KOVİTİ GÜNLER VE GÖÇERTME...
Tarihi gerçekliktir, çok şey pahasına engin topraklar ateşe ve kana bulandıkça, yok yere her türden kıyım, katliam mubah sayıldıkça, semaya doğan anılara ihanet artar. Emanete hıyanetle insanlıktan uzaklaşılır. Hele koviti günler yaşanırken, kovit bulaşısıyla katlanılmazlar çoğaldıkça, sinsi salgın baş üstünde kılıç gibi sallandıkça, ateş dağlarının eteklerinden tutuşma ve yanma başlar. Sonra akıl göçeren düşlerle, kof yarenlik dürter zihinleri. Sırf tarihsel gerçeklerle içiçe yaşamamak adına veya gerçeklerle yüzleşmemek için kaçmak babında, kaçamaklar tezgahlanır...
Yaşamak bazen çok çetindir. Çetele doğru tutulduğunda keşke dedirten türden yağlanmaları, bağlanmaları, dağlanmaları barındırdığı görülür. Salt bu yüzdendir dağların ötesinde, duyuların arkasında başka yaşamlar aramak. Bu yüzdendir ateş denizlerinde delirmekten son anda sıyırmak. Savında tavında, tatlı sulu ovalara göç etmek...
Belki gönüllü göçmek evladır, iyi niyet kapsamında hicret ise evladiyelik. Ancak her iyi niyetli ve barışçıl görünen göç, işgalleri, istilayı, yağma ve talanı, fetih başlığında toplar. Gönüllü gönülsüz, sıcak savaş kaçınılmaz son olur. Sonu gelmez küçük büyük isyanlar şiddetle bastırılır. Kitlelere tahakkümle hükmedilir. Toprak kimin, kimindir tapusuna bakılmaksızın üzerinde ne barındırıyorsa, zaptedilir. Toptan teslim alınır...
Kaba güç, silah zoru boyun eğdirme girişimleri, sınır tanımaz biçimde yayıldıkça zenginlikler de el değiştirir.
Hırslara kutsallık bulaştırıldıkça, yapılan zulüm ve zalimlikler de tabulaşır. Hatta görmezden gelinir. Yani açıkça insanlığa özgü değerler tek tek yitirilir. Doğruluk, doğallık ve meşruiyet resmen yok edilir. Öyle ki yakılan kavurucu ateşten, salgın bulaşıdan herkes nasibini alır ve köşesine çekilir...
Genleşen göçerlerin göçtüğü ve yurt eylediği yerlerdeki yerliler ise ana yurtlarını terke zorlanır. Zorlanmasalar bile hayat zorlaşır. Salt daha rahat nefes almak için onlar da bir yerlere göçmek zorunda kalırlar. Başı bir yerde, arkası binbir yerde bu göçler, geniş coğrafyaları daraltır. Ve bu dar zihniyet, akıncı ve yayılmacı kıskacını genişletir...
Yani mitolojik çağlardan bu yana tarih öç ve göç dalgalarıyla sarsılır. Bulaşı salgını dönemleriyle de medeniyet tarihi denize düşen hesabı yılana sarılır. Tıpkı koviti günler gibi.
Salgınla beslenen, tertiplerle sönmeyen ateş sıra dağları yutar. Sağlıkta dibe çakılmayla oluk gibi akan çaresizlik denizleri taşırır. Gün geçmeye kıyamet kopar...
Çünkü dur durak bilmez kurak zihniyet, her sıkışıklıkta zenginliklere sefer üstüne sefer düzenler. Ama zamanla sığınacak liman, saldırılacak kale kalmaz. İçe dönük ihtiraslar güncellenir. Gücenmeler neticesinde sadece irtibatlar kesilir ve itibarlar zedelenir. İşte o yüzdendir tükenmeyen hırs, bitmeyen kavga, küllenmeyen kin...
Diğer yandan uçsuz bucaksız araziler için yerli yersiz hücumlar, saldırılar, kuşatmalar, kazanımlar ve şişirme zaferler yeni göçleri, yersiz yerleşmeleri ve yeni yerleşkeler kurmayı zorunlu kılar. Aslında bu icra, ücralarda kadere terkediliştir bir anlamda. Ve soğumaya yüz tuttuğu sanılan ateş, ilk fırsatta harlanır, közlenir. Ve de körlemesine tersine göç başlar...
Bir türlü kovulamayan, koviti bulaşı günlerinde, yakın tarihe reva görülen ateşten bir deniz, denizin etrafında ateş dağlarıdır. Sıra dağların eteklerinde ise can yakan, kemik eriten can alan, kızgın lavlar ve havaya asılı boş laflar...
Koviti günlere demirlemiş, piklemiş bulaşının dayattığı saldırgan gerçeklik, açık veya saklı sanki insanlığı yok etme, göçertme, göç ettirme yarışı...
Yanlış doğru koviti günlerin tek tarihsel getirisi, tarihi yok saymak ve acı gerçekleri yaşarken yok sayılmak...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder