30 Mayıs 2021 Pazar

MİLLET VE DEVLET

 MİLLET VE DEVLET...


Millet sınıf sınıf, tabaka tabaka, katman katmandır. Devletin varlık nedeni milleti kategorileştiren bu unsurlardır. Dahası çok parçalı bu unsurların birbiriyle çatışmalarıdır. Devlet organları, devletin varlığının devamı için Platondan beri bu çatışma alanlarını kıyasıya genişletir ve çatışmaya ortam hazırlar. Oysa devlet ezelden ebede var olmayacak olgudur. Yeryüzünde hala devlet ve devlet erkini tanımayan, devletten bir haber toplumlar mevcuttur. Yani millet ve devlet ayrılmaz bir ikili değildir, birbirlerini bütünledikleri varsayımı da gerçeği yansıtmaz. Çünkü çoğunlukla millet başka, devlet başka işler...


Millet ve devletin biraraya veya karşı karşıya geldiği yaşamın her evresinde, milletin sınıflara ayrılması söz konusudur. Devlet işte tam bu noktada zorunlu bir mekanizma olarak devreye sokulur. Siyasal açıdan milleti aktif biçimde ayrı kutuplara hapsetme,  devlet eliyle tarafgirlik gerçekleşir. Resmi ifadeyle millet, devlet sayesinde kaynaşır veya ayrışır...


Gerçekte devlet milleti değil, millet devleti ayakta tutar. Ancak devlet, milleti koruma kollama bahanesiyle erki eline geçirdiği an itibariyle kolluk güçleri kurar. Ama başta kendini sonra mevcut toplum yapısını, çıkarcı düzeni, çarpık sistemi korur. Yetinmez hukuki kurumlarıyla salt kendini savunur. Manasız ve dayanaksız yaptıklarını da peşisıra çıkardığı kanunlarla mazur gösterir. Bu muzır döngü, millet ve devlet paralelinde millete metazori kabul ettirilir. Çünkü devletlerin tümü çağdışı veya çağdaş burjuvazinin ürünüdür. Bu temel özellik her fırsatta millete yansıtılır ve kara yalanlarla devletin millete egemen hali saklanır. Veya özgür millet, özgür devlet ikilemiyle

milletin kayıtsız şartsız egemenliği biçimlenir. Gerçi devlet egemen irade konusuna pek aldırmaz görünür. Çünkü milletin yaşam şeklini, egemen güçlerin çıkarları doğrultusunda ve sahiplik mertebesinde nasılsa kısıtlar veya bazen serbest kılar. Bu hakkı kendinde hak görür, milletin yasalara uyması, uymayanların başta ceza yollu uydurulması ile de sözde sorunları halleder...


Milletin, devletçe üretilen bilince uyma zorunluluğu ise bambaşka dertler yaratan bir konudur. Bu resmi bilinci reddetmek, ortak bilinç olarak kabul etmemek bizzat devlet düşmanlığı olarak görülür ve en ağır yaptırımlar sıraya konur. Oysa kaçınılmaz olan milletin sürekli değişimi arzulamasıdır. Bu gerçeklik ya unutularak veya yok sayılarak salt devletin varlığını sürdürmesi adına millet devamlı baskı altında tutulur. Çıkış yolu ideolojilerin maddi belirleyiciliği de tırpanlanır. 


Özellikle milletin geleceği için mücadele edilen her dönem, her dönüm noktasında yeni yönelişlerin önü devlet tarafından şiddetle kesilir. Radikal önlemler alınır. Devlet hayal kırıklığı yaratacak hukuk gasplarıyla hatta yaşamsal felsefelerle cebelleşerek sırf kendi bekasına çalışır. Milletin bekası unutulur. Devletin bekası öncelenir. Bu yanlış oyalanmaya karşı çıkanlar ise ötelenir. Ölüm derecesinde ötekileştirilir. 


Böylece millet ve devlet büyük bir kopuş yaşar. Millet kendi derdine, devlet kendi derdine düşer. İşte bu karşılıklı ve ağır kusurlu çatışma yanlış bölümlenmeleri de beraberinde getirir. Dogmatizme yenik düşen, bilimsel düşünce dünyasını kafadan reddeden bir millet ve devlet yapısı olgunlaşır. Hal böyle olunca her sosyal sıkışmada millet devlet el ele nutukları atılır. Hatta en acı ve vahim siyasal vakalarda dahi millet sağolsun, devlete zeval gelmesin duasına amin edilir. Oysa millet ve devlet kapsamında yaşanan çelişkiler en somut ifadeyle bütünlenmeye ve bağımsızlığa ulaşmaya engeldir. Zaten millet, iç ve dış unsurların yüksek perdeden tehditleri ve olumsuz yönlendirmeleriyle uzlaşmaz boyutta katılaşır ve kamplaştırılır. Böylece devleti var eden sınıf, tabaka, katman, direk, orta direk ne varsa zamanla tarihe gömülür..  


Millet ve devlet çerçevesinde egemen güçler ve büyük sermayenin işi de, işine gelen de resmen budur. Tarihe gömme...

Hiç yorum yok: