12 Mayıs 2022 Perşembe

NİSAN 22

 DÖRT İLA ALTI MAYIS KAHIRLANIŞI…

Hani candan çok sevilenler için fizik ötesine sıralı göçler yeğlenir ya öyle işler bazen doğanın kanunu. Tıpkı Mayıs'ın dördü ila altısı arası gibi. İşte mahşerin üç günü, malum kentlerin sapağına siner nar gözlü hüzün. Derin yaralı yüreğim kanar. Aklım tutuşur, kahırlanırım. Ve her dört ila altı mayıs arasında bir kez daha derya deniz ölümsüzlüğe uğurlarım, Terzi’yi, Denizleri ve canım Babam seni sonsuzluğa. Kainatın bağrına gömülü sönmez Fikri, solmaz üç kırmızı karanfil ve iki cihanda şahım babam Çavusolu. Nefesim kesilene dek sizi unutmam. Bizdeki harlı hasret işte bu…

Kime ne, kelimelerin efendisi olan duygulanır ve karanfil kokulu mayıs akşamlarında, babasına ağlamazmış diye. Oysa sessizce ağlarım. Kim demiş duyguların efendisi olanlar  yoldaşlarını anmaz diye. Yüksek perdeden anarım. Devrimcilik biraz da babası öldüğünde ağlamak, devrime and içmiş yolcuları bir bir anmak. Yaşamak ve yaşatmak. Unutulmuşları da unutturanlara inat kaidesiyle anlatmaktır…

Atambabam, bak anlatıyorum, yılbaşından itibaren yüzyılın krizi kuşattı dört bir yanı.

Ekonomik deprem memleketi acayip sallamaya başladı. Forslu felaket kor ateş gibi yaladı hayatı. Mart geçti, Nisan geçti dağlarına bahar gelmedi memleketin. Resmen çöküş, bitişe sürükleniş. İşaret fişeği çok günler öncesi çakılmış gören yok. Ve güncelere eklendi gelecek korkusu bir kez daha, korku dağları sardı...

Babam, dostlar, yarenler; çok zor günlerden geçiyor millet ve memleket. İyi bilirsiniz, 'helalin adı kaldı bilen yok, haram kapış kapış yiyen çok’. Tek bir gün geçmiyor ki, milletin alın teri çalınmasın. Etiketlere ayarsız ayar çekilmesin. Zaten hak, hukuk, adalet ve kalkınma resmen dip yaptı. Umursamaz haller pik yaptı.  Yerden göğe hak edilmiş ne varsa yazıkmış, günahmış hiç tınmadan ekâbir kesime kaydırıldı. Karunlar hala kerevet derdinde. Resmen koptu kızılca kıyamet. Yani candostlar yeni rejim bitik, milletçe maddi manevi bittik...

Babam benim, ilk kez rahat bir nefes alacağız derken takatten kesildik. Yüreğimizdeki kanarya can çekişiyor. Hakikatler yalpaladı. Dolar doymuyor. Altın el altından, zulada. Borsa tepetaklak. Çarşı pazar ateş pahası. İşsizlik had safhada. Rekor kıran katlı rakamlı faturalar fiyaskosu her haneye dayandı. Yüzsüzlük pes derecesine tırmandı hala pes diyen yok...

Babaeren ahval böyle, millet  ah vah çekiyor. Kıt kanaat geçiniyor. Doğrusu geçinemiyor, ortamı bu hale getirenlerde güllük gülistanlık edebiyatı. Dertler yetmezmiş gibi milyonlarca mülteci istilası. Resmen memleket bekası tehlikede. Ağızlarda hala arap baharı, arap sevdası. Millete üç beş kuru laf, sonrası muamma. Resmen rejim garabeti…

Evet, Babayaren işin kötüsü en ağır acılar en zirvede. Dahası çekilmez günler tırmanışta. Topuna isyan sanki çok yakın ama hala fos bilgelik, bilime tercih ediliyor. Gerçeklerin farkına varılması önleniyor.  Hayata kazınan hayati hatalar anında formatlanıyor. Forsalıktan kurtuluşa biraz zaman daha var gibi. Olsun varsın usla, usanmadan, sabırla beklenir. Ve çetin ceviz rüzgârlar viran iskeleye demirlemiş, sessiz gemiyi bulur. Yelkenler şişer ve pupa yelken... 

Babadost, meçhule giden gemiden seslenirim dünyaya, asarım anılarımı rengârenk bulutlara. İçimdeki yalanlar soyunur, çıplak doğrularım giyinir. Devasa yangınlarda pişerim. Asla al benekli hayallere dalmadan, gerçek hayatı çarpıtmadan dirençle patlarım. Bakarsınız pat diye gelirim. Babayar, yeniden demlenecek yıllar, kömür gözlü ömür kalmadı cepte. Ölümsüzlüğe doğmak gayesiyle, bir ölür bin gelirim mekanınıza...

Beynelmilel babam merak etmeyin hiç bir gün mutlaka. Atlas maviye kanatlanmayı, sınırsız boyuta uçmayı, Denizlerle buluşmayı kim özlemez. Denizi karartan imanla, fındıklıkları yeşerten inançla sonsuzda kucaklaşmayı içtenlikle kim arzulamaz. Ama az biraz işimiz var. Emanetçi ihanetiyle hesabımız var. Bıçak sırtı yakan güneş, iç karartan dört ila altı mayıs akşamlarında kızaran damlara vurduğunda, gülün dikeni hala yüreğimizi çentikler. Ruhu ruhsuzlaştıran fırtınalar kopar arzdan arşa. Sanki sonsuzluğu içmeden önce alnımıza zindan karası değecek. Şimdilik baba ve oğulları misali, beynelmilelce buluşmaya hazır değiliz sanki...

Dedesoylum, ebedi kurtuluşa az bir zaman kala yırtılır tarihin duvarı. Yılışık duvarlar yıkılır. Darağaçları kurulur. Çarmıhlar çatılır.  Dişler kırılır. Gözler kararır. Asılanlar asılır, çarmıha gerilenler gerilir. Narin boyunlarda buz keser buseler. Ve sünepe melaike, ölüm yüzlü melanet medet arar. Kıyı bucak, kenar köşe saklanan ihanetin ölüm yüzlü süflülerinin yakasından tutar. Tutarsızlığı darağacında hizaya çeker adalet. Ondan sonrası aşkla, hiç çekinmeden gelirim. Sıramızı savsaklamadan savarız, fizik ötesini yaşamak buysa yaşarız…

Atababam durum vaziyet bu. Toptancı azgınlara inat zihnimdeki beynelmilel diriliş ve dilimde dirilmiş sözcükler bu kadar. Hepinize selamlar, saygılar…

 

SOSYAL DEMOKRASİ VE DEVLET

Sosyal demokrasi, sürekli devrim ilkesini içselleştirerek "sosyalizmin devrimci ruhuna evrimci indirgemeyi önceleyen" siyasal tavırdır. Tamamlayıcı ve yaratıcı bir felsefedir. Yılmadan toplumcu siyaset üreten bir potansiyeldir. Özellikle sosyalizm ile barışık sosyalizmin temel felsefesine koşut performans sergilediğinde tam muhalif bir pratiğe evrilir...

Toplumsal muhalefetin gelenekselliği çerçevesinde katılımcı ve çoğulcu bir sosyal demokrat anlayış zorunludur. Küreselleşmenin dayattığı ideolojiler bitki savı da böylece savuşturulur. Hatta sosyaldemokratlar devrimci karaktere bürünür, devrimci bir süreç işletilerek sosyalist devrim ile demokratik devrim paralelinde devlet yeniden dizayn edilir.

Sosyal demokrasi, proleter ve devrimci çizgide yürüyen bir öze sahiptir. Öncelikle burjuva demokrasisi temelli birtakım toplumsal düzenlemeleri hedefleyen ve buna uygun devlet kurgulayan cumhuriyetçi küçük burjuvalar hiç hakşarı yokken sosyal demokrasi kavramını kullanmaya yeltenirler. Çünkü sosyal demokrat felsefenin özünü işçi sınıfı ile burjuvazinin şartlı ama birlikte yaşamı arzulanması ve uzlaşı oluşturur. Gerçekleştirilen uzlaşı karşılığında işçi sınıfı sermayenin varlığını ve sürekliliğini garanti etmiş olur. Devlet te parlamentoda temsil ve çoğulcu demokrasi anlayışıyla bu denemeye hizmet eder. Durum böyleyken "sosyal demokrasi, tutarlı bir demokrasi mücadelesi yürütmek ve yükseltmek yerine geniş tabanlı liberalizme dönüşür ve ilericilik pozuna bürünürse denge bozulur. Bu evriliş yakın geçmişi ve geleceği tarihten koparak, toplumdal ve siyasal hayatı korkulu bir sürece sürükler. Politik sapma ve dejenerasyon güncellenir. Açıkça faşizmin batağına saplanan bir devlet mekanizması oluşur. Oligarşi teslimiyeti ve şiddete meyillenmeyi gündemler. Ondan sonrasında herhangi bir sosyal demokrat parti sınıfsal mücadelenin aktif unsurlarını başta örgütlü solu sosyal demokrasiye ikna edemez ve çizgisine çekemez. O yüzden iktidara ulaşmak için revizyonu ve kapitalist restorasyonu belirfin şekilde reddetmesi ve geniş yelpazeye devrimci ruh aşılaması gerekir. Emek ve halk eksenli bir çıkış yolu yaratması ve açmazlardan kurtulmanın olabilirliğini kanıtlayacak projeler çeşitlendirmesi gerekir. Çünkü "sosyal demokrasi tarafından iktidarın ele geçirilmesi sosyalist devrimin ta kendisidir" işte vu realiteye geniş kesinleri inandırmaaı gerekir.

Devlet ve demokrasi boyutunda yepyeni misyon yüklenerek insiyatif alabilecek bir sosyal demokrasi seçeneğine her zaman gereksinim vardır. Çünkü sol yelpazenin, nihayi hedef iktidara ve zafere ulaşması ancak sosyalistler ve sosyalizmle barışık sosyal demokratların birlikteliğiyle sağlanabilir. Ancak bu sayede sosyal demokrasi kurulabilir. Sosyal demokrasinin ilkeleri doğrultusunda geri 19 yine yeni bir dostuna ihtiyaç yoktur. Birleşik sol seçeneğin azami düzeyde kurulmasına ihtiyaç vardır. kurulması zor olsa da devlet de devrimci ve dönüştürücü bir rol üstlenebilir kurumsal bir yapı mutlaka oluşturulmalıdır. Ancak "sosyal demokrat devrim boyunca devrimi ilerletme olanaklarını en iyi biçimde sağlayacak sosyal demokrasinin, burjuva partilerinin tutarsız ve çıkarcı siyasetlerine karşı savaşımda ellerini kollarını bağlayacak ve devrimi burjuva demokrasisi için denemekten koruyacak bir konumda kalması için mücadelenin korkusuzca yürütülmesi gerekir..." Buradaki sorun "şu ya da bu sosyal demokrat grubun burjuva demokrasisi içinde erimek isteyip istemediği veya böyle bir şeyi istediklerinin farkında olup olmadıkları değildir. Kişiliklerini ve kimliklerini de koruyabilirler ancak burjuvazinin tutarsızlığına karşı yürütülecek mücadelede eller kollar bağlı kalabilir..." İşte asıl sorun budur. Devrim yolunda bu eriyiş ve bağımlılığın kesinlikle giderilmesi çok önemlidir. Erime tarihsel bir olguya ve siyasal dönüşürse karşıt devrim en kılcal damarlara kadar girer. O yüzden sosyalizm uzantısında bir sosyal demokrasi açılıma, sosyalist bir parti olmadan sosyal demokrat kalarak geniş kitlelri kucaklayabilecek birleşik halk partisi öncülüğüne gerek vardır. İktidar boşluğu ancak böyle doldurulabilir. Devletin sosyal demokrasi felsefesi ile buluşturulması ancak bu şekilde gerçekleştirilebilir.

Devletin sosyal demokrasinin evrensel ilkelerine uygun biçimde konumlandırılması esnasında sosyal demokratların  amaçtan sapmaması esastır. iktidar olmanın ve devlette sosyal demokrasiyi kurmanın yolu bellidir. "Sosyal demokrasi hükümette idareyi ele geçirme veya ona ortak olma amacı gütmemeli, aşırı devrimci muhalefet partisi olarak da kalmamalıdır..." Çünkü faşizm yükselişe geçtiği her aşamada bizzat dol değerleri kullanmış veya açıkça çarpıtmıştır. Çarpıklığı sola mal etmiştir. Bu art niyetli salvo toplu aldanışları ve yıkımları getirdiği gibi devrimin olmayacağı noktasında toplumsal ve siyasal kabullenişi hızlandırır. Böylece tüm özgürlükçü talepler kısıtlanır, mücadele zemini faşizmden sosyalizme genişlediğinden, sosyal demokrat çizgide bir devlet kurgusunu hayata geçirmek güçleşir. Mevcut kurumsal gelenek, kurumsal derinliğe mahkum olur. Derin devlet hamlelerle göz boyar, göz korkutur...

Sosyal demokrasinin evrensel ilkeleri doğrultusunda sosyal demokrat öğretiyle toplumsal uyanışın tetiklenmesi gerçekleşebilir. İdeolojik ve sosyal kültürel mahkumiyet sonlandırılabilir. Tersi konumlanmalar sosyal demokrasi yörüngesine çekilebilir. Siyasi yabancılaşma ve siyasete katılım kanallarının katı kurumsallaşması yıkılabilir. Devlette sosyal demokrasiye işlerlik kazandıracak alternatif siyaset yapma biçimleri hayata geçirilebilir. vahşi kapitalizmin yörüngesinde dönen ve azgelişmişliği kader gören,  krizine girmiş her geri kalmış devlet için sosyal demokrasi pratiğini uygulamak en doğru tercihtir. Ancak sosyalizmin devrimci ruhunu örseleyen evrimci indirgeme tercihi...

EMEK, EKMEK KAVGASI...

Emek en yüce değer, ekmek en yüce nimet. Önce ekmekler bozulur, sonra mükemmel kurgulanmış dünya. Şu bozuk düzende emek ve ekmek kavgası ölene dek sürer...

Sürgit değişen zamanla ekmek kavgası süreci emekçileri bilinçli bireylere dönüştürür. Amaçlar çoğalır ve amaçlananlara ulaşmak için girişilen kavgalar da çeşitlenir. Doğal yaşamlarında ve toplumsal çerçevede kendisini değiştiren emeğin verimliliği arttıkça, sosyal yapı içindeki yeri de değerlenir. Teknolojik ve bilimsel gelişimlerle desteklenince de emek önemli bir ayrıcalık kazanır. İşte o emek ayrıcalığını ve emeğin önemsendiğini hisseden sermaye, bol “hareketli bir çelişki” içine düşer. Evvela emeğin en alt düzeyde alımını koşullar. Yani verilen ücret asla harcanan emeğin karşılığı olmaz. Gittikçe ucuz emek cennetlerine döner yeryüzü…

Dört bir taraf ucuz emek cennetiyken bile, sermaye emeğin örgütlenmesini yasal veya illegal her türlü enstrümanları kullanarak engeller…

Bu vahşi kapitalist sistemlerde, emek daima düşük ücretler karşılığında artı değer üretmek zorunda bırakılır. Yani emekçi, emeği karşılığında ödenen değerin üzerinde çok üzerinde üretmek zorundadır. Kapitalist sınıfın karşılığını ödemeksizin sahip olduğu bu ek değer ve üretim fazlası haksız zenginleşmenin kaynağıdır. Bu haksız zenginleşme, emeğin özgürleşmesini hep geri bırakır. Yani burjuvazi durmaksızın zenginleşirken, emekçi sınıf gittikçe fakirleşir. Kapitalizmin, kapitalist birikimin mutlak ve genel yasası budur; yaygın yoksulluk…

İşte emek ile sermaye arasındaki bir türlü çözülemeyen temel çelişki aslında budur...

Yani, üretim araçları ve toplumsal zenginlik belli bir sınıfın, tamamen kapitalist sınıfın hâkimiyetine geçer. Geniş yığınlar ise temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz konuma düşer. İşte bu düşkünlük, emeği düşkünler tabakası halinde yedek sanayi emrine sunar. Bu kapitalize etme hali, kolektif yapılanmayı da epey geciktirir. Emekçi sınıf iş derdinden, aş derdinden başını kaldırıp bir türlü hareketlenemez. Gittikçe durağanlaşır. Ve böylece statükocu düzende hep egemen sınıfın dediği olur. Zaten kapitalizmin yükü daima emekçi sınıfın sırtındadır…

Kapitalist sınıf bu arada sağ siyaseti saldırganlaştırarak, demokratik sola, alternatif sol ihtimallere yönelişleri, anlık ilgileri dahi şiddetli tepkilerle yıldırır. Özellikle sosyalist ütopya ve proleterya pratiklerini daha yayılma aşamasında çökertir. Tüm bu kirli işler siyaset mezarlığında yer alacaklar ve tarihin çöplüğünde çürümeye bırakılacaklara ihale edilir. Sonuç incelikli istismar, aşırı sömürme ve tahakküm…

Yani aslında sorun başlı başına, tek başına kapitalizmdir. İstenen ise mevcut toplumsal düzenin olduğu gibi devamıdır. Sömürü, daha fazla sömürüdür. Emperyal yayılmacılıktır…

Sınırsız sömürüye uyananlar, kapitalizme ve emperyalizme karşı çıkanlar ile toplumsal değişimi öncüleyecek kolektif eylemler bu yüzden hep kötülenir. Kapitalist sınıf için üst düzey refah üretmenin dışındaki, her türlü özgürlük arayışları ve özgürlükçü model sempatizanları hayatta kalmak veya kalmamak arasında acımasızca cezalandırılır. Kitlesel kurtuluş hamleleri militarist güçlerle bastırılır. Oligarşinin yetmezliğinde, en zorda kalındığında ise faşizme geçişlerle, olası sosyal patlamalar geçiştirilir. Toplumsal gelişmenin dinamikleri ile çıkarlar doğrultusunda oynanır. Hep aynı oyun tezgâhlanır.

Ancak gün olur oyunlar bozulur. Emekçi sınıfın, sömürüsüz alternatif toplum yaratılması ideali asla bitmez. Hatta çokuluslu sermaye ve yerli işbirlikçilerinin her türlü cazip taktiklerine rağmen. Hiç aldanmadan yola devam edilir. Ona buna kanmadan mevcuttan tamamen farklı bir sistem için mücadele. Yeni bir toplumsal düzen kurulması için verilen emekler bitmedi, bitmez. Demokratik dinamik, alternatif bir model ve sol sosyalist bir toplum kurgusu için doğru ve doğurgan olasılıklar beliriyor. Ve gün gelecek gerçekten devrimci yola girilecek..

Emek dünyası ekmek kavgası derken, hayaller gerçekleşecek. Her şey mümkün olacak..

Akıl, bilim, teknoloji, özgürlük, kapasite kullanımı, yapay zekâ ve dijital devrim ile…

Tek yol devrim…

 

YARIMADA KAYIPLARDA...

 

 

 

Uzun yıllardır yarımadanın muhafazakârlıkla muhafazası, denizi bitirdi. Hafızayı kilitleyen siyasal kirlenme ak suları bulandırdı. Asırlardır hayırla yadedilen yarımada zinhar yarından önce battı batacak konuma sürüklendi. Maalesef muhafazakar momentli stokçu, yağmacı yarım akıllılar yüzünden yarımada kayıplarda...

 

 

 

Yıllar yılı kayba oynayan, salt güç ve konum devşirme hırsıyla mirasyedi gibi davranan, mevcudu acımadan israf eden sözde muhafazakarlık çıkış yolu bırakmadı. Resmen yokluğu yokoluşu tesciller biçimde insanlığa yararlı ve toplumu geliştirici her konuyu kurmaca din testine tabi tuttu. Tuttu kutsal inançları da bu yönde tesis etti. Yıllarca gericiliği ve gerilemeyi önceleyerek, gerilimi yükseltti. Gerginliği kamplaştırdı. Böylece yarımada ilerleme ve gelişimden gittikçe uzaklaştı. Ve hiç de hayra alamet olmayan radikal ısrarcılıkla yüzyıllık deneyim çöktü. Hırçın dalgalı denizi yoğun sis kapladı, zifiri karanlık yarımadayı zaptetti...

 

 

 

Lafta deneyim abidesi zatı muhteremler her fırsatta, dinamizm deneyimi bitirir şerbetiyle her eylemi zapturapt altına aldı. Kasıp kavuran faşizan uygulamalarla, faşizmin kesin ve en garantili uygulayıcısı muhafazakârlıkla ruhlardaki devrimci ateşi söndürdü. Mücadeleci kuvvet felç edilerek toplumsal gelişimin ve yenileşmenin önüne duvar örüldü. Statik mekanik olanaklar kullanılarak kudret ve cesaret sıfırlandı. Ve muhafazakar statüko bütün yarımadayı kuşattı...

 

 

 

Kuşa çevrilen üstünkörü desteklemelerle muhafaza etmekten imtina edilen kurumlar ve kuruluşlar mutlaka iflas ettirildi. Elden çıkarılma durumuna muvaffak olundu ve sudan ucuza elden çıkarıldı. Millete ödenmesi zor faturalar çıkarıldı. Muhafazakar duruş durmadı. Durağan ve pasif, kader ve kısmet çerçevesinde yoksullaşmayı mekanizmaya sardı. Yoksunluk artarken, hala muhafazakar görüntüyle misli misline hayırsız işlere bulaşıldı. Testi su yolunda kırılınca hemen hayır ve zinhar yaygarası başlatıldı...

 

 

 

Baştan beri bir kaşık aşım ağrısız başım sarmalındakiler, bilincim, birincim, pirincim derken evdeki bulgurdan oldu. Muhafazakar irade muhtemel zarar ve olası riskleri yüksek perdeden sakladı. İntizamsız dağılmalar ve ihtiraslı dalgalanmalarla mütemadiyen dalga geçildi. Ve sonuçta devasa dalgalar  geldi yarımadayı kucakladı...

 

 

 

Ancak tek bir şeyi unuttu muhafazar muhafaza mucidleri, yarımadanın kayıplarda oluşunu. Ve bunca kötü gidişatın sert ve korkunç etkisinin, hala muhafazarlıkla muhafazadan yanaları ve yandaşlarını yalayıp yutacağını...

 

 

 

Uzun yıllardan sonra muhafazakarlıkla muhafaza, koltuğu korumak için fazla seçenek kalmadığını gördü. O yüzden hafızaları körükleyen hukuk faciası kararlar askıda. Ondan ötürü yarımadada yarım adalet. Ondan sebep yarımada kayıplarda...

 

zaman: Nisan 28, 2022 Hiç yorum yok:

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

27 Nisan 2022 Çarşamba

KUTSAL BEYAN...

 KUTSAL BEYAN...

 

 

 

Efendilere hazretlere, beylere paşalara, ağalara marabalara, şeyhlere şıhlara, muhteremlere muhteliflere, erklilere berklilere, başkanlara başkalara, amirlere reislere, başlara ayaklara, maiyete muaşerete, ekalliyete ekseriyete, hainlere lainlere, kullara kölelere, aklara karalara... kutsal beyan...

 

 

 

Kutsal beyandan, ayan beyan; uyutma, unutma, aldanma, aldatma, havalanma, zulmetme, güvenme, şeytanlaşma, cayma, katıştırma, karıştırma...

 

 

 

Uyutma...

 

 

 

"Her ümmetin bir süresi vardır. Süreleri gelince onlar ne bir an geri kalırlar ne de öne geçerler. Tam vaktinde batıp giderler."

 

 

 

Unutma...

 

 

 

“ Bir ülkeyi helak etmek istediğimizde o ülkenin varlıklı ve şımarmış kişilerini çoğaltırız. Bu suretle onlar kötülük işlerler. O ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış ele başılarına  iyilikleri emrederiz. Buna rağmen onlar kötülük işlerler. Böylece o ülke helaka müstehak olur. Biz de orayı darmadağın ederiz."

 

 

 

Aldanma...

 

 

 

“ İnsanlardan öyleleri vardır ki dünya hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana samimi olduğuna Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o hasımların en yamanıdır. “

 

 

 

Aldatma...

 

 

 

"Fakat Allah’ a verdikleri sözü ve yeminleri az bir paraya satanlar var ya işte onların ahrette bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak. Onlara bakmayacak. Ve onları yüceltmeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır. “

 

 

 

Havalanma...

 

 

 

“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen ağırlık ve azametinle ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin“…

 

 

 

 Zulmetme...

 

 

 

“ Zulüm ile öksüzlerin mallarını yiyenler karınlarına sadece ateş koymaktadırlar. Ve çılgın bir ateşe gireceklerdir. “

 

 

 

Güvenme...

 

 

 

“Kendilerinden geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde onların durumundan endişe edecek olanlar öksüzlerin hakkına dokunmaktan çekinsinler. Allah’tan korksunlar ve doğru söz söylesinler. “

 

 

 

Şeytanlaşma...

 

 

 

“ Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver gereksiz yere de saçıp savurma /zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdır. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür. “

 

 

 

Cayma...

 

 

 

“ Yetimin malına yaklaşmayın. Yalnız erginlik çağına erişinceye kadar onun malına en güzel biçimde yaklaşabilir onu uygun tarzda sarf edebilirsiniz. Ölçüyü ve tartıyı tam adaletle dengeli yapın. Biz kişiye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz. Söz söylediğiniz zamanda akrabalarınız da olsa adaletli ve Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size iyice düşünesiniz diye bunları emretti. “

 

 

 

Katıştırma...

 

 

 

“ Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katarak kendi malınızmış gibi yemeyin. Çünkü bu büyük bir günahtır. “

 

 

 

Karıştırma...

 

 

 

"..."

 

 

 

Ey erkanı devlet, erbabı devletlu milleti uyutma, geldiğin yeri unutma, sürekli aldanma, hiç aldatma, hırsla havalanma, mazluma zulmetme, etrafına güvenme, şeytanlaşma şeytanlaştırma, sözünden cayma, helala haram katıştırma. Eza ceza, gezi dava ortalığı karıştırma...

 

HAYIR SÖYLE, ÖYLECE SUSMA, ÖYLE GEREK...

 

 

 

Tam tamına anlaşılamayan karmakarışık ortama, ortaya karışık tam anlaşılamayacak, sonuçlarına katlanılabilir mevcut durum, oruç sonuç yazısı bu. Katmerli kelimeler ormanında onurlu bir gezi...

 

 

 

Dur, durulabilinirse ama durulmaz. Durdurulamaz durduraksız nafile günlerde. Gecelerce ne güncelense nafile. Katlanır müebbetlik durum, kambur üstüne kambur. Manen özel günlerde bile kentlerin yoksulluğunu keskinleştiren ve yoksunluğu pekiştiren malum panayırlar kurulur. Havaya çizilir festivalvari karikatür. Dava duraklatan minyatür. Şehri şevvalin üç günü hatrına susar akıl, beyin durur…

 

 

 

Destur, destur çekmeden dostdoğru düstur doğrultusunda kavurur sevdalık. Acizane hayra dair hakka durmaktır aşkı sevda. Uzatmalı sevdadır, deniz kabuğundan denizi dinlemek. Hırçın dalgaların sessizliğini içmek. Ve yalnızca kalpteki ıssızlığa destur çekmek. Destur...

 

 

 

Sustur, suçla ve sustur sonrası akıllara peçe, araya perde. Tek dert zevatı kurtarmak sultası. Çağ zengini hanelere uğramayan ağıtlar, ortaçağın renksiz fotoğraflarında. Çıfıt çarşısında satılır böyle sürgitmez, dünya Sultan Süleyman’a kalmaz ikonu. İkide bir illallah dedirten adaptasyon, resmen abesle iştigal selleniş. Bu dellenişe ve kutlu değerlerin en derine gömülüşüne vakit zaman ayarı. Ay geceye doğar ve mezbeleliğin göbeğinde göğe yükselir yürek paralayan feryatlar. Düşer demode öncüler, düşenlere kontrollü piyes. Piyese son perde gezi külliyatı. Külyutmazlar suskun...

 

 

 

Hasdur, davullar vuranda has haccak duranlar hasılayı toparlar. Mehderan şaşar ve  bakır sahanlardaki açlık susar. Açıkça akilâne, vekilane ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranılır faslıdır haslık. Binlerce asırlık evrenin efendisi Muhammed'e ise hiç mi hiç yanaşılamaz. Maalesef o hep yukarılardan düşen  birilerinin tekelindedir. Boşa çekilir kürek, boşa nidadır hasdur...

 

 

 

Gurur, hele alt edilen gurur her fırsatta dillenir. Zuhur eder temaşa pınarı. Hüzne boyanmış gölgeler sahte hüzmeyi görür ve direnir. Köşe kenar çekilenler sinsice dilenir. Dil ile ilerleyen hastalık, din ile yayılır. Denize hasret derdo gizlice zehirlenir. Salt desinler ve gösteriş için teferruatlı inancılık, şatafatlı süslümancılık ve moda dincilik, sınıf atlar. Turna gözünden vurulur. Garezci gurur, geçici tiryakilik ve daimi körlük yaşatır. Her ayete uyar tefsir bulunur, asla durulmaz gurur gurupları...

 

 

 

Ar, ara ki bulasın ar namus duygusunu. Arkadan öne, tabandan tavana, dip pik arası multi kar hırsına bağlanır. Rant tutkusuyla rendelenir doğal haklar, hakkıyla akan alınteri. Raylarda rey hevesi, artı din kapitalizmi. Dar geçitlere savrulur tren. Trend yan yatar, hedefe sallanamaz cirit. Fırlatılsa in cin top oynar meydanlarda mutlaka değer bir değersize. Sonrası ar namus belası, ar yanar davası...

 

 

 

Gâvur, gavur zulmü alenen. İcracı inadıyla müneccim lafı türetmeye ne gerek. Tek tümce, tükenir adalet. Tüketenlere de lazımdır hukuk nihayet. Sakince savrulur eğer yürek yeterse kral çıplak, çıplak kral savı. Ölüm satar Azrail'in elindeki ak kefen bile icad-ı gavur. Zalimin zulmünü savunanlar gavurdan gavur. Hülasa en çaplıları bile çıplak gözler önünde cereyan çarpar...

 

 

 

Obur, öylesine bir oburluk ki sahipsiz meydanlara dolar karnı doymazlar. Doymaz mideler. En kutsalın indirildiği ay hürmetine yerli içerli, dışarlık sade erli toplanılır. Topu reyon şekeri kıvamlı. Elde hayır serde şer, ahkam keser din tüccarları. Tümü racon kesme podyumlarına  katık. Oturulur huşu içinde nargile seanslarına devşirme mübareklerle. Olunur molla hacı. Kazara laf kondur da gör, obur hacıyı öbür hocayı...

 

 

 

Kondur, kondur kondurabilirsen lafı, tam gediğine koy. Konserve alaturkalıklara, düne dönüştürülmüş sahalardaki çılgınlığa. Kolaysa kondur. Zorsa otur...

 

 

 

Otur, otur oturabilirsen en başa kondurulan koltuğa. Yeri göğü inleten, yerden göğe zıplatan üçüncü sınıf film hazır. İzle ve gizlen. Vizyon belli, dışa bağımlı ekonomi ve araba bağımlı kutsallık. Versiyonu beter, sürümü balya balya paraya, paramparça hayat bedavaya. Varyant alim zalim bileşkesi. Otur sözünü tutmazları, yerinde rahat durmazları hoyratça hırpalar, hakimler. Kalkma ikide bir otur...

 

 

 

Tur, tumturaklı tutanaklarla balans çıkmazına. Peşin veya taksitle dinden imandan çıkma çıkarılma turları. Hatırşinas reklam kuşağında, dört döner ilim irfan rüyası. Tur bindirir yaşlı dünyaya tam burada sinsi karadelikler. Karanlığın rotası tam oraya kayınca dur. Tur yer nota bilmez tambur...

 

 

 

Tabur tabur insanlara tabldot sofraları, eşyanın tabiatına aykırı medcezir. Dinin özünü zedeleyen dayatma, zorlama, kurgu alışkanlıklar. Tahta taburelerdekilere lokma lokma, lafta bağışlanmanın esrik dağınıklığı. Takat depoluyor meydanlara aşkedilen hizmet içi tokat, fakat sahte himmet tabur tabur...

 

 

 

Or mevkilerde oruç sadece aç kalmak. Sonuç açlığı bilen ve gören gövdelere yayılır acı şerbet. Meleklerin duası köşe kapmaca oynayanlara. Makam mevkii tutmuş kelli fellilerevüç beş kelimelik markaj. Hiç kimse oralı buralı, öteki beriki değil, gelsin tabldotlar, gitsin tabldotluk oruçlar. Bölge bölge, bir lokmada gölge iftarlar. Or da kal misali masalarda hep aynı masallar...

 

 

 

Çukur, düşülen çukura aldırmazlık alabildiğine. Haşmetli hışmı fosilsi hasım yöntemlerle. Hısımlar hazır ve nazır. Nazım ölçüsüz bir ‘eğlence ayı’nda kara çölde buzullarla yarıştırılanlara oruca sahur bağlantısı. Yatıştırılanlara sabaha kadar çukur ve kur. Safi yoz fikir. Saik safiyane inananların, inanç damarını resmen çatlatmak. Kinci nesli ve dini imanı çukura çullamak. Ezelden bilinir, bir tutam barutla nur söner biatla zuhal kararır, oruç bozulur. Ortaya salınan halisane fetvalar da pek işe yaramaz. Sonuç her daim mahirane tarifler kazanır...

 

 

 

Budur, budur bolluk masalının çıkılan kereveti. Kanatlanır bodur bolluk festivali. Düşülen panayır ortamında tam tükenmişlik edası. Dahası fark büyür, eskinin ‘direklerarası’ ruhuna el Fatiha. Ardı arkası gelmez bir nazik durum, durmadan altın tepsilerde sunulur son nefesler. Ateşe keser mangal yürekler. Atarlı böbürlenmeler yeni günlere çıkma telaşı. Allah Allah, işte budur çakma siyaset bacasından tüttürülen. Tütsülü püsküllü dinsel motif. Aslı nesli budur ak dumanın, duman eder karartır mahşeri. Döner durur, donar ruhlar. Görkemli gök alaylılarının, adamlık taslayan zafer şaşkınlarının soluğu kesilir. Helbet kesilir Hüda, tüm insanlara...

 

 

 

Olur ki olur, ol der Hüda; “kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez” ve “büyüklük taslayan her zorbanın kalbini mühürler". Doldur mühürlü aymazlıkla küpü, doldur hararetle doldurabildiğince. Hissiyat zayıf, nasihat gırla. Kurmaca düzen içinde en muteber ayda, en hassas günlerde ötekileştirme. Öteden  beri yapılan bizimkileştirme. Düş sever ünlüleri ve düşe kanar ünsüzleri ucube manzaralar diriltir.  Diriltirken irkiltir. Çağdışılığın çekirdeğinde sahte kutsallık. Gelecek geri kalmaz gerçekler filizlenir arşı aleme, arzın merkezinde onur...

 

 

 

Onur, onur duyduklarını dillerden düşürmezlere emanet. Tarih kütüğüne çakılan paslı çivi. Takdir “Bir ümmetti, geldi geçti” diyen ilahi makamdan. Tekdir veya nasihat, dünyayı tektip algılayanlar için ikinci cihan kaybı. Gayba ezcümle “Helalin hesabı, haramın azabı vardır”…

 

 

 

Budur, imtihan sorgusu budur. Adaba en başta sorguç yargıç uymuyor ise oruç aylarında bile meclis buysa, bundan kelli bu meclise girmeyenler ve mevcuda uymayanlar çoğalır. Saf tutulmaz cemlere. Uydu gibi dahil olunmaz bu fır döndü manzaralara. Bal kaymak küplerine ortaklık dinolojik dengeyi sarsar. Müsekkin gibi politik sınamalar ve ilahi sırlar uyuşturur. Sosyolojik enkaza mecazi düşler bulunur. Budur

 

dur duraksız takip edilecek nokta. Uğur böceği kanadında uğurlanmak, nokta.

 

 

 

Nokta, iki nokta üste, israf ve taşkınlık, eksik gedik dayanışma, dillere pelesenk püskürtü ve katma değer sakınmazlığı. Nüktedan şair birikimiyle bu kadar. Buraya kadar. Keselerde hayır, kasalarda hasenat, tabldot usulü debdebeli hayat. Sür manşete layık çuval depicilerin, bakanlı bakamayanlı hali bakarkörlerin geçici menfaat ayıbı...

 

 

 

Sur üflenene kadar menfaat, sur sesi ayıltana dek safahat. Ertelenen “hakka dönüş ve yürüyüş” kaç cilt doldurur, suratlar kaç kere düşer, suretler kaç çeşit masklanır, daha ne türlü maskaralıklar türevlenir akıllar almaz. Öyle arka avlularda dizili tenteler gölgesine sığınarak sistem sınamak sabit sınırı geçmek. Nurlanmak mülkün zerresine tapmadan. Sur sesi su sesi yeri göğü kaplayanda sabır taşına basarak ilerleyenler nurlanır. Gerisi koca yalan...

 

 

 

Sabır, sabır taşını çatlatır el ile âlem, elalemci ortak tavır. Duyarlı vicdanlara çöker kahır. Külliyen saygıdır, ne varsa ‘kulluk vazifesi’ne dair. Kayıtsız kalınamaz emanete verilince zerre zarar. Ya sabır...

 

 

 

Odur, temenni odur dünyayı aksak oluşumlar olgusundan kurtarmak. Olur mu olur, şatafatlı meydanlar, dar geniş kapatılmış caddeler, ara ve arka sokaklar, parklar, gezi parkları, okul bahçeleri umursamazlığın kırık çizgisinden ve hantallaşan Tanrı’ya ulaşma biçimlerine eklenen yeni cüzler ve yüzlerden kurtulur. Hayır söyle, öylece susma, öyle gerek diye oruç sonuç yazısı biter. Gezi rehberine kayıtlı neferler halay tutar, horon teper. Kaşla göz arası harmandalı, Atabarı. Efelerden zeybek...

 

 

 

Uyar, yedi uyuyan misali uyurlar eğer akıllı uslu uyarılar neticesinde uyanırsa. Hülasa hürriyet uyarına gelirse beklenen olur, ateş çemberinden geçilir. Geç kalınmış olsa da yenileniş elbette herkese uyar.

 

 

 

Hayır uysada uyar, uymasada uyar...

 

zaman: Nisan 27, 2022 Hiç yorum yok:

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

25 Nisan 2022 Pazartesi

MANTOLAMA, MOTTOLAMA...

 MANTOLAMA, MOTTOLAMA...

 

 

 

Ayan beyan karakış yoldayken daha monofonik mevsiminde her türlü çıplak uyarıyı anında suçlayan ve her iyi niyetli çıkışı dayanaksız sorgulayan mantalite, yıldırma otağlarını kurdu. Özellikle siyaset ve dinayet otağı, akla mantığa sığmayan sığlıkta sırf rol yapılan, sıfatsız roller dağıtılan lafta inanmışlık çemberine hapsedildi. Çoğunluğa maledilen Tanrıya yakarışlarla, hararetli dualarla ve üstünkörü sözlerle özdeşleşen harmoni haliyle halkanın dışına kaydı. Böylece inanç ile inançsızlık arası medcezir ve cebirsel döngü devreye girdi. Doğrudan geleceğe evrilişi durdurmak için zihinleri ele geçirme provaları sürekli güncellendi. Akitsiz dincileşme ve akitli dinsel sadakat bağlamında koyulan hedeflerin tutturulması için dinen mantolama ve siyaseten mottolama yaygınlaştırıldı...

 

 

 

Manen dip yapma pahasına tuluat patlaması turları artırıldı. Madden motamot motlu mottolama taktiğiyle parlatılan manasızlığa ve mayasızlığa pik yaptırıldı. Tulu emel doğrultusunda ulu farz edilen Ottoman Empireciliğine sempati duyulması sağlandı. Otomatikman hayata geçirilen bu otağcı istek ve ottomanist histeri nöbetine yakalanma meşrulaştırıldı. Talepkar muhaliflik telepatik çağrışımlarla sıradanlaştırıldı. Sır küpüne sızan sıralı neoottomantalist hamlelerle ortamı kasıp kavuran, mantık devrelerini yakan monoton model güncellendi...

 

 

 

Zamanla zül ile zülal birbirine karışınca, haram ile helal birlenince ve hür doğan gün karanlığa gömülünce tuhaf mottolarla, salt tahtı kurtarmaya yönelik gayretkeşlik hız kazandı. Eşi benzeri olmadığı savunulan Ottoman Empiresi için otomatiğe bağlanmış empati ve sabun köpüğü piyeslik mottolar modalaştırıldı. Modanın tamına metodik saldırılar ve saplantılı metaforlar montalandı. Hatta dünyada geçerliliğini hala koruyan 'Ottoman'ın bastığı yerde ot bitmez' mottosuna sebep ottomanik hatalardan hiç ders çıkarılmadı.

 

 

 

Bu neoottomanist aymazlığın ve ayarsız otağcılığın, ottosu mottosu bitmez yavan tavrı yüzünden asalet ve fazilet kaybedildi. Kifayeti cumhur mottosuyla tuz kokar hale geldi. Aklı ve mantığı ele geçiren manakins tutkuyla makinalaşan homonim modüler modem, modern dünyanın çok gerisine düşmeyi getirdi.

 

 

 

Gerileyiş, düşüş ve getirisi götürüsü doğru hesaplanmamış ameliyat etkisiyle zevahir kaçınılmaz sona yaklaştı. Mostralık monofonik gettoculuk olur olmaz hamlelerle tipik ekin hasatını ve olası hasılayı yedi bitirdi. Sonra ayyuka çıkan arızanın giderilmesi maksadıyla 'ekin dikin gelin' mottosuna sığınıldı. Sağda solda dikine dikine gitmenin bereketi, ekinden olma faslına yaslandı. Yasakçı duvarlara gerçekleri mantolama iskelesi kuruldu...

 

 

 

Mattelere motto takviyesi ve mot üstüne mot epidemisi, epey gecikmiş neottomanik mantalitenin otomatikman çöküşünü olabildiğince sakladı. Yaraları dağlayacak od için oduna gerek kalmadı. Monosonik ve otokratik krallığın ağır kritiklere ve sağır krizlere dayanamadığı netleşince maksimum mantolamaya ve mantık dışı mottolamaya kapılar ardı sıra aralandı...

 

 

 

Akıl ve mantık süzgecinden geçirilemeyecek denli motonöron arıza, arazileri atıl moda erteledikçe, işmiş gibi kameralara kod farkından kazanım pozları verildi. Ortada harlı ocak kalmamışken, kayba gayba aldırmadan, sırf birilerinin otağındaki rahatlığı için oturak kündesiyle reseat ortaklığına devam edildi...

 

 

 

Resmin gösterdiği yekpare desen, resen reset manzarası ve reset butonuna çoktan basılmışlık iken ömrün son demini son gayret yaza çıkarma resmi geçidine geçit verildi. Panoya mandallananlar ise manto boşluğuna sığmayan mental oberasyon oburluğu. Apolitik ayar çeken operasyonlar ve resmiyette mottolama, riyaseten mantolama ayıbı. Arza sunulan ise resmen mental aritmetik arazanlığı...

 

 

 

Yetmedi, populasyonu aradan çıkaran kırpık ot gecelerini sürdürme telaşıyla, bolkepçe ottolama ve ota böceğe dipnot mottolama kepazeliği. Nihayet tipik arazi külliyatıyla bir yere varılamayacağının tespiti. Testinin kırıldığı anlaşılınca 'ekin dikin gelin' külliyetine akılların açılması. Her açılımda olduğu gibi sınırsız saltanat sürmenin külfetide yine aynı kesimlerin küfesine. Niçin, külliyen kıt kanaat kıtır edebiyatı sorusuna verilecek tek yanıt ise kırk katır kır satır saltanatı için...

 

 

 

Son motto ise dialoğu tekleyen, dara düşen ve gittikçe monotonlaşan ana akım haber bültenlerine destek babında mantolama mottolama reklamı. Reklamı çarpıcı kılan ise salda manda nakaratlanan 'bir mottom var hadi söyle söyle' monoloğu...

 

zaman: Nisan 25, 2022 Hiç yorum yok:

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

23 Nisan 2022 Cumartesi

ÇOCUKLARA VE BÜYÜKLERE ULUSAL EGEMENLİK...

ÇOCUKLARA VE BÜYÜKLERE ULUSAL EGEMENLİK...

 

 

 

Hakimiyetin saraydan alınıp millete devredildiği gündür

 

23 Nisan. Temel ilke olarak "Ulusal egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." realitesinin tasdiklendiği tarihtir 23 Nisan 1920...

 

 

 

Asla yadsınamaz temel öğretidir ulusal egemenlik. Yanlışlıkla veya ufacık yanılma ile olsa bile bu günün çocukları yarının büyükleri bu vazgeçilmez ilkeden koparılırsa, memleketin çivisi kopar. Milletin ve devletin ilelebet payidar kalması riske girer. Ebediyen varlığını sürdürmesi ve tam bağımsızlığı tehlikeye düşer. Uygarlık yolunda ilerleme azmi ta çocuklukta sekterlenir...

 

 

 

Uygun zemin bulununca bir kalemde asılsız iddialar, uyduruk bahaneler, yıkıcı yokedici müdahaleler kayda şarta bağlanarak, millet egemenliği gasbedilir. Millet ve memleket, ilelebet payidar kalacak yerine tıpkı tarihin küflü sayfalarındaki gibi payimal olacak seviyeye geriletilir. Böylece tam bir asırdır pusuda bekleyen emperyalistlere ve yerli işbirlikçilerine gün doğar. Büyük sermaye ve emperyal güçler yeniden bu bereketli toprakları pay etme fırsatını yakalar. Sinsi plan işleme koyulur. İşte bu yüzden özellikle çocukların dilinden temel doğruları öğrenmek ve geleceğe öğütlemek için büyüklere çok iş düşer...

 

 

 

İş başa düşünce küçük büyük demeden, yarınları örgütlemek adına, geçmişte yaşanan acıları unutmamak ve milli mücadeleyi kutsamak gerekir. Hele ki her adımı sadece millet memleket namı hesabına atmak gerekir. Öncelikle 23 Nisan özelinde, tam bir asır önce tüm ulusal değerlerin, kalıcı geleneklerin nasıl ayaklar altına alındığı ve vahşi emperyalizmin memleket topraklarını kendi aralarında nasıl paylaştığı unutulmamalıdır. Ulusal egemenliğin hiçbir zümreye ve mandaya bırakılmayacak denli en kutsal hak olduğu bilinci örselenmemelidir. Tam bağımsızlık ilkesiyle ve ulusal egemenlik umuduyla yola çıkanların kazandığı kutsal savaş unutturulmamalıdır. Utku sarhoşluğuyla savaşı ben kazandım, her şey benimdir kibrine ve hırsına hiç kapılmadan idareyi meclise bırakan tarihsel güzellik çarpıtılmamalıdır...

 

 

 

Paslı çarkın pasballarına inat milli iradeyi resmen  taçlandıran Milli Mücadele ve dünyaya en yüce örnek olan kurucu meclis ve de üyelerinin tasdikli inancı, çocuklara ve büyüklere daima anımsatılmalıdır...

 

 

 

Hatta “Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir." Ata sözü yediden yetmişe beyinlere kazınmalıdır.

 

 

 

Aksi halde memleketin belleğine perçinlenen ilkeler ve devrimlerden uzaklaşılır, dünyalar güzeli sisteme hıyanet edilir. Kutsal emanete ihanet başlar ve memleket körkaranlığa gömülür. Cehalet sağanağı çağdaşlaşmaya erişimi engeller ve memleketin rotası bir anda değiştirilir. Doğrusunu yaptık ettik bağlamında, lafta millet iradesi denilerek sistem iyice ters yüz edilir. Rejim ucubeleştirilir. Ve hakimiyet tekrar saraya geçer...

 

 

 

Sonra eğitim öğretimin içi boşaltılır, bilim yok sayılır, demokrasi salt özel çıkarlar doğrultusunda ileri demokrasi adıyla kullanılır.  Cılız yasal itirazlar cezalara çarptırılır, özellikle Ata emrini yerine getiren gençlerin haklı isyanı kollukçu kaba güç kullanılarak acımasızca bastırılır. Sevgi, saygı, dayanışma, hoşgörü tırpanlanır. Sonuç itibariyle çocukların ve gençlerin ve dahi milletin  geleceği ve bahtı karartılır...

 

 

 

Oysa hakimiyeti yeniden saraya bağlayan vicdanı karaların değildir hiç bir şey. Her şey çocukların ve gençlerindir. Onlara emanettir herşey. Deniz gözlü dev işin en başında böyle buyurmuştur; "Küçük hanımlar, küçük beyler!

 

Sizler geleceğin gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız.

 

Memleketi ışığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız.

 

Sizlerden çok şeyler bekliyoruz; kızlar, çocuklar!” Ek olarak da "Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen..." diye başlar tarihi görevlendirme...

 

 

 

Bu gün ve bu günden yarına,  Ata öğüdü tutma günü 23 Nisan. Kime ne kadar ağır gelirse gelsin, ne kadar ağırına giderse gitsin, kayıtsız şartsız "hakimiyet milletindir" realitesini kabullenme ve kabullenişi tescilleyen bayram günüdür 23 Nisan. Bu kutlu ve mutlu gün çocuklara ve büyüklerine, dünya çocuklarına ve büyüklerine kutlu olsun...

 

 

 

Kıssadan hisse, kendini dev aynasında görenlere, 23 Nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramı, asla çocuk bayramı diye küçümsenip, geçiştirilemeyecek büyüklükte bir bayramdır...

 

 

 

Çünkü resmen küllerinden doğuşun simgesi ve ülke kuran bir başlangıcı sonsuza taşıyacak bir bayramdır bu bayram...

 

zaman: Nisan 23, 2022 Hiç yorum yok:

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

22 Nisan 2022 Cuma

ADI KARAKTER...

 ADI KARAKTER...

 

 

 

Karma karaktersizlere inat, gelmiş geçmiş ve gelecek çağların en karakterli adına saygıyla...

 

 

 

Yeryüzünde cenneti ve cehennemi birlikte yaşayan bu memleket, her nisanda onunla yeniden doğar yenilenir. Doğan çağlar, şanlanır, şereflenir ve karakterlenir...

 

 

 

Millet karanlıkları ışıtan adı karakter abidesi o eşsiz deha, benzersiz insanla övünür. O cesur lider. Devrimci ve vatansever. Çağlar öncesinden çağlar sonrasına, sonun da ötesine çağlayan, çağlayan şelale. Sönmez meşale...

 

 

 

Öyle bir çağlayış ki, öyle bir ateş ve celallenme ki, o keskin mavi bakışıyla dünyayı hizalar. O aklıyla cihanı ışıtan. Her gün ufka doğan bir güneş. Denizler fatihi. Fatihler piri...

 

 

 

Yaşamı boyunca yaratıcı ruhunu, kırılmaz karakterini her ortama her alana nakış gibi işleyen fazilet timsali. Ulusal bağımsızlık denildiğinde ilk akla gelen önder. Tüm çağlara malik, her devrin mahiri o.

 

Hürriyet için çağlayan mangal yürek. Küçük büyük Asya'nın, Avrupa'nın, Afrika'nın hatta Amerika'nın yani tüm kıtaların, koca dünyanın çıkardığı büyük adamların en büyüğü. Şahlar şahı. Mazlumların yenilmez temsilcisi. Emperyalistlerin baş düşmanı...

 

 

 

Yılmaz timsal. Emsalsiz amir. Büyük şef. Ebedi reis. Tüm kuşakların örnek aldığı yapıcı ve üretici dahi. Kutlu çağrısı çağlar boyu taşınacak ahi. Adı sanı asla unutulmayacak, nesiller boyu anımsanacak asalet.  Asla değişmez denen tarihin seyrini değiştiren, seyir defterinde milletinin alın yazısını el yazısıyla imzalayan. Savaş ve barış kahramanı...

 

 

 

Üstelik üstün diplomat. Asrın siyasisi. Sistem mucidi. Kurduğu muhteşem düzen bir türlü yıkılamayan, ilelebet yıkılamayacak dünyanın en nadir teorisyeni...

 

 

 

Dünya tarihine küllerinden doğmayı ispatlamış en gerçekçi realist. Aksiyoner. Kurtuluşun gözdesi, milli mücadelelerin güncesi.

 

 

 

Çadır toplumundan ileri medeniyetler çizgisine ulaşmayı çare gören, ölümsüz varlık. Varlığı varlığa armağan olağanüstü kişilik. Sıradışı şahsiyet. Medeniyet şiarını geri toplumlara aşılayan büyük şair. Çağlar boyu hüküm sürecek bir milletin, en hürmet edilesi, saygı gösterilesi evladı. Babası. Atası. Gurur kaynağı. Onur nişanı...

 

 

 

Emperyal obur dünyanın başkaldıran asi oğlu. Asaletli ve adaletli cengaveri. Cansiperane çarpışarak, çağlar ötesine eserler bırakmış, esareti asla hazzetmeyen en çaplı yiğit. Tutsaklık zincirini kıran şerbetli gazi...

 

 

 

Eşsiz karakteriyle azılı hasımdan hısım çıkaran, muzaffer kumandan. Paşa. Başkomutan. Mareşal. Harp ve sulh kalemi...

 

 

 

Uzak yakın tarihin, yakın Doğu, uzak Doğu, Ortadoğu, vahşi Batı ve buzdan kale Kuzey'in, cehennem ateşi ile kavrulan Güney ve Latin Güney'in tanımaktan ve yolunu izlemekten onur ve gurur duyduğu en dirayetli özgürlük savaşçısı. Basiretli barış elçisi. Kökten yenilik hareketlerini harlayan harbi inkılapçı. Çağında başarılması güç görülen ne varsa çarçabuk halleden inanç abidesi. Hesap adamı. Taktisyen. Pratik dehası. Üstün yetenek simgesi. Evrensel zeka. Ortak hafıza. Gelmiş geçmiş veya gelecek çağların, tüm en büyük adamlarından daha büyük adam. Zirvenin zirvesi, Everesti...

 

 

 

Evvelden ebede insan evladı. Çekici ve güzel insan. Şan ve şöhrete takılmadan yüreğine en büyük çağlayanları sığdıran, kabına sığmaz çılgın inkılapçı...

 

 

 

Cennetle cehennem birlikte yaşatılan bu coğrafyada neredeyse her insan her nisan, 23 Nisan yakınlaştığında doyamadığına yanar. Her haline sessizce ağlar. Onun izinde hiç umulmadık anda içten dışa çağlar...

 

 

 

Çağlar boyu adı anılacak, tarihten adı namı silinemez kadim dosta saygıyla...

 

zaman: Nisan 22, 2022 Hiç yorum yok:

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

21 Nisan 2022 Perşembe

YÜZ YIL SONRA TARİH YAZMAK...

 YÜZ YIL SONRA TARİH YAZMAK...

 

 

 

Tam yüz yıl önce bu bereketli topraklarda, topyekun tarih yazdı bu millet. Çünkü her daim hür yaşamıştı, hür yaşayacaktı, milletin karakteriydi hürriyet. Kaderinde vardı tarih yazmak ve bir kez daha hiç korkmadan tarih yazdı...

 

 

 

Emperyal dünya, bu milletin işte bu tarih yapıcı karakterini unuttu. Elbette "Milletlerin tarihinde bazı dönemler vardır ki, belli amaçlara erişebilmek için maddi ve manevi, ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı doğrultuya yöneltmek gerekir." Ve yön tayin edildi, hürriyete kavuşmak için gerekenler can pahasına gerçekleştirildi...

 

 

 

Kutlu tarih anca böyle yazılırdı, yazgı deyip kabullenilmedi esaret, tarih kanla yazıldı. Ama tam yüz yıldır içeriden dışarıdan bu görkemli tarihle uğraşanlar bir türlü tükenmedi. Tümü her fırsatta bu Ata yadigarı tarihi tersine çevirme peşine düştü. Zaten kutlu kurucu, ulu kurtarıcı tam yüz yıl önce bu günleri görerek, olası yazgıyı tarihe yaftalamış; "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir nitelik alır." Aldı ki tam yüz yıl sonra topyekun nitel şaşkınlık, nicel  dağılmışlık yaşanıyor... 

 

 

 

Bu yaşananlar gidişatın doğal sonucu olarak görülebilir ama sürekli nicelik niteliğe kazanırsa, hak ve hakikatten çok kolay uzaklaşılır. Tam yüz yıl sonra tam  bağımsızlık şiarıyla yazılan tarihten ve tarihi yapanlardan bir bir uzaklaşıldı. Bu uzağı göremeyenler yüzünden kara tahtaya kriz üstüne kriz perçinlendi. Parça perçik istikamet kayması yaşandı. Oysa güneş gibi doğan istikamet tam yüz yıl önce; "Tam bağımsızlık denildiği zaman doğal, siyasal, mali, adli, askeri, kültürel ve her alanda tam bağımsızlık anlaşılır demektir" kapsamında belirlenmişti. İşte bu kutlu yoldan sapıldı...

 

 

 

İlelebet var olmak için, tarih yazanlar ve tarih yapanların, devrimci yolundan şaşmamak lazımdı, şaşaa ile şaşıldı. Tam yüz yıl önceki çıplak uyarıya rağmen; "Bir millette özellikle, bir milletin iş başında bulunan yöneticilerinde özel istek ve çıkar duygusu, vatanın yüce görevlerinin gerektirdiği duygulardan üstün olursa, memleketin yıkılıp kaybolması kaçınılmaz olur." Ve kaçınılmaz sona yaklaşıldı...

 

 

 

Yüzyıl içinde tarihi yapanları yok sayarak, tarihi yazanları, yazılan tarihi, utku yüklü destanı yok sayarak bir yere varılamayacağı açıkça görüldü. Ve ne yazık ki tam yüz yıl sonra, yeniden tarih yazılası boyutta gerilemeyi yaşıyor bereketli topraklar...

 

 

 

Ve dahi şanlı tarihi yaz boz tahtasına çevirenlerin ve emperyal güçlerin tek korkusu var, "Türk çocuğu, ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır..." korkusu. Çünkü o taze kuvvet vakti zamanı geldiğinde, tam yüz yıl öncesinin karakteri ve kararlılığıyla tarih te yazar, tarih te yapar...

 

 

 

İşte bu millet tam yüz yıl sonra, yarından tezi yok teziyle ya Ata'sı gibi tarih yazacak ya da "Bizim başka milletlerden hiçbir eksiğimiz yok. Cesuruz, zekiyiz çalışkanız. Yüksek amaçlar uğrunda ölmesini biliriz..." şiarıyla ölümüne tarih yapacak...

 

 

 

Yüz yıl önce, yüz yıl sonra milletin yaptığı yapacağı, yazdığı yazacağı tarih aynı. Dava aynı dava...

 

zaman: Nisan 21, 2022 Hiç yorum yok:

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

20 Nisan 2022 Çarşamba

YÜZYIL BOYU, KORDONBOYU...

 YÜZYIL BOYU, KORDONBOYU...

 

 

 

Yüz yıl evvel yedi düvele karşı koyanların anısına...

 

 

 

Arsızca harlanan Helenizm istilasıydı. Açıktan açığa emperyal saldırı. Tanığı ve sanığı ise egemen dünya bileşenleri...

 

 

 

Işıltılı yakamozlar kör karanlığı deliyordu Ege'de. Kordonboyu lacivert kara. Pencerelerde rengârenk umut. Perdeler kırmızı beyaz. Mavi atlas ıpıslak ve sarısıcaktı...

 

 

 

Ezeli misyonun ilk limanıydı Kordonboyu. Tarihe kazınmış binyıllar düşmanlığının yegâne sebebiydi İzmir. İzmir arafta, lafta müdafaa-i Avrupa. Şaik şaibe, şarki Akdeniz'den Ege'ye, Boğazlar yoluyla Karadeniz'e ulaşma emeli. Yani Anadolu'yu mümkün olduğu kadar minimalize etme hülyası. Ottoman'dan arta kalanı boylu boyunca denize gömme hıncı...

 

 

 

Pervaporation zırhlılarından Kordonboyu’na çıkartılmış istilacı kolordular, kutsal ilan edilen, takdis bekleyen havadaydılar. Takdir bitti, çabucak hava değişti, aslına döndüler. Peşine çok acımasız bir role büründüler…

 

 

 

Önce tek tabanca, ilk kurşun. Sonra peşine düşüldü emperyalistik cüretin, cesaretle...

 

 

 

Tehditkâr bir vınlama yayıldı Anadolu’ya. Ama Anadolu yakınmadı, reddetti hain kuşatmayı. Hak hakikat uyanıldı. Ağırdan Anadolu içlerine dek ilerledi iç karartan kuşatma. Hakkıyla Kutsal İsyan patladı. Hal niceydi ama korkusuzca kurtuluşa niyetlenildi. Perperişen ayaklanıldı. Ve kutlu mücadele geri püskürttü hellenik istilayı. Yedi düvel kuşatmayı. Gerisingeri, geldiği yere postaladı...

 

 

 

Kordonboyu’na sıkıştı onca gam kasavet yüklü direniş sonrası işgalci milletler. Sinsi hevesleri tutmadı, ideal söndü. Emperyalist plan geri tepti. Grek, direk denize döküldü…

 

 

 

Ardından ahali Kordonboyu'na döküldü. Gülen gözler Gazi'yi görme derdinde. Maiyetini kucaklama gayretinde. Kadifekale’de Albayrak. Geride bırakılanlara hayıflanıldı yürekten; 'İzmir iyi de ah ah... Selanik...' Kordonboyu zafer alayı...

 

 

 

Kordonboyu'nda gecikmiş imbat zamanı. Martıların canhıraş çığlıkları düğün şarkısı. Rıhtıma vuran mutedil dalgalar kara sevdalı. Vatan aşkı gönderde. İskelede kurtuluş damlacıkları. İsli lambalar istikamet veriyor Efelere. Zerre zerre Karşıyaka'ya…

 

 

 

Karşıyaka'ya doğru dağılıyor heyelan. Efeleniyor zeytinlikler. Yayılıyor efendilere isyan. Çarpıcı renklerde güneş şemsiyeleri altına sığınmış matmazeller. Mat bakışlı fesli beyler. Pasajlar paşalarca sarılmış. Kaldırımlarda sarıklılar, melon ve fötr şapkalı levantenler. Kosmopolitan kurtuluşun resmi geçidi...

 

 

 

Bir zamanların Konak istikametine doğru akıyor, işgalden kurtuluş heyecanı. Anadolu ile bütünleşme tutkusu. Ağır zulmün boğuluşu. Kozmopolit sevinç. Gümüş sırmalar saçılmış Kordonboyu’na, canı gönülden alkışlanıyor canlar. Kordonboyu'nda gösterişli karargâhında konaklıyor Paşa, insan selini masmavi izliyor...

 

 

 

Pek hayra alamet değil ama Konak Mahallesi'nden dumanlar yükseliyor. Bir zaman evvel işgalci zırhlılardan Kordonboyu’na çıkarılan kolordu artıkları, gider ayak yakıyorlar İzmir’i. Anbean yayılıyor büyük yangın...

 

 

 

Umulmadık yenilginin ardından, kaçanların kasten yeltendiği alevsel sarsıntı vuruyor yürekleri. Yalazı Kordonboyu’na dek uzanıyor. Sanki alev canavarı yutuyor cümle civarı. Yürekler yanıyor…

 

 

 

Kordonboyu hiç unutmadı o yükselen alevleri ve kesif dumanı. Koca şehir kutsal gazayı ve biricik Gazi’sini de hiç unutmadı…

 

 

 

Efzon kuşatmasından bu yana tam yüz yıl. Efradı adidenin denize dökülmesinden bu yana tam bir asır. Samanyoluna yükselen o kalın puntalı istikamet ilelebet anılası, tabelası tam bağımsızlık. Not defterlerine kaydedilmiş görkemli anılardan bir demet, diyet tam istiklal...

 

 

 

Tam yüz yıl evvel kordona dolandı, duman oldu yedi düvel. Yedi düveli duman edenlerin anısına...

 

zaman: Nisan 20, 2022 Hiç yorum yok:

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

18 Nisan 2022 Pazartesi

SİN, ŞİN, SAD, DAD...

 SİN, ŞİN, SAD, DAD...

 

 

 

Ne yazık ki dinsel değerler ve değerlendirmelerin dışında kalması gerekenlerin inatla irdelendiği, bilimsel olmayan hiç gereksiz ve de çok garip ne varsa üstelenerek, üstün körü konuşulduğu mübarek şehri yar yarılandı. Bir yanda ekonomik kriz sarmalı ve sıralı zamlar şoku diğer yanda şehri ramazan, şehirlere yağan ramad. Harfiyen sin, şin, sad, dad...

 

 

 

Şeddeli dinler çağından kalma esaretle, kılıçların gölgesinde dinlere yakınlaşma, mızrak ucu atıflarla resmen akıldan uzaklaşma provası. Mesnetsiz yakıştırmalarla, akla zarar bulgu ve değerlendirmelerle doğal din rotasının zihinlerden silinme mesaisi...

 

 

 

Meshepsiz mesaiyle dinsel ve düşünsel kodlardan hoyratça sıyrılıp, halinde yolunda akan suya hile hurda karıştırma durumuna karışma. Dahası dinsel yaşamın gelenekselleşmiş sürecini açıkça tehdit. İnanç silsilesinin doğal varlığını sürdürme ortamını açıkça yok etme girişimleri. İnan, din iman, oranınını düşürmek pahasına tapınılan dünya mübareklerine hizmette kusur edilmeyen günceler biriktirme işi. Harfi harfine sin, şin, sad, dad...

 

 

 

Bir ramazan boyu, iliklere dek işleyen iklim belirsizliğinde bilimsel verilerin ve çarşı pazar denilenlerin aksine dinsel semptom sempatizanlığı. Bu yüzden ardı sıra yağdırılan etiket artırımlarının etkisini hissetmeyiş. Dini geleneklere sıkı sıkı tutunarak ve genetik genleşmeyle dine bağlanarak acı  geleceği eritme işini ertelemek. Günlerin getireceği pozisyonu, tarzı, düzeyi belirsiz, gözü kapalı meçhule sürüklenişi kutsama. Hafızalara yerleşmiş ilkel ama saf inançtan uzaklaşma. Muhtemelen bütün dünya dinleri hep bu şekilde ihtişamından uzaklaştırılmış gerçeğini göz ardı etme. Bilerek veya bilmeyerek Tanrıyı din kültüründe bilge, bilici ve belirleyici en etkin güç olmaktan çıkaran çıkmaza sürüklenme. İşte budur kült içerikleri ve hiç alakasız kanıtları din kapsamına almanın sonu...

 

 

 

Ayrıca vasıflı dini vazgeçilen din olma yoluna çeken kültürel sızmalar, dine kaynamış kaynağı zayıf ritüeller, erken dönem dindışı temaslar ve vasıf fırsatçılığı da içgüdüsel tutsaklığı kolonileştiren etkenler. İşte bu kolonist klonlanma, yaptım ettim dedim olur, yolum yoldur derdim yoktur eşleştirmeleriyle devleşen eşsiz deneycilerin deneği olmayı kolaylaştırır. Sistematik satanik antlaşmalar reddedilmedikçe de varlık nedeni ortadan kalkar. Ortama tarihsel, dinsel ve bilimsel açıdan asla ikna edilemez, salt batışı işaret eden üst akıl hakim olur. Harf harfe eklenir, sin, şin, sad, dad...

 

 

 

İşte her ramazan aklı vuran din tsunamisi, zihinleri bulandıran kelebek etkisiyle arena din pandomimcilerine bırakılır. Kıssadan hisse, ramazan ganimeti bir güzel paylaşılır. Şehri ramazanı ekonomik kriz vurmuş, şehirlere ramad gibi zam yağarmış hiç umursanmaz... 

 

 

 

Cemi cümlesine harf harf sin, şin, sad, dad...

 

zaman: Nisan 18, 2022 Hiç yorum yok:

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

ÖZGÜN EĞİTİM MODELİ, KÖY ENSTİTÜLERİ...

 ÖZGÜN EĞİTİM MODELİ, KÖY ENSTİTÜLERİ...

 

 

 

İç ve dış baskılar, siyasi ve ekonomik krizler, zorunlu değişimler ve çok gecikmiş direnişler mutlaka reformsal süreçler yaşatır. Özellikle devrimci süreç uzun süre iç dürtüler ve dış etkenler kıskacında kalmışsa yeni toplumsal düzen kurgusu vazgeçilmez olur. Devrimin sürekliliği ise eğitimde reformla yani özgün bir eğitim modeliyle gerçekleşir. Tıpkı dünyada tek, özgür ve özgün eğitim reformu sayılabilecek, Köy Enstitüleri pratiği gibi...

 

 

 

Eğitimde reform, kusursuz kriter ve doğru prosedür doğrultusunda, yerel unsurlar ve evrensel koşullar gözetilerek planlanmış modelle hayata geçer. Yani reform ülke şartlarına uygun bir sistematik içermelidir. Aksi eğitim programları, politikaları ve siyaset kesişmesi gerilemeyi ve rasyonaliteden uzaklaşmayı getirir. Tıpkı Köy Enstitülerinin türlü bahaneler ve uyduruk gerekçeler gösterilerek kapatılması sonrası gibi...

 

 

 

Sorumsuzca kapatma, karartma ve apartmanın yanı sıra mevcut ulusal eğitim düzeni ve karakteri, sürekli değişir ise uzun süreçte sırf egemen siyasi görüşleri yansıtan bir eğitim sistemine ulaşılır. Egemen sermayenin dayattığı biçimde bir eğitimle ideolojik çıkmaza sürüklenilir. Her defasında adı reform olsa da pratikte bilimsel olmaktan uzaklaşan anti reformist yaklaşımlar zemin bulur. Hatta öyle bir süreç egemen olur ki, özel olduğu savunulan tüm eğitim politikaları mikro ve makro seviyede gelip geçici olur. İşte o yüzden kalıcı değer bırakan Köy Enstitüleri gibi süreçler asla unutulmaz...

 

 

 

Eğitim sistemi reformu, geliştiren ve dönüştüren boyutta somutlanmadıkça, soyut idealler doğrultusunda bocalandıkça daima yanlış pratik güncellenir. Eğitim dinamiği maya ve mânâ girdabında boğularak, evrensel eğitim pratiğinden tamamen kopulur. Doğru pratik ise tıpkı Köy Enstitüleri gibi bir pratiktir...

 

 

 

Başka tip modellerin uygulanmasıyla kalkınma öncelikli eğitim hayal olur. Kalkınma hep başka baharlara kalır. Lafta reformcu eğitim süreciyle, siyasi ve ekonomik krizlere içeride ve dışarıda direnilemez. Beşeri ve iktisadi kaynak boşa harcanır ve kaypak bir yapı oluşur. Dirençli yapı ise tıpkı Köy Enstitüleri gibi eğitim kurumlarıyla  kurulur. Bir döneme damga vuran Köy Enstitüleri ve kusursuz kurumsallaşması işte bu yüzden hala özlemle anılır.

 

 

 

Hala eğitimde reform gerektikçe Köy Enstitüleri ilk akla gelir. Tıpkı Köy Enstitüleri gibi özgür ve özgün reform, kör karanlıkta mumla aranır...

 

 

 

Aranır ama kör karanlık modelin tekrarına asla izin vermez...

 

zaman: Nisan 18, 2022 Hiç yorum yok:

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

15 Nisan 2022 Cuma

DEVRİMİN ALFABESİNİ BİLMEK...

 DEVRİMİN ALFABESİNİ BİLMEK...

 

 

 

İnsanlık tarihinin en önemli devrimleri, ortak yaşamda derin izler bırakan olaylara ve olayların belleklerde bıraktığı derin izlerin sıkı takibine dayanır. Devrim yolundaki sıralı eylemleri netleştiren, devrimin alfabesini bilmenin ve empati yapabilmenin yanısıra budur...

 

 

 

Kalıcı devrimler, empatinin yaşamın her alanına ve her evresine en etkili biçimde yayılmasıyla ve insanların doğanın merkezi olmasıyla olasıdır. Karşı devrimler ise  başarmanın birincil koşulu devrimin radikal gücünün etkisi altına girme ve beyni alabildiğine empatiye açmaya karşıtlıkla gerçekleşir. Bu yüzden empatiyle toplum olarak tanışmak ve sürekli salık verilenlere ve dahi kısır örneklemelerle ölümüne dayatılanlara rest çekmek gerekir...

 

 

 

Dünyaya devrimleri hakim kılma hedefi anca muhalif yapıların daha da  sertleşmesiyle mümkündür görüşü yaygınsa da, realite hiç öyle değildir. Çünkü devrimin insanlığı sıradışı eylemlere çağıran çağdaş

 

kurgusu her zaman vardır. Önemli olan o kusursuzluğu yakalayabilmektir. Çünkü devrimin alfabesini bilenler devrim yaratabilir. İşte o yaratı asla yeni yasalara, belli kurumlara ve şartlı hükümlere dayanan demode bir devrim olmaz...

 

 

 

Olmazsa olmaz babında devrim yolunda vahşi radikal öğeleri kuşanan ve sırf ayrıntılardan beslenen

 

darmadağın yaşamlar, karmakarışık toplumlar, paramparça edilmiş ideler evrensel bütünleşmeyi hiçbir zaman sağlayamaz. Çünkü önünde sonunda daima mevcut kapasite eksikleriyle baş başa kalınır. Kaldı ki tanımlanamaz güdüler rehberliğinden kaçıp, devrimci kılavuzluğa soyunanlar Devrimin alfabesini hakkıyla bilmezler. Alfabeyi bilenler ve üstelik kendini bilenler içten gelen hayatları değiştirme ve toplumsal dönüşüm yaratma gücü taşırlar. Bunlar devrim yolunda derinlikli davranır ve hatta toplumun daha iyi bir yaşam sürmesi için başka insanların yaşamlarına da bilgece dokunurlar. Empati ile şefkati karıştırmadan devrimciliğe adım atılması yönünde sempati yaratırlar.

 

Bu arada zihin asla çerçevelendirilmez ve dünyaya bakış açısı daima yenilenir...

 

 

 

Tarih boyu insana özgü vahşi bencilliğin ve egoizmin, dünya sahnesinde toplumsal ayrışmalara, keskin kamplaşmaya ve tamiri zor bozulmalara neden olduğu açıktır. Bozulan düzeni düzeltmenin yolu ise sosyal içgüdünün yeniden canlandırılmasıdır. Can dara düşünce satır arası 'insanın kaderi insandır…' uyarısı devrimci empatiyi belirler. Devrimin kaderleşme süreci, dünyanın doğru dürüst saptanmasıyla başlar. Sonrası evrensel manada tüm insani endişeleri yok etme yollarını aralayan devrimin alfabesini bilmek ve bildiğini okumaktır...

 

 

 

Mesele otorite, iktidar ve inkar açılımları sergileyenlere set vurmaktır. Doğru olan, meseleyi tertipli önyargıların ve tespitli tektipleştirmenin tuzağına düşmeden, uzamsal, zamansal ve toplumsal merkezli, devrimci dalgaların bilimselliğine bağlamaktır. Çünkü devrimin alfabesinin özü, ötekileri de incelikle insancıllaştırmaktır. Çünkü insanın güçlendirilmesiyle hayallere çok daha kolay dokunulabilir. Çünkü oligarşiye sempati beslemek, oligarşik düzenle empati kurmak devrim yolunda etkili stratejiler geliştirmeyi engeller. Böylece ileri boyutta imkânsıza dokunmak zorlaşır. Deneysel maceralara atılmak ve karanlığın üzerine korkusuzca yürümek biter...

 

 

 

Asıl bitmesi gereken insanların zihnindeki gizli düşüncelerdir. Çünkü dünyayı çevreleyen en büyük karanlık budur. İşte bu karanlığın delinmesi için devrimin alfabesini  bilmek şarttır...

 

 

 

Başka bir ifadeyle  başkaları için endişelenmek devrimci ve yaratıcı bir ruha sahip olmayı da günceller. Devrimin alfabesinin önsözünde, devrimciler kendileri devrim yapamasalar da mutlaka bir devrime ilham olurlar gerçekliği kayıtlıdır. Bu kayıt başka zihinlere direkt yolculuklar yapılabileceğini de1 algılatır. Hayali sıçrayışı gerçekleştirme cesareti verir. Bilinçaltılar zenginleşir...

 

 

 

Ve devrimin ta kendisi olunur...

 

zaman: Nisan 15, 2022 Hiç yorum yok:

Bunu E-postayla Gönder

BlogThis!

Twitter'da Paylaş

Facebook'ta Paylaş

Pinterest'te Paylaş

13 Nisan 2022 Çarşamba

DÜŞÜNCE, AĞIR YÜKTÜR DÜŞÜNCE...

DÜŞÜNCE, AĞIR YÜKTÜR DÜŞÜNCE...

 

 

 

Düşündükçe var olur alem, düşünme anbean yok oluş tehlikesi yaratsa bile vazgeçilemez. Çünkü düşünce düşünmek, aklı vuran isyanın izdüşümü, izi sürülecek düşün örgütlülüğüne temel gerekçedir. Düşünmek en özgün eylem, sınırsız özgürleştiren eylemliliktir. Düşünce, ağır bir yüktür düşünme...

 

 

 

Düşünce çok tuhaf bir örgüdür, bazen hiç gereksiz düşene düşünene, kahraman olma haşmeti kazandırır. Bazen kazayla dahi olsa düşünmek en büyük suçtur. Düşünme çoğunlukla asla cezasız kalmaz. Ağır baskıcı tutumda ısrar tutkuları, olağanüstü haller olağan sayılan tutuklulukları günceller. Düşüncelere veya zulaya gizlenen güncelere ise akıl sır ermez...

 

 

 

Er geç bir biçimde deha düşünürler ya simgeleştirilir yada iş dara düşünce sembolleşen düşünce düşkünleri ağır cezada yargılanır. Herdem her düşünene malum durumlar. Suskun düşünceye görkem ve meşruiyet. İşte o yüzden düşünce, her edim ve edinilen servet taşınması en ağır yüktür...

 

 

 

Hiç yüksünmeden, bir kere taşın altına el koymadan, salt emanete hıyanet hırsıyla saplanılan düşüncenin gizli düşü, çaptan düşünce anlaşılır. Bu muktedirlerin pek işine gelmez ama pik dip arası heder olmak da vardır hayatta. Haliyle düşünce, düşünmeye odaklanmayı ertelemeler, sefir ile sefil arası derlenen destansılar, inzivalık itibarlı duruşlar bir bir kayda geçer...

 

 

 

Kayıtlı kayıtsız ünvanların ünvanıyla ünlenenler, düşmeden düşünmeyince elbet hal ve gidiş zayıflar. Düşünme üşengeçleri doğan gerginliğe ve gerçekdışı gezginliğe daima yakın tarihi emsal tutar. Dengesiz düşmelerde ağır düşünmek gelenekselleşir ve sağır düşüncelere kaynak bağlantılar hükmeder. Ancak düşünürlük, öncesi sonrası olmayan evrensel duyarlılıktır. Veda ile vade arasında varoluşun temel ilkesi düşünmek olunca, hiçbir düşünce ağır yük olmaz...

 

 

 

Varlığa darlık yoklatan düşün diyarında, eksik düşünmek ağır maliyet, düşünceden korkmak ısrarcı mahremiyet döngüsüdür. Kasıp kavuran kısır döngüde mevcut yükümlülükler haddinden fazla ağırlaşınca, bireysel ve toplumsal, maddi ve manevi çöküş beklentisi hızla düşüncelere girer. Hayatın acı gerçekleri ve arsız sırları ile yüzleşmek, düşünürlere zengin düşünce mönüsü sunar...

 

 

 

Suçsuz günahsız sunaklarda harcanan, harcanmaya çalışılan tüm düşünürler salt o sebepten saltanat ipine asla tutunmazlar. Zengin düşüncelerde taklitçi saltanat kayığının mutlaka dip yerden delinirliği ve mutlaka batar düşüncesi pik yapar, kuşatır düşün alemini...

 

 

 

Cümlealem düşünce, artık düşün yakamızdan tarzı düşünceler kıyı köşe eylemselleşir ve ağır düşünceler mimlenir. Haliyle ağır görülen düşünce yükü hafifler, taşınması da kolaylaşır.

 

 

 

Düşünce zoru kolay eyleyen eylem, temel ilkesi, ilk ve son tümcesi ise 'düşmeye gör' diye başlayandır...

 

EĞİTİM, HEGEMONİZM VE SANAL DEMOKRASİ...

 

Otokratik modeller, teokratik sistemler, despot iktidarlar, popüler ama otoriter liderler, halden bilmezler ve tüm hegemonya sevdalısı alt üst yöneticileriyle birlikte eğitimi hegemonizm temelinde kurma ve bu kurumlu kurguyu iktidarlarının devamı için kullanma pratiğini uygularlar. Resmî ideoloji çerçevesinde salt kendi ide ve iddialarını empoze etmek için, toplumları ve sınıfları sıradan ve statik eğitime mahkûm ederler…

 

Bu gerisingeri akış pratiği, amaçlanan pragmatizmin ve koltuğa yapışmanın birincil ve başlıca aracı görülür. Bu yüzden eğitim, hâkim gücün istemi doğrultusunda, eğitsel normlar ve karanlık ideolojilerle kendi doğal ve bilimsel doğrularının dışına çıkarılır. Eğitimsel çark çakma doğrularla, tırnak içinde yalan yanlışlarla sürdürülür. Geleceği karartacak gelenek resmileşir, resmiyet eğitim kanalıyla rejimin vasfına uygun hegemonyayı hayata geçirir. Açıkça bir güç apartma girişimi olarak, eğitim üzerinden türlü türlü sinsi ve abartılı taktikler devam ettirilir…

 

Hatları tersyüz eden hegemonyacı eğitim, hat üzerinde karşı dirençle hiç karşılaşmadan, zaman içinde hegemonyanın sürekliliği için kavga edecek hadsizleri de yetiştirir. Her esrik etapta toplum rızası var saptırmasına, esareti tertipleyen kısır döngüye ve manasız sebep-sonuç ilişkisine sığınılarak eğitim iyice sığlaştırılır. Bu gizli saklı süreç hegemonik aykırılıklarla meşru kılınır. Meşru kılınan meselenin özü, yerelden genele yıllar yılı arzulanan toplumsal değişimi ve tek merkezci saltanatı kurtarmaktır, kurulur…

 

Zaten bütün dikta rejimleri, kendi dar kapsamlı iktidar denklemlerini eğitim içine serpiştirdikleri hegemonyatik planlarla ileri sürerler ve toplumda yerleştirirler. Kurguda kusur görenler, otoriter rejime karşıtlıktan dem vurularak, ottocu maneviyatla anında bertaraf edilir. Yani hegemonyanın kurulmasına isyan, kısır eğitim sürecinin sonlandırılmasına dönük her eylem, sorgusuz sualsiz düzen bozanlıkla suçlanır…

 

Kasıtlı biçimde bilimsel özü boşaltılan ve sırf hegemonyanın devamına yeter seviyede sürdürülen eğitimsel süreç, egemen gücün ideolojik tavrına göre ve eğitimdeki toplumsal eşitsizliğe başkaldırıyı önlemeye dönük sıkça, kısa aralıklarla mutlaka güncellenir. Bu şekilde tam isyan özelliği yansıtmayan zayıf karşı çıkışların, zamanla güçlenip önlenemez çizgiye erişmesi en baştan engellenir. Böylece çoğunluktan azınlığa düşenlerle, çoğunluğa hükmeden hegemonya yanlısı avantajlı grupların eğitimden beklentileri zıtazıt farklılaşır. Yön ve yörünge farkına varılmadan bir güzel değişir. Yazboz, yoz yöntem tek tip anlayışı güdümlemek kapsamlı, siyasi otoritenin gücüne orantılı, dejenere destekler ve egzajere çıkışlarla genişletilir…

 

Gelişme eğilimini, genişletilen hegemonist eğitimle hizalama derdine düşmüşler katiyen enikonu düşünmezler. Bunlar üst başlıkta otokratlar, teokratlar, despotlar, popülistler, sistem ve model madrabazları, iktidarsız iktidarlar, otoriter liderlerin tümü, alt başlıkta hegemonya sevdalılarının topu, ilk iş olarak hegomanyatik algıyla, egomanyetik çekimle, supplement teknokrat ve bürokratlar eliyle, eğitimi alt üst edecek manevralara girişirler. Bu girişikler kendi ideolojilerini spiritual aymazlıkla, akıl değmemiş sürprizler ve münferit veya müteselsil yansıtan programlarla müfredata sokar.

 

Sokma akıllı hâlihazırı ve nazırıyla, her şeyi mütemadiyen tek otorite egemenliğine ve hegemonyasına bağlayanlar ile hiç olmadık helezonik görüntülere inananlar yüzünden illiyet bağı genişler. Hatta hak yerine batıla tapınanlar yüzünden, ayrıca her alandaki hazmedilemeyenlere aşırı yer verilmediğinden eğitimdeki hegemonyanın da çok doğal olduğu farz edilir. Farzı misal özgür ve özerk eğitim istemleri hemen hegemonya düşmanlığı olarak görülür. Dışlanır, icabında taşlanır…

 

Böylece eğitimdeki hegemonya veya hegemonyanın kurguladığı eğitim marifetiyle, hegemonikal manyellere aldananlar ile evrensel ve çağdaş demokratik eğitimden zerre düşünmeden kopmak gerekir kandırmasına kananlar mevcudu belirler. İlim ve bilimi hayatından çıkaran bu zatlar uzun süre kendine yakışan hükmedicisini ve doğru hegemonyayı seçtiğini zanneder. Oysa bu arada yıllar yılı saklanan gizli hedefler ve hilafsız hidden hisler doğrultusunda şekillendirilen sanal ve banal demokrasi hazıruna çoktan dayatılmış olur…

 

Her türlü katmandan türdeş hegemonya karşıtlarına göre mevzunun dayandığı yer besbelli, mevzuatı aşikâr bu hegemonikal eğitimin ve icra edilen akçemonik hegemonizmin adı şimdilik, ileri demokrasi. Demlendirilen manzara ise mazlumlara defaatle sallanan Demokles’in kılıcı.

 

Kıssadan hisse ‘Kılıçların gölgesinde’ eğitim manzumesi…

 

 

 

 

 

 

HAYATIN KİTABINI OKUMAK

Bu salt yazılmış olsun diye yazılmış, öylesine bir önsöz veya son söz değil. Çünkü ilelebet söz de yazı da devam edecek. Hayat öyle böyle, kitap gibi sürerken, zaman zaman hayatı işgal eden bir nokta var ki çok garip. Özellikle iş hayatı veya sosyal statü içinde biri, bir yerlere geldiğinde veya gelme ihtimali doğanda yaşam sanatının ekabirleri anında o biri ile ahbaplıktan dem vurur. Yakınlık babında saliselik beraberlikler abartılır. Yılların dostluğu izlenimi verecek kıvamda anekdotlar hararetle harmanlanır. Etraf vay canına der, etraflıca olmamakla birlikte ister istemez inanır…

Böylesi koşullu inanışların boş olduğu eninde sonunda mutlaka anlaşılır. Zaten yaş itibariyle tarih olmaya yakınlık her boşluğu hakkınca doldurur. Doğrudan doğruya yazın yolculuğu ve hayat solculuğu gök kubbeye bir çivi daha çakar. Ve mesnetsiz meseleler, meymenetsiz marmelatlar üzerinde kafa yorulmaması gerçeğine tez ulaşılır.

Sağda solda bilinç eksikliği, bilinçaltı hafifliği yaşanırken, memleket izbeliğe yelken açmışken, millet zifiri kör karanlığa jet hızıyla koştururken uğraşılacak başka çok şeyin varlığıdır aslolan. Bir kez olsun kendine haksızlık etmeme hakkını kullanmaktır en temel hak. O yüzden dünyayı salt kendine ait sananlara, otoriter görüntüye gizlenmiş asalak ve siliklere sarf edilesi çok laf kalır heybede. Hele haybeye bin yılların kutsal değerlerini komaya sokanlara, önce kaliteyi bozanlara, evrensel bir derinlik sunmak, özgün bir tavır geliştirmektir ana gaye. Yaşlı dünya hakkedenlere layıktır bilincine erişmektir mesele. Bu bilinçle ömür gülistanından güller paylaşılır, yaşam girdabına düşüp bocalayanlara bile…

Bilinçaltı eksikliklerini, bile bile bilinçsizce giderenlerin, ahbap çavuş ilişkisine tapanların okuyabileceği kitap değildir hayatın ruhu adı verilebilecek isimsiz kitap. Çünkü peynir gemisini yüzdürmeye deniz, laf kalabalığıyla gemiden mutlu inmeye liman bulamayanlar karanlığın ziftine kazınmış kelimelerle bile ışığa ulaşamaz. Dahası daima çöküş kompleksi ve tafralanma arasında medcezir yaşayaşayanlar, özgün değerlere özgü, özgür ve bilinçli, başlar dik, alına kara çalmadan ömür sürmenin önemini de içselleştiremez.

İllaki içten içe doğru bildiğinden bir ömür ayrılmayan, dürüstlüğünden milim şaşmayan, kafakol ilişkilerine kanmayanlara direnmeyi ve ayakta kalmayı öngörür hayat kitabının her tümcesi. Zaten düşkünlük çağın aymazlığına dönüşmüşken, asla tüme varmayacak bilinçaltı ısrarcılığını da reddetmektir mesele, kendi üslubunca. Tümden yok oluşa götürecek tutarsızlığın ve yersiz tutkuların, deneysel dürtülerle tarihin bilgisine sunulması çok zordur. Anca hiç çekinmeden ‘can ağızda, canan yürektedir’ misali kâğıttan gemileri yakanlar, bu günlere nasıl gelindiğini, her şeyin nasıl ters düz edildiğini çok kolay kronolojik biçimde sıralar. Ahbaplık batağına batmadan olmadık makam mevki kazanımlarını incelikli dokundurmalarla eleştirirler. Ve daima bir başka pencere bulup, o pencereden bakarak gözlem yeteneğini konuştururlar. Kof komutların ayar çektiği dünyada evrensel derinliği sığlaştıran itaatin getirdiğiyle asla oyalanmazlar.

Hayatın özü sevdalara susamışlığın ana rengini arama eylemidir. En aykırı serüvenleri yaşamışlığın kutlu sürüklenişiyle, yeniden yaşam dizaynını belgelemektir hayatın kitabı. Kitabın adı güneşe düşen gölgelere ateş gülleri savurmaktır. Hayatın içine doğan kutlu ve kutsal kazanımlar biriktirme yetkinliğinin dışa vurumu ve ispatıdır. Apansız pik yapmış iğreti komplekslere ve kuralsızlığa, imparatoryal korkuya karşı özgüven tazelemektir ana teması. Sözün pahalı, hayatın ederi ucuz bir dünyaya ve yaşanan kör karanlığa imgesel ve simgesel uyarılarla yakın çekim karşı duruş sergileyebilmektir meselenin özü.

 

Son tahlilde memleket manzaralarına ışık tutan, uçsuz bucaksız topraklara keskin ve estetik kaygılı ahbaplık kurgulayan hayatın kitabından, ileride vay canına dememek için özüne düşeni alabilmektir tüm mesele. Hayata dair o kitap levhası tarihin güneş alan duvarına çivilenmiş, salt okunmuş olsun diye okumayacak gerçek ahbaplarını bekliyor.

Hayatın kitabını okumak zor zanaat…

 

 

KİRLİ DÜNYANIN HİTLERİ

 

 

 

Uygarlık çağında, çağdışı uygunsuzluğu bariz yöntemlerle kurgulayan tipler, bitler ve hitler büyük devlet normlarına kanlı militarizmi ve ağır bürokrasiyi katar. Çağdaş ve demokratik normların yerine bunları yedirmeyi yeğler. Gizli amaç kısa süreli tutar ama uzun süreçte araç, amaç tutmaz. Ve durum olmadık yerlere evrilir, bozuk vaziyet çok başlar yer. Bu arada yığınla reel sorun, çağdışı sorularla kapatılmaya çalışılır. Sırf sallanan platformda kalmak için sırf ayakta kalabilmek için doğru yanlış her şey yerlerde süründürülür. Geleceğe çözülemez denli birikmiş dertler kalır. Kolay ödenemez borçlar aktarılır. Ve yarınlara kirli savaşlarla yüklü, kirli bir dünya bırakılır...

 

 

 

Zamanla strateji ve proje çıkmazında tıkanmış bütün yönetimler ve yöneticiler yarınlara dair umut üretemezler. Doğruyu ilandan vazgeçerler, yalan yanlış salt günü kurtarıcı, idareci bir role bürünürler. Kendileri, aileleri ve işleri dışında kalan her kim ve ne varsa hiç önemsemezler. Sadece ayrıntılarla cebelleşerek biraz zaman kazanırlar. Her zaman içinde bulundukları hal ve gidişi saklayarak, kötüleşen durumdan hiç ders çıkarmadan, ders verir konumda kudret tesis etmeye çalışırlar. Ancak her girişim nihayetinde sonuçsuz kalır. Bilanço daima zarar gösterir...

 

 

 

Bilinen veya bilinmeyen nedenlerle sorumlulukların hafife alınması, zamanla insan karakterini ve girişim yeteneğini de yer bitirir. Yersiz çıkışlarla güven ve gelecek istismarı artar. Meseleyi böyle çözmeye çalışanlar mutlaka en büyük buhranları da hazırlarlar. Buhrana tanıklık edenler ise kirli dünyanın çok katlı zorluklarını derin derin yaşarlar. Ele geçirilen fırsatları vaktiyle değerlendiremeyenler ve ister istemez çemberin dışında kalanlar için mevcuda mecburiyet ve mahrumiyet reva görülür. Bizzat bir yerlere güvenenlere karşı tek çıkar yol, tüm zorluklara karşı eldeki tek kallavi silah ise ne pahasına olursa olsun uygarlık seviyesine ulaşma çabasıdır...

 

 

 

Yıllar yılı çağdışı iradeye bel bağlama özgür düşünme yetisini köreltince kişilik zaaflarıyla yaşamalar güdümlenir. Emre itaate endeksli icraata yönelme ve boyun eğmeler güncellenir. Tek bir rotaya teslimiyet tescillenir. Tek egemen güç devlet, sermaye tekeli icazetiyle her alanda aklı havada hükmetmeye başlar. Güce tapınmanın sonucu ise çekingen, korkak ve hasta tiplere, endişeli bitlere ve halden anlamaz hitlere sistem içinde yer açılmasıdır. Bunlara pik yaptırılınca, uygarlaşma uğraşısı da dip yapar. Büyük devlet ve millet, kirli dünyanın istediği doğrultuda çöker...

 

 

 

Çöküntüye uğrayan ve hantallaşan irade, tüm uygar uygulamaların aksine körkaranlığın tesirinde kalmış cahil, miskin, tembel ve korkak, özgüvenini yitirmiş tebayı kullanır. Dünya kirlendikçe kendini garantiye alma derdine düşenler ve öbür dünyayı garanti görme telaşındakiler boşa harcanan yılların baş müsebbibidirler. Uygarlık yerine canpazarındaki uygunsuzluklara müsaade edenler ve gününü gün eyleyenler kirli dünyaya yakışanı yapmaktan asla geri durmazlar. Böylece yetkin yönetici ve doğru yönetme vasfıyla halledilebilir her bir mesele bir başka güne ve geleceğe ertelenir. Yarınlara aktarılır. Bu arada kirli dünyanın sunduğu hiçliğe kapılmak, savruk savaşlarla egemen sermayenin himayesine girmek veya mevcuda karşı koymamak uygarlık çağının çok uzağına konumlanma ölçüsüdür...

 

 

 

Ölçü bir kez kaçtığında, fırtına geçse bile ortada ne büyük devlet kalır, ne de millet. Ve uygarlık çağı kolay kolay yakalanamaz. Sadece kirli dünya hitlerinin dediği olur...

 

HİÇ YOKTAN TESLİMİYET...

 

 

 

Döngüyü öncüllere bağlayan sınırlı idrak, mevcudu ve mevcudiyeti, zaman ve mekân dışına sarkan kanıtları doğru dürüst algılayamaz. Aldanış ve aldatışları oylumlayan kaçkın tutarsızlık ve sabit tanımlamalarla kutlu yetiler de kaybolur. Pike kalıplanan kaderci tavır, şüpheli ayrıntılardan beslenerek asla felsefi derinlik barındırmadan hiç yoktan teslimiyete evrilir...

 

 

 

Bu bir tık ötesini göremez tutucu tutsaklık, kirlenen evreni ve tanrıcı parçacıkları zifiri karanlığa taşır. Malum manzara ve manasız manevralar, sırf sonsuza hükmeden tepegöz hakimiyetine bırakılır. Sırtını otoriteye yaslama alışkanlığıyla, meşruiyetini yitiren merkez etrafında tutkulu dairesel meditasyon tipleri dip yapar. Tek elden teselli ve gökvari tescilli tecelli, aslı dünyalık beklentili bir tutam kutsallıkla hiç yoktan teslimiyeti var eder. Öyle ki yok oluşa açık davetiye bu teslimatın negatif tesiri çok zor atlatılır. Her makul görülesi durum bir nebze sır gibi saklanır. Envai çeşit sinsi sırlar, sınırlı idrak meziyetine bağlanır. Hatta göbekten bağlılıkla çok ileri gidildiği zannedilir. Ama kaale alınmayan ağırdan ağır demir külçedir yenilgi ve sırnaşık sınayışlarla kalenin burçlarına saplanır...

 

 

 

Önden arkalara sirayet eden hiç yoktan teslimiyet etkisi, basit ve bileşik varlıklar diyarına geçişleri, disiplinlerin rastgele ve zincirleme ters yüz edilmesini sağlar. Bu edilgen sağlama tekniği toplumsal inanç bütünlüğünü komple zedeler. Haksız hakimiyet ve hallice teslimiyet, taklitçi korku krallığını yaratır. Akıl zıplatan teslimiyetin adaleti de yoktur, dini imanı da. Evren böylece lafta ahlak timsali kesilenlerin emrinde, bireysel ve toplumsal belleğin asla unutmayacağı suçlara devrilir. Sınırsız idrak kullanılmaz ve neden diye hiç sorulamaz. Ve neden sonuç sorgulaması yapılmadığından, çıkar odaklı devresel teslimiyet hiç yoktan halledilemez sorunları gittikçe büyütür. Büyüsel benlik kaybı, belirgin kaygı belli bir kesimin uhdesinde can yakan aktarımlarla zamanı daha da nedensizleştirir.

 

 

 

İşte bu hiç yoktan teslimiyet yüceltisi, kurgu evreni ve suni karanlık parçacıklarını mutlak sona taşır. Sınırları zorlayan faşizan yaptırımlar sınırlı idrak eseridir. İşin esası kıt idrak yüzünden  algılanamayan acı gerçekler  ve ezip geçen kaderci teslimiyet boşluğudur...

 

 

 

İşte o kara boşluğun karanlık nefesi herkesi hiç yoktan sebeplerle, hiç nedensiz mutlaka yutar..