31 Mayıs 2021 Pazartesi

ÜRETİM VE DEVLET

 ÜRETİM VE DEVLET


Üretimde başlangıç noktası bireyseldir. Üretim; tüketim dağıtım ve değişimle birlikte dolaşım kabiliyeti kazanarak toplumsallaşır. Yani üretim kabiliyeti tüketimle eş zamanlı olmasa da daima aynı anda kazanılır. Çünkü dirlik, dizginsiz hırsızlarla sağlanamaz. Aklı bürümüş sakıncalı düşlerle de birlik olunamaz. O nedenle her çeşit tüketim özünde kendi fiziksel varlığını üretir...


Başka bir deyişle tüketim yoksa üretim, üretim yoksa tüketimde yoktur. Bir diğeri olmaz ise yaşamın hiçbir anlamı kalmaz. Zaten üretim, tüketim için materyal ve nesneleri sağlar. Nesnesiz tüketim, tüketim olmaz. Felsefik özü itibariyle üretim, tüketimi yaratır. Ayrıca üretim sadece nesne üretmez aynı zamanda tüketim tarzı ve normlarını da üretir. Sonuçta üretim tüketiciyi de üretir.


Üretilenin dağıtımı ve paylaşımı yalnız ürün bazlı da değildir. Üretimsel sistematiği öyle görmek basit ve çok yüzeysel bir yaklaşım olur. Derin manada dağıtım, paylaşım tarzını da örgütler yani faiz ve kar dağıtım mekanizmasıyla oluşur. 


Böylesi bir dağıtım tarzının kabulü ise sermayeyi gerekli kılar. Üretim araçlarını ve kimin elinde bulunacağını, dağıtım ilişkileri ve dağıtım tarzını da üretim yapısı belirler. Dolaşım, ürünün el değiştirmesinin belli bir anında gerçekleşen eylemdir. Öz olarak üretimle belirlenen dağıtım ve tüketim arasında mübadele aracıları yaratır. Amaç aracısı olmayan nesnel bir dağıtım kanalının oluşturulmasıdır ama ne yazık ki bu asla gerçekleşmez.


Gerçek üretim gereksinimler için materyal, materyaller için gereksinim sağlayan bir süreçtir. Üretim salt kendi sürecini değil diğer süreçleri de en başından nihai tüketime dek etkiler. Süreç sil baştan yeniden başlamak için daima üretmek zorundadır. Yani üretim organik bir bütünlüktür. Devlet işte tüm bu işleyişi sosyal konumlara ve yasalara uygun olarak planlar ve denetler. Hatta üreticinin payına, tüketicinin ne kadar tüketeceğine dahi devlet karar verir... 


Bu belirgin ama zıtlıklarda barındıran üretim modeli, belli tarihsel dönemlerde anlaşılmaz derecede bozulur. Gelişme ve gerilemeye dönük belli safhalarda, evrensel koşulların çok uzağına düşülür. Böylece mülkiyet bağlamında arsız durumlar oluşur. Elbette mülk, üretimin belirleyici unsurudur. Üretimin olmayacağını veya yeterli olmadığını mülkiyetin olmadığına bağlamak ise yersiz kanıdır. Yani üretim sahip olmaktır, ürünü elde etmekse yaşamsal standart sağlamaktır.


İşte devlet burada etkin biçimde devreye girer. Çünkü üretim araçları olmadan üretim mümkün değildir. Burada ki asıl mesele üretim araçları zorunlu ise bunlara kimin hakim olduğu ve olacağıdır. Ancak kapitalistin ve sermayedarın bilgi ve isteği dışında adım atılmaması, dünya var edildiğinden beri ayni güzergahta gidişi devlet zaafıdır. Bu nedenle tüm üretim ve tüketim safhaları üretenin aleyhine gelişir ve devlet daima seyirci kalır. 


Üretimde sonuç noktası ise üretilene toplumsal yabancılaşmadır. Yabancılaşma bir kez başlayınca, üretim geriler ve devlet yapısıda bozulur. 


Böylece bozuk düzen edebiyatı, edebiyat olmaktan çıkar güncel hayata damgasını vurur. Yani üretimin sonuç noktası acı ama gerçek toplumsaldır...

30 Mayıs 2021 Pazar

MİLLET VE DEVLET

 MİLLET VE DEVLET...


Millet sınıf sınıf, tabaka tabaka, katman katmandır. Devletin varlık nedeni milleti kategorileştiren bu unsurlardır. Dahası çok parçalı bu unsurların birbiriyle çatışmalarıdır. Devlet organları, devletin varlığının devamı için Platondan beri bu çatışma alanlarını kıyasıya genişletir ve çatışmaya ortam hazırlar. Oysa devlet ezelden ebede var olmayacak olgudur. Yeryüzünde hala devlet ve devlet erkini tanımayan, devletten bir haber toplumlar mevcuttur. Yani millet ve devlet ayrılmaz bir ikili değildir, birbirlerini bütünledikleri varsayımı da gerçeği yansıtmaz. Çünkü çoğunlukla millet başka, devlet başka işler...


Millet ve devletin biraraya veya karşı karşıya geldiği yaşamın her evresinde, milletin sınıflara ayrılması söz konusudur. Devlet işte tam bu noktada zorunlu bir mekanizma olarak devreye sokulur. Siyasal açıdan milleti aktif biçimde ayrı kutuplara hapsetme,  devlet eliyle tarafgirlik gerçekleşir. Resmi ifadeyle millet, devlet sayesinde kaynaşır veya ayrışır...


Gerçekte devlet milleti değil, millet devleti ayakta tutar. Ancak devlet, milleti koruma kollama bahanesiyle erki eline geçirdiği an itibariyle kolluk güçleri kurar. Ama başta kendini sonra mevcut toplum yapısını, çıkarcı düzeni, çarpık sistemi korur. Yetinmez hukuki kurumlarıyla salt kendini savunur. Manasız ve dayanaksız yaptıklarını da peşisıra çıkardığı kanunlarla mazur gösterir. Bu muzır döngü, millet ve devlet paralelinde millete metazori kabul ettirilir. Çünkü devletlerin tümü çağdışı veya çağdaş burjuvazinin ürünüdür. Bu temel özellik her fırsatta millete yansıtılır ve kara yalanlarla devletin millete egemen hali saklanır. Veya özgür millet, özgür devlet ikilemiyle

milletin kayıtsız şartsız egemenliği biçimlenir. Gerçi devlet egemen irade konusuna pek aldırmaz görünür. Çünkü milletin yaşam şeklini, egemen güçlerin çıkarları doğrultusunda ve sahiplik mertebesinde nasılsa kısıtlar veya bazen serbest kılar. Bu hakkı kendinde hak görür, milletin yasalara uyması, uymayanların başta ceza yollu uydurulması ile de sözde sorunları halleder...


Milletin, devletçe üretilen bilince uyma zorunluluğu ise bambaşka dertler yaratan bir konudur. Bu resmi bilinci reddetmek, ortak bilinç olarak kabul etmemek bizzat devlet düşmanlığı olarak görülür ve en ağır yaptırımlar sıraya konur. Oysa kaçınılmaz olan milletin sürekli değişimi arzulamasıdır. Bu gerçeklik ya unutularak veya yok sayılarak salt devletin varlığını sürdürmesi adına millet devamlı baskı altında tutulur. Çıkış yolu ideolojilerin maddi belirleyiciliği de tırpanlanır. 


Özellikle milletin geleceği için mücadele edilen her dönem, her dönüm noktasında yeni yönelişlerin önü devlet tarafından şiddetle kesilir. Radikal önlemler alınır. Devlet hayal kırıklığı yaratacak hukuk gasplarıyla hatta yaşamsal felsefelerle cebelleşerek sırf kendi bekasına çalışır. Milletin bekası unutulur. Devletin bekası öncelenir. Bu yanlış oyalanmaya karşı çıkanlar ise ötelenir. Ölüm derecesinde ötekileştirilir. 


Böylece millet ve devlet büyük bir kopuş yaşar. Millet kendi derdine, devlet kendi derdine düşer. İşte bu karşılıklı ve ağır kusurlu çatışma yanlış bölümlenmeleri de beraberinde getirir. Dogmatizme yenik düşen, bilimsel düşünce dünyasını kafadan reddeden bir millet ve devlet yapısı olgunlaşır. Hal böyle olunca her sosyal sıkışmada millet devlet el ele nutukları atılır. Hatta en acı ve vahim siyasal vakalarda dahi millet sağolsun, devlete zeval gelmesin duasına amin edilir. Oysa millet ve devlet kapsamında yaşanan çelişkiler en somut ifadeyle bütünlenmeye ve bağımsızlığa ulaşmaya engeldir. Zaten millet, iç ve dış unsurların yüksek perdeden tehditleri ve olumsuz yönlendirmeleriyle uzlaşmaz boyutta katılaşır ve kamplaştırılır. Böylece devleti var eden sınıf, tabaka, katman, direk, orta direk ne varsa zamanla tarihe gömülür..  


Millet ve devlet çerçevesinde egemen güçler ve büyük sermayenin işi de, işine gelen de resmen budur. Tarihe gömme...

27 Mayıs 2021 Perşembe

DİN VE DEVLET

 DİN VE DEVLET...


Felsefe gerçek dünya, din sanal dünya bilgeliğidir. Politika ve devlet sorunlarını din, bilgiye dayanmayan ve kendisiyle çelişen türden önermelerle düzenler. Bir diğer açıdan din devleti kendi ilkelerine bağlı kaldığından, farklı din ve mezheplere eşit vatandaşlık ortamı yaratamaz. İşte bu yüzden din devletinde dışlananlar, dinden kaçarak başta insan hakları olmak üzere tüm beklentilerini felsefeyle karşılamaya çalışırlar. Aklı öteleyen ve dinden yararlanmaya çalışanların her tavrı tutarsızlıktır. Bilimi rehber edinenler ise tutkuyla felsefeye bağlanır...


Devletin ruhu olmalıdır, dini değil saptamasının dayanağı hiç bir dini veya dine dayalı devlet, gerçek devlet olamaz gerçeğidir. Ancak kilise, camii vesaire devleti olabilir açılımıdır. Zaten tüm dinsel kurumlar halkla ilişkilerini salt iman ve kör inanç üzerinden kurar. Böylece politikayı düzenleyen dinsel kurumların emrinde olanlar ve din temsilcisi olanlar daima yüce bir lider arayışındadır. Bu kez katmanlar dini otorite yerine otoritenin dinine yönlenir. Güçlü bir dini organizasyondan yoksun mezhepler zaten devlette asla etkili olamazlar. Böylece demokrasiden de kopulur.


Modern devletler dini politikanın emrine sunarak, dinin otoriteye açık desteğini alırlar. Temel tez açıktır ve testlerle din ve devlet kaynaştırılır. Öyle ki; "Her türlü otoriteye boyun eğin çünkü her otorite Tanrıdan gelir" çıkarsaması kabullenilir. Oysa öğrenilmesi gereken otorite sağlanması değil, kurulan otoritenin kime hizmet ettiğidir. Eninde sonunda şöyle bir noktaya varılır ki zamanla dinin genel ruhu yok edilir ve varedilen korkuyla din birilerine aitmiş gibi kullanılır. İşte bu açıkça dinsizliktir. Dünyevi küstahlıktır.


Dik çarpanlarıyla genişleyen çok çarpanlı bir düzenektir din. Gerçek üzüntü ve isyanın dışavurumudur veya herşey bir yana her türlü isyana protestodur. Yani din ezilen insanın iç ezgisi, kalpsiz dünyanın sıcaklığı, ruhsuz toplumsal koşulların ruhudur. Öz olarak din "halkın afyonudur" aldatıcı mutluluktur. Bu politize edilmiş duruma gerçekçi sol bakış açısı ise dini ortadan kaldırmak yani politikayı gerçek mutluluklar üzerine yeniden dizayn etmek olmalıdır.


Ayrıca dinsel eleştiriler dinin aylasıdır. Gözyaşı vadisinde zincirlenenlerin zincirlerine dadanan ve süsleyen hayal çiçekleridir. Süslü veya süssüz umudu eriten zincirleri kıran, yeni zincirler yerine insanoğluna yakışanı vasıflandıran dinsel eleştirilerdir. İnsan kendi çevresinde dönmediği sürece, çevresinde dönen aldatıcı bir güneşe sığınır ve din ile ısındığını ısıttığını farz eder. Oysa devleti ellerine geçirenlerin dayattığı bir yanılsamadır dincilik. Biçimlenen ve biçimlendirilen kurgu, kutsalı var etmek için kendi özüne yabancılaşan dini organizasyonların ortaya koyduğudur. Din temelinde yapılandırılan devlet ise insanı tarihin hem öznesi hem nesnesi yapar. Akıl ve bilimden uzaklaşan, teknolojiyi kullanırken şaşkın, üretirken ürettiğine yabancı olan uyarlama bir nesildir uygun görülen. Din-bilim çatışması çerçevesinde hapsedilişin amacı ise kilise, camii vesaire esaretinde bir düzeneğin sürdürülmesidir. 


Korkmadan yapılacak din eleştirisi aslında dünyanın eleştirisi, siyasi ve ekonomik yapının eleştirisidir. Tüm eleştirilere karşın devletin kutsalı var etme çabası resmen insanına yabancılaştığını da ortaya koyar. 


Din ve devlet sarmalında akıl ve felsefe dışı ortaya koyulana karşı koyan da sol bilgeliktir...


26 Mayıs 2021 Çarşamba

KARL MARX-MOOR...

 KARL MARX-MOOR...


Karl Marx Komünist Manifesto ve Kapital'i yazan filozof. Ekonominin emek-sermaye ilişkisini en temel anlamda tarif eden politik ekonomist. Sosyal bilimlerin babalarından, sosyalizmin atası... 


Prusya'nın Ren eyaletinde Trier şehrinde 5 Mayıs 1818'de doğdu. Baba Alman, anne Hollanda yahudisi ancak Marx doğmadan babası protestanlığa geçti, Hristiyan oldu. Annesi daha sonraları. Marx 6 yaşında vaftiz edildi ama hiçbir zaman iyi bir Hristiyan olmadı, tavizsiz bir ateist olmayı tercih etti.


Marx, gemnazyumdan mezun olduktan sonra Berlin'de hukuk okudu. Felsefe tarihi üzerine tezi, Jena Üniversitesi'nde kabul edildi. Sol Hegelcilere katıldı. Profesör olmak için Bonn'a geçti ancak ekonomik kariyer yapmaktan vazgeçti. Geleceğin felsefesinin ilkeleri eserini bu arada yayımladı... 


Bir yıllık gazetecilik deneyiminden sonra evlendi. Dergi çıkarmak için Paris'e gitti, sadece bir sayı çıkarabildi. Orada Engels ile tanışıp, yaşam boyu arkadaş oldular. Birlikte devrimci proleterliğin, sosyalizmin veya Komünizmin teori ve taktiklerini geliştirdiler. Marx tehlikeli görülerek Paris'ten sürüldü, Brüksel'e geçti.


Sonrası 1848'de Komünist Birlik'e katıldı, Komünist Manifesto'yu yazdı. Belçika'dan da sürüldü tekrar Paris'e döndü, oradan Köln'e geçti. Bir yıl gazete başyazarlığı yaptı. Berat ettiği bir kovuşturma yüzünden Almanya'dan sürüldü, Paris'e döndü. Oradan da sürüldü. O yüzden 1849 ortasında Londra'ya geçti ve ömrünü orada tamamladı.


Yeni bir dünya anlayışı önerdiği için, diyalektiği ve materyalizmi, sınıfsal mücadele kuramını ve Sosyalizmde proletaryanın rolünü dosdoğru açıkladığı için ömrü sürgünler ve kavgayla geçti. Yoksul bir siyasi sürgün olarak yaşadı. Takma isim ve imzalar kullandı. O yüzden yakınlarına ve çocuklarına isim takmaktan hoşlanırdı... 


Enternasyonale verdiği emek, yoğun teorik çalışmalar ve Kapital'i tamamlama duygusu sağlığını bozdu. Sağlığının iyice bozulmasından tamamlayamadı da. Karısı Jeni'nin Aralık 1881'de ölmesinden sonra 15 ay dayanabildi. Marx 14 Mart 1883'te vatansız olarak öldü... 


Ardından Engels şunları söyledi; " 14 Mart günü 15.15'te yaşayan en büyük düşünür artık düşünmüyordu. Kendisini sadece 2 dakikalığına yalnız bırakmıştık, döndüğümüzde onu huzur içinde koltuğunda sonsuza kadar uykuya dalmış halde bulduk." Mezar taşında ise şu sözler yazılı; "Bütün ülkelerin işçileri birleşin!"  


Marx devrimin, sanayileşmiş ülkelerden başlayacağını öngörüyordu. Kapitalist düzende burjuvazi ve proletarya arasındaki sınıfsal çelişkilerin sonucu siyasi zaferin kazanılacağını düşünüyordu. Sınıfsız topluma giden yolun böyle açılacağını inanılıyordu. Bu uğurda Marx hayatı boyunca mücadele etti. Kapitalizmin yıkılması ve sosyoekonomik bir değişimin hayata geçirilmesi için mücadele hala sürdürülüyor. 


Mücadele devam ediyor çünkü devletleri yönetici sınıflar idare ediyor. Diğer sınıflara ortak kamu çıkarları gözetilerek idare edildiği lanse ediliyor. Oysa salt yönetici sınıfı çıkarları doğrultusunda bir idare söz konusu. İşte bu sosyo ekonomik sistem çıkmazı, iç gerilimlerin ana nedeni ve kapitalizmin yıkılmasına temel etken...


Karl Marx ise sosyalizmin iç kapısı. Karl Marx-door...

AKLA İHANET YILLARI

 AKLA İHANET YILLARI


Resmen akla ihanet yılları. Hakikatin uydurma kitaplarından uyarlama radyo tiyatroları ve televizyon oturumlarında yılların alışkanlğı. Aldırmaz akışkanlık. Nabzı bozuk binbir takla, nice bela,  gerisingeri kara toprak.   Kuru düşlere ve kapkara yıllara acayip, serseri mayın yağmurlar. Bir kez daha toprak ana kayırması...


Doğadan armağan, babadan kalmış yıpranmışlıklara askı vazifesi gören uzun yıllar. Zamane yıllarında ihanet. Yapboz yıllarını fark ediş ve fark ediliş. Geciktikçe geciken ilahi adalet ve sabırsız genler. Yorgun gözlerde hala umut ve bembeyaz yolculuklar...


Sayfalar dolusu yanıtsız keşmekeş. Keşkelere hapsolmuş bir gelecek. Yarınlarda dağılmanın ve dağlanmanın mihenk taşlarını silikleştiren yalnızlığı.


Yaşamın zorluklarıyla pişilen yıllar. Çekinilen cümleler ve cümlesine isyan. Aklı avlayan akla ihanet yıllarıında edalı adetli asma bahçe sarhoşlukları ve ayılanlar. Dibi delik gemi harmonisi. Hasatı kaldırmak uğruna doğanın kanunlarını hiçe sayan harmanlama. Zor zanaaat...


Çağa damgasını vuran akla ziyan ihanet yıllarında antik çağlara kadar dayanan zayi edilmişlik. Hakikatleri sayfalarca akitleştien  koleksiyonlar. Dünyayı, kainatı kuşatan akıl kürleri. Hayatın her döneminde akla ihanet yılları.


Eril dişil ortaklıkta kapalı devre çıplaklık. Öylesine adi ve adli fırsat kovalamacası. Topluma açık tüm mekanlarda, makamsızlık. Medet umarsızlığı ve ummak yanılgısı. Her defasında eğreti öğreti. uydurma hakikatler. Bakış açısını  değersizleştiren sorgular. Ve akla ihanet yıllarında adamlaştıran savrulma zamanı. Bu akla zarar sağlıksız gelecek kapışmasında akla ihanetçiler çoğaldıkça, ikilemler. Kitap ve elyazmalarına dönüşen denemeler... 


Hep dönemselliğe ters acil  vurgun. Süngerci yalnızlığı. Onulmaz değişim. Akla ihanet yıllarına özgü işleyiş. Dört işleme diller tutusu, damak kurusu, isyan kutusu işletmecilik. Yaşlı dünyayı karartan, insanı yaralayan hısmın hasma yuvarlandığı dolma kovanların. Derin patlamanın şavkıyla şahlanma ve en orijinal ihanet yıllarına isyan. İzli mermiler, izmli sürgünler...


Yüreğe zincirlenmiş akla zarar ihanet mahkumiyeti ve erinde gecinde hakikat. Akla ihanetin iki cihanda sorgulanacağı mertebeye kilitlenme. Merkezkaç kuvvetli akıl küresinin, kusur yollarını darlaştıran gerginliği. Uyarılar ve uyarılara ağıtlar. Kutsal ziyaretler dengesizliği. Akla ihanet güncellemesi...


Safta softa dizilişi. Haklı direnişlere uydurma hakikatler. Dipnot tek başınalık. Ve melun imler, malum işaretler. Aklın ihanetine makine düzeneği ve silik yıllar. Soyka isabetsizlik. akla ihanet yıllarında tam hedef ibadetsizlik. 


Hedeften sapışın akla zarar ihanetle yeryüzü yüzleşmesi. Resmen akla ihanet yılları. Asla yılmak yok, yanmak var...

21 Mayıs 2021 Cuma

Özdenetim çıkmazı

 ÖZDENETİM ÇIKMAZI


Beklenen sona yakın soy sop hırsızlığı, soysuzluğun  yersiz yakınmaları ve üslupsuz yakıştırmaları kısa süreli bir karışıklık yaratır. Ama zamanla tarihsel sınıflama içinde yerli yerini kaybeden tüm aldatmaca üstadları ve karanlık tipler akıldan silinir. Bu triaksiyel sündürmece, sürünmelik nomadicliği ve picliği sekmeler. Bu segment nihayetinde soyu sopu bozukluğu, spesifies muhteremliğe indirger...


İllede karşıt ve çekinik karakter buzlanması, ifadesi bozuk fenotipe dönüşmeyi dürtüler. Ansızın çıkagelen duyguların esiri olmakla başlayan sahte dominantlık moleküllerine ayrılır. İşte komşunun külüne muhtaçlık o an belirginleşir. Belli bir seviye tutturamama hali ise öze ve özden ileri özgürlüğe zarar verir. Haliyle karışık ve çelişkili tiplemeler tertipsizliğe ve kısmi tedirginliklere gebedir...


Özden kaçarak erlik duvarında sönen özdenetimsiz manevralar maneviyatı da çökertir. Çözülme ve dizinsel tepkime ışıldak yönünde arsız kaçışlar arar. Bulamadığında ise adına yabancılık ve göze takılanlar güncellenir. Böylece picador loş koridorlarda yakalanır. Yandığının resmi türünden etik sapmadır karşılaşılan. Ve gerilim eni boyu felakete pikajlanır. Ve de güç bela katlanılan ne varsa, daha var git demeden pikmentten hesap sorulur.


Sorgusuz sualsiz çatkapı magic baskılamalar çok baş ağrıtır. Biriken başıbozuklukta ağırlığı gereğince ağırlanır hafiflik. Sonea tek atımlık yüze vurulur afra tafralanmalar zaten vurgun yemenin malum tarifi olmaz. Denize tafralanılmaz. Çünkü ölmek veya yarı ölmek arası dumura uğramışlık durumunun izahı da yoktur. Zamansız, zansız mizansız, dinsiz imansız ofansif saldırıya of zamanı mutlaka gelir. Of course correction... 


Yerleşik düzende yılışık ve çelişik ambians, murdar fenotipikliği dipler. Tek tip tabansızlık, tabular ötesi monoloğu ebatlar. Ebabiller, ding dong dünyasında dingbatslar batınca gündoğumuyla pusarık havaya kurulan pusuya yakalanır. Pusula tutmaz, pursaklar çekilir ve buraya dikkat sirkat göçü sanılır ki önlenir... 


Öyle ki özdenetim çıkmasında pertav yakınlaşır, şeytan azapta görsün saklanılan şeytan çıkmazında bark barbie kedi iken kaplan kesilir. Genlere saklanmış hatra gelmedik şeyler bir anda gürler. Petek petek, güvesi ve güvencesi hücceten murdar havalandırmaya açılan soluklanma kapasitesi de bir yere kadar gider. Çaplı çapsız veya çapsal bağlılık, çağcıl sınırlar içinde ikame elastikiyetini zorlar. Tepkisel etiketlenme etkiyi özdenetim açmasına hapseder. Her türden tepkiyi tedarikçiler deniz üçlemesi adına öteler. Mukadderatı öncelemeler asla istisna kabul etmez. Müptezelliği müstesna kılmaz. Ve mütemadiyen betrayerlik sonucu ağzına sıkar giderim mantığına orostopol ottomanlığı kurban gider. Minallahü teala...


Soysuz ve sopsuz gelecek hırsızlığı, sonsuz düşmanlığı, karakter yozlaşmasını, dirlik bozan fenatipliği tetikler. Diplenmeyi Özgüller. Özgül ağırlıksız bu spesifik sellenme aslında kafadan april cömertliğine çökmedir. 


Her muayyen günde mahluk muhteremler, armonik arınmayı kirletenler bedeli öder prensibiyle özdenetim çıkmazından çıkılır. Doğan günlerde çıkarına çıkmazına şeytan üçgeni patlar. 


Ve beklenen son, üçgen dışına taşanların genetik estetik teranesi ve hasdur muhterem nidasıdır...

12 Mayıs 2021 Çarşamba

TERS BASKI

 TERS BASKI


Bayram seyran aldırmaz bu yol döner, tersine gider. İçerde dışarıda içtenlikli olmayan iç sesler, tümü tek satırda kara gövdeli Denize ve mürekkep mavisi göğe dökülür. Suya ve havaya asılı kalır. Haznede ise uzaklara şavkıyan bayramlık ters baskı ve seyranlık matem... 


Madem bu kutlu yolculuk tersi düzüne çıkarılacak, böyle zayedilecekti, yeryüzünün en bayat zayıflığına tutkulanmak da neyin nesi, kimin fesi. Yol bilmez iz bilmezliğin tamponu kirleten hali feci. Kaportaya muhtemel getirisi ise tamamen muhasebesizlik. Resmen pert durumu. Dolayısıyla bu yol döner, tersine gider... 


Hayat işte ters giden bir şeyler oldukça başta imanı gevretir. Zaten vakti saati olmayan veya hiç olmaması dilenen dilek hiç tutmaz. Sonra yıllar yılı ihtimam gösterilen hakikatlerle maalesef yüzleşilir. İllaki bir gün intikam yüzleşmesi. İleriye dönük umut vaad eden yüzyıllık yalnızlık allem kallem edip, aleme imzasını atar, mührünü vurur. Tek cümle ile aşılır barikatlar, başa gelen çekilir yavrum. 


Hasseten usul erkan, hasılı edep çıkmazında varlıkla yokluk arasında sıkışmalar, inama ihanet, sus pus imansızlık yaratır. İmansızlıklar hayal meyal bile hatırlanmayacak ama yutkunup geçilmeyecek huzursuzluk toplar. Topu haziruna elbet kalıcı hasar bırakır ve de ehline sır...


Tersine giden şeyler güngüne arttıkça veya edimlerde sanki bir artniyet varmış gibi hissedildikçe af diletmenin ilmine çıraklık başlar. Vediaya hıyanet vedayı kolaylaştırır. Kıymet bilmeyi öğretmenin ve öğrenmenin amfisinde fi tarihinden beri belletilenlere öğrencilik de biter. Öyle ki gönlü havalandırma teneffüsleri, ömürden giden günlerin ve gelecekten çalınan yılların sabrı zorlaması hepten tersoluk günlerini haşlar. Gerçekten daima ters giden şeyler yankılanır zihinde. Böylece ıslak ve kaygan zeminde anasını satayım babında, her yol tersine döner...


Döngü tersine işledikçe merhamet barındıran tüm perdeler kadife kadife kapanır. Balmumu kara gölgeler arka fonda titreşir. Mum alevi dönüşü olmayan yolun oynak kenar süslerine dönüşür. Oylumlu gidişin hemen sonunda ise kupkuru bir yol belirir. Ağır kusurlu yolun sağında ve solunda kapkara ucube heykeller. Resmen mort hali. Karanlık içinde karanlık ve radikal ayıklanma. Keskin virajlar dönülünce kısır döngü ve yeniden eski kalıba döküm... 


Aslı hu nesli hu ölüm dirim, hüzün gülüm her yerde. Yerli yersiz, tersine düzüne dümen kırılınca hemen oraya dönülür. Keşiş kıble eser, yol döner, yolcunun nevri döner burun direklerini ölmüş insan kokusu sızlatır. Bir yol döner, tersine giderse eğer tersi düzü metal toz fırtınaları yeşertir. Yol üstü ne yediği ve ne idüğü belirsiz nam namus hırsızları kervana yeltenir. Yoldan eden kötü bir rüyadır, bağ yolu dağ yolu ikilemiyle han duvar konaklanılan. Darlanılan darağacında ölüm kokulu karabasan. Haliyle baskın basanındır her zaman...


Bayram seyran bilmeyen bu yol döner, tersine gider. Tersi düzü kader, yol biter kan ter yolculuk sürer. Öncesi ve sonrası olmayan büyük bir fotoğrafın içinde sürünür bütün adlar ve adresler. Dış kapı tokmakları, iç kapı alemcileri. Bir kalemde boşluğa koskoca bir daire çizilir, iç sesler daireyi ufaktan doldurmaya başlar, ta ki kurşun kalem elden düşene, yol bu yol tekrar tersine dönene dek... 


Hayat denilen sağı solu keskin uçurum bir yol. Yol döner tersine gider ama hayat bir yanının üstüne akıp gider. Yedeğinde yığınla hesap. Hesaplar ayrıntılı tutularak, tek bir hesapta birlenir. Bir çaylak çağıltının en dibinde kıvranan gümüş çatıları, yeryüzünün en beter yolsuzluğu kaplar.

Eri uşağı, iti kopuğu, biti yavşağı bilir, Deniz bitince hele yol yordam kaybedilince bu yol döner tersine gider...


Bu ters baskılı tersine yolculukta en içtenlikli iç sesler tek satırda zehirlenir ve hazneye kısa bir not düşer, bayram seyran matem...

11 Mayıs 2021 Salı

ÖLÜMCÜL KENT YANILSAMALARI...

 ÖLÜMCÜL KENT YANILSAMALARI...


Ölümcül ihtirasların filizlediği acımasızlık, falezi meçhul aykırılık ve yalandan mahmurluk malum mahkumiyet, tanrılara diz kırma ile sonlanır. Yani kendi sonuna dümen kıran güruh, günah çıkartma veya timsah gözyaşlarına gebedir. Bereketli topraklarda kutsal ocağa sürülen, pencerelerden süzülen ve kapı sürgülerini zorlayan işte o acınası tutkudur. Tut ki evlerden dışarı, zift tutmuş bacalardan içeri facia Tanrısı ile ölümüne, ölümcül yüzleşme. Ölümcül kent kentlileşmesi, ebedi köylülük ve tiyatral yanılsamalar maliyeti kurtarmaz...


Ölümcül kentin boğazına durmuş, tohumuna para sayılmayan ölümcül hava. Kaçan kaçana. Kara humma salgını, karanlık çağa özgü çatı çatı dağılmış, eski zaman tapınaklarından içeriye, kuytulara sığınmış. Kent ortası vurulmuş, kanlı kanallarla yayılmış bereketli toprakların üzerine ölümcül tema. Bir ölümcül diriliş kuşkusu ki, kara sularda boğulmuş evrenin ekseni, aksular bulanmış kentin dağlarında...


Dağ tepe öyle zulümler çağı yaşamış ki ölümsüz kentler, ölümcül tutkuların tuzağında, en acınası hallerde bile yüreklerdeki derin sızıyı avuçlamış. Ölümcül kentler basbayağı ölürken bile bağımlılık ve bağımsızlık arası bir hisle kurulmuş, kavrulmuş cehennem ateşinde. Kalın taş duvarlarda ölümün tatlı dili ve delirişin büyüyen gölgesi kabarmış. Ölmeye gör, görülen ve görülecek olan sonsuza dek kıvamında kıvranmadır. Başı sonu ölümcül ihtiraslarla yoğrulma, acıyla yorulma, yorgun bedenlerin kaldıramayacağı örüntü ve silik görüntüdür.


İlla ki tümden silmeye bir ihtimal vardır. Kentin zulasında zalim buyrukların üstesinden gelinecek günler filizlenir belki. Her felaket sonrası bereketli topraklarla yosun tutmuş taşlardan, karanlık gecelere hep uğursuzluk çöküntüsü akacak değil ya. Ya da çökertmeden çıkılınca çözülen duyguların kışkırtmasıyla dibe çöken merhamet ansızın ayaklanacak. Değil miki merkezden en uzağa tek sorumlu, tüm suçların zanlısı pik yapan zavallılıktır. İşte o yüzden zilzurna ortaklığın cezası tanrılara diz kırmakla ödenmez. Kılıçlar çekilir, kanlar çekilir, kessen akmaz. Bereketli sular çekilmez ve dahi ölümcül ruhlu şelale hiç araya girmez... 


Salt ölümcül anlar biriktiren bu bunca abartılı tabiliği, yığınla tabletler kazınsa, fırınlansa pişirilse ve geleceğe ileti babında bereketli topraklara gömülse asla hafifletmez. Afiyetle safiyetle palazlanan pislik temizlenmez. Kendine vakitli vakitsiz diz kırılan tanrılar da bunca melaneti mutlak affetmez... 


Aforoz edilen kentlerin ölümcül hafızasında öyle anlar canlanır ki; ceviz gölgesinde kurulan hamaklar, asma kütüğüne çakılan semboller, karınca yuvalarında saklanan umutlar, kuytu koyuklarda keşfedilen yazıtlar bile filizlendiremez ölümcül olanları, ölümcül hataları, ölümcül anları. An gelir ölen ölür kalan sağlar kentlerindir. Çünkü kentlerin hiçbirinde barınamaz, genbozanlar ara kara bağlayanlar...


Karı zararı belli, kentin orta yerlerine çivilenmiş esrik yaşananlar, öyle yokluklar çağı başlatır ki sonradan görmelerin kucağında silik ve bitik, kambur ve soysuz mevkiilenmedir hepi topu. Topa tutulan taş duvarları ölüm sessizliği yalar yutar. Ölümcül ihmaller, kent soyluluğu ve ezel ebed soysuzluk arasında uluorta medcezir faslı. Hasıla asla bağışlanamaz uyarsız uğursuzluk. Marazi bağımlılık, bariz düşmanlık, şarki kurnazlık ve büyük yalancılık. Hele ki emanete ihanet ve ahde vefasızlık resmen hiçliğe akaryakıt. Zaten ölümcül fırtınalar peş peşe vurunca, falezlenen fiiller de sırayla karaya vurur. Hırçın dalgalar ise kentin boğazına sarılır. Korkutucu ihtiraslar ve en ölümcül yanılsamalar vurur bereketli toprakları. Saygınlık ve özgürlüğü tüketen, gücü ve yetkiyi yönlendiren acımasızlık, kentin dört bir yanını sarar. Defalarca tekrarlanan entrikalar, defedilesi zevkler ölümcül törenlere bulaşır. Ve kar zarar cetveli yıldızları saydırır... 


Ayıklama sayıklama karamsarlığında propagator bulaşıyla fikirsizlik pik yapar, propagandist değersizlik dip yakar. Ölümcül kent yangınlarında, bütün yanılsamaların dibine, tipsimaların köküne hiç acımadan kibrit suyu...

“...ANALARDIR ADAM EDEN ADAMI…”

 “...ANALARDIR ADAM EDEN ADAMI…”


Adam gibi adam olmak ve erişilmeze adanmaktır mesele. Meselenin özü "Analardır adam eden adamı… Analara kıymayın efendiler..." Ana kuzularına da...


Emanete hıyanet devrinde şu hain salgın, şu katmerli kıyım atmosferinde, zebanilere inat ayak bastığın her yer cennet köşesi anam. Ayağının altı cennet.  O yüzden şu devrilesi boynum devrilmeden, mühürlenesi dudaklarım mühürlenmeden, son bir kez Cennetinden öpmektir arzum. Sonrasına eyvallah, öleceksem öleyim. Sayende şahlar şahına yolculanayım. 


Anam yoldaşım yazgı kaygı, sevgi saygı piramidinin baş mimarısın, mihmandarımsın. Validem, velinimetim mihrimahım, meğer ne zormuş anaya methiyeler dermek. Ne güzelmiş Ana varlığıyla kuşatılmışlığın ıssızlığında sevgi seline boğulmak. Hakkındır yerden göğe dualardan dua beğen, yarım imanla da olsa ebediyen duacınım...


Baba emanetim, bakıyorum da birlikte büyürken ne çok anı saklamışız. Evlere şenlik. Tam evladiyelik. Hatıramdır, çelik grisi zırhlının güvertesinde uçuşan saçlarının ipeksi telleri. Deniz mavisi gökyüzünü ısıtan birkaç damla gözyaşın. Umarım beraber süzülürüz gözyaşından dalgalarla sonsuzluğa. Kucağında lacivert mavi Denizle yıkadığın, Atlas göğe belediğin bebekliğim. Yıldızlar örter üstümüzü, beşiğimi bağladığın rüzgârlar uçurur anılarımızı. Hatıram olsun sırıdığın düşler, sıcak nefesin kulağıma kulağıma... 


Çağ yangınlarında, sırçasaray felaketlerinde, kırklar sofrasındaki kırk pareliğime en lezzetli lokmadır, güzelden güzel nice söz birikintin. Onlarla avunurum. Avuçlarımda Anaların pirine tek cümle; “Hayatta bir melek tuttu elimden, anamdı”...


Anam, naçizane sürdürdüğüm şu yolculukta, su ve ekmek uğrundaki ağır yorgunlukta, şehirlerin şeyhine isyanda, göğe kuru yaprak misali savrulan yalnızlıkta, tek bir kadın tutar elimden; sen...


Anam gül buğulu safi melek anam, en zor anlardaki Hızırım, en hınzır zamanlarda yine sen tutarsın elimden. Yalan yok, salt o nedenle assalar da, kesseler de ölmezliğe mahkûmdur bedenim...


Anam yıllar yılı dünya döndü, ben durdum, dünya başımı döndürdü. Direndim. İçimde ne kaleler yıkıldı, dışımda nice kuleler çöktü. Sendeleten fırtınalar, yürek kopartan acılar, facialarda boğulmalar asla dönmedim yolumdan. Delikanlıya yakışan biçimde daima öğrettiğin gibi dostdoğru yoldan hiç sapmadım.  Ömürlük değil sonsuzluk için, Denizin bittiği kıyıya ulaşmak için ne kavgalar bıraktım ardımda. Asla gözümü kırpmadım ise iki gözüm sayendedir...


Anam gönlümün solmaz gülü, aklımın yaralı bülbülü yer gök bir olsa, bilirim vira bir kır çiçeği tutar elimden, sen. Elimde memleket kokulu üç kırmızı karanfil   armağanımdır. Hatıram olsun...


Anam doğacaksam bir daha, beni yine sen doğur. Doğaya doğanda beni yine sen dirilt. İçir çiğ sütünü büyüt. Adamlığımı tükürüğünle ıslattığın baldan tatlı lokmayla doyur. Helalinden helal besle. Bereketine dolayım iki cihanda. Başka ana istemem…


Anam ilkim, ilkem, secdem, kıblemsin. Kimbilir seni de belki ben indireceğim ebedi istirahatgahına. Veya ayağının altı cennetten köşe, başım vurulsun boynum devrilsin yeter ki son kez Cennetinden öpeyim. Sonra evelallah gidersem gideyim cehenneme, binbir zahmet yetiştirdiğin adam gibi…


“… Analardır adam eden adamı, Analara kıymayın efendiler..." Ana kuzularına da...

6 Mayıs 2021 Perşembe

4-6 MAYIS…

 4-6 MAYIS…

Her yıl Mayıs dördü ila altısı arası nar gözlü hüzün yüreğimi kanatır. Bir kez daha ölümsüzlüğe uğurlarım, dost bağına gömülü sönmez fikri, asla solmaz üç kırmızı karanfil Denizler ve pederi şahım Çavusoluyu. Canbabam bende, Denizler Denizkızımda, Terzi içimizde süreriz sürprizlere gebe acı hayatı. Dahili sürgünüz gelincik tarlası dağlara, pupa yelken. Süreç güneşin zaptına yakın olsun olmasın son nefesime onları kesinlikle unutamam. Devrimcilik biraz da unutulmaz yolcuları hilafsız dirençle anmak ve yaşamaktır…
Unutulamazlar çünkü onlar darağacında sehpaya veya mermerden musallaya dikbaşlarına yürümekten asla çekinmediler. Daima deniz cesaretleri ve derya umutları vardı. Yığılmadılar üç beş paraya, yığınlara yoldaş oldular. Yıldızlara arkadaş. Ve hala mavi gökyüzünde turlayan doğanlarda atar nabızları…
Her yıl mayısın ilk haftası dünya yıkılsa solmaz güllerin dikeni yüreğimizi kanatır. Duygu fırtınasında tam boğulacakken babamın beynelmilelliği kuşatır hayatın gerçekliğini. Bir demet soluklanışla Denizlerle buluşuruz. Babam da atlas maviye kanatlandığı, o sınırsız boyuta uçtuğu günden beri eminim onlarla. Baba ve oğulları misali. Şimdilik emanetiniz bende. Bizden sonrasında da emanet, yakın uzak, hırlı hırsız tüm hıyanetçilere inat, Denizkızıma emanet…
Yarenliğimiz yalansız günahsız topun ağzındaydık günlerinden şu yalan dolan yüklü hiç çekilmez günlere. Yirmidört yaşındayken, ‘kendimi Türkiye’nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum’ diyebilme zenginliğinden. İşte o uzun yolculuğa dayanır bizim yoldaşlığımız. Atambabamla da öyle...
Öyle bir tarih örgüsü ki bizi kavuşturan, Mayıs akşamları kızaran ufuklara vurduğunda, en baba gülümü de “Gülünün Solduğu Akşam” toprağa verdiğimdendir. Bu karanfil kokulu yasa bu nedenle alnımıza zindan karası sürülsede asla unutkanlık ve acizlik gösteremeyiz. Hiçbir zaman. Unutmak yakışmaz. Ayrıca arzdan arşa mayıs gülleri öper aklımızdan. Yüreğimizde hasret, zihnimizde öyle biyografiler ki hasleti hamide. Hemde bir yanda “yüz metreyi en hızlı koşan çocuklar” terzi ile babam diğer yanda. Yersiz zamansız ölüme mahkûmiyet. O yüzden yaşanmazı yaşamak incitir ve tekletir yüreklerimizi...
Her mayısın ilk haftası iskele, sahil, meydan, memleket esenliği için turlayanlara babam da katılır. Bende eklenirim kıyıdan. Babam, övülmeye layık yoldaşlar, dostlar, ben ve Denizkızım. İzlenecek en devrimci yolların yolcusu olarak vururuz adımlarımızı mayısın ilk haftasına. Mayıs akşamlarında kızgın güneş renklendirir yeşilden kırmızıya yarım kalmış sevdaları. Babam bende, Deniz Denizkızımda sürgün, güller tomurcuklanır, sararan yapraklar canlanır ve lacivert taş üzerine kazınacak bilgelik şekillenir...
Çağlayanlar çağlar, çetin ceviz rüzgârlar vurur iskelelere. Atlas yelkenleri şişirir zamansız ölümler. Anılar rengârenk gökkuşağı ve yeniden demlenir ömür. Çünkü ölümsüzlüğe doğmaktır gaye...
Dört bir yanda ölüm meleği, havada karada melanet, kıyı bucak hıyanet, kenar köşe ihanet, yıldıramaz hiçbirimizi. Her seneyi devriyesinde “Gülünün Solduğu Akşam” çöktüğünde, size özlemle yanarım...
Uğurlar olsun dost bağına gömülü sönmez Fikri, solmaz üç kırmızı karanfil Denizler ve sarsılmaz pederim şahım Çavusolu. Zihnim kara toprağı öpene dek sürecek bu sonsuzluğa erişen hüzün. Sonrası ibrişim kuşaklar sarılacak, imgeler yeşerecek ve dostlarla buluşulacak.
Hararetle sıramızı bekliyoruz…
Demir Orhan ve Ayhan Arıkan

HIZIR-ELLEZ, HIDIR-ELLEZ

 

HIZIR-ELLEZ, HIDIR-ELLEZ

 

May mey ney derken, Mayıs’ta maya tutar yeryüzü. Yazı büyüten ayda baş döndüren bahar, en ücralara ulaşır ve umutla kutlanır. Dünyanın kışı biter, mevsim döner yaz sıcağına. Çünkü her sarısıcakta Hızır ile Ellez buluşur...

 

Şenliklerle kutlanan ve kutsanan efsane Hızır ile İlyas, Hıdır ile Ellez’dir. Yani dargın, küs kardeşlerin barış günü, barışmasıdır. Kara ile denizin birleşmesi, sağlık, huzur ve berekete kavuşmadır. Kısmet kargaşasının yıllık dizaynı, kaidesi ve kuralına göre istek, dilek ve destek meyillenmesidir. Bolluk ve bereket pınarından faydalanmak amaçlı ritüeller ranzasıdır hıdırellez…

 

Arzu odaklanmasına od üzerinden geçişle başlanır. Kıvılcımlar okşar paçaları. Arzuhaller bağlanır, çizilir, yazılır ve sallanır suya. Yargılar netleşir, yazgı sunulur derya denize, Mevla Rahime, kadere kedere. Özgüvenli özgürleşmedir her bir eylemle. Birebir taksimdir, doğayla uyumun, doğanla ölümün, varla yokun doğanın takdirine bırakılışıdır. Ve tarihsel döngü çerçevesinde kutlu ve kutsal şahlanma şakülüdür Hıdırellez. Baskülü asla yanlış tartmaz...

 

Hızır ile Ellez kucaklaşınca kuru ağaçlar yeşillenir, su kenarları bereketlenir, karda çiçek çölde vaha tomurcuklanır ve yüreklerde bir sönmez ateş yanar. Öyle bir yanar ki alevlerin üzerinden atlamak, kızıl yalımların içinde sıyrılmak sevinç nidalarıyla mucizeyi çağırmaktır. Tek çare şahlar Şahı ile buluşmaktır. Şahın katafalklandığı Kerbela’dır mayası tutan tek gelenek. Çok önceden çarpan vurgundur, gölgesi yara değen görenek.

 

Öyle duru bir isyandır ki hissedilen hemen uslanılır. Hızır'ın bastığı yer, Ellez’in yüz sürdüğü derinliktir, arzulanan serinlik. Aşırılıklara isyan aşk tadında kızıl gelinciktir. Aşure aşıdır yası ve hazzı bütünleyen. Bir kez daha şans dilemedir affediliş tahtından. İmdada yetiş ya Hızır sinyalidir içe sinen. Sirenler çalmaktır doğanın duyabileceği formlarda Ellez için. Çizilen resimler, vurulan aşılar, bağlanan çaputlar. Saman kağıdına çizili dilekler, Deniz kıyısı gül ağacına yakıştırmalar, kutlu kutsallığa nişandır. Çömlek ağzında iğne oyalı tülbent, maviye ve manilere özgü tüm manileri defetmek için yöre bazlı mitolojiye yönelmelidir Hıdırellez…

 

Her Hıdırellez günü sonsuzluğa kenetlenmedir içi ısıtan. İnsanlığı içen kara anafora hiç kapılmadan, kutsala erişimdir foralanan. Doğa canlanırken canlanmaya forsalanmadır gönülden. Gönülde canan gölgesi göğe kanatlanmadır. Yürekler yansa da gönülde ne varsa bin katı duygusallığıdır formatlanan.

 

Hıdırellez demek günlerin en güzelinde, sevgiyi büyüten ayın altında aşktan sarhoşlamış anı yakalamadır. Anılar çemberinde ibrişim dolaşımdır, artısı geleceğe yazılan. Altından oklava, gümüşten baklava, yakut pırlanta bir havadır zenginlik. Asıl zenginlik abıhayattan içmektir. Yok yere darda kalanlara, hazıra nazır Hıdır-Ellez desteği istemektir, Hıdırellez. El vermektir özü…

 

Günsüzlere ünsüzlere, aşkı sevdayı yar göğsünde sunum günüdür Hıdırellez. Binlerce yılın birikimiyle bolluk ve berekete maya tutturma sevdasıdır. Oya soya gönül günüdür. Kırık gönüllere dergahtır Hızır-Ellez.

 

Ama amaç araç arafında meşk edenlere hiç uğramaz Hızır-Ellez. Her bulduğunu hızar gibi biçenlere Hızır ne yapsın, Ellez ne desin?

5 Mayıs 2021 Çarşamba

Mazeret mezatı

 MAZERET MEZATI...


Siyaset ve toplumsal hayat resmen mazeret mezatı. Çünkü her zorlanılan meseleye, mazeret bulmak en kolayı. Bahane çok. Hele her şey sıradanlaştıkça bir kuru özür dilemeye gereksinim duymak bile yok. Kuryelik tiryakiliğiyle kabahat üstüne kabahat. Tek maharet yüksek maliyetle kalabalıklardan uzak durmak veya içten pazarlıklı zihniyetle mahiyete girmek...


Bu Truvavari girdapta gerçeklerle yüzleşmek ise vicdanen en acıtan, hasarı en ağır tokat. Felek çarptı mı bir kere maziyi temizleyecek, kirlenmeyi silecek güç takat kalmaz. Mazi paspas. Asparagas bahaneler, asortik mazeretler üretildikçe hayatın simetrisi bozulur. Herşey hepten sıradanlaşır. Sırlarla dolar her an, her anı. Sıkıştıkça mazeretlere başvurmak yerden göğe haksızken, haklı çıkma çabası yersiz kabalaşmayı günceller...


Kaba saba tavırla salt günü kurtarmak maksatlı, günden güne artan mazeretler, alacakaranlığı köpürten, Doğan ışığı karartan, maziyi  körelten, körpe fidanları gücendiren mertebeye evrilir. Yinelenen tamamen yolunu yitirmişliktir. Yapılan edilenin topu yokoluş yolunda arsızca kabarmak ve kabalaşmaktır...


Ve böylesine banal kabına sığmazlıktan ve pandemik bulaşıdan  temizlenmek ise çok uzun yıllar alır. Bir yandan içten içe kirlenme sürer. Diğer yandan bu katmerli sürgüye sürmanşet mızmızlanmalar da yetmez. Sırf mazeret üretme peşine düşme düşkünlüğü, gün olur kendi peşine düşülmeyeceğini de getirmez. Yani bin yılların emeğini hiçe sayarak, her şeyi pervasızca geride bırakış, hiç beklenmedik biçimde tenha patikalara sapış, yıllar yılı yenilen içilen kaba aldırmazlıktır. Atlanamaz ayıptır. Standardı olmayan sapmadır. Büyük günahtır. Yüksek beklentileri, bekle gör haline indirgemedir. Yani çelbeşik akılla kör kuyunun dibine çöreklenmedir.


Zaten dibe vurunca çanak çömlek çatlar, temel ihtiyaçlar da birden artar. Hayatın yaralayıcı ve yıkıcı yönü iyice keskinleşir. Mazeret ve mezat tezgahında fason işlenenler, işbilmezlere nasıl empoze edilirse edilsin başta edebi zorlar, edibi sonsuz rahatlatır. Haraç mezat işler, içler açısı boyutta ve açıkça siyasete işler. Ve kaçınılmaz son üç aşağı beş yukarı besbellidir..


Aslı astarı, genel rahatlık için her taşı ayrı tekmelemek gerekir. Her kara taşa  ayrı muamele. Planlananlar dışında gelişen, yürek çarpıntısıyla çelişen ve ardında hiçbir iz bırakmayacak görülen plastik hayat, sıralı geçişleri hazırlar. Ve esnasında yakaya evrensel korku yapışır. Ve çirkin süprüntüleri, kolayca süpürmek için ana arterler umuma açılır. Hatta zaman ve mekan ayıracında en maraza korkağı bile asla korkmayacak hale getiren bir kızgınlık yaratılır. Çünkü belli mevzuların maruzatı, mazereti olmaz. Ve bu aşkın mazeret mezatı, siyaset ve toplumsal hayat etiğini de yer bitirir.


Ayrıca epey zorlanılacağı bilinen her vakaya, hayalen mazeretler sıralamak, tırmanan depresyonu daha da derinleştirir. Heyelanı ve hezeyanı tetikler ve hayat idare edilemez, çoğalan zorluklarla baş edilemez noktaya sabitlenir. Bu resmen ruhsuzca kayboluş ve fütursuzca kaybediş durumudur...


Durumdan vazife çıkaramayan suratsız veya ifadesiz suratlarla kayba dönük çözülmeler, yüreği ağıza getiren her çatışma ve gereksiz çarpışmalar belki çapsız kazanımları getirebilir. Ancak bu zararı epey ileride anlaşılacak çaplı kaybediştir aslında. Çünkü mazeret tüccarlığı da iflasa tabidir. Tabiyatıyla meziyetmiş gibi saplanılan hantal tutkuların mazeret gösterildiği her edepsizlik, toplumsal edebi de zorlar. Ve daima edibin hiç kıyıdan bakmadığı ama apaçık gördüğü ıssız limandır manzarayı bozan. Denizi karartan. Ve lisanı harbi ile harp başlatan...


Siyaseten kepazelik ve pespayelik pimini hiç çekinmeden çekenler, sığ siyasette bile kolayı zor edenler, elbette her doğrucu eylemi ve doğrultucu eylemciyi düşman görürler. Onları yaptıklarına mazeret, sarp uçuruma bahane gösterirler...


Oysa mazeretli veya mazeretsiz, bahaneli veya bahanesiz, bayağı imkansız görünen halleri tek alternatif saymak resmen ateş hattına savrulma ve kaynayan politika kazanında  kavrulmadır. Meselenin özü her vakaya bir sürü hercai sebep sıralamak değil, doğru seçime, doğruyu seçmeye odaklanmaktadır. Çünkü seçimsel etiketlenmelere ve tecimsel vesikalara bahane ve mazeret üretmek, bananeci tavır sergilemek asla avantaj sağlamaz. Kayıp giden hayatların bedeli hiç bir şekilde ödenemez. Mazallah neyin mazereti neyin mezatı birbirine karışır. Kısasa kısas kutusu aklı karıştırır...


Kıssadan hisse, kara çalılar çatkapı çalımla hışırdayınca sinsi pikin ördeğinin titremesi haşmetlenir. Aşırı güvenilen kanatlara inme iner. Ve yamaçtan aşağı diplenmemeye, diplomatik paraşüt gerekir. Çünkü hep işin kolayına kaçarak meseleyi zorlaştırmak, mazeretlere sığınmak, katıksız kahırlı ve sığıntı bir hayata yakınlaşmadır.


İşte zaman boşinançla yakınsama yüzeyine yapışan yüzsüzlerin, zor da olsa toplumsal hayat gereği edeble, edeplice edipten uzak durma zamanıdır. 


Hiç değilse siyaset ve toplumsal hayat mezatında meze olmamak için...

TANI SONRASI

 

TANI SONRASI

 

Tanınmayan gevşek adımlar kısa bir süre takip edildiğinde, hiçbir şifreyle tanımlanamaz itiraflara ulaşılır. Sanki yıllar öncesinin kurgusudur itinayla yaklaşılan güncel ittifak. Tüm yeni tanışmalar aslında iz bırakmış eski tanışıklıklardır. Geç kalınır ve vahşi yaratıklar tuzağında kobaylık başlar. Ve kıskanılacak değerler üzerinden fırtınalara bulaşı da. Kolay yoldan hain virüs dünyası…

 

Virüs deryasında öyle bir bulgudur ki yakalanan, her adımda ödünç yaşamlar, sağlık olsun tarzında hafifletilemez küçükten büyüğe takıntılar ve gevrek savrulmalar sarar aklın çeperini. Yaşananlar baştan sona yadırganır. Yatırkandıkça risklenen, bariz riziko barındıran bağışıklığa tanıklık doğar. Yadırganan tanıklıklar da tüm tanıdıkların hayatını ilelebet karabasana dönüştürür.

 

Tablo kısır döngü, tabular ve palavralarla desteklense de hiç kimse masum değildir. Bu bağlamda tüm bağlar bir bir kopar. Uzaktan tanımlanamayan adımların ritmik sesi, yakına düşse de tanımlanamayan yolculuğun sinsi ayak sesleridir. Hissedilince anında dünyaya farklı baktırır. Tanısı tınısı aleni ve kim ne zaman hoşgörü sınırlarını zorlarsa ötekilere Enelhak, hak doğar. Doğan ilahi adalet anlayışı, ruha zerkedilen anlayışsızlığı, ayıp kayıp denilmeyen bütün aykırılıkları vesaire yani insani boyutta bağışlanamaz her fenalığı eninde sonunda hesaba çeker. İllaki her şey tanığımdır mantığı ile yaklaşılır lafta tanımlanamazlığa…

 

Ta ki tanış adlar ve tanıdık adımlar gök çatı altında farklı ama dosdoğru tanımlamalarla irtibatlandırılıncaya dek. Bir nevi fedakârlık ile başlayan istihbarı güncelleme uyum çağını bayağı baltalar. Kör testere usturupsuzluğu iyice usa yerleştirir. Ve yalnızca belasını bulanlar değil arayan da kırık çizgili resimde yer bulur. Resmi olmayan tarihte indirilen resimler, taş duvarlara tebeşirlenir...

 

Teneşir üstü konumlanmalar da resmin arabını unutturamaz. Asla aklanma paklanma getirmez. Haliyle tanıkların ada nama yazılı asılsız şikayetleri ve itirafları temizlenmeyi değil daha da kirlenmeyi günceller. Bu yüzden hafiften denge kaybı ve ağır ağır dibe takılma, asla engellenemez. Virüscül düzenekte, pik akılla sürünme ve sessiz adımlarla gömülme takip eder yıllar sonrasının tanıdık masalını…

 

Ve lafta ucuzcu kahramanlara kalır, itiraflar döküldükçe ihanetin izini taşımak. Kara lekeyi boşuna arap sabunu ile yıkamak. Çünkü nihayetinde bırakıldığı yerden takip edilemez adımlarla asla taklit edilemez yıllanmış davete icabet gerçekleşir. İcabında üzerine ölü toprağı serpilmiş serinliğin pislik bir havada kaybedilmesi gibi kızgın demir tavında dövülür.

 

Ve tanı sonrası tedavi tam da en bilinen şekliyle iki doz…

 

LÜZUMSUZ YERE...

 LÜZUMSUZ YERE...

Lüzumsuz yere neredeyse boşa tapınılan, tipik tavırla tekrarlanan ve gittikçe lüzumsuzlaşan lüzucet durumu, lüzum üzerine zamanın akışına bırakılır. Çünkü lizuci hal umulmadık anda lumber eşyaya dönüştürür, ilgili ilgisiz tüm avaniyi. Ayrıca avamlığın devamı hiç lüzumsuz yerlere götürür yolcuyu...
Yol yordam arsızlığıyla havalanan lüzumsuzluk çıkışta inişte, kırtik sızıntılar neticesinde bir büyük çatlağa sebep olur. Hayatlar işgale uğrar. Hayatlar hiç lüzumsuz muammalarla yok yere harcanır. Çağdaşlık çentikli gericiliğin ablukasına girer hızla. Dahası mevzunun uzun hali, dört bir yanda lüzumsuz işlere teğetlenir. Yanar dönerlerin dört köşe çıkmazında, teyp kaseti cızırtılı sıkıntı ve takıntı tuzağında, sıralı günler heba edilir.
Pek çok kere, lüzumlu adledilen lüzumsuz şeylere uzantı fikri, kulağından tutulup niçin akıllardan uzağa ful atılmaz, fırlatılıp atılmaz da lüzumsuz işgale önayak olunur, daima zihni kurcalar. Ağır kusurla nihai hedeften sapılır ve ucuz bir kurguyla maddi manevi kötüleyen sonuca varır arka ayaklar. Huzursuzluğun son noktasına dek, lüzum üzerine rafa kaldırılanlar, vazgeçilmezler akıldadır oysa. Şiir gibiydi ile başlar tümceler ama zumlanınca kısa zamanda lüzumsuzlaşır herşey.
Aniden hiç akla mantığa yakınlığı olmayan şuursuzluk ve şuuraltı takıntılarla uzaklaşılır malumdan. Layığına lüzumsuzlaşılır. Eşyanın tabiatına aykırı fonda rotalanır hayat. Tüm yön çarpıtmalar ve çaktırmadan yapıldığı sanılan lüzumsuz sakınmalar büyük huzursuzluğu tesciller. Anılar kısadan hisse tırnaklanır veya hayat üç noktalanır...
İcazet ve lizucet cenderesinde kıvrananlar ile hayatta değmez denilenler paketlenip çöpe savrulur. Uzun uzak lüzumsuz ne varsa bir daha asla işe yaramaz babında topraklanır. Yinede kimsenin işi rast gitmez. İşte o yüzden lüzumsuz görülen düşünsel veya eylemsel sürece geçiş illaki lüzumlu olur. Derin serin düşünme kalesinde, yıllardır sürülen lüzumsuz tarlaların nadasa bırakılmasını sağlar lüzumsuz hallenmeler. Ve halden hale tertipler ve hain yerine geçmeler bir kalemde geçilir. Zaten seçeneklerin sığlaşması ve seçicilerin sağlaklaştırılması ile orantılıdır her lüzumsuz şey.
Hiç lüzumsuz, lüzumu yokken özyitimi ve cevher kıyımı bu ters orantısal erozyona tabidir. Tabii ki göze göz vaz geçilmez unsurdur. Hayatın içine içine oryantalist erezyondur tüm oryantalist huzursuzluklar. Koca kaba elleriyle, atlas örtüye göz dikenler kesinlikle ödenemez borca sürüklenir...
Lüzumsuz yere aynı patlak tekerler ve ucuz tekerlemelerle lizucet makamına lüzumsuz erişim uyuz eder tüm haber bültenlerini. Lüzumlu lüzumsuz lümpenler güler geçer ama saklı zaman kaydeder lüzumsuzlukları...
Çünkü lüzumsuz yere lizucet makamına yerleşen, lümpen lumberin iflahının kesilmesi lüzumuna dayanır hayat ve defter illaki dürülür...

4 Mayıs 2021 Salı

BABAM

 

BABAM...

 

Bir son fasıl daha babam. O yüzden kısa görünse de derinliğine sana uzayacak yüreğime kanaviçe gibi işlenen el yazması, göz nuru metinler. Gönlümün son haykırışı olacak bu belki de. Veya bir daha ne zaman, nasılı asla içermeyecek. Yaşarsak tek parça düşünülecek. Ancak mermer tabletlere ustalıkla kazınmış, kara iklimin sert insanı, adam gibi adam, baba gibi baba, Ata yolunda ata olarak adın daima yaşayacak. Biz de maalesef senin adından faydalanarak…

 

Bir kez daha vurgulamak isterim, yıllar yılı yanımdalığın, yarenliğin, yoldaşlığın için nurol, baba. Babam olduğun için, her şey için, her şeyin için sonsuz teşekkürler. Ya birimizden birimiz yaşamaz ise diye korktum durdum yıllar yılı. Sonsuza dek sürmeyeceğini bilsem de hep var olalım istedim. Birlikte yaşayalım istedim. Doğanın kanunu sen önden gittin. Meğer ne zormuş sensizlik. Uzaktasın diye doktora anlattım neler oldu bittiyse, her şeyi sorup öğrenirsin oralarda. Ama inan hiç orada değilim, iyi tanırsın beni. Zaten bu fasıl başka fasıl babam.

 

Hiç yere fasıla girdi aramıza. Oysa hayattan alacaklıydık daha. Birlikte yaşamak adına oldukça yüklü ödeyeceğimiz vardı kadere. Ama sen bizi sonsuzluğa uçarak alacaklandırdın, yine borçlandık sana. Yine isyankâr, yine sitemkâr, yine kalemkar olacağımız kesin çünkü keskin bir çentik attın aklımıza, bir yara açtın yüreğimizde, küçücük bir evrene hapsettin bizi, özgürlüğe uçtun. Sonrası bu, yok.

 

Kızma ama kızgınlığını özleyeceğim, babam. Hem sosyal hem demokrat kimliğini taşıyacağım göğsümde gururla. Aşıladığın kızgınlıkla hayatta kaldığım sürece yakama yapışan virüsleri canım pahasına silkeleyeceğim cehennem ateşine. Tavına tavrına kurban olduğum, tavla oynadığımızı farz edip, feverana başladığını düşleyeceğim her sinirlendiğimde. Kızıl kızmışlığım arasında sihrini. Zaten sen mars ettin bizi baba, iki mars bir ters. Başka terslikler vız gelir tırıs geçer…

 

Gelenek icabı göstermelik rahmetle anmasam da özenle sakladığın rozetini takacağım yakama, cebimde meyve soyduğun bizim ora çakın sevdiğin sokaklarda gezip dolaşacağım. Çınaraltı`nda bir susamlı simitle demli bir çay içeceğim. Sarıyer`de börek yiyip, kasımpaşa’da işkembe zerde veya kelle paça içip, Sarayburnu`nda denizi koklayacağım. Burnumda o çok sevdiğin yosun kokusu, o tuzlu ıslaklığı içime çekeceğim her daraldığımda. Öyle sıkı kucaklayacağım ki deli dalgaları, iliklerimde hissedeceğim seni babam.

 

Gözlerimi her kapadığımda, özüme yüzüme parlayan o keskin orağı göreceğim. Kızgın alevler arasında güneş rengi orak, karşımda parlayacak, tam burnumun ucunda. Ağır bir çekiç ağır ağır beynimi dövecek. Belim bükülecek, boğazım kuruyacak, yüreğim kanayacak, eriyeceğim yavaş yavaş, Babam silme kaybedeceğim belki de yarışı ama asla korkmayacağım sayende. Ata kaybetmek böyleymiş demek ki cevval cesaretlendiriyor...

 

Her ne gelse başıma, başım belalarda kalsa her seferinde arınacağım kısa sürede. Aranmayacağım başkasını. Direncim olacak sana diye içime akıttığım her sıcak gözyaşı damlası. Damlasına kıyamadan her zerresinde fırtınalar koparacağım. Ve o fırtınalar benden sana haber havadis ve sonunda mahsus selamlar taşıyacak yıllar boyunca.

 

Bana can veren, kan veren canım babam. Kanım, kandaşım, arkadaşım, yoldaşım… artık yoksun evet. Gün olur dahanın dahası çıkmaza girersem, dava niyetine rüzgarları dinleyeceğim. Rüzgâra kulak verip dikkat kesileceğim. İşte çok sıkıldığım o anlarda, beter bunalımlarda senden haberler ulaştıracak bana, kara yeller ve ılık ılık eserek okşayacaklar aklımı. Kara dalgalar mendireği dövecek mutlaka her ilk yazda ve ben babanın selamı var uğultusuyla serinleyeceğim. Ve iki elim kanda olsa da sırsıcak bir esinti olacaksın yüreğimde, şahım, pirim, azizim… hayır, daima varsın…

 

Her sarısıcak sonbaharda ilk düşecek yağmur zerrecikleri ile vuracaksın can kapaklarımız, kırık camlarımıza. Gönülden bir merhaba ile buluşacağız yine damlaların berraklığında. Safça, en temiz, en arı, bey gibi beynelmilel. Kıçı kırık kirleticilere inat saflıkla yaşayacağız, yaşatacağız hatıralarını. Sevgiyle yeşerteceğiz umudu, yeniden filizlendireceğiz üç fidanları, on yıllardır bizden hiç esirgemediğin desteğinle.

 

Yazın balormanı ballandıran emeğin terinde, alın terimizi ellerimizin tersiyle sildiğimiz ıslaklıkta, seni bulacağız. Tam tekmil, güneşin bize ulaşan yüzünde nefesini. Işık demetinde, rehavet veren sıcaklığında seni koklayacağız parça parça. Ellerimizde, gözlerimizde, yüzlerimizde kaçak bir öpüş olacaksın, bizi hasretle hararetle kucaklayan, yeryüzüne ulaşan tanrı parçacığı enerji, kışımıza yaz gülü olacaksın, ar damarlarımıza nar.

 

Kışın sepeleyen, yağan karda yüzünün akıyla tane tane düşeceksin üstümüze, başımızın üstüne. Tertemiz bir kâinat sunacaksın düşlerimize. Kirlenmişe inat, kirlenmişliğe düşman, aksularımızı donduracaksın. Emanete ihanet edenlere apak bir vaat, söz, yemin, and olacaksın aklımıza doluşan. Hayat tılsımı olacaksın yalnızlığa inat, garipliğimize gayret...

 

Babam ilk yağacak karla dışarı çıkacağım, el tutar ayak yürür her fırsatta. Önce bir topak yapacağım, sulu kardan. Sonra elden ele dolaşacak, ellerimizi yakan kar topu. O topak sen olacaksın gittikçe büyüyen. Sevdiklerinin elini sırayla sıkan. Yürek sıkıntılarından kurtaran. Kurtuluşa yakın en çok deniz özleyecek seni, sonra ben…

 

Hiç korkmayacağım ölürüm diye. Biliyorum ki bekleyeceksin bir yerlerde, koruyacaksın yine yeniden, daima. Hain pusuları kırdığımda başımı gök kubbeye kaldırdığımda, gözlerimi puslu maviye diktiğimde binmilyontrilyonca zerrecik olarak doğduğumuza ve pamuk pamuk süzülüp yaşamı kucakladığımıza dünya şahit olacak.

 

O şahit ki hayatta seni, en çok seni seviyorum, billahi seviyordum can yoldaşım. Kanatlandın atlas maviliğe, o sınırsız boyuta uçtun. Kahramanca, yiğitçe yükseldin ebedi mutluluğa. Denizi karartan heyecanla. Hırslarımı bir kenara koyup, ayak izlerini takip edeceğim mevsim mevsim hiç sıkılmadan, yıllar yılı hiç usanmadan. Ve vakti zamanı geldiğinde namı değer bir son fasıl daha.

Sen rahat uyu babam…

BÜYÜK TATİL KAPANMASI VE KAMPANYA...

 BÜYÜK TATİL KAPANMASI VE KAMPANYA...

Kampanyalar memleketine kamp kuran koronavirüs yüzünden, iki yıldır meydanlara çıkılamayan 1 Mayıs da sessiz sedasız geçti. Zaten tam kapatma idari tatil ile birleştirilip iki haftalık büyük tatil kapanmasına çevrilince bayram öncesi yollara düşülmüştü. Ve bu tam kapanmayla birlikte emeğin, emekçinin, alınterinin dayanışma bayramı usulca bahar bayramına dönüştü. Virüssüz ve güvenli bir gelecek için koyulan tam kapatma, 1 Mayıs İşçi ve Emekçi bayramını bu sene de böyle iç etti. Bu kez bayram başka bayram...
Kapalılık, bu tip kısmi veya tam kapanmalar Bir Mayıs gibi bayramları, özel ve resmi günleri vuruyor tam da on ikiden. Bıraktığı iz dolayısıyla kapalı olma hali en kötü ihtimalle bu kapanmalar. O kadar...
Sanki tüm sıkı önlemler yine bir anda hiç oldu, olacak. Çünkü tam kapanma adıyla lanse edilen ama ne olduğu sonradan belli olacak bu büyük tatil kapanması kampanyası öncesi millet, salgın, tehlike, kriz, kaos, bulaşı, entübe, ölüm demeden yollara döküldü. Büyük kentler özellikle İstanbul yine boşaldı, terkedildi resmen. Tam olmasa da yarı taşınıldı. İyice taşkınlaşan koronavirüs te tatilcilerle birlikte yola çıktı. Peki tam kapanma? Niyeydi niçini belirsiz, adı var kendi yok şimdilik. Büyük tatil kampanyacıları kendilerini aşkla vuracak doğaya. Sonra koronavirüs de hepsini bir güzel yutacak sanki...
Bu arada pandemi yüzünden çıkmazda gördüğü devletlere koltuk-destek çıkan asrın hükümeti, zor bi hal iki hafta tam kapanma ilan ettiği ülkesinde hiç bir bütçe ödeneği sunamadı. En kötü ihtimalle emeklilere bir yüzlük artırımla bayram harçlığı. Tam kapanma tamam da acı yaşamla yüzleşenlere, kıt kanaat yaşamı emekleyenlere en iyi ihtimalle kırtik yok. Ama yalandan kritik çok. Nereden baksan, atsan tutsan yoklar ülkesinde kapanma salt yoksullara gibi. Eve kapan, evden dışarı kapan. Az buçuk varsıllar, salgının memlekete yayılma riski bagajlarında kişisel, hemşerisel açılımlarda. Rahatça vurdular yollara. Evli evine, köylü köyüne hesabıyla, çarşıyı karıştırmak pahasına...
İşte koronavirüslü bu acayip dönemeçte, sorunların ve zamların pik yaptığı bu kritik süreçte sosyal destek çıkmayınca, başka çıkış yolu kalmadı tavrı ağır bastı. Bu nedenle baskıya gelemeyen yığınlar, yığınlar halinde büyük tatil kapanmasına sığındı. Hain koronavirüsün hepten azması nedeniyle kampanya gibi sunulan, metezori ilan edilen tam kapanmanın açık üstüne açık barındırdığı açıkken otogarlar doldu taştı, otoyollar tıkandı. Terminal terminal kampanyaya uzanıldı. Düz mantık artık tutulan, tutturulan kampanya nereye götürürse...
Yüreğin götürdüğü yere yolculuklar serbest ama ne akla hizmetse alkol resmen yasak edildi. Bir ara delindi delinecek gibi oldu. Şimdi alan satan razı, kime ne restiyle ticareti var gibi. Milyarlarca vergi kaybı engellendi. Yergi babında resmi makamlar veya promterlerden ise pek ses seda yok. Yakında nice bahaneler dökülür de dökülür. Tam tatil kapanması içinde olmaz belki ama hemen sonrası muhtemel ayar çekmeler başlar. Zaten zılgıtlara alıştırıldı millet. Arada bir çevir kazı yanmasın rahatlatması.
Rahat kaçtı bir kere artık beklenti yüksek. Şimdi bu kapanma, genelgedeki aksaklıklar yüzünden, program edildiği üzere yürümeyecek görünüyor. Virüs yine yakaladığına yürüyecek. Bu pandemik politikalardaki tutarsızlık sanki koronavirüsün elini rahatlatıyor. Milleti cendereye sokuyor. Peki bu nasıl adalet. Büyük tatil kampanası kampanyasıyla millet borç harç aç açık, kamp yerlerine, açık alanlara, denizlere, dağlara, yaylalara akın ettirildi ne hikmetse. Neyi götürdüler, kimleri getirecekler muamma. Zaten aşılar yarı yolda kayıp. Ayıp sayıp demeden dökülenler ve sallananlara en kötüsü ile cevap mutant virüs yakınlaşması. Üstelik yaklaşık üç ay sonra gündeme girecek virüse kurbanlık tatil kapanması kampanyası da uzaktan göz kırpıyor. Şimdiden ona hazırlanılıyor...
Hazıra dağlar dayanmaz ortamında bir virüs aldatmacası daha. Her gün bayram ilan edilse kampanalar daha kırmızıya çalacak. Tehlike o kadar aleni. Bu ekonomik buhran ve salgın israfıyla büyük tatil kapanmalarından kimler kazançlı çıkacak, kimler kaybedecek en güzel ihtimal erken veya geç tam belli olacak ama. Aması var.
Tam kapanma, tam tamına büyük tatil kapanması kampanyasına çevrilince işler karıştı. Sanki ebedi tatil yakınlaştı, yakınlaşıyor rahat durmayanlara. Tam tatilcilere ve kampanya tatil beldelerine gelince, beterin beteri var.
Bu kumpanyada kampanalar kimler için çalıyor besbelli...

BİR MASAL DÜNYASI...

 BİR MASAL DÜNYASI...

Bir masal ülkesinde, sürekli cadı kazanı yanıyorsa eğer yapılacak nice iş var demektir. O yüzden masal dünyasında yaşananlar her zaman her yerde çok değerlidir...
Bir varmış bir yokmuş, iki birmiş bir hiçmiş tümceleridir her şeyi çığırından çıkaran. Zaten her açılım, saçma sapan bir masalla başlar ve büyüklere masallar ülkesinde geçer. Özü küçükleri korumak olan duygu körelir, gözler asla durulmaz. Ve masallar ülkesinde yorgun düşünceli bezginler ve sıkkınlar özelleşir. Açık saçık durumlar ve açık kaçık genel işler gerçekten berbatlaşır. Kararsız abartılı ablak masal kahramanları işin içine girdikçe, peri masallarında geçen büyülü atmosferler de ıskartaya çıkar. Kim gerçek kim sahte hiç anlaşılamaz.
Ezelden beri ezberletilen ve yürek dağlayan masallarda cezası ağırların hesap günü ertelenir. Sahnelere sabır işlenir.
Masallar ülkesinde geniş kitlelere gündem yaratıcı, işbilir söylencelerle ulaşma gayreti masallara girer. Masal tipleri olduğu yere yığılma hadiseleriyle, çılgın betonlaşma denizinde sürat motorları sürer. Ve sahiden masal çöplüğüdür, dinleyenlerin aklına çöreklenen ...
Bir masal ülkesinde masalları batıran, servet gaspı, hasılayı kaptırmama hırsı, tülbende sarılı mevsimlerdir. Türler türlü art niyet taşır içten içe. Ve baş kaldırılanların sırtına başka bir kölelik anlayışı tüner. Ve ne masallar biter, nede saldırganlık tükenir.
Asık suratlı bir anlatıcı bir masal ülkesinde masallarla kılcal kanalları kandırır. Uyur uyumaz, uyar uymaz bilinmez ama varoluş nedeni daima bir ötekine bağlanır.
Masallar ülkesinde keşfe dair beklentiler tuzağında
bir masal da mutlaka diğerine takıntılıdır. Değerine değmezine satılıktır. Ama aynaya yüz düşürmektir asıl mesele...
Mesela bir masal ülkesinde kaynar cadı kazanınında peri masalı aranmaktır zamanı doğru değerlendirmek. Çok işler yapılabileceğini göstermektir masal dünyasına. Ve dayanılmaz hafiflik hissi tattırsa da masallara dönüşmemektir dünden yarına.
Meselenin özü masallara hasret bir masallar ülkesinde masalları sorgulamaktır yapılacak olan. İçinde çok işler barındıran basit ve bariz masallara aldırmadan zamanı doğru değerlendirmektir asıl olan. Yani masallara dönüşmemektir...

VİVA B1R MAYIS, KORONAVİRÜS FAŞİS…

 VİVA B1R MAYIS, KORONAVİRÜS FAŞİS…

B1r Mayıs emekçilerin günü, işçinin emekçinin bayramı. Devrimin şanlı yolunda yürüyen halkların bayramı. Yurtseverliğin zirvesi. Ancak bu kez zirveyi koronavirüs kaptı. Pik yaptı. Memleket yasaklı. Millet yasaklı. İşçiler yasaklı. Sokağa çıkış yasak. Covid-19 yüzünden tam kapanma ve 1 Mayıs yok. Bu kez proletarya değil, faşis pandemi kazandı. Oligarşi kazançlı çıktı...
Artık bu B1r Mayıs’ta hiddet ve şiddet galip gelemeyecek. Yersiz kavgayı sahneye koyanlar kimler ise bu kez mesai yok. İşbirlikçi planlar, pompa bahaneler ve kolpa programlar da iptal…
Viva B1r Mayıs, koronavirüs faşis…
Dünyada da karnaval yok gibi. Kolluk güçleri ile demir barikatlar izinli. Ya da başka işlere görevli. Bu kez önceden hazırlanan tüm senaryolar çöp. Hayaller tutmadı, balkonlar da ele geçirilemez artık...
On küsur yılların resmi irade karşıtlarına Allah yarattı demeyip, girişilen meydan savaşları da yok. Çünkü korona var. Kaypakça kamuoyuna şırıngalanan, sol düşmanlığı ve 1 Mayıs karşıtlığı martavalı artık seneye. Yani hevesle beklenen ve hazırlanılan tüm egelleme taktikleri hiç oldu. Faşis korona kapitalizme geri saydırdı...
Zaten yıllar yılı B1r Mayıs’lar da istenen daima kargaşaydı. Organize edilen hep kaos, hep kan ve gözyaşı. Dünyanın neresinde olursa olsun, en merkezinde dahi her dejenere yönetimin, uygulamaktan çekinmediği aynı usul ve yöntem. Oligarşik kumpas, kaotik manzara. Vatan hainleri ve düzene isyan feveranı. Fazlası var ama en az üç beş ay götürürdü, yazık oldu...
Zaten koronavirüs diğer krizler gibi teğet geçmedi. Doğru durum tespitleri yapıldığında dibe çakılmışlığı, resmen güncelledi. Gündelikçi, yevmiyeci, haftalıkçı, mevsimlikçi, maaşlı, ücretli, emek ve alın terine ihanetin ve işveren işgüzarlığının en babasını gördü.
Emperyalizm ve tekelci burjuvazinin, işçi sınıfının ve emeğin üzerine kurduğu sınırsız sömürü sisteminin diğer yüzü de görüldü. Beyaz yakalısı, mavi yakalısı, karşı yakalısı, beyaz önlüklüsü, kırmızı iş üniformalısı, yeşil işçi tulumlusu, metal şalteri açanlar, elektronik düğmeyi kapatanlar, alın terinin kurumadan ederinin ödenmesi gerekliliğine tapanlar ve nicesi bu fırsat anında eve kapandı. Kölelik devrinden beter memleketin dört bir yanına, işyerlerine, atölyelere, fabrikalara, kombinalara, tarlalara, bağlara, bostanlara faşis korona uğradı...
Viva B1r Mayıs, koronavirüs faşis...
Her halükarda tek ideal ekmek. İnsanca yaşamak ve onurlu kalmak. Çoluk çocuğa gelecek. Ve mutlu memleket…
Memleketi çepeçevre saran, etrafı kuşatan koronavirüs, akla karanın yanı sıra zehir zemberek bütün bulutların dağılabileceğini ve büyük yalnızlığın yenilebileceğini de gösterdi…
Bu koronavirüs yüzyıl başı imparatorluklardan bu güne olduğu gibi, faşist diktatörlüklerin ve yasakçı cumhuriyetlerin hak aranmasına ve halkların demokrasi arayışlarına anında sert tedbir, baskı, zulüm, maddi manevi işkence uygulandığını da gösterdi. Her koşulda, en ağır koşullarda dahi ciddi hak gasplarına devamı, çözüm arayanlara ayarlanan cehalet ve şiddeti, faşizan yaptırımlar ve dinsel temelli idare hevesinin tepe yaptığını da gösterdi…
Gösterdi göstermesine de inatla gören yok. Bakan çok. Anlayan az. Elden ne gelir havasında tam kapanma…
Ama faşis koronavirüs-covid 19, dünyayı 2019’dan sallamaya başladı. Sırasıyla kapitalizmin çıkmazlarını, emperyal istilacıların yediği herzeleri, tıbbi ve bilimsel eksikliği, endüstriyel ve sınai geriliği, doğaya düşmanlığı, ekonomik darboğazı, emeğe zulmü ve vahşi kapitalizmin acımasız sömürüsünü dikkatlere sundu. Kısa sürede iktidar erkini kullanma rahatlığı ve işbirlikçi tutumla ehli keyif yaşam sürülemeyeceğine dikkat çekti. Alternatifleri yok saymanın, karalamanın işi zorlaştıracağını vurguladı. Özellikle işçiden, emekten yana tavır ve dik duruşları ezmeye çalışmakla, bariz ve galiz saldırılarla mevcut iktidarların yol alamayacağını da açıkça belli etti...
Peki, belleğe kazınan ne? Hiç. Bu kadar hiçlikte koronavirüs korkusu elbette dağları bekleyecek...
Yine de B1r Mayıs’ta tek yürek tek yumruk ve B1r gün mutlaka B1r Mayıslar baharı getirecek umudu yeşerecek…
Viva B1r Mayıs, koronavirüs faşis. Faşis Covid-19…