10 Ağustos 2012 Cuma

SABIRLA ŞEVVALİN İLK ÜÇ GÜNÜNÜ BEKLERKEN ‘KULLUK VAZİFESİ’

SABIRLA ŞEVVALİN İLK ÜÇ GÜNÜNÜ BEKLERKEN ‘KULLUK VAZİFESİ’

“Allah’a ve ahret gününe inanan kimse ya hayır söylesin ya da sussun.”

Bu düstur doğrultusunda acizane hayra ilişkin söylüyoruz söyleyeceklerimizi. Ama deniz kabuğundan deniz dinliyor gibi herkes ve sessizliği içiyorlar, alkışlayarak. Bu kez susuyoruz akilâne. Sustukça da bakır sahanlarda açlık çekiyor dünya. Ve ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranmak mümkün bu evrende. Yani boş boşuna nefes tüketiyoruz, beyhude kafa yoruyoruz özellikle kentin yoksulluğunu keskinleştiren ve iyice pekiştiren şu özel günlerde.

Çünkü yaklaşık on yıldır her ramazan biraz daha ‘temaşa pınarına’ akıyor hüzne boyanmış gölgeler.  Sinsice ilerleyen bir hastalık gibi gösteriş için iman, göstermelik dincilik modası, sınıf atlıyor yıldan yıla. Geçici bir tiryakilik oluşuyor oluşturuluyor elbirliğiyle din adına. Ve resmen İslam kapitalizmi ar duygusunu yitirmişlik tabanında cirit atıyor. Müneccim lafı üretmeye hiç gerek yok her şey çıplak gözler önünde cereyan ediyor.

Şehirlerin en geniş ve şatafatlı meydanları, dar geniş kapatılmış caddeleri, ara ve arka sokaklar, parklar, hatta okul bahçeleri bile umursamazlığın kırık çizgisinde hantal ve tıkanmış şenliklerle Tanrıya ulaşma biçimleri harmanlıyor.

O meydanlar ki; en kutsalın indirildiği ayda haraç mezat satış reyonlarına, ahkam kesme podyumlarına, yeniden din keşfetme sahnelerine, yarım ekmek arası tavuk dönerine, huşu içinde nargile çekme seanslarına devşirilmiş. Komik panayırlara ve konserve alaturkalıklara dönüştürülmüş bir anda ortalık.  Yani yeri göğü inleten, yerden göğe üçüncü sınıf bir film vizyonda. Böylece dışa bağımlı ekonomi ve dışa bağımlı kutsallık versiyonu sürümde. Artık kaçıncı versiyonsa bu bileşke her şeyi olduğu gibi inançları da hoyratça hırpalıyor.

Tabldot iftarlar, eşyanın tabiatına aykırı medcezirler, dinin özünü zedeleyen dayatma alışkanlıklar, lokma lokma bağışlanmanın esrik dağınıklığını depoluyor orucu sadece aç kalmak bilen ve gören gövdelere. Sanki meleklerin duası lazım birilerine köşe kapmaca oynuyor kelli felli mevkii tutmuşlar. Hiç kimse oralı buralı değil, gelsin tabldot iftarlar, yutulanın kimlere ait olduğunu düşünmeden çoluk çocuk, konu komşu, akraba talukat açılsın iftarlar.

Ramazanı haşmetin hışmına uğramaktan korkmadan fosilsi yöntemlerle bir ‘eğlence ayına’ çevirenler kara çölde buzullarla yarıştıklarından bir haber. Oruç sonrasını sahura bağlayarak safiyane inananlardan bir “eğlence toplumu” oluşturma gayretliliği can damarını resmen çatlatmaktır bu neslin ve dinin. Gün olur nur söner Zuhal kararır, mahirane tarifler ve halisane fetvalar da işe yaramaz sonra.

Bu tam tükenmişlik içinde eski ‘direklerarası’ ruhuna da el Fatiha dedirtir iftar şölenleri ve ardı arkası. Melekler altın tepsilerde son nefesleri sunduklarında ateşe keser yürekler ve böbürlenmeler başlar bu günlere ait. Ama nafile, işte o zaman siyaset bacasından tüttürülen dinsel motifli duman karartır havayı. O görkemli zafer alaylılarıyla, adamlık taslayan zafer şaşkınlarının soluğunu keser Hüda.

Çünkü “Allah kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez” ve “Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini mühürler.”

Bu kurmaca düzen en muteber ayda en hassas günlerde ötekileştirdikçe veya bizimkileştirdikçe düşsever ünlüleri veya ünsüzleri çekirdeğinden sahte kutsallık filizlenir arşa. Sonrasında akıllarda peçe, aradaki perde de kurtaramaz zevatı. Çağ zengini hanelere de uğrar ağıtlar. Ve sonra çağın renkli fotoğrafları da Çıfıt çarşısında satılır beş paraya. Elbette böyle sür-gitmez. İllallah dedirten bu adaptasyona, abesle iştigal bu dellenişe ve en derine gömülüşe bir son yazılır. Mezbeleliğin göbeğinde acayip feryatlar yükselir göğe. Ve demode öncüler, piyese son perde külliyatı ekleyenler emanetlere… kütüğüne çivi çivi çakılırlar.

Ve “Onlar bir ümmetti, geldi geçti” olurlar ilahi makamda…
Ve dahi “Helalin hesabı, haramın azabı vardır” orada…

Eğer bundan kelli oruç aylarında meclis buysa, biz bu meclise girmeyeceğiz. Uymayacağız, saf tutmayacağız cemlerine. Dahil olmayacağız bu fır döndü manzaralara. Ramazanı sunulan lokmalarla gerçeklerin gizlenmesi ayına çevirenlerin bal-kaymak küplerini görmezden gelmeyeceğiz. Ortak olmayacağız ulu orta günahlarına. Dinolojik dengesizliğin müsekkin gibi abartılı ve kabartılı açılımlarına yelken açmayacağız. Politik ilahi sırlara, sosyolojik enkazlara ve mecazi düşlerdeki aksakallı dedelere prim vermeyeceğiz.

Bundan böyle israf ve taşkınlık güncellemelerine, eksik gedik dayanışma püskürtülerine nüktedan şair birikimimizi katmayacağız. Sakın ola aldanmayın biz aldanmayacağız bu göndermelere. Gösteriş amaçlı ve siyasi çıkar beklentili başka keselerden hayır hasenatçıların, tabldot usulü sokak iftarcılarının, debdebeli depicilerin, bakanlı-bakmayanlı manşetik ev ziyaretçilerinin ve gelip geçici menfaatler peşinde koşanların peşinde koşturmayacağız.

Lakin sıkı takipteyiz. Çünkü “hakka dönüş” kaç ciltler doldurur az çok biliyoruz. Öyle tenteler gölgesinde söz arası-sur içi gizli gücün sistem sınamasına kuru laf kalabalığı ile olmuyor “halka-hakka hizmet” onu da görüyoruz ve biliyoruz.

Mülkün zerresine tapmadan oluyor hakka yürüyüş.

Yürekler yeterse şöyle oluyor halka hizmet;

“Allahım beni fakir olarak yaşat, fakir olarak ruhumu kabzet, ahrette fakirle zümresinde haşret”…

7 Ağustos 2012 Salı

ŞİİR BİTER, ŞAİR USLANIR, İÇİM YANSA DA AKLIM ÖPER GÖKYÜZÜNÜ…


ŞİİR BİTER, ŞAİR USLANIR, İÇİM YANSA DA AKLIM ÖPER GÖKYÜZÜNÜ…

O melun hastalık zakkum-zehir anılar sıraladı beynimize, aklımıza canım abim.

Dünyanın gerçeğini, cennetin sırrını götürmeseydin yanında, maviyle örtüşünce zaman bizde de kanatlanırdı gizemli ipuçları. Gitmek değildi belki de yaptığın. Bir yolcunun yolculuk hevesiydi sadece ulaşılmaza. Ve bizim asla hakkıyla hafızamızda canlandırmaya alışık ve yetkin olmadığımız çizgi dışı ufuk ötesi sonsuz ışığa hicretti o zamansız gidiş.

Rüzgârın ıslığı perdeyi yakınca film koptu ve yüreklerimiz tutuştu ansızın. Yaktın fitilini hamsi laciverti gecede hayattan kopuşun. Yazboz tahtasındaki final setini kaybetmiş varsayıldın belki ama gizli gücün ruhundan ruh taşıdın geleceğe. Ve ak mermer üstüne al yazıyla bir tarih düştün sana biçilen ömür adına.

Cam hücrelerde koydun gittin bizi Arkadaş. Sulu ve oldukça verimli toprağa bir körpe fidan ekmek gibi bir şeydi bize tutturduğun matem. Tabasız, tabansız, paytak törelerin mal sahiplerine yaslı duruşu algılatmaktı belki de zamansız göç edişin. Belki de durup dururken terki diyar değildi yaptığın. Kim bilir yıllarca kalmaktı belki de yüreklerde, bir yolcunun yolculuk neşesini hissettiren. Yarıda kalan bir hikâye olarak değil de tamamına ermiş bir öykü olarak tanıdıklara eşe dosta anlatılma istemiydi belki de. Eskiden eskidendi denilmeden, öylece bugünü, şimdiki zamanı ve ışıklar içindeki hayalleri her daim anımsatma güdüsüydü sanki bu ayrılık.

Abim o yüzden güneş her yükseldiğinde artık gölgemle boğuşacağım, mor gölgelerle değil. Birlikte geçirilen hayatın azlığına veya çokluğuna takılmadan ve aldırmadan, namı şanı yıllardır umuda yürümek olan dostu arayacağım. Çünkü güneş ufukta alçaldığında ve yeryüzüyle kucaklaştığında bile asla gölgemle uzlaşmayacağım. Düşeceğim yine yollara iyi haberleri izinde, sonraki acı haberleri daima öteleyerek.

Kadim dost Öteki dünya hatırına iki koldan voltalayacağım bu sahte dünyayı. Hayatı son kez yanımdasın daima yanındayım dürtüsüyle bin kez durup binbir kez yürüyeceğim, süreceğim. Bir bardak suda tutukluluğum sürecekse eğer yine bir bardak su da fırtınalar yaratacağım savrulmadan.

Zaten güneş battığında ve sen yıldızlara nispet, yıldızlarla doğduğunda dokunulmazlık kartım iyice ışığa duyarsızlaştı. Elimde tuttuğum kalem, kelam isyanını dört bir yanda duvarlara kazıdı yine. O duvarlar ki ne yaman sloganlar, ne yaman çelişkiler karalanmıştı eteklerine, yumrukların havada asılı kaldığı yıldızlara yarenlik günlerinde.

Canlı şahitliğin şimdilik sonlandı can yoldaşım. Bir nemrut geceyarısından sonra söndü umutlar, hala tazeliğini koruyan anılar. Zaten düşlerin ayküsü düşük olunca düşüncelerde, fikirler de ileri izlemeye takılıyor. Takıldık ölüm meleğinin oltasına.

Abim hani yedi tepeli gezegende teslim bayrağı çekmek yoktu. Yoktu hani geceye uzayan cıngıllı renklere aldanmak. Makûs talihe başkaldıran yarenlik bitti mi şimdi. Demek geleceğimiz bundan kelli Taşkışla da ağlamaklı kalacak anbean.

Olmadı usta, hani vapur düdüğünü yutalı beri beklediğimiz özgürlük seller yaratan güz yağmurlarından sonra gelecekti. Gelmedi, gelmeyince de sen koştun gittin ebedi bağımsızlığa.

Gözler, eller, gönüller hıçkırık yanığı şimdi asil dost. Amaçsız kuru bulutlar dolaşıyor şimdi aklımızın kayıp hücrelerinde. Sensin müsebbibi. Dostluk feneri tutup aydınlattığın karanlıktan fersizlik yansıyor artık. İçe nakış nakış işleyen öğütler, gizemli bulutlar diyarında gün doğusundan gün batısına, doğumdan ölüme, ölümüne tam yol verecek yine bu garip yolcuya. Korkma kılavuz olacaksın yine kırık dökük yaşamlara. Kulaklar sağır, gözler kör, yalandan kim ölmüş akıl kürüne saplanmayanlara da cesaret. Zihin tutulması çığı altında kalmayanlara ise ümit çarkı.

İhmale gelmez, ikmale kalmaz çok bilinmeyenli denklemleri çözdün de kolayca, tek bilinmeyenliye hapsettin sevdiklerini güzel dost. Hediye kutusu boşalınca ömrün ders vermek gibi, içindeki gökyüzüne özlediğin rengi verdin, kayıp gittin.

Ve usturuplu sözlerinin içine o gidişi gizledin, gizledin ve gittin abim. Aklın direndi, bedenin direnemedi yeterince. Kuşandığın çelik zırh bilimdi ama doğa klasiğine boyun eğdin sessizce. Yenilmedin asla yalnızca şu rotu çıkmış dünyadaki faniliği bilmez-görmezlere faniliği hissettirdin ve şaşırttın. Abinin mezarı başında boşalan gizemli bir bakış bıraktın geride. O bakış gitmeden evvelki o zalim gece yarısı sıcacık bir dokunuş oldu tüm sevdiklerine.

İçime işledi gecenin karası. Zaten ben uslanmaz bir portreyim her nedense. Nota nota, söz söz yalnızlaşıyorum bu günden yarına. Bildiğim bilmediğim birçok şey öğrendiğim sahici dost yekpare uzayan hayatta ölü ışık zerresine asla kapılmayacağım inan. Yapayalnız bıraksan da bu kardeşini, kolumuzda ölüm patenti o eşsiz pırıltıları kovalayacağım usanmadan.

“Su zerresinde güneş, ışık zerresinde deniz, toprak zerresinde can, gönül telinde helim saklı” diyeceğim havadaki gökkuşağına. Çünkü ecel senin için cennetten bir önceki kapalı durak. Son durakta bekle bekleyebilirsen. Evvel ahir tipi bozuk, deli bozuk akşamlar bana da bir demek kırmızı karanfil sunduğunda ve çiçek tozlarından binlerce can canlandığında biz yarenliğimize devam edeceğiz bıraktığımız yerden başlayarak.

Dağın tepesi, tepenin arkası yakıp-kavuran güneşe teslim olduğunda, işte o günün ertesi kalan ömrümde ben dağ kırlangıçları ile dolaşacağım iki cihanı. Güneş batıncaya dek yolcuyum eğer teklemez ise nefesim.

O dağın zirvesi, zirvenin ardıda daima sen olacaksın abim.
Eğer yaşarsam uzun veya kısa her ne kadarsa, yaşadıkça “bir adam vardı adam gibi adam doyamadığım, hayli zamansız can verişine kıyamadığım, bir avuç toprakla yolculadığım” diye anacağım seni.

Abim…

1 Ağustos 2012 Çarşamba

İbrahim Paşa'nın Şehri Ve Şehri-Ramazan!

İbrahim Paşa'nın Şehri Ve Şehri-Ramazan! 

Ramazan ayı hayır hasenat ayıdır, israf ayı değil...

“ Bir ülkeyi helak etmek istediğimizde o ülkenin varlıklı ve şımarmış kişilerini çoğaltırız. Bu suretle onlar kötülük işlerler. O ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış ele başılarına  iyilikleri emrederiz. Buna rağmen onlar kötülük işlerler. Böylece o ülke helaka müstehak olur. Biz de orayı darmadağın ederiz. “

Ramazan ayı'nda bir sure ailevi nedenlerle  Romanya’dayım. Romanya’nın Braila kentindeyim. Bu şehir nüfus olarak Esenler’e denk. Şehir ve etrafını yol boyu irili ufakli köylerin çevrelediği bir yerleşim yapısına sahip bir kent Braila. Yaklaşık beşyüzbin nüfus şehre ve yanyana  köylere dağılmış yaşam sürüyor. Köyleri bildik ve tanıdık, sanki Trakya köylerindeyiz. Şehir çok sakin  tam bir emekli yaşam merkezi-istirahat yeri. Akşamları hareketlenen ve insanların kendini evden dışarı attıkları bir yaşam biçimini yeğleyen bir kültür egemen. Bunda mesainin sabah yedide başlayıp öğleden sonra saat dörtte bitmesi de bir etken.
          
Tuna nehrinin kıyısına kurulmuş bir şehir Braila. Kent adını İbrahim Paşa’dan almış. Hangi İbrahim Paşa’dan bilinmiyor soylenti boyle. Osmanlı imparatorluğu döneminden kalma İbrahim paşanın şehri anlamına geliyor ‘’ibrail’’ismi. Aşağı ve yukarı ‘’dobruca’’ denilen bu yerler Romanya’nın Türk yerleşim birimleri. Macaristan’dan Bulgaristan’a, Varna ve Burgaz'a uzayan Tuna nehri boyuna yayılan koskoca bir coğrafya sözünü ettiğimiz. İbrail kenti 'aşağı dobruca' bölgesinde. Kent merkezinde kiliseye çevrilmiş bir camii de var. Şehirde az sayıda 'Romen türkü' de yaşıyor.
           
Braila’nın önemli yatırımcıları arasında Türkler de var. Burada öncelikle tekstil-konfeksiyon sektörü gelişmiş. Sosyalist dönemde kooperatifler yoluyla konfeksiyon fabrikalaşması yaşamış şehir. Yetişmiş kalifiye personel varlığı ve sektörün eski ve yerleşik olması nedeniyle Türk yatırımcılar burayı seçmişler. Zamanla üç bin işçiye kadar ulaşan fabrikalarıyla tekstile bizzat yön vermişler. Kriz nedeniyle küçülme yaşasalar da en önemli tekstil yatırımcıları yine de Türkler. Ayrıca bir çok alanda ticaret yapan Türk vatandaşları da mevcut Braila'da.
            
Bu büyüklü küçüklü firmalara sahip Türkler Braila merkezli yirmi kilometre uzaklıktaki Galats şehrini de kapsayan Türk işadamları derneği kurmuşlar. Galats şehri de adını Türkçe 'kalas' dan alan eski bir Türk yerleşim çoğunluğu olan bir şehir. Burada da epeyce Türk yaşıyor.
             
Braila’da bir 'Türk şehitliği' de mevcut. Birinci dünya savaşından kalma bu şehitliğe Türkler ve birinci dereceden Türk yakınları defnediliyor. Korumasını ve bakımını Romen türkü bir aile yapıyor. Şehitlikte milli-dini günler ve bayramlarda Köstence müftülüğüne bağlı 'Maçin' beldesinde de görevli  'Romen türkü'   hoca dini vecibelerin yerine getirilmesinde yardımcı oluyor. Ayrıca Braila da bir de ev camii var. Mülkiyeti burada kurulu bir vakfa ait binada (fetullahçı değil) Türk, Arap ve Romenlerin katılımıyla bir ibadet etme kitlesi oluşmuş.
              
Sosyalist sistemin yıkılışından sonra kurulu fabrikalar, kombinalar, seralar, küçük üretim çiftlikleri, kooperatifler tamamen satılmış veya içleri boşaltılmış. Hurda fiyatina gitmis her sey. Sadece dış karkasları duran hayaletimsi varlıklara dönüşmüş geçmişin istihdam ve istihsal alanları. AB ye girdikten sonra ise üretim hepten geri kalmıs- bıraktırılmış. Yirmi beş milyonluk tüketim toplumuna devşirilmiş kısacası Romanya bir anda. Bu pazar referandum var devlet baskanlıgı icin. Cavus sonrası bir çivi bile çakılmayan Romanya'da Sosyal demokratlar bu kez alacak gibi.

Anadolu da nasıl ki her köy her şehir sizi minareler ile karşılıyorsa burada da fabrika bacaları ile karşılıyor. Ancak tütmeyen fabrika bacalarıyla. Tarım toplumu olmaktan da gün güne uzaklaşılıyor. Geleceğin organik tarım alanları olacak denli bakir bu ovalar ya yabancilara satilmis ya da boş yeni sahiplerini bekliyor. Romanya’nın yarınlardaki tarımı da ne yazık ki pek de iç açıcı görünmüyor. En kötüsü de mevsim dışı yağmurların zamansiz sürmesi ve yağışların başta Tuna nehri ve diğer nehirleri taşırması. Özellikle mısır, buğday ve ayçiçeği ekili alanlar sular altında kalmış. Tarlalardaki ürün çürümeye yüz tutmuş. Evsiz barksız kalanlar Besbin aileden fazla. Bu günlerde ise günes yakip kavuruyor. Asiri sicaklar devam ediyor. Bu hikâye bize hiç de yabancı değil…

Avrupa'daki politik ve ekonomik kriz Romanya'yı da derinden etkileyecek gibi ilerideki günlerde..

Braila kenti bu kötü gidişten bu gunlerde en fazla nasiplenmiş durumda. Görüştüğümüz Türk dostlar gidişattan pek memnun değiller. Krizin 2013 de geçeceğini umarak günü kurtarma ve ayakta kalabilme çabasındalar. Bir kez daha gördük ki dünya çok küçük. Burada kaldığımız sürece izlenimlerimizi toplayacagiz. Esenler'i de yakindan takip ediyoruz. Orada olmadigimiz icin simdilik gorus paylaşmayacağız. Yerel basından izlediğimiz Esenlerle fırsat bulursak bazı ozel-röportajlarımızı da paylaşmak dileğindeyiz.

Her ne kadar İbrahim Paşa'nın şehrinde bulunsak da nedendir bilmiyoruz, Esenleri özlediğimiz de bir başka gerçek.

Ayrıca da Şehri-Ramazan; mübarek olsun...


Ey şehri Ramazan-ı kapitalizm hoş geldin...

Oysa ki; Şehri-Ramazan; 'Kutsal kitap'ta gizlidir...

“ Ramazan ayı insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır.”
 
“ Her ümmetin bir süresi vardır. Süreleri gelince onlar ne bir an geri kalırlar ne de öne geçerler. Tam vaktinde batıp giderler.”
 
“ Fakat Allah’ a verdikleri sözü ve yeminleri az bir paraya satanlar var ya işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak. Onlara bakmayacak. Ve onları yüceltmeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır. “
 
“ Nice ülkeler var ki zulmedip dururlarken onlara mühlet verdim. Sonra onları yakaladım. Dönüş banadır. “
 
“ Yetimin malına yaklaşmayın. Yalnız erginlik çağına erişinceye kadar onun malına en güzel biçimde yaklaşabilir onu uygun tarzda sarf edebilirsiniz. Ölçüyü ve tartıyı tam adaletle dengeli yapın. Biz kişiye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz. Söz söylediğiniz zamanda akrabalarınız da olsa adaletli ve Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size iyice düşünesiniz diye bunları emretti. “
 
“ İnsanlardan öyleleri vardır ki dünya hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana samimi olduğuna Allah’ı şahit tutar. Halbuki o hasımların en yamanıdır. “
           
“ Zulüm ile öksüzlerin mallarını yiyenler karınlarına sadece ateş koymaktadırlar. Ve çılgın bir ateşe gireceklerdir. “
 
“ Kendilerinden geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde onların durumundan endişe edecek olanlar öksüzlerin hakkına dokunmaktan çekinsinler. Allah’tan korksunlar ve doğru söz söylesinler. “
 
“ Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katarak kendi malınızmış gibi yemeyin. Çünkü bu büyük bir günahtır. “
 
Son söz yerine 'Yüce Kitap'tan bir ayetle Hayırlı Ramazanlar...
 
Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen ağırlık ve azametinle ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin. “

AVRUPA' DA TÜRK ŞEHİTLİĞİ...

AVRUPA' DA TÜRK ŞEHİTLİĞİ...
  Ramazan günlerine denk bir kez daha "Braila kentindeki Türk Şehitliği"ni ziyaret etme imkani bulduk...

Türkiye’den
900 km
. uzakta denizci İzzet Mustafa’nın,yüzbaşı Ali Bey’in, asteğmen Salih Bey’in, yüzbaşı Mahmut Fuat’ın, asteğmen Edip Raşit’in ve diğerlerinin, tam 742 vatan evladının ebedi istirahat ettiği bir şehitlik var.

Romanya’nın Braila kentindeki Türk Şehitliği’ni ziyaret ettik. Atalarımızla bir kez daha övündük, hatıraları önünde saygıyla eğildik, dua ettik.
 
Braila Türk Şehitliği birinci dünya savaşında 1916-1917 muharebelerinde şehit düşen 742 kahraman Türk askeri için kurulmuş. 1936 yılında Ibrail vilayeti fırka komutanı Ciup Ercan başkanlığında T.C. Bükreş Büyükelçiliğinin yardımlarıyla bu günkü biçimini almış. Şimdi burada huzur içinde yatan şehitlerimiz eski türk mezarlığından buraya ayni yıl nakledilmişler. Bakımını ve korumasını Romen Türkü bir ailenin yaptığı şehitlik Braila’ya yolu düşen devlet erkanımızın da uğramadan geçemediği bir abide.


Burada yaşayan, iş yapan Türklerin ve Romen soydaşların önemli gün ve bayramlarda buluşma merkezi.

Örneğin her 18 mart şehitleri anma günü ve dini bayramlarda Braila Türk Şehitliğinde torenler düzenleniyor. Köstence başkonsolosluğunun himayesinde gerçekleşen bu günlere Köstence başkonsolosu ve konsolosluk çalışanlarının yanı sıra Braila belediye başkanı, Türk işadamları, Türkler ve soydaşlar katılıyorlar. Şehitlik anıtına çelenk koyulmasıyla başlayan törenler saygı duruşu ve iki ülke milli marşlarının okunmasıyla devam ediyor. Başkonsolosun günün anlamını ve önemini ifade eden konuşmanın ardından yapılan dualar ve kabir ziyaretleri ile törenler son buluyor.

Yaklaşık 450 yıl Osmanlı idaresinde ve daha önceleri türk kavimlerinin yerleşim merkezi olan 'Dobruca' bölgesinin bir şehri olan Braila’da  yatan 742 şehidimize ve şehitlikte kabristanı olan soydaşlarımıza 'mubarek ramazan gunlerinde' Allah’tan rahmet diliyoruz...   

FESTIVAL DUNARI-TUNA

FESTIVAL DUNARI-TUNA

Tuna nehri boyunca yaşayanlar, Tuna nehrinde yıkananlar, Tuna’nın suyundan içenler, folklor çeşitliliğinde özellikle, folklorik aşk şarkıları ile sanatsal duygularla ruha hitap eden bir festivalde Romanya’nın Braila kentinde bir araya geldiler.

Almanya, Avusturya, Slovakya, Macaristan, Hırvatistan, Sırbistan, Bulgaristan, Romanya, Moldova ve Ukrayna'dan 18 yaşından büyük amatör sanatçılar, şarkıcılar ve gruplar (en fazla 5 kişi),   20, 21, 22 Temmuz 2012 günlerinde yaristilar ve  kazananlarin ödülleri  22 Temmuz gecesi düzenlenen Gala-konser sonrasi verildi. Yarışma  Moldova Nicholas Botgros'un yönettiği müzisyenlerce canlı orkestra eşliğinde yapildi.

Küresel ekonominin çöküşünden bu yana her coğrafyada olduğu gibi böylesi festivallerle ülkeler geleneklerini tanıtma ve kaynaştırma çabasını öne çıkarıyorlar, . Romanya da Tuna nehrine kıyıdaş ülkelerle kalıcı ilişkiler kurmak ve bölgesel dayanışmayı sağlamak için 38 yıldır sürdürdüğü festivale ev sahipliğini yineledi.




Romanya icinden Tuna sınırındaki ilçelerden  etnik gruplara ait Ukraynalı, Tatar, Türk, Rus, Yunan katılımcılar da festivale renk kattilar.  20, 21, 22 Temmuz 2012  tarihleri arasında üç gün boyunca bu folklorik senfoni şovu Braila kentinde devam etti.

Braila belediyesinin öncülüğünde, Braila koruma ve tanıtma konseyi ile Ulusal kültür tanıtma ve koruma merkezinin tertip komitesini oluşturduğu festivalde yarışmacılar yöresel şarkılarını seslendirip,  ait oldukları ulke veya etnisite de giyinerek Performanslarıni sergilediler.

Kostümden müziğe, yerel giysi ve motiflere kadar komple bir değerlendirme sonucunda dereceye giren ekiplere 5000 eurodan başlayan ödüller verildi. Ayrıca belediye ve belediye meclisinin belirlediği miktarlarda, her katılana ve dereceye girenlere ayrı ayrı para ödülü ve sembolik armağanlar verildi.

Ayrıca bu üç gün boyunca çeşitli el sanatları sergisi stantlarında, ürünler halka satışa sunuldu.

Köstence, Deliorman ve Tulca bölgelerinden Türk ekipler de bu festival kapsamında gösteriler sundular ve yarıştilar.

El alemin belediyesi festival yapıyor. Ulusal kültürümüze, misafirperverlik geleneğimize, dayanışma göreneğimize, ayıp etmeden, umarız beddua almadan bizde de damakta tad birakan festivaller başlar… 

KARPUZDA KABAK TADI...


KARPUZDA KABAK TADI...

Romanya’da karpuz ekili hektarlarca toprak birkaç ay evvel  mevsim harici, bitmeyen yağışlar neticesinde sular altında kalıvermisti...

Güneşin kavurucu sıcaklar ile kendini göstermesiyle kuruyan toprak karpuzlara ayni cömertliği gösteremiyor. Hasatın beklenenin altında olacağı düşünülüyor. Karpuz üretiminde  şimdiki korku ise karpuzların içinin dolmaması ve kabak kalması.  İki sene önce de benzer bir durum yasanmış buralarda.

Burada ki deyimle çekirdek kabuğu dolduramayacak...



Devletten kiraladıkları topraklarda üretim yapan çiftçiler kira bedellerini şimdiden nasıl ödeyeceklerini kara kara düşünmekteler. Ayni sorun ayçiçeğinde, mısırda ve buğdayda da yaşanıyor.

Anlaşılan o ki bu yıl Romen köylüsü ve çiftçisi kışı zor atlatacak. Zaten büyük bir sosyo-ekonomik krizle boğuşan Romanya’da yağışların ve pesine güneşin kavurucu sıcaklarının getirdiği tarım krizi ülkeyi sarsacak boyutta.

Pek yakında Devlet baskanligini sosyal demokratlara veren referandumla halk umut ariyor. Hükümet ise iç ve dış borçlarını ödeme güçlüğü çekiyor. Hükümet, iki yil evvel ki gibi emeklilere ve devlet çalışanlarına, yılı zam yapmadan geçirmek niyetinde degil. Ama herseyi zaman gosterecek.

Bu denli bir ekonomik çıkmazın içinde olan Romanya’da çiftçilere hükümetten bir destek gelip gelmeyeceği şimdilik belli değil. AB’nin bu yönde bir yardım paketi tasarladığı konuşulmakla birlikte köylüye ve çiftçiye ne kadarının hangi biçimde yansıtılacağı da bir açmaz.

Yinede arazi sahipleri karpuz tarlalarına bekçiler tutuyorlar. Aylığı hektar başına elli euro ya gelen bu bekçilik sistemi geleneksel bir yöntemle zamanla gelişmiş bu günlere uzanmış. Hem insandan hem de tavşanlardan korunması gerekiyor karpuz tarlalarının. İşin önemli yanı tavşanlar öldürülmüyor. Belli aralıklarla kampanalar çalınarak ‘’aley aley’’ diye naralar atılarak.

Bu yolla tavşanların karpuzları kemirmesi önleniyor. Gözlemlerimize göre bu biçimdeki bekçilik gerçekten geleneksel motif, biraz da caydırıcı. İşsiz köy gençlerine ise hasata kadar bir cep harçlığı. Geceli gündüzlü birkaç ay boyunca sürdürülen iş ve eğlence. Tek sorun ise bizce sinek ve sivrisinek taarruzları. Karpuzlar kabak çıkmazsa iyide para ederse keyifle bitecek bir tarım yılı daha.
      
Çiftçi her yerde çiftçi, köylü her yerde köylü, dünyanın neresinde olursa olsun sorunları da benzer nitelikte.

Ama sadece  bizde köylü milletin efendisi…

Dobruca Türk İşadamları Derneği-Braila TİAD

Dobruca Türk İşadamları Derneği-Braila TİAD

Bundan iki sene evvel, "Bugün Romanya ekonomisinin %14’ünde, Türk işadamlarının ağırlığı söz konusu. Hal böyle olunca Türk işadamlarının bir araya gelerek dernekleşmesi, ortak akıl üretmesi de kaçınılmaz bir sonuç olara ortaya çıkmış" diye devam eden bir saptama dile getirmiştik.…

Bugünlerde yine bu saptama yolunu takip ettik. Avrupa ekonomideki daralma-dalgalanma buraları da vurmuş. Yani Garp cephesinde degişen birşey yok...

1989 ve öncesinden başlayan yatırımlar gittikçe büyüyerek, her alana genişleyerek Türkiye ve Romanya arasındaki ticaret ağını da sağlamlaştırmış. İki ülke arasındaki ticaret hacmi de yıldan yıla gelişmiştir. Ancak Türk İşadamları her zamanki gibi bugünlerde zor durumda olduklarini dile getirmekten cekinmiyorlar.

Zaten: Dobruca Türk İşadamları Derneği de bu gereklilikten dolayı 25 0cak 1999 da Köstence merkezli olarak kurulmuş. Amaçları ana hatlarıyla şöyle sıralanabilir; ’’Romanya’nın Dobruca bölgesinde yerleşik Türk işadamlarının ekonomik faaliyetlerinin geliştirilmesi ve Sosyal ilişkilerin artırılması. Türkiye ile Romanya arasındaki ekonomik ve sosyal ilişkilerin geliştirilmesi. Üye Türk işadamları ile Romen kurumları arasında oluşmuş ve oluşması muhtemel sorunların ortadan kaldırılmasına katkıda bulunulması.’’

Dobruca TİAD zamanla şubeleşmiş Bükreş, Köstence ve Transilvanya bölgelerine ek olarak geçen yillarda bir şube de Braila-Galats bölgesi için açmış. Braila-Galats TİAD ismi ile.



Braila merkezli olarak 30 Nisan 2010 da resmileşerek açılışını yapan  Braila-Galats TİAD Dernek kurucu başkanı, Solo Tekstil genel müdürü Ali Rıza Erdoğan ile bu çerçevede gecen sene bir söyleşi yapmistik...

Kurucu başkan o soyleside: iki şehirde 70 üye firma ve temsilcisi ile TİAD’ın şubesini kurduklarını belirterek sözlerine şöyle devam etmisti: ’’Yemekli bir açılışla Türk işadamlarını bir araya getirdik. Bu iki şehirde de sosyal kaynaşma ve iş alanında yerel ve genel yapıya karşı güçlü görünebilmek için böyle bir oluşuma gereksinim vardı. Eski konsolosun da bu yönde ciddi teşvikleri olmuştu. Dernek merkezini firmamızın bir binasına konuşlandırdık. İç donanımını çok kısa bir sürede tamamladık. Kuruluşumuzdan bu yana çok az bir süre geçmesine karşın bazı etkinliklerde yer aldık. Hollanda ve Moldovya’da ki Türk işadamları dernekleri ile ortak toplantılar yaptık. Bükreş büyükelçiliğindeki 19 mayıs kutlamalarına katıldık. Kadınlara yönelik toplantılar tertipledik. Galats şehri kütüphanesinde -Anadolu ve Kapadokya tolerans ve sevgi- konulu konferansta geniş bir sunum yaptık.’’

Bundan sonrası için de derneğin, gerçekleşmesini istedikleri projeleri olduğunu belirten kurucu başkan, işlerinin yoğunluğu nedeniyle başkanlığa devam edemeyeceğini belirterek sözlerini şöyle tamamlamısti;

‘’Şimdi Türk-Romen ortak geceleri yapmayı planlıyoruz. Braila belediye başkanı derneğimize müstakil bahçe içinde bir bina tahsisi sözü verdi. O sözün takipçisi olacağız. Hafta sonları buradaki Türklerin çocuklarına Türkçe dil eğitimi verme çalışması içindeyiz. Türk ve eşi Türk olanlara ise Romence dil eğitimi verdirmek için ilgili kurumlarla görüştük. Destek anlamında olumlu yanıtlar aldık. Yine hafta sonları Türk ailelere ve çocuklarına psikoterapi hizmeti için altyapı oluşturuyoruz…’’

Gercekten de kurucu baskan biraktiktan sonra dernek aktivitesini ciddi manada yitirmis. Hukuki varligi halen devam ediyor. Bu durum bile gelecek icin umut vaat ediyor.

Balkan ülkelerinde iş yapan işadamlarımızın, bu derneksel aktivitelerini bir çatı altında toplayacaklarına yeni pazarlar yaratacaklarına yakından tanık olduk. İpek yolunun Türklerin eliyle canlanacağı günler dileğiyle…

BELEDİYECİLİK VE SAHTE KALDIRIM MÜHENDİSLERİ

BELEDİYECİLİK VE SAHTE KALDIRIM MÜHENDİSLERİ

Ramazan'daki etkinlik alan ihalesiyle, talanlara-paylanmalara meydanlar da eklenince yeni 'sahte kaldırım mühendisleri' için eski şikâyet-namelere ihtiyac  oldu aniden. Biz de rast geldi koyduk...

 
Belediyeyi, on senelik yeni belediyeciliği herkes biliyor. Kaldırım mühendisliği ise sözlüklere, meydanlara, laruslara girmiş en eski mesleklerden biridir. Üniversitesi, hayat üniversitesidir. Son yıllarda diğer üniversitelerden kaldırım mühendisliğine yatay geçiş yapmış nice meslek erbabı da vardır. Budalalar meclisinde susulur misali şimdilik susarlar, kaldırım mühendisleri. Demokrasi deyip batıya, ekonomi deyip doğuya yayılınca ülke, sıra dışı açılımlarla kaldırım mühendisliği de şekil değiştirdi. Ve müzmin bir kaldırım mühendisi olarak canımız sıkılmaya başladı.
 
Küresel finans sektörü yeniden yapılanma sürecine girince, öfke ile yoğrulup, azap ve gazap ateşiyle pişirilmiş sorunlarla boğuşur oldu dünyadaki yedi milyar insan. Yedi milyarın %80’i de geri kalmış-bıraktırılmış ülkelerde ve bölgelerde yaşayınca, gazap üzümleri bir bir dişlerini kırınca, egemenler kılık değiştirdi. Bizde de kaldırım mühendisliği sınıf atladı. Varımız yoğumuz avucumuzdaki delikanlılıktı o da elden uçtu gitti maalesef.
 
İki denizi birleştiren boğaz manzaralı yerleri hakkınca bilmeyiz ama iki İstanbul’u birleştiren orta yeri, nerdeyse doğduğumuzdan beri yaşadığımız Esenler’i iyi biliriz, severiz aşktan öte. Öğrenmeye engel olanların çeşit çeşit manevralarına rağmen araştırır ve öğreniriz gerçekleri. Aklı başında olanların bile gafilce avlandığı, pusulayı şaşırtan planların bir bir hayata geçirildiği şu günlerde tadımız kaçtı.
 
Çünkü kaldırım mühendisliğinin tadı kalmadı. Kaldırımları arşınlayan o dervişane bilgelik de paraya endekslendi. Mesleğiniz nedir sorusuna kaldırım mühendisi denilerek verilen en isyancı, en keskin, en alaycı ve en harbi cevap da anlamını yitirdi. İyi bir kaldırım mühendisi olmak için önce bir siyasi partiden belediye meclisi üyesi olmak gerekiyor artık. İktidar veya muhalefet fark etmez. Nasıl olsa prestij adına, iş görme-iş gördürme, paylaşma ve paslaşma adına, her yıl yenileniyor cadde ortası, sokak arası kaldırımlar. Böylece sahte kaldırım mühendisi kökenli meclis üyeleri, yerden bitme, yeni yetme müteahhitlere dönüşüyor tılsımlı sopa değince kaderlerine. Kederi halka kefareti bilmem kimlere kalıyor.
 
Yeni döşenmiş kaldırımlar şiddetli bir kışa veya ciddi bir sağanağa dayanamayacakmış kimin umurunda. Kısa sürede kaldırım kaldırımlıktan çıkacakmış ne problem. Sonra o kaldırımlar sökülür, yeniden döşenir nasılsa. Velhasılı kerem; Yeni kaldırımcı müteahhitler, eski sahte kaldırım mühendisleri,  baştan savmacı kaldırım ihaleleri ile dört çarpı dörde binerler milletin parasıyla. Araba yükü para kaldırırlar.
 
Tüm döşemeler mevsimliktir, yani bir yaz köşesi bir de kış köşesi vardır. Biz yazarız; mevsimlik kaldırım mühendisliği, evladiyelik müteahhitlik mertebesine terfi eder. Ye ye tükenmez mirasa savrulur çakıl taşları.  Taşların renkleri, desenleri ve şekli şemali uyduruldu mu tamam, geliversin çuval yükü hak edişler. Birazı mensubu bulunan partiye hibe-yardım, birazı kaldırım mühendisliğinden kurtulma bedeli olarak malumunuz. Birazı da ilerde rantsal dönüşüm uygulamaları ”deprem” bahanesiyle meşrulaştırılıp, yasallaşınca kullanılacak müteahhitlik sertifikası için ilgili mercilere. Kalanı ile ise sülaleyi talukat geçinir.
 
Bu kaldırım düzenleme bayramı etkinliklerinden kimse de şikâyetçi olmaz. Biz de şikâyetçi değiliz. Bir taş kırılması, bir taş sökülmesi ile başlayan her kaldırım sökülüşü bizim için yeni bir sıkıntı olmasına, ayrı bir külfet getirmesine rağmen. Alışmışız alıştırılmışız göbekten. Bu oynak taş pınarında yol iz bulmak başlı başına maceradır çünkü. Mazohistçesine macerayı severiz topumuz, toplumumuz. Kaldırımları söksünler taksınlar, başkaları gelse takmayacak mı sanki deriz sıkça. Ama asırlık kaldırım mühendisliğinin de mecrası değişiyorsa takarız bu meseleye. Her sokak arası kaldırım yenilemesi meclisli bir kaldırım mühendisinden, kaldırım müteahhitleri peydahlayacaksa işin suyu çıkar. Bu ışınlama yöntemiyle sokak zenginleri yaratmak işi bozar. O suyu da içmekten men ederiz kendimizi, Kerbela’daki gibi kavrulsak da.
 
Şu koca istanbul’da merkeze sıkışmış, sıkıştırılmış Esenler’de zavallı mahalleleri yeni rant merkezlerine dönüştürmek kimi kurtaracak belli. Nitelikli arazisi kalmayan şehrin orta yerinde deprem korkusu zerkedilerek araziler yaratılıp, bu arazilerin üzerine kondurulacak lüks sitelerde kimler oturacak acaba. Lüks site kentlerin kıyıcığına kondurulacak turistik tesislerde kimler ağırlanacak besbelli, aşikâr.
 
Kimsenin siyasi yelpazedeki yeri bizi ırgalamaz. Ama farklı görünüp ayni kaldırımdan nasipleniliyorsa, işgüzarlığın ucu ileride yaşama, doğaya, haklara ve örgütlülüğe müdahaleye varacaksa, bu kaldırım mühendisliğinin henüz yazılmamış kara kaplı kitabına sığmaz.