21 Kasım 2019 Perşembe

KASIM-2

PUZZLE
Puzzle birden fazla ögeli, bir resim ya da fotoğrafı oluşturmak için bütün ögelerin yerli yerine getirilmesi pratiğidir. Zorluk durumu, ögelerin sayısına, görsel renkliliğine ve manzaranın büyüklüğüne göre değişir. Genç yaşlı geniş kitleleri bir kez olsun etkileyen, karşılaşılan her türlü sorunlara, değişik perspektiften bakma ve çözüm yolları geliştirme alışkanlığı kazandıran çerçevesi belli strateji alışkanlığıdır.
Yani puzzle, birbirinden çok farklı veya benzer yüzlerce binlerce ögenin bir araya getirilmesi ile birbirinden çok farklı problemlerin farklı yöntemlerle çözülebileceğini gösterir.
Dağılmış ögeleri derlemek, toplamak ve bütünlemek, sonunu kimsenin  bilemeyeceği puzzle'ın ta kendisi olmaktır. Yetenek ister. Sabır gerektirir. Emek önceliklidir. Hep başkalarından esinlenerek, bu pratiğe yerli yersiz karşı çıkanlar ise asla puzzle’ın parçası olamazlar. Hele ki ana teması hiç olamazlar. Ancak art niyetle, her türlü puzzle’ı bozma yönünde ünlenerek, piyonlaşırlar. O da başka bir stratejik oyunun izahını gerektirir. Ancak sonuç değişmez.
Pervasızca puzzle düşmanlığı, içten içe yozlaşıyı temsil eden bu elemanları, dört yol ayrımına geldiklerinde hepten yolunu şaşıran nesnelere dönüştürür. Neyin nesi oldukları besbelli iken nemelazımcı zihniyetin tutsağı olarak her asılsız karalamaya hazır, her çapsız yaftalamaya nazır profil çizerler. Oysa kendi gölgesinde yürümek dışında bir marifetleri yoktur.
Son durağa gelmişler çok iyi bilir, puzzle karanlık labirentten esenliğe adım adım ulaşmanın ve darboğazdan kurtuluşun simgesidir. Manzara netleştikçe taneleri yerleştirmek daha da zorlaşır. İki kelimeyi sinkafsız bir araya getiremeyenler elbette karılmış parçaları bütünleyemezler. Sadece bütünlenmeye çalışılan ahengi bozarlar.  Topu topu iki adımlık akılları ile sulu değirmen misali insan ögesi üğütmeye kalkışırlar.
Hele ki oluşabilecek olumlu manzarayı hiç önemsemeden, özümsemeden, akla nakşetmeden her zamanki gibi puzzle bozarlar. Yana yakıla puzzle da kendi resimlerini arayıp bulamadıkları içindir bu hışım. Bulamazlar da. Çünkü bu gibi elemanlar şablon tiplerdir. Şablonu koyar mürekkeplendirirsin, kaybolurlar.
Tek iş ve gayeleri puzzle’a bakar, birlenecek parçaları görmez, bilenirler ve en kolay yolu seçerler; manzara kötü. Kötü de kendi payına düşenin özeleştirisi. Yok. Geri kafaları kimsenin görmediğini gör sinyali verdikçe de, evirir çevirir en bilineni bulduk tarzında ver yansın ederler.
Etme bulma dünyası. Yalancı çoban hikâyesi. Dünyaya gereksiz ağırlık…
Okuryazar görünürler ama anaokulu çocuklarına has puzzle’ı bile layıkıyla birleştiremezler. Torun torbanın birlediğini dahi kıskanıp bozarlar. Onlara yol göstermek ise yine dağılmış parçaları hakkıyla toplayanlara düşer. Çünkü yozlaşı batağında direniş, her babayiğidin harcı değildir.
Yazın beş paraya satılan puzzle olaydı, eksik parçaları bulmak kolay olurdu kendinden bir şeyler satanlar da hazırcı ve puzzle’cı. Trajik bir yara bu. Öfke nöbetleriyle dağıllmışlar dört bir yana, köklü düşüncelerden düş koparmaya çalışıyorlar. Ama nafile.
Asla ödün vermez puzzle’ı çevresel etkilerle eşelemek, gerçek dışı kurgulara sürükler uydurma yapbozcuları. O kadar.
Bu kuruntuları açık, puzzle da dağılmış parça avcılığına soyunanları, bu duvar dibi yığıntılarını herkes bilir. Bulur. Manzaranın tam orta yerine, toplu iğne deliğine yerleştirir.
Yani aklını başına toplamayan bu devşirmeler zamanla puzzle’ın en bilinen en etkisiz parçası olur. Boyun eğen makinist pozunda trajikomik filmlere konu olur. Puzzle bu bazen garip kuşkularla hayallere kürek çekenleri de denizin karasına çeker. Pizzacı yapar. Süründürür.
Eğer gülünçleşen şaşkınlıkla mevzuya en uzak sürümü olanlar dahi tutucu yargılamalar yapmayı vazifeden saymaya devam ederler ise puzzle yeni pozlara bürünür. Bütün resmedildiğinde ise piyonları asla affetmez. Tabi anlayana.  
İşte elde avuçta, arta kalan işe yaramaz puzzle parçacıklarını oraya buraya sokuşturarak manzara tamamlanır sanan bu maraza tiplerden, dostluğu dengelemesini beklemek boşa ama son bir şans. Kendini puzzle uzmanı zannedenler yüzlük, binlik, kaç binlik olduğunu bilmedikleri puzzle’yi tamamlayamazlar. Çünkü bazen zaman alır, bazen aşırı yoğun emek ister. Onlar ancak iş bitince cilalarlar.
Bir öncesinde zor bir hal bütünlenip, çerçevelenen puzzle’ın bütününden parça apartmak ise marifet değildir. Maharet ilmek ilmek puzzle’ı işlemektir. Manzarayı görmektir. Şimdinin dağılmış parçalarını birleştirmektir. Mevcuda karşı olası birliği, birleşmeyi bozmak değil.
Çünkü bu puzzle, bu kez gereksiz öge kaldırmaz…
REEL SİYASET
Reel siyasette şans kapıyı çok kere çalmaz. Siyasal ömrünü doğru siyaset veya siyasetin doğrusu doğrultusunda harcayanlar ciddiye alınacak başarı sağlayamayan kapılar kapanır. Göçerler.  Etiket yarışı siyaset diyenler ise ödenecek diyetlere aldırmadan kongre ve kurultay vardiyesi tutarlar…

Sıkıntılı despotik dönemlerde akılcı hedef, doğru ilkeler havada uçuşur. Ama parti içi demokrasi, demokratik yarış yeni sistem önermez. Eğer önermiyor ise kurumsal bütünleşme de mümkün olmaz. Yıpranmış örgüt ve kısır tartışmalar, en etkili veyetkili potasında yarışı kavgaya dönüştürür. Otoriteye zor kullanma halleri siyaseti başlar.
Siyaseti kongre tüccarlığı, kurultay mühendisliği olarak görenler yüzünden hedefler hepten şaşar. Uzman kongre manevraları, özlemle beklenen değişimi önler. Sabit siyaset güdülür. İşler şansa bırakır.
Siyaseti koltuk kavgasına indirgemek algı ve alışkanlıklara yer ettiğinden aynı düzenek işler. Statüko korunur, hegemonya devam eder. Otantik yapılar yeni paylaşımlar elde eder. Merkezi otorite ağırlığını koyar.
Aslında durumdan memnuniyetsizlik barizken hep aynı numaraların çekilmesi, siyasetin özü gereği zıt konumlar üzerinden şans yaratmak ve idare etmek peşine düşer. Oysa onun yerine değişim modeli önermek en doğru siyaset yapma biçimidir.
Ve ortamı devamlı mükerrere bağlamak, demokrasi arenalarının karakteristik özelliğini de bozar…
Kaygan zemin değerlemesi ve değerlendirmeleri ile özgür ve özgün tavır geliştirilemediği de açıktır. O yüzden deneyimler, uzlaşmasız ve haddini bilmez hazırlıklar yüzünden kullanılamaz. Her şey nutuk çekmekle kalır. Ayrıca kırılgan demokratlar panayırı, genel otoriteyi zorlayamaz. Toptan statükoya boyun eğilir.
Siyasetin çivisi çıkmış her dönemin, kongreler ve kurultaylar kronolojisi değerlendirildiğinde idelerin ve disiplinlerin yerlebir edildiği açıkça görülür. Sonuçta metne yansıyan dinamiklerini kaybeden, kutsala özgü siyasal yozlaşma kısır yargılarla bencilleşir. Böylece iyice bireyselleşen aynı varyasyonlar denenir.
Siyasetin kısa tarihi incelendiğinde ise yapılan en büyük haksızlık da budur. Bu devam ettikçe siyasetin kongre ve kurultay çetelesini tutanlar er geç doğan yeni krizlerin gölgesine sığınırlar. Ve her şey çok güzel olacak derken pusulalarda yol kaybedilir.
Ve reel siyaset ve geleneksel tavır çatışması tarihe not düşer…
İşin doğrusu ileriye dönük hiç şans kalmaz. İşte o yüzden evrensellikle örtüşmeyen kimlik bunalımlı siyaset ve kabileci tutsaklık bir an evvel bırakılmalıdır. Çağa vurgu yapacak sol değerleri öne çıkarıp, hizipsel yönelişlerden sıyrılacak bir çıkış yolu önemsenmelidir.
Reel siyasete geçiş son şanstır…
GERÇEK SOL
Gerçek sol çehreli yorumlar doğrultusunda, siyasete yeni boyut kazandırılmadıkça geniş halk yığınlarını bir araya getirme zorunluluğu gerçekleşemez. Evrensel sol değerler gözden düşer. Tarihsel yazgı değişmez…
O nedenle solda, dil ve çehre değişikliğine ihtiyaç vardır. Kimlik yoğunluklu kavga ve sonu baştan belli yarışlarla değil ilkesel umut olacaklar ve çoğunluğu yakalayacaklar ile kader değişir. Aynıyla geçmişi hatırlatan yapı ve üslupta ısrar sadece nostalji yaratmak ve sabırları tüketmektir. Böyle kara yazgı değişmez. Gelen gideni aratır. Siyasi sorgulama yapılmaksızın denenen her yol çok kısa sürede inandırıcılığını da kaybeder. Ve siyaseti dizayn heveslileri nihayetinde meramını anlatacak zaman mekan bulamaz.
O yüzden arka plan konumcular yerine, gerçek sol çehreli yorumların özneleri siyasete kazandırılmalıdır. Aksine hal yani mevcudu, statükoyu sahiplenmişlik yeni siyasi depremleri tetikler. Çünkü geçmişi şimdiki zamana çekenler geleceği asla kurgulayamazlar…
Diğer yandan sol siyaseti daha uçlara taşıyan ve tam bağımsızlığa savrulan karakterlerden çekinildikçe onların dışlanması körüklendikçe, durum hiç değişmez. Anlık ve kısmi başarılar ile zoraki paylaşımlar dışında büyük zafere ulaşma gerçekleşmez.
Oysa gerçek sol çehreli yorumlar ile yoğurulan yeni sol siyasi boyut hiç beklenmedik eylemlilikleri,  siyasal patlamayı güncelleyebilir. İç dış ezberleri bozabilir. Asla itiraz edilmeyecek bir kurguyla çanak tutulan hengameyi engelleyebilir.
Yoksa dünyayı algılama da eksiklik devam eder. İçe dönük mekânsal ve zamansal hırs ağır bastıkça dışa doğru ilerlemede zorlanılır. Doğal tabanla ipler daha da kopar. Arzu ve öfke keskini figürler etkin sol siyasetten uzaklaştırılmadıkça gelgitler yaşanır. Tablo ayni kalır.
İşte o nedenle gerçek sol çehreli yorumlar ve tasarımları hayata monteleyecek, gerçek sol siyasete yeni boyut kazandıracak, derleyip toparlayacak, bir girişime ve dönüşüme ihtiyaç var.
Bu gerçek sol girişim mevcuda karşıtlık ve sözde muhalefet ötesinde, daha yüksek bir ihtimalin ortaya koyulması ve ihmallerin korkusuzca üzerine gidilmesi projeksiyonudur…
Etrafı, etraflı bir kavrayış ve evrensel sol normlarda gerçekçi etki tepki koyma pratiğidir…
Yani nemelazımcı günü kurtarma âdetine ve derde boğulmuşluğa son veriş, ancak yapıcı, yaratıcı sol çehreli yorumlar ile sol siyasete yeni boyutlar kazandırma ile gerçekleşebilir.
Gerçek sol çehreli dönüşümün ve düşüncesinin hakim kılınması ile tarihsel yazgı da değişir. Değişmelidir. İş değişimi başlatacak yeni dil ve çehrelerin kısa ve uzun vadede siyasetin kalbine cansuyu olduğunu kabullenmektir.
Aksi halde gelecekte, geleceği savunacak kimseler kalmaz…
SİYASET VE BİLİNÇ
Düşünsel kargaşa giderilmedikçe siyaset felsefesi zedelenir. Bilinç kayması yaşanır. Umut yeşermez. Kavramsal gelişim, siyasal evrim gerçekleşmez. Ve daima kalıtsal hastalıklar nükseder.  Kof nicelik ve nitel yetersizlik doğar…
Oysa siyasetin özgünlüğü, belirsizliğe umut yükleme örgütlülüğüdür…
Sınırları algılayıp, sınırsız özgürlük hissi aşılama becerisidir. Erken önlem alma etkinliğidir. Peki, bugün hangisi var? Hangi edim ve eylem profili etkin? Hangi koşullar olgunlaştırılıyor,  işte temel problem yaman çelişki budur. Bir an önce bu toptancı zihniyetten kurtulmak gerekir.
Sürekli değişen dünyada, özüne yabancılaşıp nesneleşen bağımlı itici güçle, güç kazanılamaz. Kaybedilir. Marjinallik sınırlarında, içe dönük içerikle zaman kaydedilir.
Kayıptan öte nicel-nitel tanımlamalar da yerli yerine oturmayınca özgür ve özerk yapılanmalar gelişmez. Devrimci ve değiştiren etki azalınca, siyasetin kökenine kötülük karışır. Karıştırılır. Kötüye yeltenme ivmelenir ve mevcutla yetinme kabul edilir. Çünkü daima daha iyi koşullarda düşünsel hasat olgunlaşacağı, olgunlaştırılabileceği saklanır.
Her çıkış noktası kapanır. Utku ile sonuçlanabilecek her türlü eylemlilik ve bilinç ötelenir…
Bir anlamda siyasete doğru bakış ve haklı yöntem arayışı şekillendirilmedikçe, boşu boşuna daha çok tartışılır. Enerji tüketilir. Sayısal güç odakları peşine takılarak yıllar heba edilir. Feodaliteye dayalı asla hayata geçmeyen günlük yapılanmalar inşa edilir.
Oysa siyaset kozmopolit yapıyı rahat ettirecek ve bir arada tutabilecek, düşünsel ve eylemsel pratiktir…
Siyaset ayrıştıran ve koparan, kamplaşmaları güdüleyen formatta ayak diretme değildir. Hele karantinaya alınmışçasına gizlenen belirleyici unsurlarla, zihinlerde kalıplaşmış gündelik siyaseti dayatmak hiç değildir. Bu siyaset bilinciyle hiç bağdaşmaz. Bu otoriter tavır gün gelir duvara toslar. Herkes için siyaset hayal olur. Birileri için siyasallaşma kargaşası siyaset olur.
O halde siyasette tarz yaratan bir modele dönüş eğilimi, ilgi yaratacak yöntemler bir an önce etkinleştirilmelidir. Kör çatışma ve ucuz rekabet yerine sınıf bilinci dozlu disiplin realize edilmelidir.
Uzun yıllar değişen dengelere bağlı yancı tutumlar denendi. Bu tavır siyaseti dizayn etti. Sonuç dibe vurmuşluk. O zaman dip dalgası yaratabilecek nicel nitel patlamalara ve patlamalara koşut gelişecek siyasal perspektife mercek tutulmalıdır.
Ancak bu sayede parlak kazanımlar süreklilik arz ederek. Çürümeye karşı durulur. İdeolojik temele dayalı siyaset olgusu egemen olur…
FETTAH DİNDAR; “BORCUMUZ 275 MİLYON TL. OLABİLİR…”

Bayrampaşa Belediye Meclisi 2020 yılı tahmini bütçesini 268 milyon TL. olarak oy çokluğu ile kabul etti. Mecliste, 2020 yılı mali bütçe görüşmelerinde CHP Grubu adına konuşan  Abdülfettah Dindar  bütçe kalemlerine ilişkin ayrıntılı çarpıcı tespitler yaptı ve “Bayrampaşa belediyesi olarak, 31 Aralık 2020 tarihi itibariyle borcumuz 275 milyon olabilir …” uyarısında bulundu…
Bayrampaşa Belediye Meclisi, 2020 mali yılı bütçesini görüşüp, oy çokluğu ile karara bağlandıktan sonra CHP Meclis üyesi Abdülfettah Dindar bütçe görüşmelerine koşut şu açıklamalarda bulundu;
“ Bütçe görüşmelerinde CHP Grubu adına yaptığım konuşma çerçevesinde, kürsüde söylediklerime bağlı kalarak size şunları aktarabilirim.
Sayın Belediye Başkanı ortak değerlerimizden kopmayarak, Bayrampaşa için çalışıyoruz, Meclis üyeleriyle uyum içinde yeni projeler hayata geçiriyoruz diyor ama belediyemiz bir yılını hiç harcama, hizmet yapmadan tamamlasa bile toplam borcunu ödeyemeyecek durumda. Yani yeni proje hayata geçirecek gelir fazlamız yok. İstanbul’un yüzölçümü ve nüfus olarak en küçük ilçelerden biri olmamıza karşın maalesef İstanbul’un borçlu ilçe belediyeleri listesinde önlerdeyiz.
Size birazdan bütçeye belediyece koyulmuş rakamlarla ve bizim öngördüğümüz rakamlarla belediyemizin ne kadar zor durumda olduğunu izah edeceğim.
Ancak öncelikle bir önemli noktaya da temas edeceğim. 2020 yılı performans programı taslağı ve 2020-2024 stratejik plan kitapçığında Sayın Cumhurbaşkanımızın, Sayın belediye başkanımızın resimleri var fakat Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ile İBB Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu’nun fotoğrafları yok. Oysa bir öncekinde İBB Belediye Başkanı’nın fotoğrafı vardı zannediyorum.

Belediyemizin tüm müdürlüklerinin, tahmini bütçe giderlerinin ve tahmini bütçe gelirlerinin, hizmet alımları ile diğer kalemlerini birebir inceledim. Net bütçe giderleri ve gelirlerine giren,  yapılan ve yapılması düşünülen mal ve hizmet alımlarında bütçede olan olmayan, performansa giren girmeyen konularda bazı eksiklikler gördüm. Bazı fazlalıklar gördüm.
Yani işletme ve iştirak müdürlüklerimizin tamamının da bir tasarrufa gidilmesinin gerekliliği söz konusu. Rakamlar sanki bütçe denklemeye yönelik. 2020 yılı performans ve proje raporunda da geçen Belediye Hizmet binalarının temizliğinden tutun da Belediye Hizmet binalarının güvenlik hizmetleri ne kadar bir fazlalık olduğunu saptadım. Diğer yandan spor organizasyonları, spor malzeme alımı ve sporculara verilen ödülleri  için öngörülen rakamlar çok düşük.
Belediyemizin en az yüzde yirmi kadar tasarrufa gitmesi gerekliliği mevcut. Yalnız tasarrufu personel giderleri üzerinden yapmamak kaydıyla. Örneğin Park ve Bahçeler Müdürlüğü hizmet alımları ve sermaye giderleri açısından yapılan incelememde rakamlar üzerinden tasarrufa gidilebilir.  Belediye olarak 76 adet parkımız var. Bunların yarısı kadarının bakım bve hizmetini Büyükşehir Belediyesi yapıyor.
Bir çarpıcı örnek de temizlik ve ulaşım hizmetleri. Her iki hizmet alanında da tasarruf şart. 2020'de hizmet alımı kapsamında yeni 85 araç ve 110 personel alımı tahmini bütçeye eklenmiş durumda. Bu realitenin çok üzerinde gerçekleştirilecek bir durum.
Bu ve benzeri birebir değerlendirmeler doğrultusunda büyük fotoğrafa baktığımızda, 2020 yılı tahmini bütçesine, iki üç ay içinde netleşmeye yakın 2019 yılından başlamak gerekir. Bizim 2019 yılı tahmini gelirler olarak öngördüğümüz 181 milyon idi. Bu genel genel toplamın 70 milyonu vergi gelirleri, 12 milyonu teşebbüs ve mülkiyet gelirleri, 4 milyonu bağış ve yardımlar ve 80 milyonu diğer gelirler olarak düşünmüştük. Ve 2019 yılında alınan kredi miktarı yani borçlanma 15 milyondu. Yani toplamda 181 milyonluk bir gelirimiz söz konusuydu.
Buna karşılık 2019 yılı sonunda toplam giderimizin 215 milyon olarak gerçekleşebileceğini tahmin ediyorduk. Gider kalemleri olarak, personel giderleri 36 milyon, SGK 5 milyon, mal ve hizmet alımları ki bütçedeki en büyük rakamdır 144 milyon, faiz giderleri 4,5 milyon, cari transferler 5 milyon, sermaye giderleri 25 milyon idi.
Şimdi bu 2019 yılı tahmini bütçesi bu şekilde neticelenirse ki, gerçekleşecek görünüyor belediyemizin finansman açığı alınan kredi ile birlikte 49-50 milyon TL'dir. Bu da 31.12. 2019 yılı sonu itibariyle kısa ve uzun vadeli borç toplamının 245 milyon TL civarında olacağını göstermektedir. Burada yüzde beşlik bir yanılma söz konusu olabilir. Yani Belediyemiz 2019 yılını 50 milyona yakın bir bütçe açığıyla kapatmış olacak.
Şimdi buradan 2020'ye geçiş sağlarsak bütçe gelirleri ve giderlerini baktığımızda ki bağlanan kararla bütçe rakamı 268 milyondur. belediyemizin giderinin bu kadar olacağı öngörülmüştür. Bütçeye kayıtlı rakamlar bazında, personel giderleri 43 milyon, mal ve hizmet alımları 156 milyon, sermaye giderleri 41 milyon civarında. Cari transferler, yedek ödenekler, mal ve hizmet faiz giderleri vesaire toplamda 268 milyonluk bir toplam gider söz konusu.
Buna karşılık 2020 yılı gelirlerimiz ise bütçeye kaydedilen verilere göre; vergi gelirlerini 152 milyon küsur görüyoruz ki bu gelirin kesinlikle gerçekleşme şansı yoktur. Bizim öngörümüz 88 milyon, 89 milyon civarında bir vergi geliridir ki anca bu rakam gerçekleşebilir. Bunun üstünde vergi geliri olacağı hayaldir. Mümkün değil. Teşebbüs ve mülkiyet gelirleri üç aşağı beş yukarı bizim öngörümüzle aynı, 20 milyon civarında. Biz 17 milyon civarında gelir öngörüyoruz. Alınan ve bağış ve yardımlar da küçük farklar olabilir. Diğer gelirler de 80 milyon civarında gösterilmiş. Ve 2020 yılı genel toplamı 18 milyonluk iç borçlanma ile birlikte 268 milyona bağlanmış.
Yani tahmini bütçe, olası bütçe  giderlerini, karşılayabilecek bir gelire endekslenmiş bir bütçe.
Bizim tahmini bütçemiz de takribi giderler 225 milyon. Tasarruf edilmesi durumunda 195 milyona kadar düşürebilecek bir denk bütçe. Yani giderlerimizin 225 milyon, gelirimizin 195 milyon olacağını düşünüyoruz. Buna göre gelir gider farkımız 30 milyon civarında.
Belediye başkanlığımızın 2020 yılı finans açığı öngörüsü de 18 milyon TL. 2019 yılının 49 milyon açıkla kapanacağı düşünülürse bu öngörünün tutmayacağı çok açık. Tahminimiz gelir kalemlerinde, sermaye gelirleri ve alınan bağışlarda, gider kalemlerinde ve sermaye giderlerine bağlı olarak bazı değişiklikler gösterebilir. ancak total rakamı pek etkilemez.
Bu tahliller doğrultusunda biz 2020 yılı sonu itibariyle belediyemizin borç toplamının 275 milyon olacağını öngörüyoruz…

Bir saptama daha yapmak istiyorum. Gözlerden kaçırılmaması gereken bir konu. 2018 bütçe programı uyarınca net gerçekleşen bütün de vergi gelirimiz 70 milyon. Teşebbüs ve mülkiyet yerlerimiz 11 milyon. alınan bağış ve yardımlar 6 milyon. diğer diğer gelirler 75 milyonun biraz üstüydü. Böylece Belediye olarak 164 milyonluk bir gelir elde etmiştik…

2019 yılında da öngörülen vergi geliri 70 milyondu. Teşebbüs ve mülkiyet yerlerinin 12 milyonda kalacağı, alınan bağış ve yardımların 4 milyon, diğer gelirlerin 80 milyon olmak kaydıyla 166 milyon gelir elde edeceğimiz gerçekleşmek üzere.
Bu gerçeklik üzerinden, aritmetik değerlendirmelerimiz 2020 bütçesi için 88 milyon civarında vergi geliri elde edebileceğimiz gösteriyor.
Belediyemizin bütçeye koyduğu vergi geliri ise152.798. 963 TL. Yani geçmiş yıllarda elde edilenin ve bizim bu yıl için öngördüğümüzün neredeyse iki katı. Anca 2 yılda toplanabilecek vergi geliri bütçeye koyulmuş durumda. Bu rakam, teşebbüs mülkiyet gelirleri, alınan bağış ve yardımlar, diğer gelirler ile desteklenmesi de yetmeyince, artı yaklaşık 18-20 milyon borçlanma ile toplam giderlerin karşılanması düşünülüyor. Bu hal ve birebir değerlendirmelerin ışığında 2020 bütçemiz,  şimdiden 70-80 milyon TL açıkla kapanacağı fotoğrafını veriyor. Bu belediyemiz açısından çok olumsuz bir gösterge
Son tahlilde yapılması gereken gider ve gelir kalemleri ile fazla oynamadan, ciddi tasarrufa gidilerek, mal ve hizmet alımları daha disiplinli bir şekilde yapılarak, fazla da borçlanmadan 30 milyon açıkla 2020 tamamlanabilir.
Gelecek yıllara daha fazla borç aktarmadan, ülkemizin bu ekonomik darboğazından çıkmak, belediyemiz için en iyi sonuçtur diyoruz…”

CHP ESENLER, 9 MAHALLEDE DELEGE SEÇİMİNİ TAMAMLADI…
CHP Esenler, İlçe kongre delegesi seçimlerini 17.11.2019 tarihinde dokuz mahallede yaptı. İlçedeki 16 mahallenin dokuzunda tamamlanan delege seçimlerinde uzlaşı listeleri ile seçimlere gidildi…

İlçe Başkanlığı tarafından açıklanan takvime göre ilk etap delege seçimleri Birlik, Davutpaşa, Namıkkemal, Kazımkarabekir, Havaalanı, Kemer, Menderes, Mimarsinan, Ninehatun Mahallelerinde gerçekleştirildi.
Bu mahallelerdeki sandık sonuçları, iki başkan adaylı bir kongrede seçim ortada izlenimi veriyor.
Esenler’in geriye kalan mahallelerindeki seçimler ise 24.11.2019 tarihinde  yapılacak. Bu mahallelerde de Fatih Mahallesi hariç uzlaşı listesi ile seçimlere gidileceği öngörülüyor. Partililerde Fatih Mahallesi delege seçiminde de uzlaşma beklentisi yüksek.
Diğer yandan resmen açıklanmasa da CHP Esenler İlçe kongresi 29 Aralık 2019 günü A. Baştürk Kültür Merkezi’nde yapılacak…SAHNE

Hayat bir sahne,  Anne…

İnsanlar kendilerine düşen rolleri oynuyorlar. Kime ne rol biçilmişse sahneye çıkıyor. Ezbere ihtiyaç yok. Sufleye de. Doğaçlama oyun, nasıl oluyormuş doğuştan itibaren öğreniyoruz. Ayrıca her bir rolün  öğretisi çok. Doğduğumuz andan sonra bize ne öğretilmişse onu alıp özümsüyoruz. Sahneye koyuyoruz. Ama eksik ama fazla.

Duygular hep ön planda. Arka plan mantık. Uyguladıklarımız onun ardında. İkisinin karşımı kişinin adeta kimliği. Duruşu...

Tutunduğumuz çok şey var hayatta. Ne çok şey. Bir şeylere tutunmak gerekli mi o da başka muamma...

Tutunsak bir türlü tutunmasak ayrı dert. Hayata tutunmak gerek. Duygular bizi tutsak etmişse bir şeylere, o tutsaklıktan kurtulmakta o kadar zor. Hayatımızda olmazsa olmaz dediğimiz yakınlarımız var. Anne, baba vs. pek rol yapamadığımız. Hiç varlığını bilmesek te tutunduğumuz, ya da hep varlığı ile tutunduğumuz insanlar da. Dostlar.

Bir de onların bizde kopuşları var. Kopuşlarımız. Kısacası ayrılık zor. Birleşmek de… hiç hatırlamasak ta da varlığını hissettiğimiz, hayatımızın parçası olanlar da. Hepsi zor. Her şey zor. Ama hiçbir şey imkânsız değil, imkansız olmamalı ya da. Çünkü yaşamın şifresi böyle. Sahnenin adabı.

Çözmesini bilmek gerekiyor. Çünkü sahne henüz tamamlanmamışsa layığı ile rolümüzü oynamalıyız. Sonunda alkışı almalı, selamımızı eğilerek versek te başımız dik olmalı. Alın açık baş dik.

Yaşam zor zanaat, yaşam bir sınav. Bitmeyen sınavların içerisinde debelenip duruyoruz. Bıkmak yok. Usanmak yasak. Şikâyet etsek te pek fark etmez. Etmesek de. Rolümüzü tamamlayana kadar, repliğimiz bitene dek sahnedeyiz. Oyunun tam içinde.

Oyunun başlangıcı ile bitişi arasındaki süre bizlere sorulmuyor . Öyle bir hakka sahip değiliz. Yönetmen sahne diyor biz oynuyoruz, yönetmen hadi artık yeter diyor sahneyi terk ediyoruz...

İki nokta arasını, sınır tanımadan iyi doldurmak kişiye kalmış…

İki sınır arasında ne çok oynanacak oyun var, tek rolü yok insanın birden fazla olduğu kesin. Sayısı kişiye göre değişiyor. Her rol kendine göre önem arz ediyor. Yeter ki gelen rol sıralaması yerinde ve zamanında olsun.

Zamansız gelen roller belki de en güzeli ama bir o kadar yorucu. Zamansız zannedilenler ise acıtıcı. Asıl sınav işte onlar oluyor...Yerden yere vursa da insanı şekillendirip ya adam ediyor ya da perperişan. Önceden provası olmayan bu oyunları başarı ile sahnelemek ise maharet.

Sahnedeki dostdoğru duruşumu, derin oyunculuğumu bana öğreten ve hayat sahnesinden çekilen anneme selam olsun. Saygıyla. Bana öğrettiği her şey için sonsuz teşekkürler Anne…

Umarım bende onun gibi sahnemi gururla ve başım dik terk ederim. Alkışlar tüm annelere, anneme…

HAPPY…

On yıllarca mutluluk adına, memlekete hep ince ayar çekildi. Yazısı yazgıısı kopyalandı. Demokles’in kılıcıyla demokrasilere kesinti uygulandı. Demos kratos kırılması, krallığını kurdu. Ve beşerdir şaşar totaliter rejimi kuruldu. Başlar ayak oldu…

Şimdi en münasebetsiz dönemlerini yaşıyor memleket. Sancı ve felaket devri. Eveleme geveleme tuzağında akıl vaziyet tutuşması. Gölge siyasetin kurduğu tapınak hiyerarşisi.

On yıllarca profili çatlak politika polenleri memleketi mayaladı. Söylenceler gündüzü kararttı. Can canan birbirine düşman edildi. Mahlukat tarikat samimiyeti memleketi uçurumun eşiğine taşıdı. Toz duman attıranlar, iyi kötü her hamleye ideal budur mantığıyla hizaya durdu. Cezaya gelince, isyan büyük kentlerden başladı. Uzun yılların rutin inceldiği yerden kopsun ayarsızlığı; Delik Çarıklı, kuru ekmek lokmalı, üzüm hoşafı içmeli inancı yedi bitirdi.

Kolleksiyoncu fikirler, kolleksiyonluk  fikir adamı oldu. Envaı çeşit formda ince ayar tutkunları ve nutukçuları türedi.

Maksat hasıl oldu ve bozuk düzen, düzen oldu…

Zirve taşı yerinde ağırdır, zirveye kilitlenme halden bilmeyi gerektirir. Medeni kalıntılardan esinlenme unutuldu. Güç tapınağı ve tanrısallık boyutundaki tarihi hırs ve hırslar, dolaylı dolaysız saldırılar tam bağımsızlık İnancını da zedeledi. Tam bağımsızlığa dönüşen bir rotanın uygulanmaması için her fırsatta memlekete ince ayar çekildi.

Sınırsız propaganda ile parsellendi memleket. Enerji kilitlendi. Hep ince ayar. Tarihi hırslar ve ihtiras. Kısmi itiraz tarihsel tespitleri geriletti.

On yıllarca memlekette hep aynı oyun oynandı. Bozguna aracı imzalar günaşırı hep aynı sürüm, eski icatlar ve ince ayar ile doğal denge bölünmesi yarattı. Savaş ve barış maviye özlem. Dağınık kafalı dönem tıkanması.

Daima bir gün mutlu olunabilir mantığı. Hepsi yalan. Uygun tercihlerle güç tapınması. Güç tapınağı uygulaması. Yıllarca yoruma açık hünerler ve hançerlenmeler. Hep medeniyet kırıntısı. Medeniyet kırıntısı kameraya takılan. Kritik sessizlik. Kuzuların sessizliği.

Olmuyor, yıllarca on yıllarca aynı olumsuzluk...

Hepsi soyut dünyada. Somut kulis. Buharlaştıkça barbarlaşma. Uygarlık sıkışması. Binlerce yıllık kaide. Varlık değişimi varlık gelişimi. Ve öncüsüz yönelim.

On yıllarca memlekette varlık şahlanması, sınırsız güç ve yansımaları yaşandı. Hepsi döngüsel kayıt, örgüsel kilit. Happy…
Formun Üstü

HAYALİM MEMLEKET
Şu koca memleket yıkılan hayaller memleketi. Her alanda, her talan da yok olan değerler memleketi. Kimdeyse yıkımların suçu vebali, onların peşini bırakmayacak ahlar vahlar Memleketi… Bir gün mutlaka…
Maddi manevi kayıplar, uçup giden milli ekonomik menfaatler, yanlışta ısrarcılık hep mahva sebep. Dünya biliyor şu koca memleket hariç. Bilmiyor. Şu koca memleket çöküş hesaplarına boğulmuş. Dramatik son kapıda. Küresel gericiliğin öncülüğünde bataklığa gömülme. Görmüyor.
Nice hayaller vardı battı. Saat kuleleri dondu. Yakında…
İğneye ip geçirildiğinde, dikiş vakti. Dikine gidiş. Şu koca memleket ne gidişler gördü dönüşü olmayan. Çılgınca maceralar. Memleket harabeye çevrilirken gözden düşen. Kayıp yıllar memleketi şu memleket. Yitik kuşaklar…
Her şey yanlış her açıdan dar açı. Aracılı kapsama alanı geniş, konuşmalar zayıf. Saygınlık dip…
Şu koca memleket coğrafi tanımlamalara sıkıştırılacak memleket değil. Coğrafya oluşturan gerçekliktir. Vakti zamanı geldiğinde öznel nesnel koşullara aldırmadan diklenir. Yüzyıllık kutsal uyanışları resmeder. Nice hayaller tükendikçe, yıkılan memleket yeniden kurulur. Kusuru hayat ile kopan bağını geç kurmasıdır o kadar.
Meydanlara boş hayaller sallayanlar bitap düşer. Hayaller yıkılır, memleket yıkılmaz…
Her seferinde zoru gören bir memleket evladı, özlemlerinin ipine sarılır. Hayaller gerçek olur. Şu hayalleri yıkılmış memleket yeniden en mükemmelinden kurulur. Elbette hayal kuranlar, hayalleri yıkanlar hafızalardan silinmez.
Tohumlar yeniden yeşerir. Koca memleket canlanır. Kırpılan hayaller tükenmez. Tükenmez enerji ile dramatik sonu erteler. Hiç olmayacak denilen olur. Yeni hayaller peşinde düşülür.
Hayal dünyası işte diye başlar her şey, şu koca memlekette…
Hayal tarlasıdır şu memleket. Her yıkılanın yerine yenisini besler. Hem de asla yılmadan yorulmadan. Sonsuza dek var olacağını müjdeler. Dünya görüyor şu koca memleket kör görmüyor. Yıkma derdinde, yakma peşinde gidiş. Olmuyor.
Tüm hayali yansımalar huşu içinde zaman kolluyor. Kıskanç çağ dramcalarına inat hayaller memleketin kulelerini, kubbelerini süslüyor. Ve bekliyor.
Başlangıcı üreten hep hayaldir...
Hayalciliktir şu koca memleketi yıkan da, imar eden de. Bir gün gecelerin içine doğan da, sabahına ölen de…


DENİZ GÖZLÜ, KARAKALPAKLI DEVRİMCİ…

Deniz Gözlü Kara Kalpaklı Devrimci’yi yakalandığı melun hastalığın pençesinden kurtaramayışın üzerinden tam 81 yıl geçmiş. Koca bir ömür. Geçip giden ömür törpüsünün elli küsur yılını yaşamışız. Şimdi neredeyse Deniz Gözlü Kara Kalpaklı Devrimci’nin hastalandığı yaştayız. Dört bir taraf yığınla hastalık sebebi. Resmen kuşatılmışız...

Olmaz denilenler başa geldi. Nutuk'unda bahsettikleri ve haklılığı on yıllar sonra gerçekleşti. Sırf o yüzden bile On Kasım saat dokuzu beş geçe milletçe yastayız…
                                                                                                                  
Şu garip milletin tarihsel yolculuğunda en büyük ve tek ulu kurtarıcıdır; Deniz Gözlü Kara Kalpaklı Devrimci…

Adını idam sehpasında bile korkmadan söyleriz. Uzak yakın tarihin mandacı, yankiici ve yerli işbirlikçi yamakları, yancıları, daima fırsat kollayıp temel ilkelere yan çizenleri, dost görünen düşmanları denize dökenler yolcusuyuz...

Artık kötü kara filmlerin sonunu değiştirme vaktinin geldiği andayız. Ateşteyiz. Yüz yıl önce hasta memlekette filmin sonu bir avuç vatansever öncülüğünde nasıl değiştirildi ise işte o imandayız. Dâhiyane bir liderlik hikâyesinin göndere çekildiği inancın izindeyiz...

Deniz Gözlü Kara Kalpaklı Devrimci, son yıllarda divane oyunlarla yok sayıldı. Anma dokuzu beş geçe ile sınırlı, zoraki hatırlamalar. Kurucu değerlere olmadık yakıştırmalar. İftiralar. Fütursuz atıflar. Provokasyonlara projektör. Pespaye politikaların eseri onsuz, duasız hutbeler. Hain hassas hususlar...

Ancak Deniz Gözlü Kara Kalpaklı Devrimci’yi yok edemediler…

Çünkü Deniz Gözlü Kara Kalpaklı Devrimci dünyada, ölümüyle ölümsüzlüğü tescilleyen tek lider. Açtığı devrimci yoldan yürüyüş bir asıra yakın. Gösterdiği hedefe durmadan yürümeye ant içenler yığın yığın. Seninle öldük bizimle yaşayacaksın diyenler kurşunu olmayan asker nöbetinde.

Her 10 Kasım saat 9'u 5 geçe sirenler acı acı çalarken tek temenni; ‘İyi ki Yunan kazanmamış’…

Deniz Gözlü Kara Kalpaklı Devrimci; "Efendiler, Avrupa'nın ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanmıştır. Artık vaziyeti düzeltmek için Avrupa'dan nasihat almak, işleri onların emellerine göre yapmak, onlardan ders almak gibi zihniyetler belirmiştir. Hâlbuki hangi İstiklal vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle, planlarıyla, yükselebilsin. Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir..."

İşte tarihe böyle bakan, Deniz Gözlü Kara Kalpaklı Devrimci’nin antiemperyalist reçetesine hala inananlardanız. Bu garip millet için yaptıklarını unutanlarla yarım asır yaşadıktan sonra eserlerini ve adını yaşatacaklar safındayız...

Sen rahat uyu Deniz Gözlü Kara Kalpaklı Devrimci. Biz uyumayacağız. Çünkü kurtarılmayı bekleyen bir emanet, uygarlık yoluna çevrilecek koca memleket var...

YASAK KELİMELERİN DANSI
Kör sansür günlerinin kitaplardan çıkarılanıdır, yasak kelimeleri dansı. Konuşmak ise suskunluğun tercümesidir. Yer dolduranıdır yersizliğin…
Sansür sus-git ise yasak kelimelerle vals gel-konuş ahengidir. Tortusu geleceğe biriken. Hesabı dünden verilen. Bir irkiliş. Şimdi yersiz olacak ama sansüre takılanlar iktidarlara zamanında evet oyu vermeyenlerdir. Kafadan muhalifler, yorumsuz dirençtir…
Sandıklardaki eserler, kara sansür günlerin en önemli direnç kaynağıdır. Hayatı riske etme uğruna elde tutulan, kafayı rahatlatmak adına başvurulan. Ve yasak kelimelerin dansına kavalye olunan.
Zafere onur, onura davetiye, faşizme dirençtir yasak kelimelerin dansı…
Siper kazmaktır duvarlaşan zehre karşı. İnatla dirençtir yasak kelimeler senfonisi. Sansür tanımaz, kuşatmaya kuşatılmaya umuttur. Özgürlüğe kuş olur kanatlanır. Notalar halinde. Tam ahenginde. Tiz sesli trenler gibi…
Kör sansür acımasızlığı çalındıkça kulaklara, sağır olur hoparlör.  Susmaz ama pusar. Yolculuk devam eder. Kelimeler yasak kelimeler yoldaştır. Nalına mıhına…
Yasak Kelimelerin Dansı zenginden alıp fakire veren bir haldir. Yasal kelimelerin avansı fakirden alıp zenginedir…
Kara günlerin sansürlediği abartılı abartısız, basit ve simgesel ayrıntılar aslında gerçekliğe hizmet eder. Kör kara diyalogsuz yasak kelimeler dansı günceller. Ve her ilişki nihayetinde inceldiği yerden kopar.
Boşunadır. Dil harcanır kelimeler kelepçelenir. Can ağızda ölür. Totaliter dayatmalar da çare olmaz. Çünkü yasak kelimelerin dansı bir kere başlamıştır. Müzik sussa da dansa aşırı bağımlılık artar.
Kör sansür günleri ve sürgünleri turkuaza yakın bir rota izler...
Kitaplardan çıkarılanlar tılsımlanır. Kitaplar kör sansür günlerinin tercümanıdır. Kelimelerin saklandığı hazinelerdir. A'dan Z'ye harfler saltanatı. Yeni yaşama dair yeni dil. iktidarsıza erk, başkaldırıya mühür.
Sansür kör günleri zehirli hançer gibi vurduğunda, yasak kelimelerle dans gözüpekliği ise cesaret gerektiren tercihtir.
Kitaplara girenlerden olmak adına…
BELİRTİLER
Yakın tarihin sır perdeleri gün gelip aralandığında, akıl sır erdirilemeyecek bir sığlığa tutsaklıklar belirecek. Nedeni bilinen bir düşkünlük…
Mazi, hukuka aykırı bir kahır. Kahreden yaşam tarzı değişiklikleri ve seviyesinde düşkünlük. Ve göstermelik devlet adamlığı. Sözde millet sevgisi…
Belki de limitleri zorlayan, gözaltı operasyonlarından kalma izler fotoğrafa girer. Hasret sergisine renkli tablo. Ayırdına varılan aydınlanma sanrısı ve sonrası hakikat.
Hakikat bir gün gün yüzüne çıkacak. Elbet akla zarar ne sır perdeleri aralanacak. Sistematik hikâyeler ateşe dökülecek. İster istemez yürek burkan acılar yeniden belirecek. Çok şey var yakın tarihin sakladığı. Dökülen yaprak misali. Hesap kitap yapılası nice makam misafirliği. Optimal kayıplar.
Onurlu direnişler. Tam bağımsızlık hareketlenmeleri. Gençliğin başkaldırışı. Tepede emperyalizme bağlılık. Kirli ilişkiler. Emperyalist sömürü…
Tarihin sır perdeleri aralandığında ne akıl sır ermez, belgeler ve belirtiler saklı kalmış görülecek. Görecek kör gözler…
Bağnazlığın dinsel sorumluluk ve yükümlülük görülmesi, yakın tarihin en şaşılası olmayan belirtisi idi. Neyin belirtisi olduğu ise bıçak kemiğe dayandığında anlaşıldı…
Daha da anlaşılacak. Anlayacak horataya tutulanlar. Beyaz kumaşa cıscıbıl sarılma ile her şeyin bittiği gerçeği akıllara dank ettiğinde. İşte o vakit sır gibi saklananlar, sır perdesi aralandığından bir bir belirecek. her suiistimal. Tanrısal tecelli denilip geçilemeyecek hiç biri.
Belirtilerle çözülecek nazar, çökecek hakikat…
Yakın tarihin anıları balmumuna bulanmış halde, ganimeti paylaşanların akıl duvarına yapışacak. Kahır belirecek. Geçmiş gelmiş ne varsa ayan beyan sonraki nesillere aktarılacak.
Şüphesiz belli periyotlarla ketumlaşanların her ayıbını, sır perdesi örtememeyecek. Belirtiler zıpkın gibi vuracak evreni. Yasak buyruğu da işlemeyecek. İçten gelen sese kulak verilecek. Ve lafta tarihi birikim olarak görülenlerin imhası günü gelecek.
Açık yüreklilikle itiraf edecek belirtiler. O yönde seyrediyor yakın tarih binlerce yıldır…
Sorgusuz sualsiz iç hesaplaşmasız tipleri,  tertipleri sicil kabarıklığını nasılsa kaydetti tarih. Dökecek. Kuruntular bilinçaltını istila etti, edecek. Onun için yakın tarihin sırları fırtına habercisi gibi bekleniyor. Ve mutlaka patlayacak.
Hayatı ve hayat sürenlerin genetiğine kodlanmış perdelerinin aralanacağı beklentisi belirecek. Belkisiz günlere.
Sonuç…
Mazi kah açılamayan çığır, kah hukuğa aykırı bir kahır…

KAR
Kar yığınından ağırlaşmış kara gri bulutlar yeryüzüne yakınlaştıkça, bir başka huzur bulurlar. Huzurla yalnızlık nöbeti geçiren kentin üzerine dökerler pamuksuları. Kent göğün, yoğun çığlıklarını yutar. Pırlanta beyazı pırıltılar yayılır puslu akşamlara…
Gizemli masalın aydınlattığı beyaz karanlık çöker dört bir yana. Buğulanır camgözler. Savrulur pamuk şekeri öpücükler. Bir keskin fısıltı gibi. Hasret kalınan sıcak bir esinti gibi. Kenti kucaklayan bir ateştir kar. Kan donduran bir nefeslenme. Tenlere dolanan ayaz. Lapa lapa yağışlı.
Yaslı yaşlı kent karlar altında…
Gelecek belirsizlik korkusu yanıyor çini sobalarda. Çerçeveye asılmışa. Ati silik manzaralı. Tuz buz kristal kuşlar.  Zihne hapis mekânlarda Ata portresi. Kentin ücra köşelerinde umutlar sulu sepken.
Karlar altındaki yaşlı kent yanıyor…
Yıllar evvelden ezele, anılar kıskacında ürperiyor hayatlar. Ürperti yakalıyor çavuşoğlunu kılcal damarlarından. İpeksi dokunuşlara hiç aldırmadan çok uzaklara uyanıyor kent. Kâfi derecede kederli.
Kara teslim olma zamanı geldiği gibi geliyor. Adeta işkence günler…
Beyaz karanlığın içine doluyor beyaz kelebekler. Hayal perdesinde zihni tutuşturan tutkular. Soğuk sıcak ayrıntılar. Ve kar tedavisi.
Yaşlı kent yaşadığı en hüzünlü anıları, yaslı yansımaları kar dağlarına gömüyor. Sonsuzluğa teslim oluyor. Yumuşak dokunuşlu kış güllerine…
Deli arzular, kar yağışından başı dönmüş gri bulutlar gibi yeryüzünü titretiyor. Paylaşılan öteki taraf tutkusu. Sabırsız temaslar. Çılgın isyanlar. Özgürlük utkusu.
Yaşlı kent  beyaz örtüyü üzerine çektiğinde, paslanmış anıları da saklar. Soğuk şerbetten bir koca yudum alır. Damağında buzlu beyazlık tadı. Donar kalır. Her şey bembeyaz. Kar tek başına, anlamsızlığı yok eden bir güçle yaşlı kenti kucaklar.
Kar, telaşlı örtüyor, darmadağın olmuş kentin yokluğunu. Onarıyor. Toz toz savruluyor. Tiz esintilerle esiyor. Hayali bir zaman diliminde artı zaman dileniyor. Bir gizemli hikayenin kararttığı kocamış hayattan. Hasret yumuşak. Kar rehavetle uçuşuyor yollara. Anılar ideal kalabalık nöbetinde.
Ansızın beliren beyaz bulutlanma. Kar öbekli büyüme. Boşa harcanmayacak denli yeryüzü yakınlaşması. Dikkatlerden kaçan buluşmalar. Ve anıları donduran geceye belli aralıklarla doğan kartozları.
Yaşlı bir kent kara teslim…

5 Kasım 2019 Salı

KASIM-1


SOKAKBAŞI
Şan olsun diye Şam’dan olmak, şamtatlısı kıvamında ağdalı günlere geçici konular düşünmektir…
Hayat kimin peşinde olunduğu bilinmeden gerilimli sokaklara taşır bazen korkak kovan adımları. Sonra bir hayalsi kımıltı belirir karanlığın homurtularından. Her sokak başında her yol ayrımında bilinen kopkoyu gölgeler. Kafanın içinde zar zor duyulan karmaşık sesler. Öylesine uzaksı mırıltılar ve fısıltılar. Sonra anlaşılır her şey. Sonradan alışılır. Zorla.
Zamanla uçar adımlarla geçilir korkaklık Köprüsü. Tam azıtacak tozutacakken garip bir kendine geliş faslı gerçekleşir. Surlar desteklenir. iştah açıcı bir deneyim sonrası yine bilinmeze yolculuk başlar. Yine sokaklar.
Hep kuşatılma ve hep kurtuluşu göremeyiş. Derin sorgulanmaya neden nefes darlığı. İmdat yok asla. Gece karanlık, gene karanlık. Gene anlık telaş.
Sonra bir köşeye saklanıp klişe dönemleri kolayca geçirme komedisi. Hayat bu…
Hayat bu bazen yolundan başka yollara sürer yolcuyu. Başkasının yolunda ikinci yaşamlara yaratılan yalnızlığın az bilinir ama çok öğrenilir sokaklarına. Çepeçevrili anılar aldatır bir başınalığı bazen. Kalabalığın diyarında yersizliği dayar şakağa. Ve aklın tuzağında sessizliğe tapış gerçekleşir.
Hayat dağınık kafalı her kimi yakalarsa yakalasın yüz yaşında da olsa dünyaya uyum sağlamaya yakınlaştırır. Yetkinleştirir. Sokaklara salar.
Sokaklar yatıştırır. Tedirgin gülüşler gömülüdür sokak başlarına. Başlar en küçültücü isteklere başkaldırı kaldırımlarda. Uysal görünüşlü zayıf yüzlü gölgemsi kımıltılar sıkıntıları yer. Kımıldar umut.  Umut kesilmez asla.
Envanteri tutulamayan sokaklara yetki, liyakat boca edilir. Borca açık çek, korkunun hesabını tutanlar sokak başından kaybolurlar. Gerçekler kulislere, tartışmalara açılır. Sonra hayali bir efsane, eksik fırsatları dağıtır herkese. En sonra sokak demokrasisi gerçekleşir. Ucuz demokrasi kuşatması…
Her sokak başında tuhaf bir yanılgıdır, arpalık kesilince sokağa çıkma yasağı. Yasaklar başlar. Karşı şiddet gerçekleşir. Sonra bakılır ki büyük haksızlık olmuş. Yaptırımlar kaldırımında kapkara gölgeler nefret hesabını duvarlara işler. Dar sokaklarda iç içe yaşanır bir müddet, muhteşem  direniş namı hesabına.
Ve direniş gerçekleşir, herhangi bir kentin sokaklarında. Memlekete yayılır. Skandal boyutlarında fısıltılar yer bitirir zamanı. Sokak başlarında…
Zamansız imdat çıkışı çekilir. Çekilir sular. Susup yutmaca anında biter sokaklara. Dolaşmaca artar. Her sokak başında memleket Hasreti. İfşa edilemez ağırlıkta şatafat. Şan olsun diye şambaba tutarsızlığı.
Yani tutuk tutkulu filler tepişir, çimler ezilir. Yine…
MUTABAKAT MUHTIRASI
Çılgınca arsız yersiz köpürüşlerin sonu, aç kurtlar gibi mutabakat aramak olur. Ve mutabakat muhtırası günleri başlar. İçinde otuz kilometre çektirme, yüz küsur saatlik işlemi tamamlama sureleri saklıdır.
Dıştan içe süre beklemeden kabuğuna çekilmeler…
Sayfalar dolusu atıp tutulan, eski kıtanın kolonicileri ile hesaplaşma aniden biter. Etkin devletler kıskacında, komplo teorileri ile boğuşma başlar. İzne tabi, zayıf öngörülü tavırla, yatay yaptırımlara dahil olma ve manyetik alan ölçüsüzlüğü kendini hissettirir. Nereye kadar mutabakat, kaç kere muhtıra bilmecesi. Bilmece budur.
Bilmeceyi çözmek, enlem ve boylama çekilmiş arsızlığı kollamaktır. Fırsat kovalamaktır. Çapraz kodlanmış temasları, zemin kaymalarını, mistik miskinliği, ütopik misillemeleri ise sineye çekmektir.
Sonra mutabakat muhtırası…
Elde tutulanlar, emperyal gücün sınırsızlığında, çevresel çaba, kahır ekseriyet, cazibeli pozisyonlar… yani her yerde aynı tutkudur. Hem de hiçbir şeyin gizli kalmayacağı belliyken. Akrostik yangın, disiplinsiz perspektif, tek doğrusu olmasa da sayfalar dolusu çözülemez gerçeklik. Boş atışmalar. Atışalanında cilim çamurlar, alim bataklığı ve kutsal engizitör modeli.
Model tutmayınca da mutabakat muhtırası…
Çünkü gelenek unutulunca gelecek kararır, makam dilenciliği ve mekan derecelendirmeleri ise lafta kalır. Saraylar sınıfta kalır. Abluka abartması, gitti mi gider heyecanı ve kamplaşmalar ile sunulu devasa yetkiler harcanır.
Sınırlar aşılır ama ansızın başa dönülür. Muhtariyette gözü olanların olmayanların ziyaretleri başlar. İade-i ziyaretler yapılır ve hiç anlaşılamayacak efsaneler, hikâyeler monarşik otorite muhataplığı masaya yatırılır. Yarınlar da maksat sözü geçenlerden olma hayalidir. Vebali de çok ağırdır. Ütopyalara devlet mührünü vurmak pahalıya patlar. Sonuç rasputini bulmaktır.
Yani envai çeşit hesaplar tutmayınca, mutabakat muhtırası…
Hattı zatında literature girmiş ne varsa, hattın ötesini reddediş ile başlayan tavırsızlıktır baş ağrıtan. Bağış yollu tesadüflere kalmış lafta mutluluktur tezgahlanan. Raflık muştularına ise asla inanılmayan.  Yedi düveli denize dolduranlardan olmanın yüceliğidir harcanan. Yani boşa giden yıllardır yaşanan ve yasaklanan.
Sonra, yıllardan sonra duruma mutabakat muhtırası…
Muhitten muhite değişen, soldan sağa soluklanan ise zulümdür. Aslı prokatif cinlik, kliniksel vaka olan. Getirisi, yükselen dincilik, temelli faşizmdir. Hem suçlu hem güçlü hazımsızlığıyla kor ateştir köşe bucak yayılan.
Tam sihirli bir şeyler olmak üzereyken babında mutabakat muhtırası…
Kıyamet kargaşası, mitolojik çağlardan bugüne hep karşılaşılandır. Aynı çekişme, gaflet, delalet ve ihanet. Yani arabın şamında aranan kurumsal mazi hayalciliği.  Proje yağcılığı. Küresel anarşi, despotizm ve otoriter işbirlikçilik. Süpürgelik. Kuruyan topraklara denk rejim şematiği budur açıkça.
Duvarlar kurarak, dut yemiş bülbül dolaşması, derebeyi dalaşmasıdır aklanmaya çalışılan. Vakti zamanında kararan denizleri aşıp, sonrası çölde, gölde boğulmadır.
Sonra değerleri normale döndürmeye destek arayışı ve mutabakat muhtırasıdır…


RASTPUTİN
Rasputin hipnotik papaz. Rus yakın tarihinde etkileyici bir karakter. Çarlık Rusya’sının iktidar hırsına bürünmüş din taciri. Dincisi. Yegâne ilham kaynağı etrafın din eksikliği. Alkolle harmanlanan, serkeş skopiti deliliği. Kelepir keşişlik…
Mevcudiyetine temel mistik bir şifacı olarak isim yapması ve Çar ailesi ile yakınlaşması. Baş döndüren yükselişi getiren, şöhretin doruğuna çıkartan bu. Diğer yandan divaneliği zırh edinerek Tanrı ve Meryem'i gördüğü ifadeleriyle, gelecekten haber vermeye kadar yeltenmesi de bir etken. Grup orjisi tertiplerinden çıkma, süzme aklıyla dinciliği seksüel güdülerle ilişkilendirmesi de.
İlişkilerinin yanı sıra aynı dönemlerde Ortodoks Kilisesi'nin çöküş yaşaması, onu kısa zamanda mistik kurtarıcı rolüne soyundurdu. Kısa zamanda hayran kitlesi büyüdü. Rus çiftçisi ve ailesinin sefillik boyutunda yaşamaya mahkûmiyeti de Rasputin’e trans halinde yakınlaşmayı, yakın takibi sağladı. Büyülenme yaygınlaştı.
Köyünden çıkıp, Kazan'a vardığı günden itibaren namı zihinlere iyice  kazınmıştıı. Tanrı adamı konumunda, Ruhani dini bir lider olarak görülmeye başlandı. İnsanları hipnotize edercesine etkisi altına alması gücünü artırdı. Küstahlaşma derecesine varan tavrını, ruhsal rehber seansları ile birleştirdi. Kehanet derecesindeki durum tespitleri de tüm bunları eklenince Rasputin’e başkent yolu açıldı.
Başkentte temasları ve çok basit öngörüleri tutunca Ruhani Akademi onu Rusya'nın yeni kurtarıcısı olarak lanse etti. Dini geriliği lehine kullanan Rasputin gaybı haber veren papaz popülaritesine erişti. Söylemi peygamber söylemine benzetilmeye başlandı. Gazetelere bolca haber oldu. Başkent sosyetesinin aranılan vaizi ve seansçısı kesildi.
Ve saray çevresinden dostlar edinerek çar ve çariçeye kadar ulaştı. Kendini de aşan kudretini, politikada kullanmasıyla yarattığı dalga genişledikçe genişledi. Özellikle Birinci Dünya Savaşı'nda Çar, ordusunun başına geçtiğinde saray Çarsız kalınca Rasputin rol çalmaya başladı. Çariçe ile birlikte iç siyasete yön verdi. Neredeyse baş danışmanlık etti. Rusya’yı yönetti. Takipçileri daha da arttı. Kutsal üçlü kutlamaları bile bu gizemli beraberliği bozamadı. Öyle bir karaktere evrildi ki etrafına korku çemberi kuruldu.
Çember daraldı. Çariçenin sırdaşı ve oğlunun şifacısı olmayı ilerletmesi, Rusya'nın çok kötü günlerden geçtiğini bilen muhaliflerin ve Saray erkanının düşmanlığını pekiştirdi. Tanrısal talimatlı olduğuna inanılan kimliği aslında Rasputin’i sona doğru yaklaştırdı. Sarayın izole ve debdebeli yaşamından dolayı sonu adımladığının pek farkına varamadı.
Hele Çarı ve oligarşisini devirmek için çalışan Bolşevikler birinci sırada Rusya’nın resmen yok edilmesi gereken tek unsuru haline geldi…
Çok geçmeden de Çar’a ve Rasputin’e nefretin temsilcileri, Çar’a denk mevkie yerleşmiş bu hipnozcu papazı Neva'nın buzlu sularına gömdüler…
Yani son Çar dönemi Rus tarihine bir nevi damga vuran bu doğaüstü önsezi üstadı kendi geleceğini göremedi. Tatar Prens Yusupov’un Sarayı’nda kendisi için hazırlanan komployu hissedemedi. Gerçi uydurma bir mektupta ölümü ve sonrasına ilişkin kehanetler sergilediği, her şeyi bildiği varsayımları ileri sürülse de kaybeden o oldu.
Tüm renkli rüyaların boş olduğu Rasputin’in ölümü ile tarihe not olarak düşüldü…












EMPERYAL KIYIM
Emperyalizmin at oynattığı dünya ve üzerinde kurulan saltanatlar günü gelecek silkelenecek. Koca dünya uyanacak, milletler ayağa kalkacak. Sömürü düzeni yerle bir edilecek. Tarih böyle işliyor. O yüzden şu kavramsal metot ile uyarılır büyük sermaye; “Bütün ulusal Kurtuluş hareketleri komünist olmaya mahkûmdur. Bu sebeple ezilmelidir…” Böyle korkutulur…
Büyük sermaye her dakika her türlü siyasal başkaldırıları ve bağımsızlık mücadelesini emperyalizme karşı her karşı duruşu bastırma kuramları geliştirir; “Ulusal Kurtuluş hareketlerinde gerilla metotlarına başvuran, silahlanan milliyetçiler yok edilmelidir. Anti komünist olsalar bile”
Emperyalist güçler, devrimci teori ve pratiği bastırıcı güçleri tesis eder. Resmi devlet güçleri, paralı askerler, yarı askerlere destekçi açık veya gizli örgütler kurar. Bu örgütler birçok şiddet ve suikastları yapar. Suç antiemperyalistlere atılır. Askeri darbelere de kaynak budur. Darbe meşruiyetini sağladığında; “ Askeri yardımların temel amacı, ülke askerlerini ve diğerlerini emperyalist anlayışa göre eğitmek ve gelecekte onlardan, ülke yönetiminde yararlanılacakları yaratmaktır…”
Emperyalizmin iz sürücüleri özellikle doğrudan orduların içine sızarak, üst komuta düzeyine çıkacakları yetiştirmek ve gerektiğinde ülke yönetimine koyacak konuma getirmeye çalışırlar. Onları önemli marifetlerle donatırlar.
Mevcut durum değişmeye meyillenince veya emperyalist düzeni yıkmaya dönük eylemlilik oluşunca bunlar ortaya çıkar…
Başa geleceklerin kestirilemediği uzun dönemlerin başlangıcı. Gerçekleşmesi düşünülemeyeceklerin yaşanması. Kötü günler güncellenir.
Son Nokta; ” Muhalefetin parçalanması ve boğulmaması…” noktasıdır…
Devrimci muhalefet anlayışının her türlü şiddeti barındıran yöntemlerle bastırılıp ezilmesi emperyalizmin en maharetli olduğu şeydir. anti-emperyalist akımın yolunun kesilmesi her türden gerici-dinci akımlarının önce örgütlenmesi sonra kullanılmasıdır.
Her türlü enstrüman rağmen mücadelenin yönü kayba yöneldiğinde ise iç savaş hamlesine geçilir. Ve komünistleşen çıkış ezilir.
Sonrasında emperyal kıyım acımasızca işler. İşler emperyalizmin arzuladığı seviyeye gelene dek…





GÜNEŞ                                 

Güneş doğduğunda canlanır hayat. Hayatın tıkırtıları çok yakından gelir. Anıların üzerine an doğar. Üzerine toprak serili hayatlar ısınır. Pencerelerdeki kara perdeler açılır. Günler sımsıcak ama yürekler buzdur hala.
Her şeyin çok güzel olmasına daha zaman vardır. Çünkü yüreklerin kara kıştan kurtulması zordur. Ama hiç olmayacak değildir. Akıl hazinesi hazneye mermiyi verdiğinde olur. Bir kere karun hazineleri artık tehlikededir.
Kâğıt, mürekkep ve baskı kokusu tüm korkuların üstesinden gelir. Kültür, bilgi ve bilim her barikatı yıkar aşar. Artık güneş doğdu. Her şeyin çok güzel olmasına meşale yakıldı. Koltuğa çakılanların utku nutku tutuldu. On yıllarca talanda olanları, iç edilenlerin elden gitme korkusu sardı. Şaşkınlık konuşmalarda. Dizini dövme heyecanı ortalıkta.
Bugünler değerlidir. Etrafında dönen ve kendi enerjisini üretemeyen farklı çaptaki gezegenlerden oluşan bir düzenekte elipsi yörüngeler çizme devri normal. Bir ileri aşaması görüntü evrimi. Güneş sisteminin beş milyar yaşına hürmeten uydulaşmak da teleskobun önünde cereyan ediyor.
Artık güneşe yakınlık mesele. Yakar yakınlaşanı…
Güneş tutulması çok uzun zamandan sonra yaşandı. Güneş tam örtülecekken yeni bir evre çerçevesinde ışık patlaması yaşandı. Gölge kalktı. Bir yenisi için 375 Yıl beklenecek artık.
Mantık çağında çağı yakalamaktır bütün mesele. Gözlemevleri inşa edilsin tepelere. O tepelerden daha tepede en üst noktadadır Güneş'in evi. Kralın hazinesi…
Nice tüccar kafalar ve korsanlar yüzyıllardır sessiz sedasız ulaşmaya çalışırlar, Güneşin doğduğu yere. Oradaki fetihlerin ganimetini Güneşin battığı yere taşımak için.
Güneşin en garip avlulardan geçişini bilinçaltına hapsetmekle de batar Güneş. En duygusal ışıklarla canlanır doğa. Bir şeylerin gölgesi düşer yeryüzüne. Ve anı en mükemmel sorgulama başlar. Evren sorgulanır.
Artık güneş doğduğunda bir şeylerin farkındalığı artar. Suskunluk sergileyenler bile bir eksik bir fazla fısıltılarla dökülür. Nihayet seri halde tek başına uzun yolculara çıkılır.
Yolculuk güneşe. Güneşe koşmaktır özgürlük. Güneş battığında akınlar durulur. Ve canlanır hayat tıkırtıları, yayılır geleceğe.
Üzerine yakamoz serili denizlere doğar  ay parçası…




SOYUT
Soyut varsayımlar hep tehlike saçar. Etkileşim süreçleri değişken olsa da özel durumlar daima etki altına girmeyi veya isyanı belirler. Olağanüstü güçlerin kullanılması ve gösterilmesi örnek çeşitliliği bozar. Nitelik düşmesini hızlandırır. Nicelik tecrit edilir. Ve soyuta somut muamelesi başlar. Somuta soyut müdahalesi…
Başlangıçta gerçek olanı olmayandan ayırma güdüsü de zedelenir. Öyle ki içtimai hayat, hal ve tabiat soyut kaide ve usuller çerçevesine hapsedilir. Adeta kendiliğinden yaratılan bir mahiyet tüm mahremiyeti içine Çeker. Yok eder. Ve ortaya çıkan soyut bilimsellik bütüne belli amaçlar doğrultusunda birileri aracılığıyla hükmeder.
Karşıt görüş sergileme değişik düşün, metot ve yorumlar uygulanamaz ölçütünde değerlenir. Ampirik bilgi, uyuşmaz öngörü ve bilimsel temelsizlik soyut kavramlar işgalini artırır. Soyutizm her şeyi fetheder.
Soyut ide, kehanet sıkışmış saray köşelerinde kıstırdıklarını yapay inanç ve ince his ile bilinen ve varlıklaşan bedenlere dönüştürür. Kavramlardan soyutlar. Soyut anlak güç kaybeder. Rejim daha güçlenir.
 Soyuta bel bağlanınca, divan durulunca akla savaş kazınır. Kazındıkça tabloya marifetli görüntüler girer. Tankı topu doğrultulur. Çünkü soyut emperyalizm perspektifinden geçmiş klişe tabular tehlike saçar…
Hamasi nutuklar ile gerçeğin görülmesi önlenir. Soyut gerçeklik yanardağların suskunluğunda uydular ve uydurmalar profilini somutlar. Nice tezat,  ayrım, kırmızıçizgiler vahşiliklere yol açar.
Soyut kapitalizmin somut vahşiliği ve etkisi süper olur.  Olağanüstü değerler silahlı isyana teşvik edilir. Absürt ve soyut etkili konuşma etkisiz sunum sonunda her şey iletişim ayıbıdır. Utanç boyutunda alt metindir. Alt başlıktır.
Başlangıçta soyut olanı anlama duygusu ve merakı vardır. Ayırt etme içgüdüsü zayıfladıkça her şey normalden sayılır.
Akıl zedelenmesidir yaşanan. Zekâ arayışı en somut gerçekliktir. Nitelendirme yarışı yaşamın ereğidir. Erdikçe sınırda yaşamak ve kontrol edilememektedir doğan. Doğan meşru iddialar bile teferruat sayılır. En iyi ihtimalle ortaya çıkan sonuç soyut gerçeklik somut yıkımdır.
Bütün analizler sarpa sarınca da dünya soyut, soyut gerçeklik somut olur. Dünya cennet, cennet iktidar faslı. Kuru inat soyuta doymuş akılla, soyuta soyunmuş beden çatışmasıdır.
Aslında Vicdan sıfırlaması,  can stoklanması yaşanır. İşte o aşamada bazı varsayımlar vardır ki çok tehlike saçar…
CUMHURBAŞKANLIĞI MAKAMINA MEKTUP
Tarihsel ilginçlik 1974 yılında gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekâtı ile tekrarlanır. ABD ambargo uygulayınca maddi destekler de kesilmiş ve devlet bütçesinde gider faslı olmayan devlet kayıtlarında bahsi geçmeyen bir kurum içi kurum açığa düşmüştü. Genelkurmay içinde ‘askeri özel harp dairesi-Sivil kontrgerilla pratiği’…
Başbakan Bülent Ecevit tırmanan, tırmandırılan karanlık eylemleri 1959'da ABD ile imzalanan ikili dolaylı saldırı anlaşması ile kurulan ve masrafları örtülü ödenekten karşılanan bu örgütsel yapıya bağlar. Ve 77 Mayısında Cumhurbaşkanlığı makamına bir mektup yazar. Makama mektupta tüm ayrıntıları iletir;  “adı geçen örgüt gerilla ve kontgerilla savaşları için ve her türlü yeraltı faaliyetleri için planlar yapar. İnsanlar yetiştirir. Hukuk dışıdır ve gizlilik içinde çalışır. ABD mali desteği 1974'te kesilmiştir. O yüzden gördükleri eğitimi Türkiye'deki şiddet eylemlerinde kullananların bulunduğu güçlü olasılıktır. Çünkü birçok eylemlerden bazısı görünürdeki çoluk çocuk tarafından değil, ancak güçlü bir örgüt tarafından düzenlenebilir niteliktedir…”
İlginç ama acı olan, ABD'nin durduk yere Türkiye iç güvenliği ile ilgili bir yarı askeri örgüt kurup, parasını ödeyip, bizzat yönetmesidir. Yönetmekle kalmayıp başka işlere de yarı gizli kullanmasıdır.
Değil mi ki, ABD solcu rejim ve hükümetleri devirmek için hep yerli güçleri eğitip, silah ve malzeme ile donatılmış, kuvvetler haline getirir ve iç güvenliği tehdit edecek biçimde sahneye sürer. Türkiye’de de sürmüştür.
Ecevit mektubuna konu olan bu ciddi organizasyonu Cumhurbaşkanlığı makamına hem mektupla hem de tarihe kaydetmiştir…
Öyle ki 80 faşist darbesine kadar bu kamp-kadrosu ateşi artıran bir rolde, ABD karşıtı gelişen tüm muhalif eylemlere karşı koyan bir moda dönüşmüştür. Birçok olay tertip edilmiş, yağma ve katliamlar organize edilmiştir. hem de tüm maaş ve giderler ABD tarafından ödenerek, denetlenerek.
Anlaşmayla sabittir; “yerel kuvvetlerin tüm komuta ve idari organları ABD uzmanları tarafından kontrol edilmeli. Ama kontrol kamuoyundan gizlenmeli, çok gizli tutulmalıdır…”
Başbakanın, Cumhurbaşkanlığı makamına yazdığı mektup özünde ABD'nin devlet yönetimde aktif rol aldığı ve kontrolü daima legal, illegal metotlarla elinde tuttuğuna işaret ediyor. Gösteriyor. Özellikle faşist güçlerin mali yönden desteklendiği ise açık. Hatta güvenlik ve istihbarat örgütlenmelerine sızmışlık açık seçik ortada.
Asıl tehlike ise mektup ve mektuplar ötesi. Elbette tepe yöneticiler her şeyi biliyor. Bilmezden geliyorlar; “Türkiye'nin siyasal bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne karşı her türlü tehdit, gayet ciddi tetkik edilir. Doğrudan veya dolaylı saldırı, sızma, yıkıcı faaliyetler ve sivil saldırıda ABD Türkiye'ye müdahale eder. Yardımda bulunur…”
Yok, canım olmaz öyle şey diyenler yarın öbür gün eften püften bir sebeple bu anlaşma maddesi gerçekleştiğinde, emperyalist saldırıya direnenler cephesinde yer alacaklar mı almayacaklar mı mesele budur. ABD’nin korkusu da…
Öyle ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı bile gizli güç karşısında yalnız kalır. Yalnız bırakılır. Ve Cumhurbaşkanlığı makamına mektupta ilan ettiği realite kayda geçer. Sonraki yıllarda kısa dönemli iktidarı yaşasa da eski hesaplar açılır, beter gönderilir. Yakayı kurtaramaz.
Cumhurbaşkanlığı makamına açık mektup; bunlardan yakayı kurtarmak için, bu avara kasnak mektup, harekât öncesi ve sonrası yaşananlar kesin delil, iyi bir fırsat.
Yoksa tarih tekerrür eder, memleket çok acı çeker…

AVARA KASNAK MEKTUBU SONRASI
Avara kasnak mektup ile önlenen Kıbrıs müdahalesi sonunda ABD, Türkiye’de iktidarı dizayna el atar. Belki de 1964 Kıbrıs olayları ve Conson’un küstah mektubu Türkiye'ye yeni bir yol haritası dayatmıştır.
Bir kere Türkiye Cumhuriyeti'nin Mustafa Kemal'den sonraki ikinci adamı İnönü ve Partisi CHP gözden düşmüştür, düşürülmüştür…
Hemen peşine ajan Portır Ankara'ya yollanır. Ajan inceleme ve araştırmalarda bulunur. Bu arada AP Kongresi'ne neden olacak bazı gelişmeler yaşanmıştır. Kongrede Demirel seçilir. Demirel’in Conson  ile çekilmiş fotoğrafı salonda elden ele dolaşır.
Yeni namzet bulunmuştur…
Zaten ABD için; ” Türkiye'de demokrasi olup olmadığı hiç önemli değildir. ABD'nin dediğinden çıkmama ve borçları muntazaman ödeyen bir idare olması kâfidir. Yani kifayeti siyaset Kifayeti demokrasi...
Emperyalizme bağlılık ve kapitalist bağımlılık ülkenin kaderini belirleyen ana unsurlardır. Gerisi hikâye. İstenende tırnak içinde bellidir. ABD tek bir şeye bakar; Türkiye'de demokratik bir idare olmuş, şoven bir idare kurulmuş, faşist cuntacı bir idare varmış, Dinci bir hükümet kurulmuş ona hiç bakmaz. ABD yalnızca o memleketin, Türkiye'nin kendisine ne ölçüde tabi olduğuna, kendi belirlediği politikalara ne dereceye kadar satelit olduğuna bakar…”
Yani ABD açıkça uydu görevine uygun sivil idareler ister. Eğer buna uygunu varsa onunla devam eder. Yoksa sivil ve askeri darbelerle kendi ideolojileri doğrultusunda yetişmiş ve iş görecekleri iktidara monteler.
O yüzden avara kasnak mektubu sonrası dikleşen İnönü'nün yerine anında Amerikancı bakış açısına göre hareket edecek birinin geçmesi hemen planlanır.  
Böyle bir geçiş planı yoksa da pentagonvari hamleler buna yol açar. Sonuç ortada.
Ayrıca garip bir tesadüftür ki kaos dönemleri sonrası başa gelen, başa geçen mutlaka ABD kurumları ile direkt ilişkili tiplerdir. ve Türkiye'de kurumların üst yönetim kadrolarında ve kilit noktalarında görevlendirilmiş zatlardır. Bu zevat çoğunlukla özel burslarla ABD'de özel eğitim almış veya özel seçilmişlerdir. Öyle ki bazen bu eğitim süzgecinden geçirme, yetiştirme ile yetinilmemiş ABD vatandaşı bile yapılmışlardır.
Tam 55 yıl sonra avara kasnak bir mektubun tekrarı, bu nasıl bir işleyiştir sorgulaması yapma zamanının geldiğinin açık göstergesidir. Siyasal gelişmelerin derinliğine irdelenmesi, daha başka ne tavizler verildiği ve verileceğinin de ifadesidir.
Siyasi bağımsızlığın on yıllardır siyasi-dini bağnazlığa dönüştüğü Türkiye'de, ABD tarihsel süreçte taklit ettiği hangi projeyi hayata geçirecektir mesele budur. On yıllardır iktidar olanların, demokrasiyi değil de faşist karaktere dönüşmeyi seçmesi ve bunun desteklenmesi avara kasnak mektup sonrasını da ortaya seriyor.
O yüzden Cumhurbaşkanlığı makamına, durumu özetleyen mektup zamanıdır…
AVARA KASNAK MEKTUP
Türkiye üzerindeki ABD hegemonyası, tarihi belgelere geçmiş yarenliklerle, ikili yardım anlaşmalarıyla perçinlenen zorlu bir dostluktur. Elde kalan ezeli düşmanlık, ebedi dostluk yandaşlığıdır. Ve Türkiye'de öteki ABD’lileri memnun eden durumlar. Mektuplar. Nedendir bilinmez bir türlü doğru okunamayan, rest çekilemeyen ve resetlenemeyen mektuplar. Avara kasnak mektuplar…
Bu yağmacı düzenden yaklaşık 55 yıl önce Kıbrıs'a garantörlük anlaşması uyarınca planlanan bir müdahaleye ABD vizesi çıkmaz. İkinci Adam Başbakan. İnönü. Ve Başkan Conson mektubu gelir.
Mektup daha o dönemde Türkiye ABD ilişkilerini açıkça gözler önüne seren bir mektuptur. Unutulmaz bir tarihi belge…
İkinci adam asla dahli olmadığı olaya şöyle bakıyor meseleye; “ Bütün mücadeleler sonrasında peygamber edasıyla size dünyaları vaat ederler.  İmzayı attınız mı ertesi gün gelirler. Ondan sonra sökebilirsen sök. Gitmezler. Bu meselenin üzerine tez vakitte gitmek lazım.
Yoksa ne bağımsız dış politika, ne bağımsız iç politika güdemez, havanda su döversiniz. Fakat zannetmeyin ki kolay iştir. Savuşturulan badireler hiç kalır. Teşebbüs ettiğiniz de başa neler gelecek asla kestiremezsiniz” diyerek avara kasnak mektubu ve süreci ibret alınacak biçimde özetler.
Tarihi mektuptaki Conson’un emredici ve küstah üslubuna İkinci Adam gereken tepkiyi anında göstermiştir. Ve CIA hakkında rapor hazırlayacak kadar ileri gidiyor.  Hem de Türkiye başkentinde yaşayan biri tarafından; “Çetin ceviz İnönü beklendiği üzere çok dik. Son sözü ve izlediği Atatürk'ün milli politikası. İkili anlaşmalar, üsler ve benzerleri gibi can sıkıcı sorunları tekrar ortaya atmaya çalışarak, hükümete karşı tecavüzleri arttırmaktadır.
Bu sebeple herkes müttefik ki bu tehlikeli muhalefetin tedrici, şekilde parçalanmasını ve bütün arzulanmayan sonuçları ile birlikte benzeri bir birlik yaratmasını önlemek üzere boğulmasını tahrik eder, hatta buna zorlar…”
Gerçi müdahale on yıl kadar erteleniyor ama İnönü’nin onurlu dik duruşu tarihe geçiyor…
Ve İkinci Adam kısa bir süre içinde hükümetten düşürülüyor…
Avara kasnak mektup göstermiştir ki; Ta 2. Paylaşım Savaşı'ndan kalma eski püskü ABD malı silahların bile ne zaman nerede, kime ve nereye kullanılacağına karar veremeyecek konumda bir ülke yaratılmıştır. Veya ülke böyle bir hale ve acze düşürülmüştür. Mektup ile hizaya çekilmeye çalışılan iktidarlar başa getirilmiştir. Rest çekenler ise düşürülmüştür.
Conson tam son derken, on yıllar sonra Turump ayarsızlığı. Karşılaşılan avara kasnak bir mektup daha…
Zamanında İkinci Adam’ın cesaretle yaptığı gibi, resti çekip de iktidardan düşürülmemek için, şimdilik mektubun ağır etkisine karşın, hafif tepki verildi.
Türkiye üzerinde ABD hegemonyası bir kez daha kırılamadı…
KÜÇÜK AMERİKA

İkinci Dünya Savaşı biterken, Türkiye'de küçük Amerika yaratma hevesi ve hedefi memleketi ileriki yıllarda içinden çıkılamaz darboğazlara sürükledi. Can alıcı anlarda daima ABD belirleyici bir rol üstlendiğinden işler hep sarpa sardı. Tüm aksiyonlar sadece ABD lehine şekillendi. Şekillendirildi…

Atlatılan badirelerden sonra ise seçimler yoluyla, kurulan partiler ve dizayn edilen hükümetler eliyle, somut koşullar ve temel çıkarlar ABD politikalarına göre ayarlandı. Teknoloji transferi ve dış borçlanma modeliyle, gelişme ve finans yabancı sermayeye endekslendi. ABD güdümündeki büyük sermaye Türkiye ekonomisini zayıflattı. Zaaflarını bir bir çoğalttı.

Bağımlılığın daha da artmasını sağladı. Türkiye’ye daima kendi üretim teknolojisini kuramayan, kendi üretemeyen bir model ne gerek var diye dayatıldı. Böylece Türkiye emperyalist güçlerin istediği, bütünüyle dışa bağımlı bir hale geldi. Daimi pazar olarak görüldü. Bu çizgide sınırsız ABD propagandası yapıldı.

Hem de kendi eli ve kendi dilinden; “ABD yatırımları için yeni ve daha iyi bir iklim yaratılmalıdır. Nitekim Türkiye gibi ülkelerde böyle bir iklim yaratılabilir. Yaratılmıştır. Bu memnuniyet verici bir durumdur. Bunun için yabancı şirket yatırımları ile ilgili kanun ve yönetmelikler gerekir. Kanun ve yönetmelikler modernleştirilmiş ve ABD yatırımları için tam da istenilen hava yaratılmıştır…”

İşte bu sömürücü havanın sürekliliği ve küçük Amerika hayalleri için belli dönemlerde önce faşist yönetimlere işbaşı yaptırılması gerekir. Sonra despot veya değil uyumlu iş çıkaran liderlerin desteklenmesi gerekir. O da halledildi.

Özlenen küçük Amerika'ya hangi hükümetin baş olacağı da açık seçik dile getirilir; “ Diplomasi, siyaset ve doğrudan tedbirlerle uygun havanın, elverişli ortamın yaratılması, ne tür rejimlerin ve ne biçim toplumsal ve siyasal güçlerin sahneye çıkarılacağını bulmak zor olmasa gerek. Alınacak bütün tedbirlerle yabancı yatırımlar için yaratılacak ortam, bu tip ülkelerin yönetimlerini ve yöneticilerini şah iken şahbaz yapar...”

Bu çarpıcı açıklama küçük Amerika idealinin ortaya atılışından bugüne, Türkiye'de hangi rejimsel yaratılar ve rejim karşıtı yaratıklar, ne gibi toplumsal ve siyasal modeller denendiğinin de açık itirafıdır.

Ezeli ebedi dostluk ve konukseverlik adına kapıları ardına dek düşmana açmanın sömürge sistemi içinde olmakla eşdeğer olduğu küçük bir gerçeklik. Oynanan oyun içinde oyun. Büyük oyun ise palazlandırılan küçük Amerikalıları, gelişen her türlü muhalif hareketleri, devlete ve ABD'nin güvenliğine yönelik saldırı olarak kabul eden ve karşı koyan havaya sokması. Bu tezahür özellikle Türkiye’yi küçük Amerika yapma hevesinin de özü.

Ana gaye ise Mustafa Kemal’in ; “ Bugün günün nasıl ağardığını görüyorsak, uzaktan bütün şark milletlerinin uyanışlarını da öyle görüyorum. Bu Milletler mutlaka muzaffer olacaklardır. Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünde yok olacaktır.” Devrimci öngörüşünü kendi toprağında çürütmektir.

Çünkü Atatürk yaşadıkça Türkiye’yi asla küçük Amerika yapamayacaklarını iyi biliyorlar…