş sürecinde Millet memleket için her vakada varılan mertebeyi, elifinden merteğine hakkaniyetle gözden geçirmektir önemli olan. Politika polenlerinin polimlerini teferruatlı irdelemekle mümkündür bertaraf olmamak.
Peki, bu nasıl olacak?Politika polenlerinin polimler bezeli, kusurlu kurgulanmış, endirekt çekimli filmlerini ortaya çıkarmakla olacak. Olmaz ya, horataya kapılmadan, karanlığa dalmış cumhuriyetin sahte zarafetine aldanmadan, iş olsun diye ona buna yazılmadan, oburca yazmadan, abur cubur çizmeden olacak. Olacak ama çizmeleri giyerek olacak. Başa ne gelirse gelir, ilk laf 'olacak o kadar' olacak...
Olacak ama hali hazırda bir gelişim, gözlemlenebilir bir değişim yok buralarda. Buralara bir haller olmuş sanki.
Peki suçlu kim; 'Politika polenleri'...

27 Aralık 2020 Pazar

ARALIK-SON

 

MODERN İMPARATORLUKLARA ŞOK…

 

Geçen yüzyılda koskoca imparatorluklar coğrafyasında, yüzyıllarca hükmettiği geniş topraklarda modernleşmeden korkanlar, korktukça ard arda şoklar yaşadı. Şokların etkisiyle özellikle diller ve dinler mozaiği olmakla övünülen devasa imparatorluk, değişime kapılarını daha sıkı kapattı. Modernizm kapılardan sızmaya delik bulamadı. Modernite, imparatorluk dinine göre dizayn edildi…

 

Sonuçta kurum ve kuralları gelişen ve değişen dünyaya direnemeyen ve dağılmaya yüz tutan koca imparatorluğun suni sistemi derinden sarsıldı. Bu sarsıntı, koca İmparatorluğun kendi içine iyice kapanmasını ve içinde suçlu arar zihniyetin egemenleşmesini de beraberinde getirdi.

 

Kendi dini ve diğer dinleri de eşzamanlı etkileyen tek şeyin din dışındaki değişim olduğu, dünyada değişmeyen tek geçerli akçenin de değişim olduğu geç anlaşıldı…

 

Özellikle dini, yönetsel ve askeri yapıdaki tutuculuk ve modernleşmenin uzağında kalış korkulası imparatorluk gücünü yok derecesine indirgedi. Korkulası askeri gücünü negatif etkiledi. Büyük küçük savaşlar hep kaybedildi. Her şey en üst dereceden etkilendi. Yeryüzü hâkimiyeti zaafa uğradı, hilafeti saltanat zayıfladı.

 

Değil dinler, dinci mezhepler karmaşası da bu yanlış akıma kapılınca şok arttı. Şoklara yanlış üstüne yanlış eklenince, gelişen çağa daha da ayak uyduramaz hale gelindi. Ayrıca etnik isyancılık da sosyal yapıyı bozdukça bozdu. Yapılabilecek çok şey vardı belki ama Tanrı kelamıymışçasına sorgusuz uyulan, uydurma dini fetvalarla yenileşmelerin kökten önü kesildi. Sonrası için hiçbir şey yapılamadı.

 

Koskoca İmparatorluk kurtuluşunu çağı geçmiş çok kavimli, kabile normlarında aradı. Kendini çöllere, çöllerdeki vahaya bağladı. Ancak bu gereksiz çabalar, çağın modern normlarından daha da uzaklaşılmasını ve büyük yıkımı getirdi…

 

Toprak düzeni ve mali yapı gittikçe bozuldu. Yenileşen çağın zorlamasıyla girişilen modernlik, modernite ithali koca İmparatorluğa çok pahalıya mal oldu. Saraydan sokağa koca memleket tefecilerin, çetelerin eline diline düştü. Diğer imparatorluklar kendi hayat tarzlarını yenilediler ve yenilendikçe kendilerini üstün görme anlayışını kazandılar. Zamanında diz çökenler, iki ayak üzerine dikildiler.

 

Böylesi diklenmeler ağırlık kazanırken, koca imparatorluk geri kalmışlık balçığında bocaladı. Bilinçdışı tutkularla her şeye boş verdi. Salt mevcudu korumaya yeltenildi. Çünkü ciddi karşılaştırma ve değerlemeler yapıldıkça, dünyanın diğer coğrafyalarında asla mukayese edilemez, mücadele edilemez ilerleme ve gelişmeler kat edildiği anlaşıldı.

 

Yapılan yanlışlar yüzünden artık Koskoca İmparatorluğun dini, geri kalmışlığı, gericiliği temsil ederken, gelişen ve modernleşen dünyanın dininin ise ilerlemenin modeli olarak görülmesi en büyük şoktu…

 

Şok hala devam ediyor. Yüzyılların tavanından sarkan bu genellemeler halen geçerliliğini koruyor. Hatta son yıllarda oryantalist kabile öncülüğü ile ulus devletçiliğin tescil edilemeyen bir çekişme, içten içe sürdürülen ince savaşın içinde olduğu iyice belirginleşti.

 

Yani koskoca imparatorluktan bugüne hiçbir adaptasyon uzun süreli gitmeyerek, devlete millete sık aralıklarla geriye, eskiye dönüşü yaşattı. Bu ani şoklar nefret, kin ve haset çerçevesinde ismi konulamayan bir gericiliği de güncelledi. Modern imparatorluklar çağdaş tarihe katkı sunarken, karşılığını kat ve kat aldılar. Sömürdükçe sömürdüler. Sınır kentler ve köle devletçikler dünyasında geliştiler. Koca imparatorluk ise küllerinden bir kez daha doğdu. Kat kat bedel ödedi yine sömürgeci dünya tarafından tekrar bir yangının içine çekiliyor.

 

Yani yakın tarihte en kocası yok olurken, en pısırıkları ve cılızları sınıf atladılar. Var edildiler. Modern imparatorluklardan ileri demokrasiye geçtiler. Bunlar lehine sonuçlananlarla yetinmeyip, koskoca İmparatorluğun dağıtılmış coğrafyasında artıklardan megaloman politikacıların yetiştiği, yetişenlerin despotlaştığı kukla devletçikler oluşturdu.

 

Modern imparatorluklar dünyasında ve koca imparatorluğun küllerinden yeniden doğduğu coğrafyada asıl şok ise, büyük sermayenin tezgâhladığı yerli yersiz yeni kapışmalar. Kapıştırmaların neticesinde bu kurgu devletçiklerin de yok edileceği gerçeği bir başka şok.

 

Yani yüz yıl sonra üst akıl ayni, senaryo ayni…

 

YENİ YIL; ‘İNCE HESAP YILI’…

 

Üç beş gün sonra yeni yıl. Şimdiden kutlu olsun. Vatana millete mutluluk getirsin, umut sürsün. Hemen yılbaşından sonra yine bıçak sırtı bir hayat. Başta koviti belası, seçim gailesi, geçim derdi. Anlatılanlara bakılırsa mevcut iktidar, meclis çoğunluğuna karşın kendi biriktirdiği sorunların üstesinden gelemeyecek. Yine suç başkalarına atılacak, problemlerin nedenselliği özellikle ana muhalefete yıkmaya çalışılacak ama iş zorun zoru. Sanki her şeyi baştan yitirmiş genel idare. Kıpırdanan yerel idarelere ise cendere. Sonuç itibarıyla İttifaklarla zar zor yürüyen memleket, şimdi es geçilmiş on yılların, yaşanan asılsız bayram havasının ceremesini ödeyecek. İşte o yüzden yeni yıl ‘İnce Hesap Yılı’…

 

Gelen yıl hesap yılı ama daha hesaplar cetvellere tamamen işlenmemiş gibi. Kapıyı daha ne dertler çalacak hiç belli değil. Bir zaman da o afra tafrayla geçer. Ancak ince hesap yağmuru günlerce devam edecek gibi. Belki de sağanaktan doluya dönüşecek kesinleşmemiş hesaplar. Bundan kaçış yok. İki dünyada hesap vermekten, hesap veremeden kurtuluş da yok.

 

Yani yeni yılın, geçmiş on küsur yılın ince hesaplarının yapıldığı, gelecekteki açık hesapların ise ayrıntılarıyla ortaya döküldüğü ‘İnce Hesap Yılı’ olması muhtemel…

 

Bir Memleket düşünün ki, neyi var neyi yok birlikte dibine dek kullanmış. Hesapsız saltanat pik yapmış. Hatta hesap vermek salt Yaradan’a bağlanmış, hesap sormak sırf Allah’a kalmış. Haliyle dipsiz, diplomasız, politika diplomasisi tedavülde. Öyle ki çare üretme merkezi olması gereken üniversiteleri sarfa nazar, sırf asılsız diploma dağıtarak, okuyanından okumayanına, en baştan dip sona, bakanından bakmayanına, yardımcısından yamağına ayni hizaya çekiyor. Sefahatla saf tutuyor. Ve bunların hiçbirinde bırakın yurtseverliği, yurtseverlik temalı marşlara bile tahammül yok. Doğrunun söylenmesine asla ve kata tahammül yok. Sadece Ata’dan emanet koltuklara kurulup, kurulu zemberek gibi ecdada zehir akıtmak var.

 

Bu aralık sanki ‘İnce Hesap Yılı’nın geldiğinin farkına varıldı. Ardına bakmadan mahiyettekilerle birlikte kaçış günleri yakınlaştı. Vakti gelince adaletin herkese lazım olacağı anlaşıldı. Artık karşıtlığın dizaynının niyesi de belli, niyetler de açık. Çünkü envaı çeşit soru beyinleri kemiriyor. Koviti günleri yeni yılı da tehdit ediyor.

 

Zihinlerde incelikli hesap verilecek mahşer günleri yakınlaşıyor mu yoksa sorusu. Yoksa sonuçları en baştan belli, net oranlarla tahmin edilen seçim yılları tarihe mi karıştı, sorgusu. Büyükşehirlerdeki kayıp veya kazanımlar, mutlak süreci bozdu mu yoksa, Tüm ayarlar, ayarlamalar, ayar çekmelerle olmayacak mı acaba kuşkusu. Millete ince ayar çekildiğinde hangi ideolojiden, hangi siyasi görüşten, hangi partiden olursa olsun, ayni sesten konuşulmuyor olması mı ‘İnce Hesap Yılı’nı güncelleyecek yoksa. Bu kaçış tekniğinin uygulanmasına neden, hesap verilecek çok vaka olmasından mı yoksa. Milletin bu kez ince eleyip sık dokuyacağı beklentisi mi, pik yapan tedirginliğe birinci neden.

 

O yüzden mi hemen yılbaşı öncesi en zirvede garip karışıklıklar, kaçışlar yok oluşlar. Toptan akıl karışıklığı mı yaşanıyor acaba; Diyarların ötesiyle berisiyle, günü gelince hesabın sorulacağı ve bedelin ödeneceği akıllara iyice yerleştiğinden mi resmen graffitilikler sıralanıyor. Dincisi dilencisi, liboşu komünisti, briyantinlisi sarıklısı birbirine karıştırılıyor. Devlet malı ne varsa özelleştirme başlığında satan veya satmaya kalkışanla, yurtseverce karşı duranları kendinden geçirecek biçimde sahte ambians yaratılıyor.  On yıllar öncesinde, hatta doğumundan önce açılmış havaalanları, üniversiteler, vurulan yollar, kurulan fabrikalar, atılan köprüler, döşenen raylar, hastaneler, postaneler, ne varsa hepsini biz yaptık denilerek kendilerine mal ediliyor. Kendi yönünde ve yönetiminden olanlara peşkeşleniyor. Hele hele yetmişbeş kişilik sınıflarda okumuşluk. Çoğunun daha doğmamışken ki halleri, dillerine doladıkları temaşa. Her kötü şeyin tek parti zihniyetine vakfedilmesi. Tek parti zihniyeti üretisi iyi şeylerin ise resmen kendi vakıflarına vakfedilmesi. Elbette tüm bunlara bir cevap gerekecek. Her yeni yıl bir başlangıç…

 

Benzersiz tarihi potlara bakıldığında, mesele metal veya mental yorgunluğa bağlanarak, işin içinden çıkılacak, huzurdan kaçılacak bir mesele değil. Diğer yandan muhalefetin durumu alışıldık vaka ötesi. Değişen gündeme güncelleme peşinde, kof efor sarf ediliyor. Oysa milletin ahvali, memleketin durumu gerçekten vahim. Bu arada sanki herkes ‘İnce Hesap Yılı’nın geldiği farkındalığını yaşıyor.

 

Yeni yıl öncesinde aşırı stresli ve sıkıntılı durum da ondan sanki. Şaşkınlık da. Dil sürçmeleri de. Çünkü vakit daralıyor. On yıllardır tek başına memleketi yöneten zihniyet, her sıkıştığında halledilemeyen tüm meseleleri, yetmiş seksen yıl önceki hem de dünya savaşları kuşağında olumlu işler gören tek parti yönetimine bağlıyor. Bu da bir nevi hesap vermekten kaçış. Ancak inceden inceye hesap verme günleri kapıda. Kaçış da çıkış da yok. Zaten koviti de köşe başlarını tutmuş aman vermiyor koca dünyaya.

 

Böbürlenerek on yıllardır ilericiliği en ilericiliği kimselere, hatta en baba devrimcilere bile bırakmayan ama memleketi iyice gericileştiren, gerileten ve milleti geren iktidarın ‘Artık tamam zamanı’ geldi de geçiyor. Belki de o yüzden baştan ayağa baş gösteren zafiyet. Yeni yılı zor geçiririz öngörüsü ve önünü göremeyiş gerginliği zaaflara ana neden...

 

Zaten Saray ittifakı yılbaşına yakın para etmeyecek hamlelere girişmedi değil. Ancak para bulunamadı görüntüsü sergileniyor. Demek ki hesaplar tutmadı. Bölük pörçük bir bütçe geçirildi meclisten. Sonra faiz şeytanına bel bağlanmış, bin yılın zehrine mecbur kalınmış pozlar. Borç bini aşmış, hazineyi yutmuş, yedek akçayı içmiş, memleket siyaseti ve üstün siyasileri hala birbirleriyle atışarak, mevcudun sarfında bile coğrafi ortaklığa hiç yakışmaz ibarelerin gırla gittiği bir gidişatı yeni yıla taşınıyor.

 

Belki de asıl endişe; yeni yıl tam bir ‘İnce Hesap Yılı’ olmasa da on yıllardan sonra demokratik cumhuriyet ve devletçi devlet kazanımlarını savunanlar kazanacak endişesi. Endişeye sebep kazanıp da defterleri açacak, incelikli inceleyecek ve incelikle hesap soracak kaygısı.

 

Peki, iktidarın şimdiden kendini alıştırmaya çalıştığı ve önlemler geliştirdiği bu sonuç tecelli eder mi, ederse ne olur? İşte Beştepe Külliyesi, seçimleri saray lehine döndürecek muhasebeyi kodluyor anketlere endeksli. Birilerinin yıkılışı, birilerinin yok oluşu üzerine tezler tescilliyor. Ve sonrası diğer yılın yılbaşı armağanı. Yok oluş girdabı.

 

Kim ne derse desin bu yılbaşından itibaren ‘İnce Hesap Yılı’ başlamıştır. Artık hesapların tetkiki kaç yılda biterse. Olur mu? Olur elbette…

 

 

 

 

 

AYDINLANMA DESTEKLİ GERİCİLEŞME…

 

Aydın nesil, aydın zümre, aydın toplum derken, zaman ve mekân çizgisinde yaşanan kışkırtıcı kırılmalara karşı koyulamadı. Sonuç ortada. Memleket hali perperişan. Ve kim ne derse desin yukarıdaki başlık, başa geldi; Aydınlanma destekli gericileşme…

 

Hele son on yıllarda erken zamanlı, baskın seçimlerle oylama, kollama, koparma dizisiyle memleket başka bir şeylere, bambaşka yerlere kodlandı. Hem de en aydınların veya aydın görünen veya da öyle geçinenlerin yetmez ama evetçiliğiyle. Bu sesli kabulleniş bu sessiz günleri hazırladı. Şimdi son pişmanlık fayda sağlayacak mı yoksa herkes savrulup, sallanacak mı görülecek.

 

Çünkü Asya atalet, Avrupa adalet diye diye memleket olarak yalnızlaşıldı. Yanlışlara boğuldu yaşamlar ve neredeyse asalet kaybedildi. Yaşam ve dünya görüşü açısından da iyice bağnazlaşıldı. Modernleşmenin klasik tarihinde hep en gerilerde kalındı ve yobazlaşıldı. Yeri geldi söylendi, beter kopyalanıldı. Zamanı geldi her türden anlamsız değişime saplanıldı, şartlanıldı, yozlaşıldı.

 

Yani salt bilgi ve bilinçdışı kavrulmaya endeksli bir durağanlığa mahkûm edildi memleket. Daima muhakeme etmeden, mukayese yapmadan, analiz etmeden her modele ve pratiğe kapılandı. Teori pratik birlikte yürütülemediğinden devlet düzeni de bozuldu. Bol çalkantılı çarpık bilimdışı ve altbilinç akımları, tarihi ve coğrafyayı değiştirdikçe beslenilen öz kaynaklar da bir bir kurudu. Akıl ayrıntılarda boğuldu. Sonuç vurulduk, asıldık, boğulduk, yakıldık dünyası...

 

Tarih yazıcılarının dipnotlarına bakıldığında ciddi aydınlanma dönemlerinde farklı farklı senkronlara tutsaklık görülür. Bu tutsaklık baş gösterince ister istemez gösteriş ve caka başka yerlere kayar. Bu baş gösteriye karşıt, yargılayan ve yargılanan türden bir kültür oluşması işleri daha da bozar. Bu bozulmalar toplumda nedense pek yadırganmaz.  İşte bu yüzdendir bu memlekette değişimin ve değiştirmenin zorluğu. Bir yığın aydın bu yolda yok olurken bir kesim gelir, yan gelir yatar. Uygun zamanını beklemişliğin hırsıyla, zaman ve mekân ayarlandığında, elde kalan yorgun ve sahte aydınlarla, yavan buluşma gerçekleştirilir sonucu; Aydınlanma destekli gericileşme…

 

Peşinden aşkın sömürü, tam sömürgeleşme. Yoz kültüre tam adaptasyon. Adap edep bir kenara mevcudun yaygınlaştırması. Tepkilerin kısılması ve kısırlaştırılması. Sonuç eskide benzer süreçleri yaşamışlıkların hiç görülmemesi, görülmezden gelinmesi. Aydın olmanın gereği tavra, damar tıkanıklığı. Oysa küllerinin memleket yarattığı, memleketlerin başında maalesef bu memleket gelir. Eski tarihlerden beri böyledir. Ancak diş kökü batılılaşma olan her değişim ve reform hamlesi, her seferinde barbarvari Asyatik öze takılır. Bu yüzden arada kalmışlar hiç ilerleyemezler. İleri gidenler ise mutlaka tökezler. Oryantal dünyanın kaderidir bu durum…

 

Elbette eski çağ doğuludur. Doğu, daima yeni ve yakınçağın çok uzağındadır. İşte negatiflik hep bundandır. Yarı doğulu yarı batılı davranıp, hanedanın kutsallığına tapınmadır ayakbağı olan. Bilahare başka çare kalmamıştır tezine sığınmaktır. Aydınlanma ve aydınlanış asla bu değildir.

 

Zaten modern kurumlaşma gerçekleştirilemedikçe, her daim otorite boşluğu doğar. Olmuş dolmuş derken otoritenin zayıflığı, kitlesel, bölgesel ayaklanmaları da doğurur. Anlamsız ve tabansız tüm ayaklanmalar da doğuludur. O baştan ayağa tüm ayaklanmalar, aynı zamanda aydınlarını yer bitirir. Kimin öncülüğünde olursa olsun, çağın ideolojilerine bir bir uzaklaşmadır. Çağdışı dünyaya yakınlaşmadır. Bu iç karartıcı atmosfer hiç önemsenmez. Oryantal zihniyetin kaderi de budur…

 

Yüzde yüz kaypak aydın duruşun, aydınlanmanın çok uzağındaki atıştırmalık bilgiyle, dünya biçimlendirme gayesine destek zararı katladıkça katlar. Ulusların tarihini aydınlanış temelli ayaklanmalar belirler tezi de bu memlekette hep bir şekilde çürütülür…

 

Dünyada ve memlekette şimdinin şekli şemali işte hep o kültürel çürümenin ürünüdür. O baş belası çürüyüşün ilk tercihi ise Asya'da, Ortaasya’da kurgulanan din, mezhep ayrışması ve kirli savaşlardır. Ayni güruhun Avrupa'daki işi ise eşit bölüşmenin dışında başka yapacak işleri kalmadığından sonsuzu yakalama düşü kurmaktır.

 

Gerçekleşir veya gerçekleşmez ama sık aralıklarla yüzleşilen, hiçbir akıl buluşmasının ürünü olmayan ölçüsüzlükte ve hainlikte, Asyatik öze dahi uymayan bir aydınlanma karşıtı asileşmedir. Yıllar yılı aydın nesil, aydın zümre, aydın toplum diyerek bu faciadan beter hale gelinmişliğin faturası da çok ağırdır. Ve bizzat ilgililere kesilmelidir…

 

Faturayı başkalarına yıkmak için en alasından asileşilir ama asla asıllaşılamaz ve asilleşilemez. Bu memlekette kolay kolay bir şeyler değişmez denilir ama bir gün mutlaka değişir. Hem de devrimlerin devrimiyle. Tarihle sabittir...

 

Şimdilik durum; Aydınlanma destekli gericileşmenin çatırdayış sesleri. Bir adım sonrası toz duman. Sanki çok yakında söz milletin. Son söz…

 

 

 

 

EVRİMSEL TARİH VE İNSANLIK…

 

Kendi açtığı yolda yılmaksızın yürüyenlerin önü asla kesilemez. Onlarla uğraşmak da zordur. Çünkü onlar sonsuzluğa ulaşma tutkusuyla, gelenekleri yıkarlar, dünü bugünü yakarlar ve geleceği kurarlar. Yani tarihi, insanlık tarihini yaratan, evrim geçiren insandır. Evrimleşemeyen insan ise tarihte neler olduğu ile pek ilgilenmez, ilgileniyor görünür. İlkel bilinçle ilgilendiği sadece kendisi ve kendisi gibilerdir…

 

Tarihle sabittir, elitleşen eşitsizliğin merkezinde alınteri, emek ve üretim yatar. İlletleşen eşitliğin odağında ise odalık cariyelik ülküsü. Yoksunluğun ve yoksullaşmanın temelinde ise düşüncesiz tüketim lüksü. Zaten üretim ve tüketim dengesizliği tarihin binlerce yıllık temel gerçeğidir. Gerçeküstü harcamak ve acı gerçek harcanmak…

 

Böyle olmasına karşın, gerçekler apaçık sırıtmasına rağmen, uzay çağında bile durum kabile mantığı ile izaha çalışılır. Mesele mantıksızlık mezarına gömülür. Uygarlık ta, toplumsal gelişmeler de maalesef bu mantıkla kör karanlığa işlenir.

Oysa üst akla ve alt metinlere karşı durmanın ve direnmenin özü evrimsel değişim üzerine etkileşimdir. Öyle bir etkidir ki bu harcanan uzun yıllardan sonra elde edilen sadece asilliktir. Asillik yapmacık bir asilikle kolayca yitirilebilir de…

 

Avamsı asilik ve suni asillik arasına sıkışmışlar, tüm tarihsel anımsatmalara karşı koyan bahaneler ve sebep arayışlarıyla, köleci zihniyete geri dönüş yaparlar. Bir halt yemişler, sağlam halat yakalamışlar gibi. Oysa ölümlüdür her fasıl. Ölümcüldür bu fosil sapkınlık. Zaten bu aberrant abartı, insanın ve toplumların tarihsel evrimini de reddeder. Evrimsel tarihi de…

 

Hiç değilse ağırdan bir evrimleşmenin olabileceğini kabullenmek bile, en akılcı durumdur, doğru yorumdur. Çünkü evvel ahirde evreleri incelemeden irdelemeden aklın egemenliğine ulaşılamaz. Bilir bilmezlikle bakanlar dahi görür; dil, din, düzen insanın evriminde belki en büyük etkenlerdir. Ancak toplumsal patlamalara, büyük devrimlere de en büyük engeldirler. Salt düzelteyim derken, kişisel bozulmaları ve yozlaşmaları güdüler.

 

Tarihsel deneyimlerden, evrimden ve devrimlerden kopuşla yaklaşılır inlere, dinlere. Bu yakınlaşma yetmez kıyasıya mezhepleşilir. Meslek seçilir gibi, takım tutulur gibi dincileşilir. Zaten dünya tarihinin en yanlış anlarını din bezirgânları kurgular, en acımasız anılarını da bunlar cilalar. İşte böylesine çağdışı ve çıldırasıya bir tutumdur tapınılan. Dinbazlar hep başroldedirler. Her haltı kendilerine mubah sayarlar. Ve bir daha düzen tutmaz…

 

Diğer yandan önü açılan din baronları, tüm tarihsel gelişmeleri tersine döndürecek tiynettedir. Çünkü bunca toplumdan soyutlamalar ve soyutlanmalar ancak dini ve ahlaki yozlaşmayla olur. Evrime, evrilmeye üstünkörü direnmeyle olur. Ve acımasızca o direnci gösterirler.

 

Görüntü gerçektir belki ama hür irade geçmiş çağlarla hesaplaşmasını yapmadığından öznel öğretisini de geliştiremez. Bu yeni bir dönem yaratmak çabasını da mutlu sona yakınlaştırmaz...

 

Saltanatı kaybetmek bu kadar zorken, her nedense hangi akla hizmet sınır tanımaz biçimde her şey tanrılaştırılır. Korkusuzca Tanrı değiştirilir. Ve değiştirmeler dinleştirilir. Kurulan yapay din adına her şeye göz yumulur. İşte anlaşılamaz gericileşme budur.

 

Oysa tarihsel evrim süreci ekonomik ilişkileri düzenleyen bir modda işler. Ekonomik biçimlendirmeleri de belirler. İnsanlık tarihi ekonomik gelişmeler ve değişmeler doğrusunda şekillenir. Ama her zorlu kavşakta, nedense tuzak kurallarla kuşaklar boyu etkisi sürecek bir modele tapınma başlatılır. Yeryüzünün öteki yüzü beriki yüzü her türlü fitne fesada boğulur. Yüzsüzleşilir…

 

Zulmetmeye zemin hazırlandıkça, bilimsel ve toplumsal beklentiler ihtiyaçtan öte ihtiyaçken yok sayılır. Yani tüm yaşananlar, tanık ve kanıt bolluğunda yalnızlık oldu. Dinci üç maymunculuk doğurulur. Özellikle evrimleşemeyen aklı evveller zokayı yutarlar…

 

Oysa uzak-yakın tarihi yanıltan da yoksulluktur, tarihi yazan da. Bir kereliğine benliklere örümcek sürüleri akın edince, etik bozulmaya dur denilemeyince, toplumsal kükremeler de hep cılızlaşır. İsyanlar masumlaşır. İnsanlar maymunlaşır. Maymun iştahlılık, bin yılların politik gelişimi, tarihin oluşumunu hiçe sayarak, köklerinden alınası değerlerle kötü geleceğe direnişi yer bitirir. Zaten apaçık başa gelenler ve arsızca hayata kakılanlar yenilir yutulur cinsten değildir. İşte sırf o yüzden bile yarınları kurtarmak, geleceği kurmak kutsaldır.

 

Evrimsel tarih işte o yönde gerçekleştirilecek kutsal isyanları bünyesinde taşır. Kutlu asilliği üzerinde taşıyanlar ve doğru yolda yürüyenler ise kutsallaşır.

 

Evrimleşemeyen insan bu kutsi mukadderatı göremez ama kutsal isyanlar resmen tarihte kayıtlıdır…

 

Mer-AİHM’E UYMAK VEYA UYMAMAK…

 

AİHM’e kim uyuyor, kim uymuyor? Kimler uyuyor. Bakmak lazım…

Yaklaşık 15 sene önce iş yaptığımız firmanın, İngiliz temsilcisi Mr. Philip firmamıza geldi. Bana 100 farklı soru sordu. Çalışanlarımızla neredeyse birebir görüştü. Benimle asgari ücretin parametrelerini bile tartıştı.

Akşam yemeğe götürdüm. Yemekte sordum:

Niye denetlemeye geliyorsunuz. Size yaptığımız işler sizin önünüze geliyor. Gelme sebebiniz seyahat mı? Kritiğinizi gelmeden de yapabilirdiniz dedim.

 Mr. Philip; geliş sebebim bize yapılan üretimin, hangi moral değerlerle yapıldığını görmek. Çalışanlar mutluysa yaptıkları işe de yansır. Bu bile bizim satışımıza yansır.

Çalışma koşullarınıza bakıyoruz. Yıllar önce Hindistan’a fason iş veriyorduk. İşler bize geliyordu. Yerinde denetlemiyorduk. Küçük çocuklar çalıştırıyorlarmış. Tuvalete sık gitmesinler diye ayaklarından makinaya bağlıyorlarmış. Yangın çıkıyor 14 küçük kız çocuğu ölüyor. AİHM de yargılandık. Firma olarak bizde yargılandık, büyük tazminatlar ödedik.

Bu olaydan sonra iş verdiğimiz ülkeleri ve işletmeleri denetliyoruz. Çalışma koşulları iyi olmayan ülkelere ve işletmelere iş vermiyoruz…

Ben AB (Avrupa Birliği) karşıtı biriydim. AB’yi bizi sömüren kanımızı emen bir yapı olarak görüyordum. Bizi sömüren bir yapının bizi bizden fazla düşünmeye çalıştığını o zaman anladım. Şimdi AB’ye bu koşullarda girmenin doğru olduğunu düşünüyorum. AB ticareten bizi sömürsede, insan hakları, demokratikleşme, hukuk ve adalet konusunda, özellikle çalışma koşullarında, vb. konularda AB’nin bizi ilerleteceğini düşünüyorum.

Bu temel konularda gerçekten karnemiz çok kötü. Bizi neden AB’ye almadıklarının sebebi açıkça, belli değil mi?

Diğer yandan ILO, AİHM gibi kuruluşların aldığı kararlara uyacağız diye sözleşmenin altına imza atmışız yıllar önce. Şimdi uymuyoruz. Bedelleri de çok ağır oluyor sonra. Tazminat üstüne tazminat. Madem uymayacaktık niye imzaladık zamanında.

Bu durumda AB’ye girmek istiyoruz lafına kim inanır. İnanmasa alır mı? AİHM’e kim uyuyor, kim uymuyor? Kimler uyuyor? Bakmaz mı eloğlu…

 

 

 

Ayş-YENİYIL, YENİ BİR UMUT!

Her yıl sonunda yeni yıl için hedefler koyarız, güzel dileklerde bulunuruz. Bu yılda 31 Aralık 2020 günü, dilek dilemelerimiz kocaman liste olacak, yürekten, en içten duygularımızla...

Maddiyattan çok manevi dileklerde bulunacağız arkamızda çok zorluklar, hüzünler bırakmış olacağız, konuşması bile ağır geliyor. Yazması daha da zor. Unutulacak mı, aslaaa...

Tüm dünyanın sınavıydı bu unutulur mu? tarihe kara kara harflerle yazıldı. Bizden sonraki nesiller de unutmayacağı gibi tedbir alma anlamında örnek olacak. Bitti mi tabii ki henüz sıkıntılarımız bitmedi, sınavlarımız daha var, belli ki daha sürecek. Yolun büyük bir kısmını aştık. Yeter ki daha ağır, kaldıramayacağımız sınavlar olmasın, zaten en babasını yaşadık.

Bireysel sınavlarımız var sanıyorduk oysa tüm evrenin sınavı, insanlığın sınavı. Evet bu insanlığın sınavı. Hayvanların, bitkilerin sınavı değil biz insanların sınavı. Sınıfta kaldık dostlar…

Çocuklarımızı düşünelim. Düşünüyoruz, sınıf tekrarı yapmasınlar diye ne kadar çok çaba sarf ediyoruz, çalışmazlarsa kızıyor hatta elimizde olmadan baskı yapıyoruz. Peki biz ne yaptık, çocuklarımıza ne cevap vereceğiz, onlar bize baskı yapmayacak ama biz vicdanımızda kendimizi cezalandırmalıyız. Hak ettik. Neler mi yaptık daha doğrusu ne yapmadık? Çocuklarımız tecavüze, tacize uğradı onlar için ne yaptık ne yaptık kocaman bir HİÇ...

Öldürülen, tacize uğrayan kadınlarımız, genç kızlarımız için ne yaptık kocaman bir HİÇ. Ahhh! Dilsiz insanlığa emanet olan hayvanlarımız, onlar için ne yaptık yine kocaman bir HİÇ... Canım ülkemizin yine dilsiz canlılar ormanlara, ağaçlara ne yaptık. Kocaman HİÇ. Onlar bizim için ne yapıyor havamızı temizliyor, toprağı koruyor ve daha birçok faydası var. Kestik, biçtik. Diktik betonları neden, manzarası güzel yerlerde oturmak için...

Denizlerimiz, bize sağlık veren denizlerimiz, balıklarımız onları da kirlettik, yok ettik... Her yeri betona çeviren sevgili müteahhitlerimiz ne yaptılar, çaldıkları malzemelerle bina yaptılar depremde yıkılır mı, insanlar binaların altında kalırlar mı diye düşünmeden. İnsanları çürük binalarda oturttular. Daha öncesinden ders aldık mı kocaman hayır, öyle ya para hep tatlı geldi onlara...

Ölümsüz sandılar kendilerini hep. Kendilerine lale devriydi. Yaptıkları yanlarına kar kalıyor ya görünürde, sonrasını bilemeyiz. Kapitalizmin oyunlarına nasılda geliveriyoruz. Paralarımız havada uçuştu, çaldık, çırptık, fakirlik dine bağlandı. Kuru ekmekle halk kandırıldı. Hırsızlık için yarışıldı, kim daha çok çalmışsa alkışlandı. Eeeee, bu kadar katliamdan sonra doğada bize kesti cezasını…

Sınıfta kaldık hem de öyle böyle değil, çocuklarımıza nasıl hesap vereceğiz, yüzlerine nasıl bakacağız... Özür dilesek ne fayda. Geri gelemeyecek kayıplar, zararlar mevcut. Sil baştan yapacağız belli ki, yıllar alsa da yeniden, yine çabalayacağız. Sistem sopasını gösterdi ders almadıysak vura vura öğretecek. Bizler öğrenene kadar. Bu iş böyle. Sınıfta kalmanın süresi yok tekrar tekrar aynı dersleri görecek, aynı sınıfı tekrar tekrar okuyacağız. Biz bıkacağız sistem bıkmayacak.

Çocukları, hayvanları katletmeye devam ettikçe hepimiz ceza göreceğiz, bir kişi hırsızlık yapsa hepimiz ceza göreceğiz, bir kişi bir ağaç kesse hepimiz ceza göreceğiz, bir kişi bir kadına tecavüz etse, öldürse cezasını hepimiz çekeceğiz, bir kişi denize çöp atsa hepimiz ceza göreceğiz. Maalesef...

Evrenin sistemi böyle çalışıyor dostlar. Hep beraber bu kadar hatayı yapmadık ama engel olamadık, olmadık. Çalanı alkışladık, öldüreni cezaevinden saldık. Ormanı yaktılar desteğimizi kesmedik. Eğitimimizin ırzına geçtiler hem de defalarca göz yumduk. Çocuklarımızın geleceği ile oynadılar para ağır bastı, alkışladık. Bir paket makarnaya oyumuzu sattık, bir paket kömür bize ödül gibi geldi. Fakirlik en yüksek rütbe oldu, madalya gibi boynumuza astılar. Camilerde fakirlik üzerine vaazlar verildi utanmadan, sıkılmadan, dinledik. Din değerleri ayaklar altına alındı sesimiz çıkmadı. Çocuk gelinler hediye edildi dedesi yaşındaki erkeklere sadece söylendik. Sınıfı geçebilir miyiz, aslaaa...

Sistem kabul etmiyor. Ne mutlu ki etmiyor ama olan acı çekenlere, zamansız gidenlere oluyor. Daha 31 Aralık gecesine kadar düşünmemiz için süremiz var. Yeni yılda, 2021 yılında ya kendimizi düzeltiriz ya da tekrar sınıfta kalırız.

İş bize düşüyor dostlar. Her yeniyıl yeni bir umut! Önce sağlık, sonra doğru seçim, mutlu geçim ve adalet arama hepsi bu. Sistem için fark etmez belki, ya bizim için…