4 Temmuz 2021 Pazar

HADDİNİ AŞAN HERŞEY ZIDDINA DÖNER...

 HADDİNİ AŞAN HERŞEY ZIDDINA DÖNER...


İnsanlık tarihi hep ayni ayarda gitmez. Facialar, pandemiler, hadsiz hesapsız işler, gereksiz popülasyon aktarımları, kişisel çıkarlar ve haddini aşan hırslar doğal yaşamı bozar. Ayarsız yaşam daima savaşlara endekslenir. İşte o yüzden ne yazık ki barışçıl anlayış hiç bir dönemde tarihe yön veremez. Haddini aşan herşey de zıddına dönüşür...


Yine de insanlık her devirde toplumculuğu önemsemiş, birlikte yaşamayı kolaylaştırıcı kurallar zinciri kurmuş ve olduğunca tatbik etmiştir. Bunca iyiniyete rağmen yine insanlar zincirlenmiş, prangalanmış ve sebepli sebepsiz suçlanmıştır. Yani özene bezene düzenlenen, süslenen kurallar, sus pus bireyler, kimliksiz kimlikler, duyarsız toplumlar yaratmıştır.


Çünkü yeryüzünde farklı toplumlarda, toplumun özüne dönük işleyen ve işletilen kurallar aynileşmiş, paralelinde demografik yapı tersine dönüşmüştür. Böylece her canalıcı sorunla mücadele dahi suç sayılmış hatta durum suç teşkil edebilecek yöntemlerle çözülmüştür.


Ezelden beri esas olan, düzenin sağlanması, korunması ve sürdürülmesi için uyulması zorunlu çeşitli kurallar koyulmasıdır. Bütün kuralların ana amacı toplu yaşam üretimi, esenlik ve rahatlıktır. Ancak hukuk, hukukun üstünlüğü ve  adalet gereğince işlemeyince suçla baş edilemez. Hele göz ardı edilen suçlar günden güne artarsa, suç artık reel yaşamı belirler. Ve giderek dinin, ahlaki normların, gelenek ve göreneklerin etkisi de azalır. Ve mevcut sistem yok olma tehlikesi ile baş başa kalır...


Belli aşamadan sonra ise fazladan katı kurallar koymak, faşizan yaptırımlara kaymak asla çare olmaz. Anında yasaklar çiğnemek için vardır şeklindeki yazılı olmayan ama sözlü ilke hayata geçer. Mafyozo eğilimlerle mevcut kuralları bozma ve doğruluktan sapma eğilimi de kendiliğinden gelişir. Aslında bu çelişkili süreç alt bilinçte yeri olan, bireyin doğa ve toplumla yersiz savaşının, dünyayla yolsuz çatışmasının ürünüdür. Bu kuralsızlık ortamını fırsat bilen  patenti sahipli ürün sünepeleri ise milyonlarca yıllık hapı yutturur; suç...


Suç, pek çetrefilli görünse de literatüre giren şekliyle, yeryüzünde farklı toplum kesimlerinde, farklı değer yargılarından beslenen insanların, istek ve arzularına ulaşırken toplum kurallarıyla çatışmasıdır denilebilir. Çatışmanın şiddetine göre de suç olgusu oluşur. İşte bu suç olgusunu neden sonuç, insan mekân, suçun meydana çıktığı yer, yerleştiği bölge ve yayıldığı coğrafya temelinde ele alıp irdelemek gerekir. 


Ancak mevkisi makamı ne olursa olsun her edimine, her eylemine fesat ve hıyanet karıştıran toplum bozarları, topun ağzındaki suçluları ayrı ayrı irdelemek gerekir. Ayrıca hiç gereksiz, nedensiz ve yanlış politikalarla kısa zamanda  arapsaçına döndürülmüş toplumlarda, kördüğüm edilmiş kurallarla, mıntıka temizliği yapılamaz. Temiz eller operasyonları yapılamayınca da zaman içinde suç örgütleri iş başı yapar. Suç ve suçlu oranları pik yapar. Çünkü kayıtsız ve denetimsiz her başıboş güç tehlike arz eder. Ve bu gücün yerli yersiz kullanımı ise oran moran tanımaz. Kullanım sonrası suç üçlemesini patlatır.


O yüzden asla unutulmamalı; Haddini aşan her şey, gün gelir zıddına dönüşür. Ve kısır döngüde suç teşkilatlanır. Haliyle organize her şey suça endekslenir…


Ve insanlık tarihinde zıtların birliği ayarsızlığı gelişir. Gerilemenin eseri olarak da haddini aşan suçlu suçsuz, had bilen suçsuz suçlu farz edilir...

27 Haziran 2021 Pazar

BİZE LGS-YKS, ELE PROTOKOL...

 BİZE LGS-YKS, ELE PROTOKOL...


Başlangıçta söz vardı, bu gün sözün bittiği yer. Sonun başlangıcı. El yazması direnmek ise zorun zoru. Büyük İnsanlık ailesinin asıl çekirdeği bize, asil millet evlatlarına LGS-YKS sarmalı, elealeme ise sınavsız protokol ile bedava lise, üniversite hatta master, doktora. Malum husus mahkumiyet, müebbetin defi tekerlemesi, 1-2-3 Tıp. Nasılsa sustukça da sıra gelir ama az buçuk gecikmeli.. 


Büyük İnsanlık ailesini oluşturan aileler, anne ve babalar ömür boyu çocuklarına verilecek, verdirebilecekleri iyi bir eğitim konusunda çalışıp didinirler. En dipten pike böyledir durum, parçalanma. Her şey bir yana hayatta en hassas konu, en hassas olunan nokta çocukların eğitimidir. Evlatların hangi tür eğitimle donatılacağıdır. Hangi eğitim ağının en doğru seçim olduğudur. Ebeveynler için aslolan, eğitimi seçimde öncelik hakkını kullanma gayretidir. Bu gayret yarı yarıya yaşam demektir.


Çünkü eğitim, insan kişiliğini tümden ve tam geliştiren, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı güçlendiren bir süreçtir. Doğru insan olmaya yönelik kazanımlar sadece iyi eğitimledir. Uluslar, ırklar ve dinsel gruplar arasındaki anlayışın, hoşgörü ve dostluğun pekişmesi, barışın tesisi ve korunması da iyi bir eğitim-öğretim-öğtenim sayesindedir. Ayrıca eğitim ve öğretim ve de yüksek öğrenim kutlu yolda, mutlu yaşam yolculuğunda ve özel yaşamda tüm etkinlikleri geliştiren süreçtir. Doğru dürüst bir rol model olmayı üstlenmelidir. Hayatın sorumluluğunu üstlenmeye ilk adımdır..


Büyük İnsanlık Ailesi, evrensel boyutta, ilkesel manada 'herkes eğitim hakkına sahiptir' çerçevesinde hakkı var kılınmıştır. Ayrıca ilk ve temel öğretim zorunlu ve parasız olma şartına bağlanmıştır. Teknik ve mesleksel eğitiminin de herkese açık olması gerektiği önerilmiştir. Yükseköğrenim için ise özellikle yeteneğe göre ve herkese eşit olarak sağlanması gerçeğine vurgu yapılmıştır.


İşte o yüzden Büyük İnsanlık Ailesi eğitim, öğretim, öğrenim hakkı ve ödevlerini kanun kapsamında tespitler ve yasal düzenlemelere giderek kurumsallaştırır. Yeryüzündeki tüm anayasalarda var olan hüküm, 'kimse eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz...' hükmüdür. Zaten Evrensel Bildirgenin 26. ve Anayasa'nın 42. maddeleri bu konudaki temel esasları bir bir belirler. Bu belirleme aşamasında ve sonrasında da işin içine bizzat devlet girer...


Başlıca görevidir, Devlet eğitimi, öğretimi ve öğrenimi erişilebilir, eşit ve adaletli sunmak zorundadır. Hatta 'maddi imkanlardan yoksun başarılı öğrencilerin öğrenimlerini sürdürebilmeleri için burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar' bağlamında karşılıksız yapmalıdır. Çünkü bu şart anayasal düzenlemedir, asla ve kata karşı çıkılamaz hükümdür...


Peki yeryüzünün çehresini bozan hükümetlerin çoğunluğu bu konuda ne yapar, hiç. Onların işine gelir eğitimsizlik. İşgüzar görünüp tüm maddesel gerçekliklere aldırmadan, meselelere kerhen dokunurlar, düzeltici cılız hamlelerle yetinirler. Anne ve babaları ve de çocuklarını yalnızlaştıran, komple sınava tabi tutan eşyanın tabiatına aykırı uygulamaları ise sıra sıra güdülerler. Her yeni eğitim aşamasına geçiş ve yerleştirme sınavları koyarak, sınav içerikleriyle oynayarak, hatta zor sualleri çoğaltarak, çoğunluk kesim ebeveynler ve çocuklarını eşitsiz yarışlarda diskalifiye sürecine giderler. Yine de naçar milyonlarca çocuk ve genç, yarının kurtarıcıları peşpeşe yapılan sınavlara çok çok öncesinden hazırlanıp, gelecekleri için yıllarca ter döküp, dirsek çürüterek birkaç sınavı aşıp Büyük İnsanlık ailesinin, etkin ve yetkin bireyi olma mücadelesini verirler. 


Çünkü bir sonraki aşama yani topluma karışma, kültürel yaşama özgürce katılma, bilimsel gelişmeye katkı ve tüm bunların yanısıra yaşam içinde gizlenmiş temel haklardan yararlanma ve çarpık ekonomik düzenden pay alma ve paylaşma hakkını en iyi kullanabilme çağdaş eğitimle gerçekleşir. 


Eğitimsizlik ise ezilip, sömürülme ve herşeyin yaratıcısı olan bilim, yazın ve sanatı reddetme girişimlerini geliştirir. Doğal ve geleneksel yaşamı boğmaya odaklar. Emanete hıyaneti günceller. Sonuç itibatiyle ortak maddi ve manevi çıkarlar asla korunamaz...


Yıllar yılı akıl ötesi, cin fikirli yöntemlerle Büyük İnsanlık ailesinin üyesi bir Milleti yok sayan, milletin maddi manevi değerlerini, gelmiş geçmiş kazanımlarını yok eden bir zihniyet elbette en başta eğitim-öğretim-öğrenim mekanizması ile oynar. Milli ve yerli bırakmaz, eğitim eğitimsizlik dayatır, liseler orta mektep, üniversiteler yüksek lise seviyesine indirgenir. Eğitim sistemi, sistemsizleştirilir elbette bedavaya bedevileştirir. Kızgın çölde vaha yaratacak sınavsız ve berhava yollara ise katar katar kervan düzülür. Hem de Evrensel Bildirge ve Anayasa hükümleri hiçe sayılarak... 


Saygı sınırlarını aşmadan başkaca sayıp dökmeye ne hacet, Büyük İnsanlık ailesinin üyesi, merkezi ve çekirdeği aileler çocuklarına paralı sınavları başarması için hatırı sayılır servet  harcarken ne yazık ki hep harcanan olur. Birileri neyin hatırınadır bilinmez son sözü söyler arada derede söz verilir...


Sözün bittiği yer işte orası. Orasından burasından çekiştirerek, çelişkilerle dolu vahim vakayı haklı çıkarmaya hiç gerek yok. Alenen ortada her şey. Ayıp ta günahta açık.


Bize, kanter içindeki bizim çocuklara LGS- YKS kantarı. Ele aleme kantarın topuzunu kaçıran sınavsız protokollerle lise, üniversite, yüksek lisans, doktora. Kör sağır ağırlaması... 


Sonun başlangıcına son söz ise aman ha, 1-2-3 Tıp...

26 Haziran 2021 Cumartesi

YER GÖK BETON, BERHAVAYA HAVALI KANAL…

YER GÖK BETON, BERHAVAYA HAVALI KANAL…


Yer gök beton, çürük beton. Berhavaya da havalı kanal. Katalizasyon. Kurulu kadim köyler, kusurlu dere yatağı kasabalar ve büyük kentler modernize edildiği izlenimi verilse de kıyı köşe, yakın ücra, tepeden en dibe çürük. Boyu asırlık çınarları geçen binalarıyla koca Memleket, çürük beton cehennemi. Üstüne üstlük boyuna boynu vurulmuş, cennetten köşe kente kanal cehennemi...


Her zelzeleyle bir kez, bir kez daha yüzleşilen acı gerçeğe, müsilajla denizlerin öldürülmesine ve kirlenmeye, kent ortası billur havayı da karartacak havalı imaj, uçuk kanal cilası eklendi... 


Ancak edi büdü siyaseti de eki bükü onca debdebe de gün olur çöküverir. Çünkü tek umudunu ve geleceğini betona bağlamış yamalı bohça iktidar zorda. Huzur ve güvenlik ölçüsü salt beton yapı stoğu. Tertiplenen tüm şatafat başka kanal bulur ve hüküm bir anda çözülüverir. Genel iradı dışa aktarımlı, dava çözümü ejnebi devasa yatırımlarla övünmeler de şapa oturur. Ve derinden gelen seçimli bir yer sarsıntısıyla çöküş resmen hızlanır...


Zaten zamanında zar zor biraya birlenen ulusal değerler ve toplanan kutlu kaynaklar kuru gürültüye gitmiş. Deniz bitmiş. Orman yakılmış. Emek sağılmış. Bu kör sağırlık artık hangi ambalaja sığar zamana bağlı. Ayrıca batmış ve sürdürülemez bir ekonomi. Çürük betonla birlikte çürümüşlük ve su yüzüne çıkan mafyozo çökmeler. Yıllardır her türlü afata yedek akçelik etsin diye kenara konulanlara konmalar. Kıytırık politik programlarla safdışı edilenler. Nereye sarf edildiğinin durum tespiti yapılamayan milyarlarca doları buharlaştırmalar. Paslı çark, patlak tekerlek dönsün diye kullanıldığı iddiası ve savlarıyla baştan savma savunmalar. Berbat halleri, bet yüzlü izah ve korkutmalarla geçiştirme çabaları. Salt koltuk kurtarmaya dönük, çürümenin Allahına göz yummalar. Tavlı tavırla çürük beton edebiyatı, baştan sona çürük kanal operasyonu. Muaşerete müzikli operet...


Opal dünyada bir memleket. Sağır sultan bir millet. Vadi sulak, dere yatak, çepeçevre fay hattı. Buna rağmen hiç umursamadan yer gök çürük beton, berhavaya kazılacak lafta bedavaya üç ayrı kent yaratacak çürük proje. Kalpazan katar katkılı havalı kanal kanatlanması.…


Tablo vahim, kâinatın kuruluşundan beri dünya sallantıda. Doğanın ruhsal reaksiyonu her an kapıda. Ama dinsel inanç sapması ve bilim düşmanlığıyla göz göre göre faciaya yeşil ışık. İyilik kendinden menkul,  kötülük başkalarından mendeburluğu ve hesapsızlık.  Abartılı hurafe tuzağı, afyon etkisi. Akla zarar acı deprem deneyimlerinin yaşandığı kuşakta kofti kanal varyasyonu... 


Varlık darlık, pik dip ikilemlerine sıkıştırılan mevzu gayet açık, ucuz politika, çürük beton ve çürük beton kanalla çağ atlama, milleti aldatma versiyonu... 


Bu çürük beton seviciliği, bu çürük kanal sempatizanlığı, fay hatlarıyla kuşatılmış bu coğrafyada, çoklu kıyımlara zemin hazırlar. Ve şu yer gök beton aşkı, çürük betonla milli ve yerli tarih yazma hevesi, katmerli kanal saplantısı, övünülen maddi bağlantılar, ucuz illiyet bağları, ilk ağızda yabancı sermayeye toslar. Kısır süreç makro düzeyde bir yıkıma kadar varır. İnanmak ve kabullenmek zor ama başta cennetten bahçeler ve milyonlar moloz yığınlarının altında kalır. Bu kanal havası, berhava caka kutsal dünya emanetine ayıptır, katafalklık kayıptır, günahların ağababasıdır ve kafadan kadim kente yazıktır...


Kalın kafalarda hala kazananı olmayacak bu doğal felakete duyarsızlık. Yeri göğü kuşatan çürük beton tapıcıları yüzünden, çürük beton keyfekederleri yüzünden kutlu kent resmen enkaza dönüşebilecek iken nötr hava. Artı bulanan havayı esip gürleyerek gizleme havası... 


Oysa dünya coğrafyasının bu en güzel bölgesi, bu muğlak  model yüzünden olası yeni kent inşasıyla birlikte tekelden bitiriliyor. Kof debdebe, yıkılası konfor. Kısmen kıyamet provası... 


Kıyametin habercisi yer gök betonlaşısına, virüs gibi yayılan çürük beton bulaşısına, berhavaya üflenen havalı kanal projesine protest katılım şart. Katalizasyona karşıtlık farz. Tek yol kıyamete dek ilim bilim şartı…


Çürük betonuna da beton kanalına da yer gök isyanda...

24 Haziran 2021 Perşembe

MİLLET KAZANDI

 MİLLET KAZANDI, ADAM KAYBETTİ...

 

İki yıl evvel hiç gereksiz, silme haksız ve değme dayanaksız, salt güç zehirlenmesiyle yenilenen bir büyük seçimi 'Adam kaybetmiş, Millet kazanmıştı' hemde umulmadık bir farkla kazanmıştı. Elbet kazanırdı çünkü Millet, güzel bir çocuğun ‘Her Şey Çok Güzel Olacak Abi’ temennisinin peşine takılmıştı bir kere. Ve güzel de oldu. Böylece aynı yıl içinde iki seçimi üst üste helalinden kazanma ve kaybetme vakası da tarihe geçti...

 

Bu arada Milleti kıvrak tavırlarla kıskıvrak yakalamayı hedefleyen ve kılı kırk yaran emirler ve kararlar serisi asla unutulmamalı. Safi afra tafrayla salınan, sallama yorumlarla akıl çalanları bile şaşırtan oy farkı da. On yıllarca ertelenmiş ayaklanışın gür sesinin derinden derine yankılandığı, cümle aleme duyurulduğu o çifte seçim unutulamaz. Unutulmamalı...

 

Millet o seçimde çeyrek yüzyıldır kasım kasım kasılanların, seçim ardına gemiciklerimize yol veririz diye düşünenlerin oyunlarını bozmuştu. Memleketi enkaza döndürenlere ilk ders verilmişti. Planlı programlı cinlikleri bu kez yutmamıştı. Beytülmalı babadan kalmışçasına yiyenlerin ziyafet masasını başlarına geçirmişti. Millet helal olsun vallahi dedirten şekilde, lafta demokrasi havarilerinin demokrasiden ne anladığını da tescillemişti. Ve milletin memleketi feda etmeyişi de güncellenmişti…

 

Haziran seçimi, millete saygı, ortak kaygı, geleneksel görgü bağlamında, harami saltanatı ve başa gelebilecek acı gerçekler öngörüsüyle ciddileşenlerin neler yapabileceğinin bariz örneğidir. Öyle ki standart sapmaların çok ötesinde bir sonuca endekslenişi, memleketin öteden beri getirildiği çıkmaz noktayı, yaşayarak ve deneyleyerek reddediştir. Toplumsal birikimin isyan kıvılcımıdır.

 

Ayrıca bu seçimle memleketi var eden temel varlığın Millet ve uyulması gerekenin kurucu kurumsal değerler olduğu, bu emanete daima saygı duyulması ve incelikli davranılması gerçekliği tescillendi. Bu kutlu Millet evladının olan biteni, doğuştan itibaren edindiği yazılı olmayan kurallara göre anlama, kavrama, sezme, yargıya varma ve tanık olduklarına göre değerlendirip seçme girişiminden vazgeçmeyeceği de bir güzel anlaşıldı...


Ve Haziran seçimi, yıllar yılı orantısız zenginleşen sonradan görmüşlerin, on yıllardır her şartta saltanatın ipine tutunanların, caka, gösteriş, şatafat, övünme, israf gibi yersiz davranışları normal ve hak sayanların sonu, sonun başlangıcı oldu...

 

Bu milleti fakirleştirenler, saray çevresi ve balkon içi ile altına toplananlar, hoppa hurafelare ve bilinçaltı bozuk hikmetlilere inananlar, halüsinasyonlara tapanlar, gizliden gizliye anlaşma yapanlar, hak hukuk adalet siyasetine direnemezler. Direnemeyecekleri görüldü...


Haziran seçimiyle mevcut iktidarın kimyası resmen bozuldu. İnadına iki turlu seçimle çeyrek asırlık yerel hükümranlık bitti. Genelin kıvılcımı çakıldı. Ve bundan böyle on yılların hesabının, biriktikçe biriken hesabın her zaman millet oyu ile aklanamayacağı da tescillendi...


Elbette kolay kolay aklanamaz çünkü; ‘Dünyayı hala herkese eşit paylaştırılamayan hayatlar belirliyor.’ savı en doğrusu. Ve sarayları da adil olmayan dağıtım modelleri yıkar. O yüzden vakti gelir 'Millet kazanır, Adam kaybeder' işte dağları bekleyen, seçim erkenleyemeyen korku budur…

 

Elbette siyasette yol uzun ama iki aşamalı haziran seçiminden sonra iki yıl geçmiş. Az zamanda çok işler yapmak şart. Yoksa yine Adam kazanır, Millet kaybeder…

SON NEFES

PES, FES, KES, PİK VE SON NEFES...


Korona kör şeytanı loş odalarda alan satan razı, kimene tezgahında iş gördü. Boş kafalı, kara cahilliğe anatomi dersinde telefat verdi. Telef oldu telefon ahizesi, suskunlaştı. Dokunmatik cep ise sesli, frekans yükselticili, eksik etek bir alem. Yarına çok derin izler bırakacak ahmaklığın, aylaklığın ve düpedüz aymazlığın terso pozisyonuna pozlanma bozgunculuğunu nakşetti. Gözden ırak sanılanlar, ne kadar cazip görünse de ne yazık ki yürek cızlatan sonucu mühürledi... 


Mümkün kabilinde sona yakın haz haznesinde nazlı kurşun sağanağı. Hayatın içine doğan kurşun gibi bir havada damgalandı, haberiniz olsun, önlem alın babında virüs saltanatı.  Korona batağında emanete hıyanet ortamlı sarhoşluk ve kordonguzun löç odasında eliminet mazeretli teslimiyet tescillendi...


Teselli sınırından taşanlar ise akıl şaşırtan tespitler. Teste tabi pes dedirten, fes düşürten, kes kespettiren tipik haller. Ritmik replikler. Haliyle arsızlık pik yapınca, kirli yaşamın içine, tam içine müsilaj cilalı düşüş. Çapsızlık arafında çöküş ve dip endişesi artınca da sırf telafi niyetine kördöğüş...


Oysa kör karanlıkta çoktan fes düşmüş, alacakaranlıkta kel görünmüş. Üç otuzluk süreçte beş paralık değerde, ürkünç ve gülünç plan, plan içinde plan tezgahına sürülmüş. Komplocu pikaj, piclik. Pic, bir Orta Avrupa ülkesinde küçük demek. İşte bu ağır kusurlu küçük tesisatçılık zihniyeti, çok canlar yaktı daha da yakar...


Pic, pik yapar ama istasyonda minik canlar var. Dibe vurunca vurdumduymazlık ister öyle ister böyle çok yazık. Yazı kışı Picard teoremi...


Korona virüs tepkisiyle akıl regülatörü elbette kısa devre yapar ve ilkin candan öte canlar kızarır. Tüm bunlara karşın sikkelik silkinmeler ne haince bir cesaret ve ne bunakça bir esaret. Eskaza bir gün mutlaka, muhataplar pekala paylanır. Pes doğrusu pes dedirten, emanete hıyanet incelikle hesaplanır ve kabarık fatura ödenir. Ödemeyen ödleklere ödetilir...


Ödeme faslına ilişkin tek ayrıntı fesin püskülünün çoktan düşmüşlüğüdür. Zaten küskülenmenin kodları kayıp gezegende açık seçik dolaşır. Ayıp sayıp, kasıp kayıp gereksiz açılan pistte, pis vakalara bulaşmışlık hiç unutulmaz. Törenle piklenen pic ve özensiz pislikler aklanamaz. Açıkça görülür piclik ve temizlenir koronavari pislik...


Pir dikkatinden kaçan piresel başlangıç, pürtelaş çekirgesel zıpırlık, apaçık gözler önüne serilir. Korona virüs görünmezlik tahtasına yazılır ağulu ağustos günceleri. Ağırdan ağırı 25, 26, 27 ve 31 periyodu covid ağına takılır. Çevreyi ciddi bir kayba uğratacağı besbelli pis virüs, Eylül 1 ve 9'un da pratik çalışma eğilimiyle belki de gizli anlaşma ve anlamsızlığı müzakere zemini hazırlar kendince. Facianın pik noktası ise12 Eylül faşist darbesidir... 


Korona pici pic, parasal odaklı, aylemsel sapmalı ve dairesel mekanik amacı doğrultusunda virüs gibi, mikrop gibi, parazit gibi, kene gibi yapışır doğal hayata. Öteki beriki, yaz sonu doğan tamamen iyi niyet merkezli, meşrep ve mezhep güveniyle başlayan azap ve gazap yolculuğunu baz alır. Ayarsızca teşvik edilen, ilgi gördüğü sanısı kazandırılan kazulet kazlar ise maalesef sıfır noktasına çekilir...


Sıfır noktasında, sıfır 19 amperlik akkor lamba düşer yere. Kristal cam gibi kırılır krallık. Pes dedirten cinsten dengesizlikle aradaki ufak tefek sanılan engellerin aşıldığı zannedilir. İşgüzar devekuşu kurnazlığıyla kedigil panterleşisi Ekim başı 22'de başlar. Eğreti ekilme, kasım kasım şişinenlerin ortak tasdikiyle 1, 11, çiftçubuk 19, 22 ve 27 formülüyle sürdürülür. Sonra hız keser kalpazan şimendifer. Aralık kapı bulma hacmiyle asılır mahrem ipe. Ara vermeden 11, 16, 17, 18 ve 28 kodlamasıyla adımlarını ileri istasyona kaydırmaya çalışır. İnce ayar çeker, tumturaksız hamlelerle. Pic yetinmeyip ocağı besler, bacadan bacaya kusar sebepsiz kinini. Yalandan ateş bacayı sarmış havası ve haince defans arkasına sarkmayla birlikte hörelenir. Höyük göçük başkaca bildik ve tasdik belletisi kaynar 12, 15, 18 forsuyla taş Ocakta. Ve yirmi takla atar başkalarının resmi güdümüyle Şubat şuursuzluğu. Birebir markaj ve birdirbir oyunu işte o çevrimdışı sakınmayla nihayetlenir. Veya niyetlenilir...


Öyle ki en kuvvetli kulelerden sayılan kule anında çöker. Zaten kale içerden yıkılmıştır. Kaale alınmadığından 3.30 öncesi mesafeyi daraltan, menzili kuşatan gizli tanık güllesinin sesi netleşir. Ve sanık yaratma gayretiyle gayretlenmeyen tecrübesizlik bu kez boş yakalanmaz. Yağmurdan kaçarken doluya yakalanan cambazlar hafiften tutuşur. Tutku harcanmasına sebep belki yakalanmışlık veya açığa düşmüşlük de vardır dört gözlere. Tek göz odalı bir yerlerde. Kıyılarda, köşelerde, kuytularda mesela...


Pandemi demlenmesiyle gelen ayakçılık veya avanakça ambar talanı varsa eğer asla bitmez davası. Devasa eklemlenmelere karşın beklemek gerekir sabırla. Sabrın sonu bir ters bakışla dahi düşkünlük damdan içeri düşer...


Düşkünlük, alternatif akım yozluğunu ve sıfırın altı oyunbozanlıkla picleşmeyi salgılar. Picleşi destekçisi, yoz yobaz art niyetlilik hıyaneti kurgular. Bilim ve teknik düşmanlığıyla. Tek kalemde imkansızı zorlamak ve canından sakındığının en hasını, piclik diyarında hiç değmezine sunmak babında. Kavruk teni güverteye güneşe savurmak. Lafta pozlu tozlu güneşlenmek ve göynü köhnemişlikten usanç duymak tarzında. Düş yakasında düşkünlük...


Oysa mevsim güzdür. Ağustos böceği 27, 28, 29 ve 30 birinde öter. Eylülde sadece 1 ve 29 arasına kayıtlanır, start verilme durumu. Ancak Ekim dönemi çok yoğundur. Öyleki 2, 4, 4, 8, 19, 19, 19, 19, ve 24 rakamları ateşte yanma fıtratını tembihler. Veya kendine gelişi. Hazan mevsimi 21 Kasım'da kasar kendini. Çalar puslu rüzgarını yüzlere. Diriliş ertelenir aralık sonuna...


Daha sonrası rakamların dilinden, sazdan sözden, yazı ilminden anlayan radikal kestirimcinin körşeytana pabucu ters giydirmesidir. Teminatı muz orta, final maçının yedinci dakikasında. Sonra uzun bekleyiş süreci, sürgün artık nereye varırsa. Ama akıl, mantık, bilim ve insanlıkla. Derya Deniz ilimle, resmen ucuz roman fesine ve notanın pesine aldırmadan, adamlık dersi vererek...


Korona kör şeytanı, picin piki, pes dedirten cinsten cinlik, fes düşürten iblis, kes hesabı keskinliğiyle son nefese dek unutulmaz. Son nefes...

22 Haziran 2021 Salı

SERPENTES VE ZEHHAR…

 

SERPENTES VE ZEHHAR…

 

Sakıt çalımla sere serpe sürünen serpentes alt takımı üyelerinin vücudu, birbiri üstüne çullanan pullarla kaplıdır. Bu allama pullama tabaka, vakti gelince sıyrılır ama kutsal arınma gerçekleşmez. Arsız serpentler, sınırsız dürtülerle ve hareketli çeneleri vasıtasıyla, kafasından büyük avları yutmaya ıkınırlar. Salgıladıkları zehir avı eritir. Ergasiloz çatal dil, ağızdaki yarıktan dışarı sarkar ve kara mamba açık kapıdan serinliğe uzar. Yerdegezen sinsiliği ve sere serpe hainlik resmen serpentesi simgeler…

 

Serpentler, ilkel dinsel ve ilkesiz cinsel yaşamdan bugüne dek gizemsel ve büyüsel öge olma özelliğiyle dünya öncesi varlığı mitleştirir. Kıvrımlı iblis mitolojide belli çıkarlar için karşısındakileri sömüren role bürünür. Sosyal yaşamda bir seri vakada, serpent kafalı derbent insan bedenli, sürüngenliğin kavisli kurnazlığı sergilenir. Öz yaşamla sınananların ve özellikle zırlayanların tümünde snake şeytanlığı, sessiz ve sinsi snopluk fışkırır. Emanete hıyanet eğilimli, tılsımlı tıslamalarla snake dansına kalkılır, snake pit ile serpentis piki arasında yüzsüzlük tırmanır. Ve bireysel duyarlılıkları zehirler, hayvansal ağulu tek bir ısırık…

 

Isırık zehirlenmesiyle akıl ötesi kin, akıl dışı düşmanlık ve beter kötülük hükmeder cıvıyan zihne. Sokma akılla softa garez ve gereksiz diş bileme sürülür damarlara. Ara yerde bocalamayla hayata hepten borçlanılır. Hesapsızca saldırganlığın hesabı gün gelir verilir…

 

Yerdegezenler, çene ve karın kasları sayesinde titreşimlerden beslenirler. Duymazlar, yalan yanlış hissederler ve hep korkuyla titrerler. Hatta üç beş adım sonrasını dahi görmezler. Itırları koklayamazlar, salt uzun ve çatal dillerini kullanırlar. Zehirledikleri avın peşini bile anca böyle sürerler. Punduna getirip, yakalayıp yutarlar. Çünkü diş dibinde sakladıkları peptit karışımlı zehir, kas sinir iletisini keser, kalp uyarım sistemini bloklar.

 

Zerk edilen zehre karşı duramayış, zevke zevahiflik durduk yerde denge sapması yaşatır. Mort hali ve mortal sin, hayatın uyumlu düzenini, zihinsel ve duygusal uyumu, tinsel ve dinsel ahengi bozar. Bozuk düzene sıvanılarak, yerdegezen serpuşu takılır ve sürüngenlik başlar. Kemik plaklanma ve yalan yumurtlama süreci, zifti beton yüzeylere yayılır. Gerçekle yüzleşmekten korkulur. Herpeton bilinçsizliği suda ve karada tuhafça, gerilemeyi günceller. Günceler reperkusyonu repertuara stoklar. Ve kapalı durak sendromu vurur zehirli kıl kuyruktan…

 

Sere serpe sürgünün üst takımı ağır kusurlu kuyrukçuluk ve serpentes teslimiyetçiliğidir. Serpent çalgısıdır uluorta çalınan. Çalınan hayatlara serpelenen ise ertelenen nokta vuruştur. En nihayetinde serpençelere rast gelineceği gerçeğidir. O yüzden pullu dilekçelerle, puslu dilenmelerle sıvışmalar yeğlenir ama bu hile de kurtarmaz zevatı. Hepsi boşa hille. Sıvışık hallerin ve yılışık gevelemelerin, gemi azıya almış hale büründürülmesi de kurtarmaz kumpasçı takımını.

 

Amniyat omurgalı etçil serpentlere öykünme, başta soy çizgisi evrilmemişlik, iskelet ve kıkırdaklar barındırsa da kendi içlerinde sınıflandırılması gereken omurgasız hayvanlıktır. Umursanmayan sindirim bozukluğu ve doymaz açlık hissettiren etobur beslenme alışkanlığı serpentis alt kümesine düşmeyi getirir. Formika masalarda fornikatör iptilası ve iptidai akılla iptal girişimleri, kolayca sepetlenir. Serpentvari hayat hevesiyle coşkusal rezillik, kurvatura cinslik, sere serpe serpentlik perdesi aralanır…

 

Serpentes, milyonlarca yıldır ot dibi, taş altı, orman, su, çöl, kayalık, çayır çimen, nemli toprak, gölge, güneş, kızılötesi yeryüzü habitatında habisini aranır. Hatta sinir sistemini felç eden tahribatla masum hayatlara dadanır. Periyodik deri değiştirmelerle, katakulli dökülmelerle silme silikleşilir. Küllenemez genetik yanılsamayla serde sürüngenlik, arza geçme, arzdan arşa haddini aşma, arsızlığın kulpuna yapışma sergilenir. Bu sere serpe serpentes familyasına düşkünlük ve taşkınlık asla hafifletilemez.

 

Kahır dergahında sabır. Kâh zehirlenmeye neden olan mikropların halline, kâh nalına kâh mıhına, zıkkımın kökü, ziftin peki hazır…

 

Sıkışınca deri atmalara rağmen tatlı su serpentesliğinin ortalama kalan ömrü taş çatlasa üç beş yıl. Zehre maruz kalmanın öncesi sonrası, daha sonrası zehhar. Zinhar zehhar…

21 Haziran 2021 Pazartesi

PARAVAKASYON

 PARAVAKASYON...


Provokasyon terimini öz Türkçe ile doğru yazıp, doğru telaffuz edemeyenler, hatta anlamını dahi bilmeyenler ağır provokatif vakaların içinde bulunmayı, sinsi projelerin paslı parçası olmayı marifet sayarlar. Türetilen ajanprovokatörlere dahil olup, memleket dahilinde faşizanca iş görmeyi milliyetçilik farz ederler. Oysa paravakasyonun yani kirli ve kara paranın, emanete ihanetçi vakaların ve siyonizmin denetimindeki büyük sermayenin, emperyal sermayenin ayak oyunlarına tam uşaklıktır tüm yapılan. Tüm cakalanmalar ve provakeler... 


Provokatörlere, provokatif kışkırtmaların, kişiye, zümreye, gruba, sınıfa, kuruma, kuruluşa veya derin devlete ait ve de yine onlara karşı girişimler olduğu ve hemen sonrasında memleket için ağır sonuçlar doğuracağı unutturulur. Her nedense her provokasyonun incelikli tasarlanmış ve ağır tahriklere, yıkıcı ajitasyonlara gebe olduğu da yok farz edilir. Millet uyutulur ve zoka yutturulur...


Oysa provokatif vakalarla devletin elinin zayıfladığı, kişi, zümre, grup, sınıf, kurum, kuruluş veya derin devletin suç işlemeye yöneleceği bilinir. Hatta provokasyon artı paravakasyon neticesinde karşı eylemlere sıcak geçişlerin üreyebileceği de bilinir...


Her şey açıkça bilindiği halde katmanları karartılmış ortama itme, milleti kaosa iteleme, memleketi yokoluşa sürükleme ve yöneltme ivmesi pravokatif girişimlerle yükseltilir. Tarih boyu acı hatıralarla deneyimlenmiş provokatif vakalara rağmen hep aynı tehlikeli rota izlenir...


Her provakatif özne ve fiilin faşizan bir ağın unsuru olduğu saklanır. Ancak faşistlerin salt ortamı kızıştırmak ve tarafları kızdırmak, tekli toplu kıyımlarla denizin tükendiğini gizlemek görevi üstlendiği tarihle sabit acı gerçektir. Paranormal bir güdüyü teşvik etmek ve toplumu tersine hareketlendirmek amacı taşıyan her sinirleri dürtme kalkışması, memleketin başına umulmadık dertler açar. Paravakasyon merkezinin düğmeye basmasıyla da gizli proje hayata geçer...


Gizliden amaçlananlar ve arzulananlar uyarınca, planlı programlı her provakatif prova mevcut düzen ve disiplini bozan. Bozuk düzeni daha da bozar. Faşizan provalar, lokasyona göre her türden insani ilişkileri ve demokrasiyi, demokrasinin gelişmesini direkt negatif yönde etkiler. Bir nesnel seçim veya seçilim olarak görülse de, her provakatif kalkışmanın önceden tasarlanmışlığı aşikardır. Hatta lafta memleket ve millet aşkı kullanılarak kimin namı ve gizli hesabına işgören gizli teşkilatlanmaların ögesi olunduğu da aşikardır. Ancak sinsi emeller dayatması, gizli alemler şartlaması ve parasal desteklerle topu görmezden gelinir. Otomatikman pis ajanda işletilmeye başlar. Terörize edilmişlik pik yapar. Akılda tutulması icap edenler unutturulur. Terbiyesizce tanzim edilenler doğrultusunda provokasyonlar güncellenir... 


Provokasyon-paravakasyon konsolidasyonudur her faşizan hareket serisi. Faşizmin zerresi zaaflara ve zarflara gelerek kişi, zümre, grup, sınıf, kurum, kuruluş  hatta devleti bir şeylerden yoksun bırakmak hırsına yenilir. Yüce değerleri değersizleştirmek hainliği hortlar. Tüm bunlar provokatörleri bir yere eriştirmez  belki sırf paralandırır. Ve sadece kapalı devre yayın açık düşene dek suçları kutlanır, cezaları ertelenir. Oysa faşist histeriyle historik kışkırtmaların esiri, maşası ve maaşlısı olmak mutlak paraya endeksli hâletiruhiyedir. Ve bu asla affedilemez travmadır...


Paranormal her provakatif vakanın arkasındaki güç, lokasyonu değişen ama kimliği değişmeyen tek güç siyonist denetimdeki egemen sermayedir. Emperyal sermayedir. 


O nedenle her kalkışma meczup değil meczub kalkışmasıdır. Her provokatif girişim bireysel değil birleşik fiildir. Her provokatif hareket tevekkül teşekkülü değil teşkilat tertibidir...


Denizi yakma girişimi açıkça paranormal provokasyondur, anormal paravakasyondur...

20 Haziran 2021 Pazar

Kahvealtına Ağıt

 KAHVEALTINA AĞIT...


Sabahı öğleye bağlayan saatlerde ekmek, çay, zeytin, domates. Olursa kahvaltılık margarin, beyaz peynir, reçel. Şükürle başlanan, neredeyse katıksız yavan kahvaltı. Akşamları da çoğu zaman benzer çeşitli kahvaltıyla geçiştirilen bir öğün daha. Övgüye değer tekbaşınalık... 


Öğünenler öğünsün ama artık tüketilen bir ömrün, yokedilen bir canın ifadesi tüm zengin kahvaltılar. Daha ilk öğünde hafifliğin ve faşizmin ayak seslerinin simgesi. Genel kültüre sabah ilk yenilenden sonra kahve içme geleneğiyle giren  kahvealtı, artık ağıtlara garkolan kahvaltı kahırlanması. Etme bulursun, inleye inleye ölürsün nidası. Kahrolsun faşizm haykırışı... 


Milyonlara reva görülen bu resim, açık büfe kahvaltı, öğle, akşam yemeği ve yerli yabancı içki dahil bir gecelik odalarda, ultra mükafat olarak konaklayan ve konaklatan yavşaklara lanet olsun ayaklanması. Sabah, öğle ve ikindiyi geçiştirmek amaçlı ekmek, zeytin ve domatesten oluşan bu bereketli sofra, nursuz uğursuz gözü doymazların gözlerine dursun. Kirli kursakları tıkansın. Kahrolsun adaletsiz dünya ve haramileri...


Din iman kuvvetiyle havalanıp, haramı helalden varsayıp mütevazi gösterilen milyonluk gecelerde, açık büfe kahvaltı menülerine gömülenler, karnı doymayanın yumuşak karnı doymaz oburları, ağzı durmayanın orası da durmazları kahrolsun. Kahrolsun fundamentalizm...


Dokuz köyün yalancılarına, izli gizli yapılan edilenler duyulursa yanarız yangebezlerine dokuzlama kahvaltı menüsü...


Dokuz çeşit peynir; eski kaşar, ezine, tulum, süzme, örgü, köy, yeni kaşar, otlu, diyet peynir...  


Dokuz çeşit zeytin; siyah, sele, kırma, yeşil, çizik yeşil, biberli yeşil, siyah ve yeşil doğrama, salamura, zeytin ezmesi...


Dokuz çeşit reçel; gül yaprağı, portakal, vişne, böğürtlen, kayısı, çilek, dağ çileği, karadut, dut...


Döt sıkışınca dut yemiş bülbüllere dönen yanar dönerlere, dokuz karışımlı  bol yumurtalı menemen. Dokuzları şaşırtan arıbalı, süzme kaymak, tahin pekmez, sade pekmez, natural fındık ezmesi, kakaolu fındık ezmesi, çemen, patates kızartması, sarı patates salatası, közleme kapya, kemer patlıcan közlemesi, çökelekli biber dolması, biber kızartması, salam sucuk sosis çeşnisi, badem hıyar, dokuz çeşit yeşillik. Dokuz çeşit ekmek, dokuz çeşit çay. Ak süte dokuz çeşit piskövit. Serpme veya açık büfe ara sıcaklardan böreği, gözleme, bazlama, su, tepsi, tava, sigara, kanepe, dokuz çeşide tamamlayan Kürt böreği. Sahte cennet düzeniniz yıkılsın...  


Punduna getirip punla puanlananlara, devlet malı deniz donguzlarına, bal tutan parmağını yalar bedavacılarına doksan çeşit açık büfe veya doksan çeşit serpme kahvaltı düzeneği sunanlar da kahrolsun...


Topuna, tıkabasa tıkınırken küplerine gömdükleri tek kuruşun hesabını veremeyeceklere yazıklar olsun. Çayı geçerken bir bardak suda boğulsunlar. Her kahvaltıda lokmalar dizilsin boğazlarına. Kahvaltı sonrası közde kahveyi lüpletemeden tıpkı kalemlerini kırıp, Denizleri üç ayaklı sehpaya gönderen cani gibi canlarından olsunlar...


Pudra şekerine tapanları Göktanrı azameti çarpsın. Azaplara gazaplara gelsin bütün azanlar. Gazap üzümleri döksün azı dişlerini. Şatafatlı kahvaltı masalarında kopsunlar ruhlarından. Ruhsuzlar...


Sabahı öğleye bağlayan saatlerde kara toprağın kabul etmediği ruhsuz eklembacaklılar, beton mezarlara gömülsünler.


Ekmek, çay, zeytin ve domatesten mükellef kahvaltısı yarım kalanlara saygıyla...

16 Haziran 2021 Çarşamba

TARİH VE DEVLET

 TARİH VE DEVLET...


Tarihe emek yön verir, siyasal düşünceler destekler. Süreç içinde idealizmden materyalizme yöneliş, diyalektik yöntem ve bilinçle mutlaka gerçekleşir. Yani tarihi vareden felsefe, tarih felsefesi ve siyasal düşüncelerdir...


Ancak tarih emek yoğun bir gerçeklik olduğundan, tarih felsefesi daima statikocu tutum sergiler. Buna karşılık siyasal düşünce, devrimci bir potansiyele sahiptir. İşte bu iki temel olgu tarihsel ilerlemeye zemin oluşturur. Devlet ise tarihi ve düşünsel ortamı kaosa sürükleyerek, toplumları ideolojik aygıtlardan kopartarak, sindirir. Kendi çıkarları doğrultusunda resmi tarih tanımlamasına yol verir.


Devlet düşünsel derinlik barındırmayan tarihi, sürekli karmaşık pratiklerle tersine döndüren bir vaziyet üretir. Özellikle öze ve ürettiğine yabancılaşma egemenleşir. Gidişat doğru analiz edilmeyince de bir tarih sona erer hemen diğeri başlar. 


Açıkça ideolojileri yıkmaya çalışan devlet, klasik modeli sürdüremez ve tüm alanlarda oligarşik hakimiyete teslim olur. Yani tarih ile devlet ilişkisindeki çatışma, emekle ilmek ilmek dokunan tarihin hep devlet kontrolünde sergilenmesini getirir. Böylece entellektüel kesime bol malzeme çıkar. 


Çıkarsız tanımlamalar için tarihin akışına dönük eleştirel bakış açısı felsefeyi önceler. Başka girişimler tutmaz, felsefesiz tutarlı bir düşünsel akım da yaratılamaz... 


Tarih, karakteristik özellikler açısından bünyesine giren her türlü vasıflandırmalarla içten içe çatışır. Çünkü geleceğe ve geleneğe dayalı bir tarih anlayışını miras bırakmak derdindedir. Tarihsel travmaları veya vakaları düşüncelere göre değil de maddi nedenlere bağlayarak açıklamak ister. Temel gaye budur. İşte bu yüzden emek önemlidir, emek temelinde tarihin oluşturulması önemlidir...


Tarih kolay biçimlendirilemez ve değiştirilemez öğeleri de barındırmak zorundadır. Yoksa her devlet yeniden yapılanma sürecine girdiğinde bir başka tarih yazar. Kendi kendine yazdığına inanır ve inandırır. Böylece nice emek harcamışlar bir kalemde harcanır, kaleler yıkılır, tarihi hakimiyet teslimiyetçi politika izler. Salt düşünce bazlı derin etkiler gözetilmeden, yeniden harmanlanan tarih ise yönünü şaşırır yön şaşırtır. Ve tarihi yorumlarla aldanan kesimler, devlette vazgeçilmez olan köklü değişikliklere ya direnir veya onaylar. Çünkü doğru tarih yerine beynin arka hücrelerinde saklananlar yansıtılınca, devlet eliyle tarihi mirasa değişiklikler monte edilir. Ve tarihe dayanıksız anlamlar yükleme başta devlete yük, sonra tarihi yarınlara taşıyacak olanlara külfet oluşturur. 


Böylece belirgin kavram açmazı ve çıkmazındaki tarihi tutum hep aynı kalır. Ve zamanla emek heba olur ve siyasal devrimcilik, tarihin reddettiği aktivite olarak kayda geçer. 


Tarihsel kayba rağmen tarihe emek yoğun yön verenler ve siyasal düşünceleri devlet istese de istemese de asla unutulmaz...

14 Haziran 2021 Pazartesi

PANDEMİK BATIK, SERVET BATAK

 PANDEMİK BATIK, SERVET BATAK..

 

Pandemi vurduğundan beri, piyasalarda ılımlı, alımlı, olumlu ve çalımlı bir hava estirecek enstantane eksik. Noksan kapatacak küresel sermaye bile battı. Dışa bağımlı, sırf kapitalizme hizmet piyasaları tam çakıldı. Pandemik batık deryasında servet, ters akıntıya kapıldı artık iflah olmaz...


Ekonominin olmaz derecede kötü idaresine, umulmadık pandemik esinti de eklenince, kapitalist buhran pek farkındalık yaratmasa da herkesi çarptı...


Dünya endişeye kapılmasın diye üzeri örtülen ama dünya ölçeğinde gittikçe yayılan ekonomik kriz var. İşte o kriz hangi diyarlarda ne zaman hotlatılır, kimleri başa getirir, kimleri dara düşürür çok yakında görülür. O yüzden küresel sermayeye endeksli ekonominin işletildiği ülkelerde kasalarda, bankalarda, ceplerde ve yastık altındaki para sıfırlanıyor. Tam dibe vuruş senaryosu. Zaten yıllar içinde kur bazında paralar değersizleştirildi. Pandemi süreci ise elde kalan ne varsa yedi bitirdi. Çok daha beter günler kapıda...


Ekonomistlere göre paranın alım gücü mevcut iktidarın, kıyasıya eleştirerek iktidarı kaptığı günler öncesine geriledi. Pandemi öncesinde sos verdi ekonomi ama saklandı. Her açmazda  sol kesime mal edilen servet düşmanlığı çerçevesinde kamufle edildi. Oysa kişisel servetler yıllar içinde el değiştirdi, değiştirmeyenler eridikçe eridi. Resmen servet kaybı ve havadan servet kazanımı yaşandı. Derken pandemi vurdu dünyayı...

 

Özellikle yaklaşık iki yıldır izlenen kredi tarzlı pandemi geçiştirme politikası, karantina yasaklarıyla birleşince borç yükü arttıkça arttı. Piyasalarda olmayan istikrar hepten yerle bir oldu. Bu arada beşibiryerdeye yapılanlar ve diğer ucube ödemeler yüzünden tarihi memleket kazanımları bir gecede buharlaştı. Yanısıra özel kişisel servetler de pandemik buluta karıştı toz oldu. Pandemik batık geniş halk yığınlarını resmen katık derdine düşürdü.

 

Artık ekonomi rayında gidiyor demekle olmaz. Kısa veya uzun vadeli kredilerle pandemik süreci atlatma modeli tutmadı, borca tavan yaptırdı sadece. Bilhassa liranın döviz karşısındaki hezimeti mevcut borca artı borç ekledi. Günü kurtarmaya yönelik çaba, kurlardaki oynaklığa kurban gitti. Pandeminin pik yapmasıyla birlikte yetişkin başına düşen borç da pik yaptı. Sırf reye, reyise güvenmekle de olmaz.

 

Her buhran dönemlerinde olduğu gibi, pandemi sürecinin ve süreci yönetenlerin adamları servetine servet katarken, geri kalanlar zulasındaki üç beş ne varsa ayakta kalmaya boca etti. Pandemi ve pandemik krize rağmen mevcut gidişatın iyi olduğundan dem vuranlar ise açıktan bol derin götürenler oldu. 


Kapitalist düzenin can çekiştiği ve küresel ekonominin çöktüğü pandemik günlerde, emperyal güdümlü tedbirler dardakileri bir güzel uyuttu. Zaten büyük sermaye tarafından her dayatılana harfiyen eksiksiz uyanlar ve güruhuna, ekonomik kaos anlatılamaz. Pandemik batık izah edilemez. Onlar inadına veya softa sevabına her yanlışı ve dahi büyük günahları bile bilmezden görmezden gelirler. Kıt akılla kur artışını kar sayarlar. Ekonomik durumun vahametini pandemiye, tutmayınca dış mihraklara, haliyle Cehape zihniyetine bağlarlar. İlerisini gerisini hiç umursamazlar. 


Sihirli değnek değdiği için kısa dönemde servet yapanlar, devletle iş gördüklerinden pandemik süreçte servetine servet katanlar da öyle. Çember dışında kalanların servetleri eridikçe erirken, çember müdavimi kalıp devlet malı götürenler, can çıkar huy çıkmaz tayfası kanatlandı. Pandemi tedbirleri gereği kıtkanaat çalışan, pandemik süreçten daha fazla yara almadan yırtmak için çabalayan ve geçim derdine düşmüş canhıraş direnen fakir fukaranın durumu ortadayken hala küp doldurma derdindeliği. Tek dert uluslararası mahkemelere kayıtlanmış, usulsüz verilen sözlerin yerine getirilmesi. Ekmek derdindeki emekçiyi, garip gurabayı zerre düşünen yok.  Onlar zaten servete yasak, sermayeye uzak, zenginliğe düşman...


Salt sadakacısına sadakatle bağlı, bağdaki duacıya dağlı, kendi yurdunda mülteci, yalancı mutluluk seçkisinde yaşadıklarını sananlar sarmak sarmalamak kafi... 


Kaf dağının ardına kalan zenginler, en zenginler, multi zenginler bile pandemik batak ve ekonomik batıktan mutsuz ve gelecekten umutsuzlar.  Günden güne bozulan ekonomi ile başları dertte, servet artık yetmeyecek gibi çünkü günden güne yoksullaşıyorlar.


Pandemik pike rağmen hala akıl melekelerini zorlar biçimde vurdumduymazlık. Ekonomi dibe sürükleniyor, resmen batma eğiliminde, batak verenler zirve yapmış, servet bazında yoksullaşma ekonomiyi titretiyor, denizlerde hala kâğıttan gemiler. İşlerini yüzdüren, yüzsüzce sermayesini denkleyenler bağlasan durmaz, kaçan kaçana. İşte böyle bir atmosferde bilmem kaçıncı evrede, bilmem kaç oranda büyüyen ekonomi sallaması. Başka kanaldan sanal oyalamalar, zengin mengin ülke yalanları...

 

Bu yalan dünyada hiç kimseler serine servetine, malına mülküne güvenemez artık. Pandemi vurduğundan beri ekonomik veriler ve finansal göstergeler üfleme zenginliğe ve bir üflemelik servete işaret ediyor. Şimdilik kayırıldıklarından kalburüstü servet edinmişler ve en fakirler mesut bahtiyar. Diğerleri, zenginler, en zenginler veya durumu hallice olanlar ise mutsuz. Çünkü servet dağılımı tablosundaki yetkin ve yetişkin nüfus içinde zenginliğini en çok ve en çabuk kaybeden konumundalar. Son yıllarda millet ortaklı zenginlikler de iktidar fırsatçıları ve hükümet yancılarına geçti zaten. Ne kaldı ki elde, pandemide dahi devlet kendi zenginliğini koruyamadı. Ekonomi çarkını döndüremedi. Pandemik batıklar yüzünden ciddi bir darboğaz kapıyı çalarken külahına sindi. Yaşanacak ekonomik belirsizlik, devletin etkinlik hızının düştüğü kayıtsızca kamufle edildi.   


Bunca zehirli zaaf, ekonomik gerileme,  servet erozyonu, eridikçe erime, katı dengesizlik üstelik pandemik batak, pandemik batık sürecinde kamuflede bir yere kadar. 


Kafi artık...

13 Haziran 2021 Pazar

FUTBOL, ÜÇ DİREK ARASI GOL…

 

FUTBOL, ÜÇ DİREK ARASI GOL…

 

Futbol belleği diri, futbol mazisi derin olan ülkeler de bile pandemi vurduğundan beri top patlak, ağlar delik, yeşil çimen tarla ve futbol da ne yazık ki zevk vermez halde. Ana gaye olan üç direk arası gol bile eski tadında değil. Futbol emekçileri de sıkıştırılmış programdan usanmış ve gerçekten çok yorulmuş durumda. Ayrıca salgın zoru, pas geçilen futbol izleyicileri, tribünlerde olmayınca sektör maddi manevi bunalıma girdi. Bu yüzden seyircili Euro 2020’nin önemi bir kez daha arttı. Seyirciler de ağırdan eski rolüne soyunma havasında. Kendi paspas liglerinde rengini kaybeden, tatsızlaşan futbola el atma heyecanı, tribünleri yakında saracak gibi. Şimdilik feryadı figan kopmasa da turnuva süresince taraftarlar eski kıvamına gelir ve tribün hengamesi başlar. Temaşa güzelleşir...

 

Korona virüs baş belası olalı beri maça gidemeyen, tribünleri bırakalı yaklaşık iki yılı bulan seyirci, futbolu spor programlarından, maçları televizyonlardan çok yakından izlese de tadı bir yere kadar. Hep bir şeyler eksik kaldı. Turnuvaya katılımcı ülke futbolseverleri en başta tüm dünya futbolseverleri, dünyanın iyi bildiği konuların başında gelen futbola, futbolun büyük heyecana saygı derecesinde çok yakında ortak olurlar. Futbolun hakkını verirler.

 

Çünkü yıllar yılı siyasetin gölgesinde yaşananlar bu kez pandeminin etkisinde yaşanacak. Ve tökezleyen iktidarların yıllar yılı her alanda, özellikle özlemle beklenen turnuvalarla futbolu sihirli değnek gibi kullanmaları pek siyasilere kalmayacak. Gizliden istediklerine oynayarak, faşizmin ayak oyunlarından nasiplenerek, sacayağı tamamlayan ayak futbolunu bu kez pandemi kullanacak. Son iki yılda pandemi karşısında başta siyasi iktidarlar olmak üzere bir çuval inciri berbat edenler, pandemiye yenilenler bu kez pek pek prim yapamayacak. Turnuvadaki hiçbir maçı kazanamayacak. Bu kez futbol emekçileri sayesinde futbol kazanacak, milletler birbirinin rakibi değil, oyunu güzelleştirecek unsurlar, tek rakip pandemi…

 

Pandemi sonrası üç direk arası gol didişmesiyle futboldan şikeler, teşvikler, tehditler, kayırmacılık ve köşe dönmecilik vesaireyle kendi malıymış gibi nemalanmak isteyen iktidar ve iktidar yandaşları, yüz milyarlarca bütçesiyle baş döndüren futbol endüstrisinde kara para aklamamalı artık. Artık akıl, mantık, vicdan bir kenara bırakılarak futbolu ele geçirmek sonra iktidara yamanma girişimlerini dünya futbol alemi açıkça reddetmeli. Çünkü pandemi, futbol emekçilerinden futbol kapitalistlerine kadar hemen herkesi salgın enkazının altına sıkıştırdı. Çıkış şart. Altta kalanın canı çıkmaz belki ama enkaz kaldırma işlemleri daha çok sürer, kolay da olmaz.

 

Eğer Euro 2020’de futbol topu pinpon topu doğurmazsa, futbol kamuoyu futbolun geleceğine dönük birleşirse, çözüme dönük ciddi kararlar alırsa futbol enerjisi dünyayı sarar. Pandemiden çıkarılacak ders ile dünya futbolu prestij kaybetmez. Futbolseverler üzülmez. Milletler, ulusal veya mahalli taraftarlar, iktidar erkine güvenip renkler arası düşmanlık körükleyenlerin böl, parçala, yönet hesabını tersine çevirir.

 

Pandemiden çıkarılacak dersle yeniden yapılandırılacak sektör, diktatoryaların futbolu kullanmasını engeller, faşizan emellere kavuşmalar mazide kalır. Üç Fe tarih olur. Üç direk arası gol zevkine de yürek dayanmaz…

12 Haziran 2021 Cumartesi

TEK PAROLA KAZANMAK

 TEK PAROLA KAZANMAK


Euro 2020 açılışında bir kez daha yıllar yılı yüzleşilen, hiç umulmadık biçimde gelişen, usandıran bir oyunla aleyhimize hezimete yakın  bir skor gerçekleşti. Garip bir yenilgi aldı A Milli takım. Maçta üç gol vardı ve üç golü de bizim çocuklar attı denilebilir. Ama kendi kalesine...


Yenilen ilk golden sonra, moral çöktü, takım çöktü ve Ayyıldızlı Turkuazlar Gökmaviye direnemedi. Ne yazık ki sıfır sıfıra bağlanan bir ilk yarı sonrası umutlar tam tazelenecekken sanki akıllar soyunma odasında kaldı. İkinci yarı performans sıfırdı. Hiç varlık gösterilemedi ve kaçınılmaz son. Maçın görünür gerçeği, rakip olduğundan çok daha iyiydi, A milliler ise inanılmaz derecede kötü...


Öyle ki Gök maviler ilk yarıdan ders çıkardı, ikinci yarıda fiziksel dayanıklılık, tempo ve uyum dersi verdi. Kalite farkı ortaya koydu ve kilidi kırdı. Büyülü bir gece yaşattı milletine... 


Ayyıldızlı Turkuazlar ise derslerine gereğince çalışmış olsalar bile ayaklarını ve akıllarını büyülenmişçesine işletemediler. En azından bir beraberlik şansı vardı hovardaca şans tepildi.  Galibiyet hasreti, olur ya neden olmasın Wembley'deki finala kaldı...


A Millilerin bire bir teknik kapasitesi daha üstün olmasına karşın saha içi organizyonu yetersiz kalınca, rakibe maç boyunca üstünlük kurulamadı. Meşin yuvarlak, rakip yarı alana hızlı ve organize geçirilemedi. Üç top zor yapıldı. Oyalayıcı üçgenler kurulamadı. Oyun inisayitifi dakikalar geçtikçe tamamen rakibe geçti. Ne yazık ki beklenmedik bir atmosfer geliştiğinden olacak, bençten yanlış oyuncular sahaya sürüldü. Takımda belkemiği olabilecek ve asla çıkmayacaklar oyundan alındı. Böylece son yarım saat orta alan hepten zayıfladı. Teknik taktik, teori pratik resmen dip yaptı. Ve A Milliler unutulması güç bir gece yaşadı ve yaşattı.


Doksan dakika sonrası rakip baskı kurdu, inanılmaz pres yaptı, ileri çıkartmadı, zorunlu uzun çıkıldı, o da istenen düzeyde olmadı savunması yapılabilir. Kayıp geri gelmeyeceğine göre ne dense boş. Demek ki temel analizler kafadan yanlış yapıldı. Maçın rakip tarafından böyle oynanacağı başlama düdüğü öncesi belliydi. Bilinmez değildi. O halde maç defalarca  oynanmalı, ABC planları kurgulanmalıydı. Belki önleyici, kötü neticeyi halleden hamleler vardı ama hakkıyla sahaya yansıtılamadı. Son yarım saatte resmen pes denildi. Bitse de Bakü'ye geçsek tavrı egemen oldu. Ama denizi tıknefes, ağır yaralı  geçmişken, derede boğulmak da var. Futbol bu basit bir oyun ama top yuvarlak...


Şampiyonanın açılışında Ayyıldızlı Turkuazlarda kale düştü. Defans çöktü. A Milli Takım isim vermek yanlış olur, açık seçik taş çatlasa sekiz dokuz oyuncuyla sahaya dizilmiş izlenimi verdi. Ufukta ciddi rotasyon şart gibi görünüyor. 


Evet ilk karşılaşmada hayal edilenler gerçekleşmemiş olabilir. Negatif etkiden tezelden kurtulmak ve bu maçı geride bırakmak lazım. Unutulmamalı ki biten sezonda Avrupa liglerini kasıp kavuran, A Milli Takımı üstün başarılarla buraya getiren de bu oyuncular. Güven çok önemli, onlara karşılıksız destek hiç eksilmeden devam ettirilmeli. Ancak böylece etkisiz, çekingen, silik, çaresiz ruh yapısından çıkılıp, asıl rakipler olan iki maça kazanmak parolasıyla çıkılır.


Tek parola korakor mücadele ve kazanmak...

11 Haziran 2021 Cuma

FUTBOL SALGINI VE FUTBOLİZM...

FUTBOL SALGINI VE FUTBOLİZM...


Euro 2020, deyim yerindeyse futbol salgını, korona virüs yüzünden bir yıl gecikmeli olarak 11 Haziran'da start alıyor. Pandemi tırmanınca, ertelenen turnuva, zor koşullara karşın, baştan sona korakor karşılaşmalarla bir aylığına dünyayı cezbedecek yine.  Şampiyona 60 yılına özel bir formatta 11 ülkenin 13 şehrindeki stadyumlarda sürecek ve Wembley'deki finalle bitecek. Bu 16. Şampiyonaya katılan 24 takımdan biri de A Milli Takım. Açılış maçını Roma Olimpiyat'ta ev sahiplerinden biri olan Gökmavilerle yapacak. Ayyıldızlı Turkuazlar turnuvayı başlatacak... 


A Milli Takım maçlar tarihinde Gökmavililere hiç galip gelememiş. Milliler için tarihe geçmek adına çok iyi bir fırsat bu maç. Dört yılda bir zar zor yakalanan, dünyanın peşinden sürüklendiği bu maceraya iyi bir başlangıç yapmanın yolu resmen bu maçı kazanmaktan geçiyor. Diğer sonuçlar bocalatır hatta tökezletir.


Turkuazlar için tek dezavantaj rakibin üç yıldan beri hiç yenilmemiş olması ve rahatlığı. Ayrıca Gökmavilerin güçlü takım olmaktan çok, yıldızsız takım oyunu oynaması ve savunma hattını iyi dizayn etmesi öne çıkan olumlu yanları. Ancak ofans yönü zayıf bir takım. Bir başka gerçeklik ise hatırı sayılır ülkelerle maç oynamadan bu turnuvaya gelmiş olmaları. Yani güçlü rakiplerle karşılaşmadan şampiyonaya katılım hakkı kazanmış bir takım Gökmaviler. Elbette futbol sanayisi üst seviyede olan  ülkelerden olduğu yadsınamaz. Ama salt buna bağlanarak puan ve skor avantajı elde edebileceği düşünülemez. O yüzden Gökmaviler hiç de gözde büyütülmemeli... 


Kim ne derse desin Ayyıldızlı Turkuazlar, Gökmavilerden her açıdan daha üstün ve daha iyi bir takım. Bir kere A Milli Takım gerçekten çok güçlü ülkeleri yıktıktan sonra turnuvaya girmeye hak kazandı. Saygın bir takım, organize bir takım olma vasfını, futbolda dünya devlerinden sayılan ülkeleri içeride dışarıda yenerek sağladı. Teknik özelliklerini, fiziksel dayanıklılıkla birleştiren ve her maça özgü, özgün taktik geliştiren A Milliler, 27 maçtır yenilmeyen Gökmavileri sahadan silebilecek kabiliyette ve kuvvette. Lazım olan özgüvene de sahip. Takımda eksik yok fazlası var.


Bir kere kale imrenilesi derecede emin ellerde. Stoperler taş gibi sağlam, dünya starı olma yarışında. Sağ sol savunmacılar kemik gibi sert ve dinamik. Orta alan virtüözler ve yılmaz savaşçılar topluluğu. Hücum bölgesi üst düzey deneyim ile görünmez gerçeklik ayarlı ciddi iş görecek, sağlı sollu bindirmeler yapacak kilitaçarlarla dolu. Muhteşem bir jenerasyon yakalanmış, otoritelere göre şampiyonanın en genç ama en iyi takımı olunmuş. Daha ne olsun?


Olsun varsın rakip her ne kadar onda on yaparak gelmişse de gelmiş. Geleceği varsa göreceği de var. İlk sınavda zor takımlara karşı umulmadık maçlar çıkaran, zoru kolay eyleyen bir takımla yüzleşecek. A Milli Takım turnuvanın ilk düdüğüyle beraber bu maçtan en azından bir beraberlik çıkarabilecek yeterlilikte. Üç puan neden olmasın? Olur elbette. Olsun...


Bunun için hamasi nutuklar atmaya hiç gerek yok. Arkamızda bize güç veren 80 milyon var, onların hissiyatı ve duaları ile müsabakaya çıkıyoruz mutlaka söylenir ve de söylensin, zararı yok. Doğalı da bu ayrıca. Ama maç sahada kazanılır. 


Maça çıkılacak ve zemini kuşatan, eşit parselleyen, sendelemeleri gideren ABC planları mutlaka olacak. Maç kurgusu eksiksiz ve elden gelenin bir tık üzerinde bir bir işleyecek, maça asılınacak, oyun disiplini ve programından zerre kopmadan, fair play ölçüsünde, dürüstlükten sapmadan evet 80 milyonluk heyecanla maç kazanılacak. Turkuazlar tur kapısını aralayacak. Teknik taktik analizler yetkililerin ve uzmanların uhdesinde kalsın. Durum özetle bu, beklenti açıkça budur. 


Ayrıca bu açılış maçını yaklaşık 400 milyon futbolsever izleyecek. Daha ne olsun. Önü, anı ve arkası en az üç saatliğine Ayyıldızlı Turkuazlar her türlü neticeye rağmen kaç eve konuk olacak. Yetmez mi? Yeter diyenlerde hatrımız kalır.


Artık yetmez, vakti zamanı gelmedi mi daha? Ayyıldızlı Turkuazlar bu Gökmavileri mutlaka yenmeli. Yenmek zorundalar. Euro 2020 açılışındaki A milli Takımın galibiyeti dünya haber ajanslarında son dakika olarak çalkalanmalı. Özellikle son yıllarda dünya futboluna angarya gelen milli takım imajı, hiç de öyle değilmiş babında cilalanmalı. Memleketi en iyi şekilde temsil etmek işte böyle olur. Milliler meslekdaşlarına tur bindirmeli. Yoksa çıkılır her zamanki gibi iyi niyetle çalışır didinir haysiyetli bir yenilgi daha alınır. Turnuva bu, yol uzun denir oysa kalan iki maçtır, mesele diğer maçlara  bakacağıza bağlanır. Göz görürü ama diller bağlanır kimseler de bir şey diyemez. Peki turnuva ertesinde kimin kimsenin adı anılır mı? anılmaz. Sonra yıllar öncenin dünya üçüncülüğüyle övünmeye, kaçan fırsatlar için dövünmeye devam edilir. Neden bu maç kazanılıp da tarihe geçilmesin? Neden Avrupa şampiyonu olunmasın? İşte bu maç bu gerçekleşmesi muhtemel temennilerin gerçekleşmesi adına mihenk taşı...


Pandemi rötarlı 2021 yılı ortasına sarkan Euro 2020'nin 13 şehirde cereyan edecek tüm maçlarının önüne geçer, 13'te sıfır çekilen Gökmavileri hem de turnuvanın ilk maçında devirmek. Futbolda Devrim gibi bir şey olur bu yürekleri Ayyıldızlı Turkuazlarla atacak 80 milyon adına. Ayrıca bu ilk maçı izleyecek 400 milyonun en az yarısının ve dahi fazlasının yüreklerinin A Milliler için atacağı da muhakkak. Bu açık destek de unutulmamalı... 


Haydi Ayyıldızlı Turkuazlar, futbolizme tek maçlık unutulmaz bir katkı ve devamı için. Yen de gel. Wembley için...

10 Haziran 2021 Perşembe

VARLIK VE DEVLET

 VARLIK VE DEVLET


Her devirde kitleleri kütle kütle körleştiren, dinler ve kültlerdir. Bunların yoğunluklu varlığı küçük büyük dünyaları mutlaka harabeye döndürür. Hatta an meselesidir yıkım. Yani açlık her an için kapıdadır. Bu katı körleşmeye ağırlıklı olarak feodal orijinli ananeler de kuvvetli destek sunar. Bu orjinal ortamda önce duygular körelir, sonra din iman aşkına her kötücül durum görmezden gelinir. Geniş kitlelere külte külte açlık ihale edilir, bana mısın denilmez... 


Kusurları körleme müdafaalarla örten, sırf desinler ölçekli, görsünler örnekli mevcuda vasıta olmaktan ileri gidemeyen blinding inançlılar silsilesi yaratılır. Hükmediciler resmen kitleleri esir alır. Ve hükümranlık zor el değiştirir...


İnsan beynine ve gündelik yaşama direkt etkisi yadsınamaz bu dini kültleşme ortada ne kültür bırakır ne de moral değer. Çünkü fantastik gölgeler dahili ve harici kuvvet olarak, samimi inançlara tesir eder. Böylece aksettirilen semavi manzara bulanıklaşır. Kabilesel, kavimsel mukayeselerle muhakeme yeteneği de yok edilir. Dinsel prensipler, tüm yaşamsal alanlara kayar. Din ve kültü, her türlü toplumcu plan ve projelere karışır. Totemci klanlardan beri bu körleme dinsel anlayış işletilir. Dinsel işgüzarlık köleleştirmeye araç olur, vahşi sömürüyü kolaylaştırır...


Dinlerde kitlesel ve kolektivist nüveler aranmak elbette yanlıştır ancak mezhepsel bazda eylemsellikler, kitlesellik ve kolektivizm içerebilir. Salt sömürüye dayalı, dinsel devlet anlayışına baş kaldırılar gözlemlenebilir. Bu çıkışların dayanak noktası ise mülkiyet fazlasının, aşırıya kaçan zenginleşmenin, tüketilemez boyutlarda birikimin, geniş kitlelere sahip dinlerde yer almayışıdır. Kabul görmeyişidir. Varlık ve varlık çoğaltmanın reddedilişinin dinlerde kayıtlanmış ve asla meşru görülmeyen bir husus olduğudur. 


Bu dinsel olguya karşın kitleleri, kitlesel manada varlık körlüğüne iten, varlık edinme hırsını yücelten de ne yazık ki dinler ve kültleridir. Varlıklı olmak, sürdürülen bozuk düzende şahsi çıkarları korumak ve şahsım varlığını artırmak lüksü kazandırdığından devlet de, ister dini ister modern görünümlü devlet olsun, bu dinci iktisadi vuguna körleşir. Hatta körü körüne mevcut sistemin varlığının devamı için sermayeye hizmet etme noktasında, dinden rol çalar hale gelir. 


Kütlesel çerçevede yaşamı kuşatan dinler ve kültler inanç, idrak ve duyum karartmalı dinsel icatlar  icra ederken bir yandan da korku, şiddet ve ceza üçgeninde, mevcut varlığın kabullenilmesini sağlar. Hiç değilse bir müddet daha şiarıyla, dinsel ve devletsel erkin hissedilmesine destek aranır. 


Oysa varlık ve darlık arasına sıkıştırılmış kitleler, pelteleştirilmiş beyinler

kütlesel körleştirmelerle,  büyük devlet, boş hayal ve ayarsız avuntu tuzağına çekilir. Hayal satılarak, geçici yöntemlerle giderilen açlık saçılarak uyuşukluk artırılır. Asla dinle alakası olmayan kültlerle yol bulmaya, zemin hazırlanır. 


Hal ve gidiş böyle olunca ayarsız arızalara varlık dayanmaz. İlliyet ve zihniyet bozukluğu tüm kıymetlerin hatta devlet varlıklarının da ziyan edilmesine kapı aralar. Dinler, kültler ve örf anane destekli körleme yönetiş tarzı, ucube yönetiliş tarzını kanırtır. Din ve kültlerini yalandan baştacı edenler, mutlaka iptidai yöntemlerle varlık savaşına girişeceğinden kaybeden taraf daima geniş kitleler olur. Kütle kütle yıkım baş gösterir. Lafta fedakarlık ve kaypak cesaret ortaklığı, insani duygu ve kutlu inancı ikinci plana iterek, varlık kargaşasından en yüksek payı kapma telaşına düşer. İstim üzerinde ip kopar.. 


İşte bu varlık düşkünlüğü, dinsel ve kütlesel körlükle buluştuğunda, devlet malı deniz olur. Varlığa darlık olmaz, darlığa varlık dayanmaz. Devlet resmen çöker...

9 Haziran 2021 Çarşamba

HAYAT, ALBEYAZ BENEKLİ

 HAYAT, ALBEYAZ BENEKLİ...


Sıkı dur, bir gün mutlaka bedenindeki beyaz beneklerden öpecek hayat. Kızaran yüzünü, kararan gözünü, ayrıntılara boğulan gözü karalığını pırıltılarla donatacak. Aklına bulaşan yanılgıların yanağından, hiç tedavisiz yaralarından ve nazlı dudağından en candan öpecek. Canan dünya ötesi hazla yeniden doğacaksın. Özlem bulutu öpüşlerle geçecek yüreğine tüneyen tüm acılar. Ve ey hayat sen nelere kadirsin diyeceksin...


Denize açık tahta iskelede sabitlenip, tahtalı köye varış hikayene içlenirken, usulcacık, yumuşacık kendine geleceksin. Olan biteni dalga boyu izleyen deniz, sen ne kıymetlisin şavkıyla sarılacak al beyaz benekli bedenine. Sıcacık durulacaksın.


Dur duraksız aklını güneşe serdiğin günlerde başın dönecek, sinirlerin uyuşacak. Ama soğuk tuzlu bir ıslaklık avuçlarında delirtecek bezgin duygularını. Azgın esintiler baygın düşüncelerini diriltecek. Sır sayıp belleğinde taşıdıklarını tarihi yarımadaya savuracak ıssız meltemler. Yakamozlar mozolesinde enkazından doğacaksın bir kez daha. Yanıbaşında çoktan bitmiş düşler, azınlık kıvamında azametle yenileneceksin. Karşıyaka'dan süzülen ne idüğü belirsiz sünepe ışıklar değerlendirecek yalnızlığını. Sadakasız, sadakatsiz yoz dönüşler altınsarısı kumları karartır ve ipek kumsalı kirletirken, işte hayat alyeşil arınacaksın. 


Ölüler kentini kuranlara, gecenin kusursuzluğunda bir kez olsun yardım etmişliğin vardır muhakkak. Sıkı sarıl küçük kristal taşlara. Hayatın kara kalem resmi kazınan bedenine. Bedeninin her zerresini doyuran deniz suyu damlacıklarının haykırışını duy. Hikayende ismini cismini gizlediklerinle duygularını bir kenara koy ve yüzleş. İnsana has duyarlıkla hayatın ikiyüzünü de gördüğünde, hayatın kitabını okuduğunda elbette öldüm sanacaksın. Hele sabah alacası camını tıkladığında, canını verdin izlenimine kapılacaksın. Oysa yaşıyorsun al beneklerde sıkı dur...


Ölüler kentidir adı ama öyle bir canlıdır ki, her uzvuyla hazırdır hayat örgüsü. Hayat döngüsü, kara toprak serpili örtüyü sıyır hemen çünkü kiminle değil salt kendinle ilerleyeceksin. Geleceği az buçuk kestirdikten sonra, kırmızının en koyusuna adayacaksın ten rengini. Kadılar, kadırgalar, kargalar susacak ve dostane denizle cilveleşecek hayat. Deniz tüm çirkinlikleri kusacak kıyılara ve her gergin inleyiş güneşin batış rengiyle buluşacak. Ahenkle kuşatacak beynini, ölmeye gör ve sonsuza yaşa terapisi ve tin rengine kavuşacaksın. 


Bir kere ölmüşlüğünü, bin kere doğumla yıkayıp tebessümle taş lahite saklayacaksın. Al benekli benliğini, bin kere doğanlar limanından hırçın dalgalara salacaksın. Töresiz törensiz, özensiz, öylesine. Ağaç nazarlıklara uyuyan resmini kazıyıp, asacaksın boynuna madalyon gibi. Hayat boyu uyanık kalma tılsımı olarak kaynaşacaksın...


Beyaz benekli hayat aklına her düşen de  koynundaki hazineyi öpeceksin. Ağaç muskanda güneş yanığı tenli özel hislerin. Ölüler kentinin mimarisine taş üstüne taş koyanların azmiyle rengarenk gökkuşağına boyayacaksın kentin surlarını. Kırmızı ipe serdiğin kızıl güllerle bezeyeceksin benliğini. Nar gözlü hayat bacaklarındaki al beneklerden beyaz kelebekler gibi öpecek. Hayat kızarmış gözlerinden. Köpük köpük dalgalar bitmeyecek hazla harlanan hikayeni hatasıyla günahıyla kentin ölümsüzlüğüne gömecek. Sonsuzluk her gün silbaştan parmaklarının ucunda titreyecek, dilinin ucunda delirecek.


Hissettiklerin ölçüsünde bedenin rahatlayacak. Rahatın kaçacak belki aklın aktarımları durduğunda. Damarda durmayacak kan aktığında ise düşman değil dost arayışında olacaksın. Elbette çok yanlışlar var düşünce kurgusunu bozan, ahenk bozuldukça düşleri kurcalayan, hayatı karartan. Ömürden sayılanları, varı yoğu üst üste koyduğunda, hayatı zehir eden beyin oyalaması, beden aldatmacası yoklayacak al benekleri. O yüzden sıkı durmak lazım hayata. Al benekler basınca bedenini anında bembeyaz bir sayfa açacaksın arşın merkezine.


Ölüler kentini kuşatanlara inat, göğsünün sol yanında hesabı sorulacak bir hikaye barındıracaksın daima. Dahası çıplak, çırılçıplak koylarda akla dolanan dalkavuk çemberini öyle kıracaksın. Yanan ateşe köpüren cezvelerin taşkısı ve bir fincanlık telve hatırına kopkoyu yarınlara inançla süzüleceksin. 


Matemci martılar çığlık çığlığa bedenindeki al beyaz benekleri öperken, zihnin deniz mavisi öksürecek ve buzdan kılıç kesileceksin. Seni sırtlayan ölüler kentinde sırt üstü uzanıp hayatını maviliklere süreceksin... 


Sürgünlerde düş ötesi tanrıkent diyarına doğacaksın. Hayat bedenindeki beyaz benekleri öptükçe, belleğin alyeşil naturana kavuşacaksın...

8 Haziran 2021 Salı

KORONAVİRÜS DAYILANMASI

 KORONA VİRÜS DAYILANMASI...


İzolesi ihalesi, ötesi berisi, aşısı aşkısı, ilerisi gerisi, töresi hörelenmesi besbelli ama hem şirinler dünyasında, hemde koyunlar aleminde hala sürüyor koronavirüs dayılanması. Tavansız tabansız hayvanat diyarında resmen yozboz ayı dayılanması. Koronavirüs destekli pandemi ayıklanması...


Eli kulağında toplumsal ayaklanmalar, ekonomik sıfırlanmalar, sosyal patlamalar, siyasal kargaşaların. Dahası sırasıyla kapıda her biri. Boz yoz ayılar diyarında, sırf kayış tabanların yalanmasıyla geçen karakış uykusundan uyanıldığında umumi tarzın ifşası aşikare. Uyandırana hakaret, ayılaşanların soyuna sopuna bereket. Sonrası kıyağı kaçağı, ucu bucağı, sanı sancağı felakete açık fütürsuz hareket. Filan feşmekan sapağında delibal teknesine ihanet. Ayakta uyutmak, ayan beyan ocağında saflıkla uyuttuğunu sanmak, topu sanrı marifetiyle karacehalet...


Varlığı darlığı virüssel icabet, kazara isabet. Aymazlıkla yaşananların ve dahi yaşanacakların, değer saymazlıkla yaşatılanların telafisi yok, affı hiç yok ama keskin hatta kefaret ve adalet ötelemesi. Öyle ki illası ilavesi, ifadesi ihalesi, izmi izolesi yakın çekim çekilenler. Çekinilenler durdukça, ömürlük bilançoda zarar ziyan hanesine yazılanlar çoğaldıkça, sır ölümler sırlı hastalıktan kayıplar koronavirüs davasına bağlanır. Sıradanlaşan ayılanma, adileşen dayılanma, sıradışı hastalıklardan hayatını kaybedenlere eklemlenmedir... 


Ekabir portalında pandemik misket öyle bir yuvarlanır ki anlık tereddüt, kısıtlı müddet bocalama ve yaşanan felaket, kambur tabansız ayıyı kibre bular. Bulaşı kalibresi ibretlik hiddet mayalar. Yalandan ibadet ve softa gelenek adetli tabansız ayıcık, kibrit alevi aklıyla hiç hakkı olmayana oyalanır. Kaş yapayım derken göz çıkarmak babında gözden ırak kuytulukta balevine sızar. Karazifir kaskatı yüreği hiç sızlamaz. Çeyrek akılla, çarpıklığa isyanla doğan yedi belayı hiç tınmaz. Kahır kapasiteli karantinayı kayda değer kılmaz. Mavimermer zeminde moloz deldirten davaya dalanır. Dolanır durur delibaldan yalanır ama akıllanmaz. Yalakaca yalağa yamanır. Yaman çelişki çeşnisi, ayılmayan ayı dayılanması hısım ayartır, hasım çoğaltır. Bu akıl almaz aldırmazlık asla aklanamaz...


Ayarı bozulan işin işareti işten değil, alameti içten değildir sadece içten pazarlıktır. Kontrollü pazar ortamında korsan ayılar karakıştan çıkma yoz açlıkla, koronavirüs çıkmazında çıbanbaşı saygısızlığa belenir. Beynamazca benlik ayıbı, baştan kayba yeltenir. Gideri sahte giderli, giden ağam gelen paşama rahmet, hayırsız ayılar acı baldan zehirlenir. Bir zahmet bundan sonrası uykular kaçıran, illaki takibat ve ilahi adalettir... 


Tam ayılmadan evvel, ayıvari dayıvari kaykılmalar, kaypaklıkla düpedüz asalet sektirmesidir. Artısı askıya delalet, eksisi astarı yüzü kör cehalettir. Eşiti sağlaması tebasız tabansız  terbiyesiz ayılık. Tavansız alemde şanlı şöhretli uyku dönemlerini taban yalayarak geçirmenin dışa vurumudur. Eksik beslenme, yalandan euzübesmele, kurumsal beslemeliktir. 


Bir fazlası fatihaya ne hacet, hürmeten öyle bilekler bilenir ki, koronavirüsvari ayılanmaya, ayısal dayılanmaya çelik mezar kazılır. Hiç lüzumsuz  kirlenmenin sorumluları kirli pandacıkların eninde sonunda sorgulanacağına hükmeder. Akılsızlığa kapılanmaya akıl sır ermez ama er geç utanmazlıkla zehirden zehir kusanlar, tehlikeli maceraya mecralanmalar eceline susamışlıkla doğal yaşamdan ayıklanır. Burnu kaf dağındaki ayıcıklar, mitolojik tanrılar ve baldan tatlı tanrıçalara heveslenmenin ebedi düşmanlık bildirisini mühürlemek olduğunu geç de olsa ayırdeder. Ay karaya çalındığında konfor budalası pikleşmeler ve dibe çakılmalar, koftiden zalimken kafiruna kafeslenmeye ayarlanır.


İzolesi izahatı, izanı mezanı, ötesi berisi belli, doğanı kartalı, koçu doçu, ilerisi gerisi besbelli sadece vakti zamanı meçhul arşa kilitlenmedir akla işleyen. Arşa uzanan hakikatı yargılamak, meçhule giden koronavirüs aymazlığından bir nebze kurtulmaktır. Kuytu köşe ayan bayan aynasızlaşan tabansız ayılar, fiyakalı fiiliyat işgüzarlığını, mecburi ameliyata dek gevşeyerek sürdürür. Sürgün, mevsimler boyu taban yalamanın tabansızlığına denktir. Dengesizce doğanın kanunlarını hiçe saymanın, bal peteğini kirli patilerle iç etmenin, pandemiyi fırsat bilmenin ayıbında tabii ki nice kayıplar yatar. 


Nasılsa zaman yatar kalkar, pandemi tezgahında ayılmalar, bayılmalar, ayılanmalar, dayılanmalar dahası tabansız ayı kılığında ekabir tayfasından farzedilmeler, çakma tayflı köryılanlık para etmez. Ve saatli bomba patlar vakti saati geldiğinde. Metelik etmez koronavirüs tabansızları, ayı dayılanması müsveddeleri, savaş zamanı gelip çattığında, pat diye karşılaşacağı, karşılaştığında apışıp kalacağı yedi belaya bulaşır. Yoz boz ayılara aşı, başı, yaşı kar etmez, yaptıkları yeter karaçukuru boylamaya, timsah gözyaşlarıyla yalvarmalar yetmez... 


Tavansız tebasız, yedi katlı dünya, alemlerden alem bir olsa, asla aklanamaz ayılık ve çok ayıp kaçan dayılanmalar darağacına sığmaz. Sıkılmadan ayıp, kayıp, sayıp düşünülmeden insanlıktan cayıp bal şeker günleri cayır cayır yakan dar görüşlülük, görüş mesafesinden çok uzağa itilir. Kızak kaydırılır ihanet tekler. Tek sahip göz teması civarında cilvelenen beter ölümlü dünyadır. Dünyalık batağında körkaranlığa bulaşmanın, yoz bulaşıya yanaşmanın, bozuk düzenle kaynaşmanın bedeli bir kalemde boş kale tutsaklığıdır...


Kale içinden arsızlığın dikalası resmen koronavirüs istilası, boz yoz ayı tezgahında jet hızıyla yayılmadır. Zirveden düşüş başlar, küresel dünyanın gayet net batışı, griden zifiri karanlığa farklı tonlarda bulanma gerçekleşir. Mide bulandıran neyin masal neyin yasal, neyin kaçak neyin yasak olduğudur. Issızlığa karıştırılan ama zamanla bilinmeyenlerin öğrenilecek olduğu temel gerçeği vakti zamanı gelince yol şaşırtan ruhsal irkilmedir. Bal tutan parmağını yalar ruhsatına ruhsatsız etiketidir. Ayı dayı tanıma hikayesi ve kış uykularını kaçıracak, acı günler mübadelesiyle asla rahat geçmeyecek, dünyada bundan sonra her şey değişecek halleriyle halleşmedir... 


Asla helalleşme barındırmayan meseleye, tabansız ayıgillerin kaçak bal arayışı, helal olmayan  bal araklayışı, haramzade vasfıyla eşik döşek harlanışına kesilecek faturadır. Ayılanma ve dayılanmanın kursağında ağır suç, aradan kaç bahar geçse unutulmayacak restleşmedir. Rezil yakın temasın cenderesinde, ayıcıl aşkla balayına çıkma anından en sona her şey, her şeyden bir haber sanılanların iznine tabidir. İzin dizin bitince nasılsa kalakalmışlık halleriyle hayat donacaktır... 


Don vurunca keyfiyet tavrı, tabansız ayı dayılığı buzdan kalıplara dolar ve kurşun geceler dile gelir. Gelip geçen gerçeklerle aklın duvarı öpüşünce de kıyamet kafadan kopar. Ertelenen kaygı sarmalı ecel öncesi, sonsuz uykuya dalmaya ramak kala, bal teknesine daldırılan yüzü morartır. Hele moral değerleri yıkmak neymiş geç de olsa  öğrenilir, öğretilir...


Ve en nihayetinde tebasız tabansız ayı, dosta düşmana hiç yapılmaması gerekenleri, arsızca yapıp ettikten sonra aval aval tabanları yağlayıp kaçma neymiş görür. Yerli yersiz yalakalıkla, insanlık yaşıyla aynı tabuları tapulamanın, tabanlar yalamanın ve ihanete bel bağlamanın hesabını bir bir verir. Kalpler kırmanın, kırık kalpazanlığın bedelini tek tek öder. Tabansız ayı gücü kıçkurtarmaya yetmez. Balayı modunda yaftalanan safbal mahremiyete koronavirüs olup bulaşmanın bedeli mutlak ödetilir. Kırmızının kızılında, ödenecek diyet boyundurunduğunda ömür boyu kıvranılır. Ayıların önce aklı bulanır sonra tüm bedeni karıncalanır. Ve pikçi virüse dipçi virüs bulaşır, koronavirüs dip yapar...


Karınca kaderince bal köpüğüne düşmanlığın, memnu bal küpüne düşmenin hezimeti mutlaka yaşanır. Muhakeme cazibeli olsa da hiç bir pazarlık kabul edilmez. Pazar ola, hesaplar ters döner. Fatura ardıardına kesilir. Ve kuruşu kuruşuna ödenir. Ödetilir...


Öyle bir gün gelir ki, kabına sığmaz bir doğan, bir post avcısı tabansız ayıyı, tabanlarından ve balı kirleten küçük dilinden kurşun kalemle vurur. Vurgun ve ötesinde akıllarda kalan ise virüs ayılanması, tabansız ayı dayılanması ve pandemi ayıklaması olur... 


Ve şirinler dünyasında veya koyunlar aleminde koronavirüs ayılanması en bitmez göründüğü an, yozboz ayı dayılanması hiç bitmez zannedildiği an oldu bittiye gelir, kaşla göz arası biter...

7 Haziran 2021 Pazartesi

LGS AYIBI, İSTİKBAL KAYIBI...

 LGS AYIBI, İSTİKBAL KAYIBI..


Bir LGS daha bu kez silindir gibi ezen bir liseye geçiş sınavı geçti. Ateş topu ocağa düşmeden, mahalleyi vuran yangının boyutu anlaşılamıyormuş meğer. Tam milyon civarında çocuk üç buçuk saate yakın kan-ter alınteri döktü yine. Yüz yüze eğitimin yapılmadığı üç sömestri sonunda yüz yüze sınav garabetiyle yüzleştiler. Yaşamlarının ilk ciddi sınavında çarpık sistemin gerçek yüzüyle karşılaştılar. Kendi çaplarında boğuştular istikballeri uğruna. Helal olsun her bir yavruya. Hak gaspını utanmazca bir ileriye taşıyan sözde istikrar kayığındakilere de haram olsun...


Bu LGS'de pandemiden ötürü haliyle az biraz kolay beklenen sorular yerine özellikle matematikte çocukların bilgi dağarcığının epeyce üstünde kazık sorular soruldu diyen otoriteler çoğunlukta. Sıfır emeğe saygı ve sıfır eksi empatiyle hazırlanmış soru kitapçıklarının sıralara konulduğuna hükmedenler de. Peki niçin bu kadar zordu sınav? Zorluğun altında yatan acabalar yine birilerine bir şekilde kolaylık aktarımları mı? Keza bir türlü ele geçirilemeyen köklü liselerin LGS de çıkacak soruları hatimlemişlere devri mi niyet? Hep karşı devrim mi hala akıllarda yatan...


Bu LGS ayıbının ve gelecek kaybının baş sorumluları kimler ise tarihe mutlaka hesap verecekler. Tıpkı Fe tipi eğitim tarzının gün gelip sıfırlanması ve hesabının dürülmesi gibi... 


E tipi eğitim sürecinde sınav bu denilip geçilemeyecek türden tüm soruların paragraflarla, uzun paragraflar içine saklanmış alengirli yaklaşımlarla sınava giren kuzucukların zamanını çaldığı, dakikalarını boşa harcadığı bir LGS silindiri planlanmış. Elbette süre yetmez hiçbirine hatta bilecek olsalar dahi yetişemezler bir sonrakine. Menzile dizilmiş kepazece bozulmuş Türkçe ile hazırlanmış kazık sorular ve her soruya boca edilmiş ahenksizlik. Resmen ayıp etti LGS cinleri. 


Bari çocuklara kadar inmeyecek, indirilmeyecek olsaydı kutuplaşma ve kamplaşma...


Korku inparatorluğuna karşın zorun zoru bir LGS garabeti yaşandığına az çok vurgu var. Hem de 2 yılını pandemi yüzünden online harcamış öğrenci yığınları ve çaresiz ebeveynleri LGS ile harcandılar sanki saptaması yapanlar da. Bir garip uzaktan eğitim dönemi sonrası ayıba kayıp ulaması diyenler de. Sorarlar adam olana ne verdiniz de ne istiyorsunuz. Çok ala öğrettiniz de gerçek sonuç için mi böyle zor ve acımasızca sorguluyorsunuz sekizleri çıkışları da... 


Çok değil belki 2023'e yetişmez ama sonraki ilk fırsatta lise çağında harcanan bu milyonlar yaşadıkları acının hesabını bir güzel sorarlar. Ebeveynleri embesillikten kurtulamamış hala şükredip dursalarda bir güzel sorarlar...


Evet çok ayıp ettiniz LGS hazırlıkçıları ve dahi hazırcılar hızar gibi biçtiniz melekleri. Unutulması zor bir LGS sayenizde tarihe geçti. Ya puanlaması işte orası da muamma. Yaklaşık üç beş yıldır aynı puanı alanların yüzdelik oranları düştükçe düştü veya yükseldikçe yükseldi. Görünen o ki bu sınav sonrası 400 puanın ilk çeyreğine ulaşanlar %2 lik dilime girecek gibi. Mutlaka sınavlı kabul eden bir liseye de geçerler. Ya diğerleri LGS mağduru yığınlar, pis siyasal oyunlardan dolayı paylarına kayıp 2 yılın peşine 4 yıl daha düşecek sabiiler. Nasıl bir eğitim millileşmesidir bu, çok yazık sesleri de duyuluyor içten içe...


Bu LGS ileride çok konuşulacak bir LGS olacak gibi çünkü beklentilerin çok ötesinde çocuklar üzerinden hain bir kazma vuruldu memleket geleceğine. İstikbal ısrarla tırpanlandı. Sanki salt kendi bebelerinin geleceği için milyonlar her zamanki gibi yine hiçe sayıldı. Hiç vicdana sığar mı yaşamlarındaki ilk ciddi sınavda yavruları böylesine vahşice dökmek. sırf dökmek için matematiksel varyasyonlarla örselemek, sınavı baştan sonra zorlaştırmak sitemleri gökkubbeye baki kaldı. 


Evet 2 yıldır sıfır eğitimin reva görüldüğü sekizlere, 20 matematik sorusundan 4-5 kolay veya vasat soru. İnanılmaz derecede tam 15 adet kazık veya çok kazık kafadan eleme sorusu. Bu LGS ayıbını sınav diye dayatanlar, milyonluk LGS katılımcısı öğrencilerin ve ailelerinin canlarına okudu resmen. Ateş düştüğü yeri yaktı.


Ey LGS ayıpçıları, diyara civara bu LGS ayıbını yaşatanlar, bilesiniz can tende ölesi değil...

6 Haziran 2021 Pazar

BOĞAZLAR VE KANALLAR

 BOĞAZLAR VE KANALLAR


Memleket açısından denizlerin ve boğazların önemi, ticaret serbestisi sunması ve uluslararası ticaretin vazgeçilmezi olmasından öte askeridir. Mesele sadece alışveriş tankerlerinin gelip geçme kolaylığını sağlamak veya mani olmak değil dünya ile Asya arasındaki uygarlık ilişkisi ve toprak paylaşımı ütopyalarıdır...


Bunca stratejik önemine karşın bu gizli ütopyalara kullanılacak kanallar yarmak hevesi ise siyasal basiretsizliğin açık timsalidir. Ve bir gün denizler boğazlardan içeri, enginden kıyılara din, tin dinlemeyen hinliği ve kaba inadı ve de tüm pislikleri gerisin geri kusar...


Bu yüzden boğazların korunması ve denizlerin önemsenmesi şarttır. Bu şartı gerçeklemek memleket açısından en ciddi konudur. Unutulmaması gereken nokta Ege'den Marmara'ya, Marmara'dan Karadeniz'e açılan iki boğazın her savaşın, hatta Dünya Savaşı'nın bile sonucunu kesinleştirecek ve gidişatı değiştirecek konumda olmasıdır. Konunun bir başka boyutu ise en tehlikeli sivil, askeri geçişlerin merkezi olmasıdır. Boğazların gireni ki giremez ve çıkanı ki asla çıkamaz çünkü uygun yerlere konuşlandırılmış sıradan dövücü toplarla kolayca girenden çıkandan kolayca hesap sorulur ve ceza kesilir coğrafik yapısıdır. Boğazlar kendi coğrafyasını kendisi korur. Hatta öyle şaşalı donanmalara da gereksinim yoktur. İllaki en baba donanmalar dahi denizin dibini boylar. 


Hal böyleyken ve de beynelmilel yasayla savaşçı geçişlerin önü tamamen kesilmişken, başta kanal hevesleriyle ileride dövünüp durulacak müttefik girişimlerine kazma vurmak müptezelliktir. Belki de uluslararası hukuk nezdinde sonuçta yasayı delmek olasılığı sağlayacak her tür girişim asla memleket sevdasıyla bağdaşmaz. 


Çok önemlidir boğazlar hele ki İstanbul'u tehdit edenlerin ve hala gözü olan dünya devlerinin tek derdi Karadeniz'i cirit atacakları aragöl haline getirmek olunca boğazlardaki mukavemeti bertaraf etmek için çabalarlar. Kafkaslardan Doğu Avrupa'ya hatta Tuna boylarına emperyal irtibatı güncellemek en başta boğazlara bağlıdır. Başka hiçbir kanala gerek kalmadan tek kanaldan memleketi Anadolu'ya hapsetmek, dünya egemenliği yarışı yapanların ekmeğine yağ sürer. İç denizler mantığı çemberinden çıkıp, Cebelitarık ötesine rahatlıkla taşmak boğazlardan serbest girişe ve rahat geçişe bağlıdır. Denizlerin okyanuslara taşınmasıyla istilayı, emperyal yayılmacılığı eski kıtadan başlatmak, en iyi limanları ele geçirmek suretiyle Karadeniz, Marmara, Ege, Akdeniz üzerinden kapalı sınırları aşmak ve genişletmek boğazlara bağlıdır. Doğuda ve batıda sınırlar yeniden çizilirken işgal ve ilhak başlangıcı olabilecek, deniz suyu kaldıran türden yakınlaşmalar boğazlardan başlar. Kendine tabileri ve tabii kalacakların cenaze namazını kılmak için yolu kolaylaştırmak boğazların ele geçirilmesine bağlıdır. 


Yüzyıllardır özlemlenen slav imparatorluğu veya anglosakson krallığını gerçekleştirilecek şekilde ayak oyunları diremek bizim olan boğazlardan geçer. Emperyalist sömürü çarkının dönmesi resmen boğazlara bağlıdır. İşte bu denli önemli olan ve daha binlerce gizli niyet ve de hain kin barındıran emperyalist dünyada çok önemlidir boğazlar..  


Hiç başka kanaldan laf çevirmeye gerek yok yüz yıl önceki ilk işgal düşünün boğaz geçilmez inançlılığıyla nereden püskürtüldüğü tarihle sabittir. İstila girişiminin öncesinde hangi boğazlar ve denizlerin savaşa girilmesine neden olduğu bellidir. Ablukacı emperyalist kalıntıların nereden denize döküldüğüne kafa yormaya ise hiç gerek yok ismi cismi besbellidir. Asla unutulmamalı ki bu denizler ve boğazlar, bu memleketin hakimiyetinde oldukça hiçbir sıcak savaş kaybedilmez. O yüzden anlamsız kanaldan, emparyalist fanatiklere ve panslavistlere heyecan aşılamaya hiç gerek yok. Memleket egemenliğini tehlikeye düşürecek kanaldan operasyonlara hiç gerek yok... 


İşte bu hiç gereksiz sanal-kanal cinliğe direnmek başlı başına memleket sevdasıdır. Memleket sevdası arsız savaş tehditlerine karşı durmaktır. Bağımsızlığı olduğu şekliyle de olsa ilelebet korumaktır. Emperyalist istila projelerine asla göz yummamaktır. Emperyalizmin karlı ve kanlı tezgahlarına enerjik biçimde mukavemet göstermektir...


Memleket açısından ticari önem arz etsede savaşçı bir millet olarak  iki denize kanal vurmanın olası bir savaşta başa hangi dertleri açabileceği, boğaza büyük lokmalar dizilmeden önce eniboyu muhakeme edilmelidir. 


Aksi halde binbirgece masalları biter ve açılan kanallar tıkanır. Denizler an gelir mahvoluşlarına  sebep aman dilemeyen imansızlığı, boğazlara ihaneti ve boğazına kadar pisliğe batmışlığı gerisingeri kusar...

4 Haziran 2021 Cuma

BURJUVAZİ VE DEVLET

 BURJUVAZİ VE DEVLET


Toplumlar tarihi, özünde sınıf mücadeleleri tarihidir. Tarih boyu ezen ve ezilen perspektifinde kavga aralıksız süregelmiştir. Bu bağlamda yaşama geçen toplumsal mücadele pratiği devrimci formda yeniden kuruluşu ya da sınıfların beraberce yok oluşunu getirmiştir. Dönemsel itkiyle feodaliteden burjuvazi fışkırmış ve daima var olmuştur. Ayrıca burjuvazi, sınıf çelişkisini basitleştirmesiyle proleteryayı da yaratmıştır. Bu doğurganlık gereği ortaçağdan bu yana bu iki sınıf aynı devlet yapısında karşıtlığını devam ettirerek ayakta kalmıştır...


Sanayi devrimi ile birlikte burjuvazi çağdaş bir norma evrilmiştir. Sanayi, dünya pazarını yaratmış ve pazar sanayiyi, denizciliği, ticareti, keşifleri ve sömürüyü yaygınlaştırmıştır. Böylece burjuvazi iyice gelişmiş, siyasal gücü de eline geçirmiştir. Şehir cumhuriyetlerinden büyük krallıklara kadar etkin rol üstlenmiştir. En nihayetinde sanayide devrim neticesinde, dünya pazarının aktifleşmesiyle birlikte burjuvazi siyasi hakimiyeti temsili devlet profilinde tek başına ele geçirmiştir. 


İşte bu kronoloji üzere burjuvazi üretim araçlarını, üretim ilişkilerini ve bütün toplumsal ilişkileri dönemine uygun dizayn etmiştir. Dünya pazarının sömürücü gücünü arkasına alarak salt üretim ve tüketime dönük kozmopolit toplum karakteri yaratmıştır. Toplumlar görüntüde medeniyet içine çekilirken özün de uzak yakın diyarlarda emek sömürüsü ve artık değer yoluyla ezilen işçi sınıfı üzerinden kendini vazgeçilmez kılmıştır. Serbest rekabetçi podyumda sosyal ve ekonomik düzen, burjuvazinin tekelinde yerleştirilmiş ve siyasi hakimiyet kukla devletlerle büyük sermayenin güdümüne girmiştir. Ancak burjuvazi geliştiği oranda proleterya da gelişmiş, çağdaş norma erişmiştir. Mücadeleyi ebedi kılan da budur.


Burjuvazi ve yerli burjuvazi veya işbirlikçileri kurdukları hiyerarşiyle oligarşiye hizmeti kendi çıkarlarına uygun bulduklarından poleterya devamlı ezilmiştir. Kapitalizmin baş düşmanı ve de aynı zamanda sanayi neferi görülerek, onlardan hem en üst düzeyde yararlanılmış hem de en acımasız biçimde harcanmıştır. Çünkü burjuvazi, çıkarlarına ters düşenler, sanayinin gelişmesinden pay isteyenler artınca dünya burjuvaları ile dirsek temasına geçmiştir. Zaten var olan sıkı ilişkiler yoğunlaştırılmıştır. Hatta devlet desteği biçiminde hamlelerle, ilerici ve devrimci unsurlar hep geri püskürtülmüştür. 


Burjuvazi ile çatışan sınıflar bazında proleterya devrimci bir sınıftır, öncü kuvvettir. Diğerleri bir şekilde safa çekilebilir. Diğer sınıfların zaman içinde kendi kendilerine çürüyeceği de bellidir. Tek diri kalacak proleterya olacağından, bu çağdaş kölelik türlü daleverelerle sürdürülmek istenir. Aksi halde burjuvazinin hakimiyeti ve varlığı tehlikeye düşecektir. Kaçınılmaz son burjuvazinin yıkılışı, proleteryanın zaferi bir anda gerçekleşebilir. İşte bu sebeplerle toplumlar tarihinde her temsili devlet burjuvaziye hizmet için kurgulanmıştır. Devlet burjuvazinin çıkarına çomak sokanlar için pusuya yatar. Ağır yaptırımlar ve cezalar uygulamaktan hiç çekinmez. Üreten güçler üzerine şiddet oranı yüksek baskı kurar. Burjuvazinin varlığını koruması ve hakimiyetini artırması için sermaye teşekkülü ve sermayenin büyütülmesi için şartlı şartsız destekler sunar. 


Sonuç itibarıyle aile hayatından başlanarak dil, din, hukuk, ahlak, milli karakter hemen her şey burjuvazinin çıkarlarına göre konumlandırılır. Ve devlet tüm bunları toplumlara hissettirmeden bozmayı görevden sayar. Çünkü burjuvazi ve devlet, burjuvazi devletlerinde asla sınır tanımaz. 


Ama sınırsız ve sonsuz tanımlama şudur; Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Asıl olan millettir...

3 Haziran 2021 Perşembe

PROLETERYA VE DEVLET

 PROLETERYA VE DEVLET


Gelişen dünyayla birlikte gelişen yeni üretim biçimleri ve yöntemleri, sanayi neferlerinin geçim kavgasında giderek proleterleşmesini getirmiştir. Tüm sınıflardan kapitalist rekabet mağdurları proleteryanın oluşumuna olmasa da güçlenmesine katkı vermiştir. Ve proleterler çeşitli gelişme aşamalarından sonra dünyanın belli bölgelerinde diktatöryasını ilan edecek ve temel yaşam pratiğini belli süre sürdürecek denli güç devşirmişler, dünyayı değiştirmişlerdir...


Şimdilik tarihe karışmış bir statü olarak görülsede değişen dünya tutarsızca salt yüksek kara kenetlendiğinden, proletaryayı zorla diriltme modunda ilerliyor. Siyasal ödevlerinden ve hedeflerinden kopmuş proleteryanın üretime yönetilmesinin karşılığı da günden güne tırpanlanıyor. Yani emek sömürüsü artarak devam ettirildiğinden tarihsel deneyimleri sıcak proletaryanın yeniden siyasallaşması olası görünüyor... 


Kapitalizmin önleyemediği ekonomik buhranların peş peşe sıralanması, yaşam koşullarının gittikçe ağırlaşması, istikrarın kaybedilmesi her an baş kaldırmaya hazır proleteryayı tekrar siyasal sistem içine çekebilir. Dünyanın bir yerlerinde tek tük çatışma ve ayaklanmalarla başlayacak devrimsel süreç tüm dünyaya tekrardan hızla yayılabilir. Zafer işçilerindir sloganı yeniden yaygınlaşabilir. Yok olmaz diyen paralı asker dil bazlar; özgür yurttaş ve köle, patrisyen ve pleb, derebeyi ve serf, lonca ustası ve kalfa, efendi ve amele, burjuvazi ve proleteryayı çok iyi bilir. Yani ezen ezilen ortamında sürekli gelişen aşamalardan sonra gelen devrimci yeniden kuruluşları ve toptan mahvoluşları mutlaka bilir. Bilir ama sermayenin uşakları olmak hasebiyle bu hassasiyet hep görmezden gelinir. Dinsel dürtüler, karışık program, karmaşık mevki planlamaları ve yandaş paylaşımlarla bu gelişim yavaşlatılır.


Topunun tek derdi vardır, proleteryanın burjuvazi eliyle kurulan temsili devletlere karşı kazanacağı zaferi engellemek. Çünkü bu zafer kısa süreli olsa da sonuçta kapitalizmde açılan gediktir. Bu gediklerin apayrı coğrafyalarda aynı karakteri taşıyarak peşi sıra açılmasıyla sınıf mücadeleleri siyasal mücadeleye evrilir, proleterya siyasi parti olarak örgütlenerek ve kitlesel kazanımlarını devletleştirebilir. İşte korkulan budur. Çünkü proletarya ultra gelişmiş sanayinin özel ve asli varlığıdır. Diğer katmanlar, dışarda kalanlar ve burjuvaziyle mücadele etmek zorundalığı hisseden tüm değişken sınıfsal unsurlar tutucudur. Hatta gericidir. Tek gayeleri tarihi tersine, gerisingeri döndürmektir. Onlar bir şekilde safa çekilebilir, hizaya sokulabilir. Bu yüzden burjuvazi için en tehlikeli sınıf sadece proleteryadır...


Bu nedenle temsili devletler, sözde demokrasi modeliyle özellikle proletaryanın mücadele alanını kısıtlar, geniş alanakları burjuvazinin emrine sunar. Çünkü tarihteki örnekleri itibariyle her bir proleter devrimci eylem, azınlık hareketi olmaktan uzak, muhteşem çoğunlukları harekete geçiren, radikal devrim içeren,  bilinçli ve bağımsız çıkıştır. Hatta kendi burjuvazisiyle hesaplaşmaktan ve kapitalizmle kapışmaktan hiç çekinmez. Ve hatta millet çapında bir başkaldırı mücadelesini örgütler. Öyle ki emperyalizme asla boyun eğmez.


Diğer yandan proletaryanın gelişmesi demek evrensel evrelerin tarihe kazıdığı gibi içten içe sürgiden iç savaşları bitireceği, bu savaşımın devrime dönüşerek burjuvaziyi zor yolla da olsa alt ettiği veya alt edeceğidir. Bu gerçek vahşi kapitalizme hizmet eden, burjuvazinin güdümündeki temsili devleti her an rahatsız eder. Bir gün mutlaka yıkılabileceği endişesiyle tüm devlet olanakları proleteryanın üzerine sürülür. İşte bu nedenlerle proletarya diktatörlüğü görevini tamamlamıştır, bir dönemdir ve denenmiş geçip gitmiştir edebiyatından hiç vazgeçilmez. Çünkü korku dağları bekler. 


Proleterya ve devlet, büyük sermaye, yerli burjuvazi ve kapitalizm işbirlikçilerinin gizli tezgahları ve akıl almaz oyunlarıyla pek karşı karşıya getirilmez. Meseleler senede bir günle ayyuka çıkarılır ertesinde travma atlatılmaya çalışılır. Bunun için sarı ışıklı sendikal enstrümanlar sıklıkla kullanılır. Tepede uzlaşı boyutunda suni denge kurulmaya çalışılır.


Son çare resmen temsili devlet politikalarıyla uzun yılların kazanımlarının ve maddi manevi değerlerin içi boşaltılır. Hatta proleteryayı zayıflatacak üretmeden tüket formülünün devreye sokulması dahi denenir. 


Bunca deneme, deneme yanılma, aldanma ve aldatma yeter mi? Yetmez. Gün olur proleterya ayaklanır. Vay ki onların haline...

1 Haziran 2021 Salı

Deniz Derya, Sandal Küçük...


 

KAPİTALİZM VE DEVLET...

 KAPİTALİZM VE DEVLET...


Dünya tanrısı para olanların kurduğu sistemdir kapitalizm. Kutsal mahiyette pratik ihtiyaç, kişisel çıkar temelinde ibadet eder ve punduna getirip kurumsallaşır. Kıyasıya yayılmalarla da devletleşir. Kapitalist dünya emperyalist politikalarla girdiği her karış toprağa kapitalist devlet örneğini dayatır. Kastını kusursuz kurgular ve düzenini kurar... 


Tanrıyı paraya değişenlerin bayağı, ırkçı ölçülerde nefret körükleyen dinsel ögelerle kapitalizmi savunması ile birlikte zamanla ortak değerler buharlaşır. Mevcut devletler yok olacak bir sürece taşınır. İster bağımlı ister bağımsız olsun tüm devletler bu taşkında ezilir veya bereketlenir. Yani kapitalizm ve devlet olgusu birbiriyle örtüşen ideallerle ve yüksek egoizmle toplumları hizaya sokmaya çalışır. Tüccar finansçılar milliyeti para olanları ağına düşürerek siyasal açıdan kıskaca alır. Milli devlet olmayı lüks olarak lanse eder. Kapitalizme kayılır.


Emperyal krizler ve baskılarla anca kapitalizm baş eder inancı çürümesine karşın egemen güçlerin yeni devlet anlayışı transferiyle birlikte milli devletler sırayla yıkılır. Veya esas temellerinden koparılarak zayıflatılır. Dolayısıyla üstesinden gelemediği sorunlar biriktikçe birikir. Kapitalizm vahşileşerek daha da acımasızlaşarak kurulu devlet formatlarıyla oynanmasını salık verir. Bu sarsıcı telkine salakça uyanlar kısa zamanda, kapitalizme direnenler ise uzun vadede çöker ve çökertilir. 


Asla çökmeyecek veya çöküntünün altında kalmayacaklar, enkaza dönüşmeyeceklar kapitalizme karşı sosyalizm, kapitalist devlete karşı sosyalist devlet alternatifini savunanlar ile şahsına özgü devlet mantığıyla her karış toprağına kolektivist sistemi başarıyla uygulayanlardır. Sonuçta kapitalizmin, kapitalist dayatmanın her biçimiyle kurguladığı devletler mutlaka tarihe gömülür.


Kapitalizm tanrısının buyruğu altına giren ve kendine uydurma tarih yazarak, gelmiş geçmişler içinde salt kendilerinin tarih yazdığı zannına kapılanlar dramatik sona yaklaşır. Yaklaştıkça da para dininin altında kalır. Çünkü milli bilinci çalınmış, dini inancı para tanrısına transfer edilmiş Her devlet kapitalizmi başkaldırmadıkça karşı başkaldırıların istilasına uğrar. İsyan geciktikçe tılsım bozulur ve halkların afyonu patlar. O zaman fantastik manevralar hiçbir işe yaramaz ve dünya tanrısı para olan kapitalistler ağır yenilgiler alır.


Elbette tüm yeryüzünün kapitalizmden kolay kolay kopmayacağını bilmek gerekir. Bir anda değişim olmayacağını da anlamak. İşte bu yüzden kapitalist devlet formundan ivedilikle uzaklaşmak şarttır. Ancak uzaklaşma çabasına girişen devletleri kapitalizm madden yoksullaştırır. Manen bozar. Açmaza düşen devletler milletini ruhen yalnızlaştırır. Bu yaman çelişkiler tuzağı, emperyal düşler görenlerin kapitalizmin oyuncağına dönüşmeye koşaradım yaklaştırır.


O yüzden dünya tanrısının yani salt paranın geçerliği çerçevesinde kurulan kapitalizm dinini, açıkça reddetmek dünya kuralı olmalıdır. Kusurlu kurgu devlet anlayışı da resmen reddedilmelidir. 


Bunun için yegane usulde bellidir...