31 Aralık 2012 Pazartesi

"HOŞ GELDİN 2013, MUTLU YILLAR İNSANLIK…"

"HOŞ GELDİN 2013, MUTLU YILLAR İNSANLIK…"

Korkular ve zaafların inşa ettiği koskoca bir yıl daha geçti. Sönmemeye yalpalayan sarı ışığa akıl yatırmanın ifşa ettiği 2012 de geçti gidiyor ve 2013 kapı arasından bakıyor.

Yoğun ve yorucu bir yılı daha eskittik ve yenisini bekliyoruz. Dördüncü evresindeyiz yolsuzluğun bu günden şeytanı taşlasan ne fayda, taşlamasan ne zarar ayrıca ne yazar…

Yılın son yazısını yazmaya beynimiz elveriyor da elimiz varmıyor bir türlü. Zaten yazmak uzunca bir süredir bizce anlamını yitirdi.Yaz yaz nereye kadar sürecek bu işkence. Ancak yazı kendiliğinden iz sürmeye başlayınca ve kelimeler birbirine zamklanınca durmak yok diyoruz, direnmeye devam.

Gölgeye evrilmeden soylu sufi yarenliğini yaşamak bizimkisi kendi çapında. Soysuz, çapsızların topuna da ağlama efekti ayarlamak…

Yepyeni umutlarla, kapkara göğü yırtan fişeklerle, yaratılan renk cümbüşüyle, eksiksiz şölenlerle, karşıladığımız 2012’yi yine ayni şekilde uğurlayıp 2013’e yelken açacağız ve yeni yılı ağırlayacağız tam 365 gün süresince...

İnsanlık tarihini kişisel çıkarlar ve ayarsız hırsların yönlendirdiğini çok iyi bilmemize karşın entrikacı niyetlere inat, umutlanmıştık, sevinmiştik, eğlenmiştik 2012 gelirken.

Hayatlara eşlik eden kişisel vaatlere aldırmadan, ülke için bolluk ve bereket yılı olmasını dilemiştik âcizane. Türküler, şarkılar, halaylar, horonlar eşliğinde hoş geldin demiştik yeni yıla. 2012’nin 365 günü, harala gürele ne çabuk geçti. “Göğe direk denize kapak olmaz” misali sırlar, serler, savlar yerlerde süründü yine. Her aklı başında bireyi dellendirecek, çıldırtacak, yığınla kötü olay yaşandı yine.

Kıyamet de kopmadı ayrıca…

Gündem oluşturmak için değil bu sözler gerçeğin kendisi; İnsanlık onuru yine hiçe sayıldı. Silivri ülkede en tanınan kaza oldu. Bir adımda gözaltılar la, baskı ve sömürü eksilmek bir yana arttıkça arttı. Hayıflandık, incindik, üzüldük, yerindik yine. Aslında klasik sayılabilecek tek bir cümle yeter dünyayı anlatmaya;

Eğer yaşamak denirse adına, yaşadık, bitti gitti...

Çalınan hayatları görmezden gelenlerin sırtının sıvazlandığı, palazlandırıldığı ve dahi ilahlaştırıldığı kuru gürültü harmanlaması bir yıl geçti kısacası. Yaşayıp görmek de yine bizim payımıza düştü.

Madrabazlıklar çelik kasalarda, ağır ahşap dolaplarda saklandıkça ve tüm gizli saklılar en umulmadık anlarda savruldukça, saçıldıkça, yaşam zembereği boşanır saray yavrularının da. Ebabil kuşlarının kanat çırpması da çare olmaz o vakit sultan saltanatına.

Sürgünler yaşanır, yaşatılır öz memlekette...

Enikonu özenilip bezenerek, düzenlenen kurallar silsilesiyle sus pus olmuş bireyler, kimliksiz kişilikler, kullar tebaalar yaratılmaya çalışılan günümüzde, kumpaslara gelmeden eski ve yeni yıl adına, özgürleşecek toplum adına, yaşayıp yaşatabilme niyetliliğiyle doğruları haykırmaktan, nefes aldığımız sürece asla çekinmeyeceğiz.

Çekinmeyiz kimseden, çekinmeyiz sonsuzluk cetvelinden…

Yeni yılda da envanterini bilançosunu tutacağız hayatın. Çok olan şeyin değeri azdır bilinciyle, ne birilerinin borazancılığını yaparız ne de birilerinin kıyamet sur’unu üfleriz. Açıkçası, çözüm odaklı rekabet, dengesizleştirilemeyecek bir muhalefet ve düşmeyecek bir değer peşindeyiz.

Sözün bittiği yerde ise kurtarıcı, kahraman, can simidi aramamak içindir tüm çabamız.

Zaten tutkularımızı yıllar var ki babamız adındaki bir şehirde bıraktık ve umutlarımızı kara toprağa gömdük filiz filiz.Şimdi ise beş deste hayat gülü elimizde ve dikenleri avucumuzu kanatıyor sevdayla.

Uzak ve erişilmez değil hiçbir şey. Boş saatler muskacısının boş vaatlerine kanmadan, inanmadan Ülkemiz güzelliklerle dolsun, Engeller ve ayrımcılık ortadan kalksın,barış özlemiyle yanıp tutuşmalar son bulsun istiyoruz sadece.

2013 sonunda böylesi karamsar bir yazı kaleme almamak dileğiyle, karşıladığımız gibi uğurlayabileceğimiz bir yeni yıldır bütün arzumuz…

KENTSEL DÖNÜŞÜM MACERASI; “SOL GÖSTERİP SAĞ VURMAK”…

 KENTSEL DÖNÜŞÜM MACERASI; “SOL GÖSTERİP SAĞ VURMAK”…

Şu sıralar İstanbul’da kentsel dönüşüm üzerine bir panel, konferans, sempozyum, furyası var. İktidarı muhalefeti bu bilgi şölenlerinde vatandaşları kendi bakış açısıyla nasiplendiriyorlar. Yani rüzgâr ekiliyor vilayet vilayet, ilçe ilçe yakında vira fırtına biçilir mahalle mahalle…

Dağ fare doğurunca…

Esenler’de en son yapılan; en özel anların resmi mekânında, en ana muhalefet partisinin düzenlediği, en kentsel dönüşüm ve yenileme bizim işimiz paneline dinleyici-konuk olunca, iktidarın  “en sol gösterilip sağ vurduğunu” iyice anlamış olduk galiba.

Evet, panelden geçtik, sanki kongre kuruldu Esenler’de; insanları deprem değil binalar öldürür…

Bizce de; Aşırı göç alan kentlerde zamanla oluşan gecekondulaşma ve çarpık yapılaşmanın en doğal sonucudur kentsel dönüşüm. Ayrıca insanları afet güvenli yapılara kavuşturmak, gecekondu bölgelerini çağdaş yaşam alanlarına çevirmek başta devletin sonra belediyelerin temel görevidir. Anayasada layığını ve karşılığını bulan insan hakları, mülkiyet hakları, barınma hakkı ve eşitlik ilkesi uyarınca şekillendirilmiş kentsel dönüşüme de aklı başında hiç kimse özellikle siyasi emeller uğruna hayır demez, boşuna direnmez, karşı da durmaz.

Billboardlara asılmış rengârenk fotoğraflara bakıldığında en cennet ilçe görünen, aslı potemkin zıhlısı Esenler’de; en muhalefet parti panelinde, en yerli 90 yıllık Esenlerli bir tanıdığın atış alanına girmesinden, kentsel dönüşüme Dim-Dik duruşunu gözlemleyince;

Ortada “ Ortada vatandaşı hissettirmeden ve kamuoyuna çaktırmadan inceden mağdur eden veya edecek izlenimi veren, nedense hangi beklentileri karşılamak için mağduriyet riskini en aza indirgeyememiş, afet riskini de azaltmaktan oldukça uzak, riskli alan-riskli yapı ilanı papyonvari, planı projesi, yedeği olmayan, parçalı-parçacı anlayışla ve bohçacı hızıyla dizayn edilmiş” en azı iki sene hakikateni ömür boyu sürecek, gelecek kuşaklara da sirayet edecek en kentsel dönüşümle karşı karşıya kalınacağını ve saflaşılacağını bir güzel anladık…

Ve anlamayanlar, anlaşılamayanlar ve anlaşmayanlar için, bilip duyup görüp üç maymunu oynayan sahte aktörler için de bazı saptamalarda bulunmayı bir borç bildik; 50 yıllık bir Esenlerli olarak…

Atadan babadan kalmış arsa, arazi, bina ve toprağa bile hâkim olunamayacak bir düzen dayatmasına evrilecek gibi kentsel dönüşüm adına yaşananlar veya yaşanacaklar. Hani miras helal’di…

Niyetimiz halisanedir denilerek, vatandaşları hayırsız evlat konumuna düşürüveren, göçe zorlayan veya alışmışlığının dışında “yanaşık düzen konserve dairelerde yaşamaya” mecbur ve mahkum eden, 100 yıl sonra dahi acısı sancısı halen süren göçleri ve nüfus mübadelelerini anımsatan ve dayatan, depremle gündeme sokulan ama depremsel odaklılıktan kaydırılan bu kentsel dönüşüm; maalesef rantsal paylaşımın ıtırlı kokularını duyumsatıyor orta sınıf vatandaşlarına…

Ülkeyi inşaat sektörü ile büyütelim, ekonomiyi hareketlendirelim hevesiyle, iki günde alelacele görüşülen 16 Mayıs 2012 de mecliste onanan 6306 sayılı yasayla;

“Afette en hasar görecekler diye 6,5 milyon binanın yıkılmasıyla büyük sermayeye arsa üretmek ve peydahlanan arsalara devlet eliyle taşaron ortaklar marifetiyle “en akıllı rezidanslar” ve en ananeye uzak karakterli avm-ler perdahlamak ve en son boş kalmış alanlara da afetengiz mantıkla hükmederek gökdelenler koymak, kentsel dönüşüm” ise eğer sözleşmelere parmak basacak ahalinin vay haline…

Oysa ki; Katılımcı, eşitlikçi, ayrıştırmayan, ötekileştirmeyen, tarihsel dokuyu koruyan, çevreyi bozmayan, kirlenmeyi azaltan, istihdam yaratıcı ve doğal afetlere karşı güvenlik için binaları yenileme, iyileştirme, dirençlendirme veya yeni mimari anlayışlarla en yeniyi yerinde uygulama işiyse kentsel dönüşüm kapsam içindekiler yasada açıkça belirtilmeyen her türlü sözleşmeye dahi gönül rahatlığı ile basar imzaları.

Ancak civardaki örneklerle sabit; konutların satın alınabilirliğin kaymak tabakaya kayması, malın asıl sahibi yoksulu hiç gözetmeyen, yoksulu dezavantajlı varsılı avantajlı kılan, her açık alana ultra katlı ucubeler konduran, yapılaşma oranını artıran, nüfus yoğunluğu ve denetimini hırpalayan, yaşayanların sosyal dengesindeki uçurumu artıran, kimliği sorgulayan kimlikleri korumayan, planlama ve şehir planlamacılığından ırak, pazarlık pazarlama ve alışveriş kolaylığı zengine paslanmış bir soylulaştırma ve soygunlaştırma yaşatıyorsa kentsel dönüşüm evi barkı güme gidecekler gelecek kaygısıyla basmaz imzayı.

Aslan fareye boğdurulur…

Esenler özeline gelince; bir yanı tem otoyolu bir yanı e5 olunca, orta kısımdaki üstünde bina olsun olmasın o toprak parçası en bulunmaz hint kumaşı olunca, mevkisel açıdan diğer ilçeleri yakalayınca en “asla doymayan açlar ve her gördüğüne iştahı kabaranların” en gözüne battı Esenler.

Ülkenin Kentsel dönüşüm startı Esenler’den verilmek suretiyle önemsendiği en açık bu topraklarda, en hazır görülen üç beş mahallede en enteresan uygulamalar harfiyen başlatıldı. Öyle ki aklıselimlere “iyi uçuşlar” dedirten bazda ve dozda.

Umarız; kentsel dönüşüm yoluyla “Esenler Esenleri yaşayan orta sınıfın elinden alınıp üst sınıfların eline bırakılmaz. Bu mahallelerde yükselecek bloklar yüksek kesim insanların rantiyesi olmaz. Dileriz, böyle bir paylaşım ve paylaştırım peşine düşmezler ve yalancı dünyaya aldanmaz ağır yöneticiler.”

Bu hafiflik akılları çelerse eğer yapı stoğu on yılda onbeşbine vurmuş Esenler’de bir deli rüzgar eser ki birilerinin en baba vurgunu yemesi de o vakit kaçınılmaz olur.

Ayrıca ” kentsel dönüşüm imar planları ile uygulanmalıdır. Plan yoksa ve küçük göze batmayan plan tadilleri ile hırsızlık yapılıyorsa, acayip anlaşmalar dayatılarak değerlenmiş yerler ucuz pazarlıklarla halkın elinden alınıyorsa, toki-kiptaş eliyle deprem korkutulmasıyla rantın yüksek olduğu yer ve araziler dönüşüme tabi tutuluyorsa, otopark hesabından belediye başkanlarının posterleri bastırılıyorsa, reklam harcamalarına aktarımlar vatandaşın otoparkından geçiyorsa, kamunun görevi plan yapmak” der birileri.

Vatandaşın yolunu açmak yerine kapatan, açıkça inşaat müteahhitliğine ve emlakçiliğe soyunan belediyelerle, hazine arazilerine ticaret merkezi yapmaktan ve atıp tutmaktan başka proje üretemeyen belediye başkanları ile, toplumu aydınlatmaktan uzak siyasiler ve stkcılarla, gerçeği dillendirmeyen medyasıyla “binmişiz kentsel dönüşüm alametine gidiyoruz kıyamete” demek de caiz olur…

Mayaların takviminin kıyamet mayası tutmadı ama biz göle maya çalanlardan geliyoruz. Tutsa da tutmasa da mayalarız. Deprem riski bulunsa da bulunmasa da Kentsel dönüşürüz. Yıkmazsan yıkarız. Yapmazsan elinden alırız. Verirsek biz istediğimiz kadar istediğimize veririz. Mahallende kalmayı isteyemezsin. Komşun hemşerin gökkubbede bir hayal olur. Yeşil alan ve park isteyemezsin. Yeni yapılacak konut için mutlaka borçlanacaksın. Projedeki payın ve yerin alımgücü zayıf müşteriden öte gitmeyecek. Al sana küçük kıyamet…

Bilmeden anlamadan imza koydun ise eğer yandın söylentileri egemen şu kentsel dönüşüm süzgecine. İtiraz hakkı var kullanabilirsin ama gidişatı engelleyemezsin. Bireysel takılsan sesin çıkmaz, çoğulculuğa aldansan sesin kesilir. Ne tür bir konuta ışınlandığını soramazsın, araştıramazsın. Barınmak hakkı anayasal ve en kutsal haktır ve güvenmek istersin fakat güvenemezsin. Oysa karşıda devlet bu yakada millet.

Üsküdar'da sabah olunca...

İllet olursun velakin ikiden biri olmanın bu en doğal tek kutuplu kentsel sonuçlarına boyun eğersin ve dönüşürsün. Allah devletimize zarar vermesin…

Kadersizlik; Maket projesi bile maketlendirilmeden paketlenen kentsel dönüşüm sahası ve alanları içinde kalmak…

Bu kadersizlik muammasında bu kısmetsiz yazıyı kaleme almak da bize düştü. Bu işin asıl suçlusu leyhte ve alyhte tebliğleyen tüm panelistler. Yasayı çıkaran ve yasaya takılan tüm yönetimler. Bizim kimseye bir garezimiz yok böyle biline ama hesabımız var…
 

17 Aralık 2012 Pazartesi

“MEVLANA VE ŞEB-İ ARUS” VE

 “MEVLANA VE ŞEB-İ ARUS” VE
TİCARET…

Mevlana Celalettin-i Rumi’nin hayatı ve şahsiyeti, maddiyatı ve maneviyatı üzerine ne inceleme kitapları, ne bilimsel tezler ne romanlar yazıldı…

Yaşamak için kayda çekilmesi gerekenleri biz de bulup çıkarıyoruz ama asıl gerçeklik yazmak, güzel yazmak. Hele şöyle bir beyiti bildikten sonra yazamamaktır mesele;

“İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır. Sözün hayırlısı da az ve öz olanıdır.”

Tıpkı sonsuz aşk ve gönüller sultanı Mevlana’dan ve temeli dinsel, kaynağı kurallı kaideli bir ritüel olan Şeb-i Arus’dan dem vurabilmek gibi.

Zor zanaat yazmak; kelime bir yana bir hecede, bir harfte yanmak gibi. Şu garip bencileyin yazıdaki başlık gibi, “Mevlana ve Şeb-i Arus ve ticareti”…

30 Eylül 1207 ile 17 Aralık 1273 arası yaşamış Mevlana.

“Ayet ayet Kur’an ın bütün manası edepten ibarettir.” Düsturuyla ilahi aşk ateşine ömrünü adamıştır Mevlana. İsminde gizli Rumi’yi yaşamıştır yıllarca.  Yani Mevlana Anadolu’dur, Anadolu o’dur…

Mevlana Celaletin-i Rumi Anadolu’dur dolu dolu.

“Ümitsizlik semtine gitme ümitler vardır, Karanlık tarafa gitme; güneşler vardır.”

Ölçütünde aşka bitmeyen bir yürüyüş, büyük bir göçtür Mevlana.  Mevlana tasavvufunda gaye kulluk ve yokluktur. Daima sönmez bir aşktan beslenir yaratılış ve hayatın anlamı. Mevlana tasavvufunun asıl esası gönül sahibine erişmek ve cevher olmaktır, olunabilir ise.

Mevlana; “ Alçak gönüllülükte büyüklük, büyüklükte alçak gönüllülük; varlıkta yokluk, yoklukta varlık; hiçlikte kemal, kemalde hiçlik” tir…

Gerçek varlık kapısına ulaşmak, varlık makamına erişmektir tüm hedef;

“Senin taht dediğin şey, tahtadan yapılma tuzaktır. Konduğun yeri başköşe sanırsın ama kapıda kalakalmışsın.”

Mevlana bir 17 Aralık gecesi Mevla’ya erişme çaba ve çilesini tamamlamış ve ebediyete doğmuştur aşkla. İşte “Şeb-i Arus” da budur…

La makamında dolaşıp durmak gereksiz; Mesnevisini pek okuyup, anlayan, dersler çıkaran yok ama Şeb-i Arus’u görmeyen de yok gibi.

Post, posta tutkulu saygı, ağırdan hafiften en ağıra selamlaşma, semazenler ve müzik eşliğinde, içten dışa, yerden göğe devinen görsel bir şölendir Mevlevi semaı. Semaı ile tanınan ve anımsanan Şeb-i Arus törenleri de bir hittir dosta düşmana sergilenen.

İlk izlenişte pür dikkat heyecan, sonrasında göstermelik aşk, sonrası…

“ Mevlana bir gün kuyumcular çarşısında bir dükkânın önünden geçmektedir. İçeride varak yapmak için altın dövmektedir usta ve çırakları. Çekiç darbelerinden çıkan sesleri duyar Mevlana. Melodik tınıdan cezbelenir ve vecd ile sema etmeye başlar…”

Semazen döndükçe dünyanın başı döner. Dünya döndükçe de kadınlı erkekli semazenler döner.

İslamik kapitalizm asırlar sonra aklı nefse esir kılan dayatırlarına devam eder ve işi ticarileştirir. Bilmem kaçıncı geleneksel fonda gelsin anma törenleri, gelsin zamanlı zamansız şebi aruzlar, gitsin tasavvufi şarkı konserleri. Ve yetmiş iki buçuk millet dönsün bu dönencede. Dönenleri izlesinler, Mevlana ve semazen kolyeli küpeli bayanlar, semazen yüzüklü beyler; şebi aruz kardeşliğini yaşasınlar yeter ki Devlet erkanıyla...

Oysa Mevlana bir yolcudur, yol göstericidir. Gönül çeperlerine ışıltısı vuran bir güneştir Mevlana. Dünya döndükçe binlerce yıla doğuştur Şeb-i arus;

“Ben yetmiş iki milletle beraberim”…

Ve bir cümledir insanlığa emaneti;

“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız. Bizim mezarımız, ariflerin gönüllerindedir”…

13 Aralık 2012 Perşembe

"Güzel Esenler Projesi" adıyla müstesna “Potemkin Zırhlısı”…

"Güzel Esenler Projesi" adıyla müstesna “Potemkin Zırhlısı”…

Güzel Esenler Projesi geçen günlerde ulusal basına da yansıyan şekliyle ne potemkin mahallesi, ne potemkin panosu diye adlandırılmalıdır. Ülkede alay konusu edilen bu proje hiç şaşmamak gerek birilerinden, bir yerlerden ödül mödül bile alabilir. Alsın varsın. Ama adı “potemkin zırhlısı” diye anılmalı bu Güzel Esenler Projesi’nin. Oturup sessiz film izlemek yerine dayanılmaz hayat şartlarından bezmişliğe ayaklanma olacak ise eğer bu imkânsızlığın resmi panosu, kimsenin kuşkusu olmasın her zırh gün gelir delinir.

Peki, neydi bu Güzel Esenler Projesi adıyla müstesna“potemkin zırhlısı”

Yaklaşık üç yıl önce iki gazeteci arkadaşımla başkanlık makamında başkanın bizzat kendisinden ‘alın size bir bomba haber’ başlığında dinlediğimiz ve resimlerini gördüğümüz proje idi güzel Esenler projesi.

O gün bu proje için Belediye Başkanı; ‘Belediye beş kuruş harcamayacak’ demişti. Resimlerin üzerinde projeye sponsor olan devlet kurumunun logoları da vardı. Başkan; ‘ %90 anlaştık ama şimdilik sponsorun adını vermeyin; Maliyetin %80’i sponsor kalanı ise evi boyananlardan kredilendirilerek karşılanacak’ diyerek projenin mali kısmını da özetlemişti.

Belki de basın olarak ilk bize açıklanmış bu proje zaman içinde maalesef “göstermelik dekor- şahane müdahale” veya atfedilen muhteşem ismiyle “Potemkin mahallesi”olarak değerlendirilip Rus Çarlığı’na göndermelerle anıldı. Ileride de daima bu biçimde anımsanacak belkide.

Ama bizim için bu proje “Potemkin zırhlısı”artık.

Çünkü başkan;
TEM otoyolunun kenarındaki binalardan141 binaya kısmen mantolama yapılarak çirkin görüntülerin ortadan kaldırılması ve güzelleştirilmesine 1 milyon 900 bin lira harcandığı ortaya çıkınca;

"Bu projenin 1.5 milyon lira maliyeti var, ancak projeyi sponsor yapıyor sadece yüzde 20'sini vatandaştan alıyoruz" diyerek projesini savundu.

Ancak işin aslı şöyle;

“Güzel Esenler Projesi için Esenler Belediyesi 1 trilyon 290 milyar ödemiş-harcamış…”

Esenler Mali Hizmetler Müdürlüğü’nce açılan 18.05.2011 tarih, 2011/76277 sayı ile KİK Kayıtlarına giren ihalede;

Güzel Esenler Projesi kapsamında Esenler ilçe sınırları dahilinde bulunan idarece belirlenen binaların dış cephe rehabilitasyonu yapılması işi” ikisi Mim-art ve birisi Özkan İ.’den teklif alınmak suretiyle 1.290.000 liraya Mim-art Ltd’ye verilmiş…

Peki başkan ne diyor; “Bu projenin 1.5 milyon lira maliyeti var, ancak projeyi sponsor yapıyor, sadece yüzde 20'sini vatandaştan alıyoruz.”

Şimdi bu sponsor firma Mim-art ltd. mi? Oluyor. Yoksa “potemkin zırhlısı” olarak özel kasalara koruyucu zırh mı örüyor. Laf uzar gider, havada asılı kalır ama bu yağlıboya lekesi asla çıkmaz. Ayın en parlak yüzünü utandıran kıvamda, öznesi değişen fiillere, olaylara bir yenisi daha eklenmiş olur sadece.

Ve “potemkin zırhlısı” nehrin doğduğu yerde resim donatılı paravanların arkasında tekziplenen yazıları bekler…

9 Aralık 2012 Pazar

CADDELERE “TRİLYONLUK” PRESTİJ KAZANDIRMALAR



CADDELERE “TRİLYONLUK” PRESTİJ KAZANDIRMALAR FOS ÇIKINCA…

Şu prestij cadde izlenimleri üzerine tarihe kısa bir not düşmek belki gereksiz ama hüneri konuşturan bu kentsel panoramada bir dipnot bulunsun istedik. Çünkü Belediyeciliğin miladı gösterilen prestij cadde projelerinin hayret edilesi yanının ortaya çıkması toplum yararına.

Bilinmeli ki Prestij cadde uygulaması ile fors atalım derken, halk forsa, övünç kaynağı proje de fos çıktı fiskosları dolaşıyor caddelerde. Yani ‘itibari’ bir gerçek-gerçeklik var yol ortası…

Gerçek bir Esenlerli olarak kim istemez; şöyle halı gibi bir prestij caddede çocukluğun ve yetişkinliğin tadına varmayı. Dünyaya, dünya nimetlerine bu kadar gömülmek, taşla toprakla betonla bu kadar meşgul olmak hizmetinden faydalanmayı.

Ancak görünen o ki belli bir ortaklığa hizmet, tüm prestij cadde hizmet alışverişi ve başlangıçları.

Şu güzelim Esenler’de binaların arasına sıkışmış dört bir yandan içine sel gibi akan sokaklarıyla adı cadde kendi pejmurde anayollar var. Mevcuda bile yanıt vermeyen bu anayollara bir akıllı eli değsin diye yıllarca beklendi.

Değdi değmesine de prestijlenmeyle iş iyice çığırından çıktı, çıkarıldı…

Kim ne söyler neye inanır serbest ama; Belediye başkanı ve meclis üyelerinin yüzde sekseni ithal-misafir olunca bu caddesel sonuç gayet normal.

Sebep sonuç ilişkisi bir yana haddinden fazla prestij kazandı Esenler’in caddeleri. Saygınlık ve itibar kazandırılmayı bekleyen sırasını bekleyen çok cadde var daha. Denizi ilk gördük diye bu ayni kumaş ve ayni renkten projeleri anlamayacak değiliz. Bütün bu projeler başta değişikmiş görünse de kısa zamanda pek de muteber olmadıkları ortaya çıkıyor bir bir.

Kaldırımı devasa genişletmek zaten sabah öğle akşam çaresizlikten inleyen caddeleri sadece gidiş geliş şeritliliğine hapsetmek-mahkum etmek prestij oluyorsa, yandı Esenler. İstanbul’un orta yerinde kent kalabalığında trafik arapsaçı, insanlar kördüğüm, ahali perişan, araçlar konvoy ve bunca çilenin çilekeşliğin adı da prestij cadde.

Ayrıca saygınlık ve itibar kazanalım diye bedava versen alıcısı çıkmaz bu proje sarmalına, tutsaklık girdabına dökülen paraya ne demeli…

Örneğin; Namıkkemal Caddesi’ne yapılan çalışma. Namıkkemal mahallesi Namıkkemal caddesi prestij yol uygulaması işi, 2011/114021 kamu ihale kurumu kaydıyla alınan dört tekliften birine verilmiş. Ser-gün adlı firma iki, Tunay E. Ve Öner İ. Birer teklif vermişler. İhale Ser-gün’e kalmış. Tutarı 1 trilyon 381 milyar lira.

Yani Prestij caddelere harcanan onlarca trilyon…

İhlaller denetimsiz, ihaleler yerli yersiz olunca hatırı sayılır bütçeler de böylece akar gider müteahhit kasalarına. Durduk yerde eleştiri ve tespitlere hiç gerek yok denilebilir. Gözlem gücüne dayalı durum testi de belli. Ancak testilerin sessizliği yırtan fısıltılar gölgesinde dolması-doldurulması ilgiye mazhar bir durum olsa gerek…

Büyük şehir hayatı gerçekten sıktı. Şahsiyet kazandırmak böyle ise eğer, kentsel dönüm noktasıysa üç beş taş döşemek işi, bu parlak dönemlerde gelir geçer, gerilim tırmanır tavan yapar denilebilir rahatlıkla.

Tüm yapılanların en sarsıcı yanları da birilerinin rahatını kaçırır…

TEKRAR TEKRAR “KUMA KADIN GÖMMEK”…

TEKRAR TEKRAR “KUMA KADIN GÖMMEK”…

Bu asırda hala ne yazık ki kadına şiddet var. Milletvekili, Başbakan hatta Cumhurbaşkanı olsan da, kadın isen eğer dayaktan, her nevi şiddetten kurtuluş yok…

Kuma kadın-kız gömme günlerinden bu güne değişmeyen tek acı gerçek bu maalesef…

“KUMA KADIN GÖMMEK...

Ülkede kadınından razı olmama, razı olup da memnun olmama gibi haller var. Hem ülke hem de birey iktidarındaki bu sapma, koyulan hedeflere de ulaşılamayınca erdemli ve temiz kalmayı zorlaştırıyor. Kuşkulu akçeli işlerle çarşıdaki hesap eve uydurulamayınca olan kadına oluyor. Yol ışığı, hayat arkadaşı, döl yatağı çekiyor ızdırabı, yer misin yemez misin, Ölür müsün ölmez misin hesabıyla…

Zenginlerde tevazuunun fakirlerde tokgözlülüğün tükendiği bir dönemden geçiyoruz hep birlikte. Üstelik ramazan ve orucun ilk günleri. Yine de hız kesmiyor kadın avı, kadına yönelik şiddet. Evrene yayılan pozitif ışıltılar sadece iftar ve sahur sofralarını aydınlatmıyor ki. Mahyalardan süzülen mutlu toplum mesajları da güme gidiyor böylece. Yürek sızlatan gerçekler de iftariyeliği oluyor düşünen insanın.

Kadına yönelik şiddet iftar sofrasının başköşesinde maalesef, yanında african açlığı. İkisi de teröre dönüşmüş boyutta kan-can almaya devam ediyor. Köhnemiş ideolojilerin tutsağı olundukça zorbalık işte böyle sokağa taşar. Dört duvar arasından sıvışır namahrem iktidarın sertliğine düz orantılı alır başını gider, ta ki ölümlere kadar. Kadına şiddet uygulamaları, göstermelik erkeksi tavır olarak literatürdeki yerini alır almasına da giden can geri gelmez. Cinayet olur canilik olur filmin adı.

Hayat felsefesinde geriye dönüş, tam dönüş değilse de ufaktan çark ediş, geriye özlem dolu bir bakış egemenleştikçe, erkek egemen toplumun kadına bakışı ve tavrı da taşlaşır. Katılaşır elbet ve sonuç hüsran olur.

Bir iki tokadın yerini acımasız dayaklar, dayağın yerini sakat bırakmalar, sakat bırakmanın yerini de zamanla şu günlerde yaşadığımız cana kast etmeler, öldürmeler alır. Kadın cinayetleri böylece son yıllarda yüzdesel zirve yapar. Cinsel saldırı suçları devasa artar. Elde son beş altı yılda dört beş bin kadın öldürülmüşlüğü kalır. Geriye kalan sudan sebeplerle bile, kadın canının hiçe sayılmasıdır. Üçüncü sayfa haberi olarak görülüp, gereğince hakkınca üstüne gidilmeyişidir kadın ölümlerinden iz bırakan.

Kendi kendine zulmeden başkalarına adalet dağıtamaz, adil davranamaz ki. Kadın erkek eşitliği halen görmezden gelinirse, kocaya kayıtsız şartsız itaat öğütlenirse, üç çocuktan aşağısı olmaz bir marifetmiş gibi dillendirilirse, kadın çocuk bakıcısı ev hizmetçisi, seks kölesi olarak görülüp sınıflandırılırsa ne kadar koruma altına alınsa da erkek her fırsatta çalar kapısını, kırar kafasını.

Çünkü kadın dayak yese de evinde oturacak, yeri kocasının yanıdır, tüm sosyal dengesizliklere geçim derdine sesini çıkartmayacak, boyun eğecek düsturu egemen. Ayrıca kadın boşansa, baba evine dönse de kurtaramıyor yakasını erkek illetinden-milletinden.

Hayatta hep kız çocuğu sahibi olmayı istemiş, anası, bacısı, karısı ve kız çocuğu olan birisi olarak utanarak yazıyorum bu yazıyı. Kızını dövmeyen dizini döver, kızı başıboş bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya gider sözlerine rağmen, zenginleyen erkek ilk iş arabasını sonra eşini değiştirir safsatalarına rağmen kadın tarafında olmak günü şimdi.

Kesenin ağzını kapatma ayı olmayan şu ayda, açlığa ve kadına dayağa karşı maddi ve manevi ciddi duruş göstermek gerek. Kadınlar ölüyor, bebeler ölüyor, analar öldürülüyor her gün. Bacılara kıyılıyor öre töre hesabıyla, kuma gömüldüğü günlerden beter.

Utanıp da tavşan uykusundan uyanmak bu kadar mı zor…”

Milletvekilleri de koca dayağı yedikten sonra...