30 Nisan 2018 Pazartesi

1 MAYIS GAYRİMEŞRULAŞTIRILDIKÇA “B1R MAYIS”…

1 MAYIS GAYRİMEŞRULAŞTIRILDIKÇA “B1R MAYIS”…
 
Koskoca bir yılda bir tek gün haykıran şu sessiz çoğunluğun 1 Mayıs denilen emek günü, bir günlük işçi bayramı, dünyada bir tek bu memlekette neredeyse tüm tek başına iktidarlarca neden gayrimeşrulaştırılır acaba. Anlaşılması zor bir nedeni var sanki...

Yok aslında. Memleket hak ve adalet temelinde yönetiliyor mu, yönetilmiyor mu? Ülke kalkınıyor mu, batıyor mu? Sorgusu yapılmaksızın dahi 1 Mayıstan kaçılıyor, kaçınılıyor, kaçırılıyor nedense. 2009 yılında Meclis’ten geçirilen ve tescillenen olanca meşruluğuna karşın meydanlar hala emekçilere kapatılır, kapatılıyor. Meşruluğun önüne güvenlik güçlerinin barikatları dikilir, dikiliyor. Ve anında gayri meşrulaştırılır. Gayri meşrulaştırılıyor. Neden? Soran da yok.
 
Nedeni şu; 1 Mayıs gayri meşrulaştırıldıkça, gayri meşrulaştırılmaya çalışıldıkça memleket nasıl yönetiliyor bir bakmaya hiç gerek kalmıyor da ondan…
 
Hele de geri kalmış, geride bıraktırılmış şu memlekette yarım asırdır gözlemlenen ve son on yılda göze sokulan 1 Mayıs’ın meşru gösterilse de bir türlü meşrulaşamadığıdır. Meşrulaştırılmadığıdır. Zaten toplum yönetim erkinin önünde seyrettikçe veya toplumun çoğunluğunun rahatça güdülenmesini engelleyecek unsurlar belirdikçe fatura hemen 1 Mayıs’a çıkarılır. Bedeli örgütlü işçilere çıkarılır. Anında sembol Meydanlar yasaklanır. 1 Mayıs tez elden gayri meşrulaştırılır. On yıllardır böyle işler düzenek.
 
Çıkar yol tek çare yasak meydanlara çıkanlarla hazır kıta bekleyen emniyet güçlerinin olağan meydan savaşıdır. O da allanıp pullanıp, kanlandırılıp topluma anında her telden enjekte edilir. O projeksiyonda izin çıkmış bir avuçluk meydanlara ve kapalı salonlara sıkıştırılmış davul zurnalı halaylara kimse bakmaz, ilgilenmez. Aslolan kargaşadır. Kavgadır. Anarşikliktir. Bu malum durum her dejenere olmuş, paspas edilesi boynu devrilesi devirde hep aynidir. Yani hep ayni benzer manzara cereyan eder. Seçilmiş veya seçilmeye atanmış çapsız liyakatsızlar ve devletten yöneticiler de çıkar gördünüz mü vatan hainlerinin yaptıklarını diye rüzgara karşı avazlanırlar.
 
Senede bir güne endekslenmiş sessiz işçi emekçi çoğunluk ise bu yalandan toplu aile fotoğrafına her seferinde kanar. Oysa için için kanar, evde çorba zor kaynar...
 
Egemenlerce arzulanan 1 Mayıs gayrimeşrulaştırıldıkça, gayrimeşrulaştırılmaya çalışıldıkça sessiz çoğunluk hangi enstrümanlarla nasıl ve nereye yönlendirilebilir meselesidir. Meydanlar yasaklandıkça da kime ve kimlere yönlendiriliyor bellidir. Orada burada hoşnutsuzluğu meşrulaştırma ve 1 Mayısı gayrimeşrulaştırma, değersizleştirme görevlendirilmesiyle para basar kameralar. Belli belirsiz açılarla mevcut iktidar ve siyasal yapının her olumsuzluklarını ve yaptıklarını bir günde masumlaştırırlar. Oysa bu yolla eşitsiz güç hegemonyası meşrulaşır.
 
Bu arada kapitalizmin çıkmazları, emperyal istilacıların herzeleri, endüstriyel ekonomik darboğaz, emeğe zulüm ve vahşi kapitalizmin acımasız sömürüsü unutturulmaya çalışılır. Unutkanlığa yönelik programlar harfiyen kurgulanır. Alternatifin olmadığı,  emeğin yok gösterilmesi ve hak hukuk arayışının karalanması girişimleri mesnetsizce çeşitlendirilir. İşçiden emekten yana her tavırlılık iktidara bariz ve galiz saldırı anlamında toplumun belleğine kazınır. Her yandaş ve yanaşma tavrı ondalık ve odalık aşamasında ödüllendirilir.
 
Bunca ödül ve ceza bolluğunda bir güne hapsolmuş sessiz işçi emekçi çoğunluğun ve çoğunluğun ve de taraftarlarının bir günlük de olsa içinden geleni haykırması zorlaşır. Yürekler sıkışır. Zaten istenen de budur…
 
İşte bu 1 Mayıs denilen emek günü, şu sadece bir günlük işçi bayramı neden herkese batar, dünyada bir tek şu memlekette neden gayrimeşrulaştırılır büyük muammadır. En özgürlükçü geçinenler de dâhil hepsi şu ülkeyi hakkıyla yönetemediklerinde ilk iş 1 Mayıslar yasaklanır. 1 Mayıslar meydanlara yasaklanır. Meydanlar işçilere, bayramcılara kapatılır. Sembol meydanlara 1 Mayıs günü emekçiler, işçiler giremez. Neden; Nedeni bellidir aslında ama hiç önemsenmez.
 
Çünkü 1 Mayıs gayrimeşrulaştırıldıkça, gayrimeşrulaştırılmaya çalışıldıkça koca yılda bir tek gün haykıran sessiz işçi emekçi çoğunluk egemenlerce nasıl bir hayata mahkûm edilmişliğini ve hakkınca yönetilip yönetilmediğine hiç bakmaz, baksa da sorgulamaz…
 
Yani birilerinin işlerine öyle geldiğinden kuru gürültü görülen, diğerleri sessiz çoğunluk için istek, arzu, talep, hak hukuk, adalet, doğruluk dürüstlük, bayram seyran… görülen gün sözde memleket faydasına feda edilir.  
 
O halde erken baskın seçim arifesinde yapılması gereken birilerinin her masum başkaldırıyı ve eylemliliği niçin yıkıcı gürültü, kuru gürültü olarak gördüğünün sandıkta hesabının görülmesidir…
 
Söz işçinin, emekçinin…

27 Nisan 2018 Cuma

AYDINLANIŞ DESTEKLİ GERİCİLEŞME…

AYDINLANIŞ DESTEKLİ GERİCİLEŞME…
 

Aydın nesil, aydın zümre derken zaman ve mekân çizgisinde yaşanan kışkırtıcı kırılmalara karşı koyulamadı. Sonuç ortada. Ve kim ne derse desin yukarıdaki başlık başa geldi; Aydınlanış destekli gericileşme…
 
Hele son on yıllarda erken baskın seçimlerle oylama, kollama dizisiyle memleket başka bir şeylere, bambaşka yerlere kodlandı. Hem de en aydınların veya aydın görünen veya da öyle geçinenlerin yetmez ama evetçiliğiyle. Bu sesli kabulleniş bu sessiz günleri hazırladı. Şimdi son pişmanlık fayda sağlayacak mı yoksa herkes sallanacak mı görülecek.
 
Zaten Asya atalet Avrupa adalet diye diye biz memleket olarak ortada yalnızlaştık. Yanlışlara boğulduk. Asalet kaybettik. Yaşam ve dünya görüşü açısından da iyice bağnazlaştık. Modernleşmenin klasik tarihinde hep en gerilerde kaldık. Yobazlaştık. Yeri geldi kopyaladık, zamanı geldi her türden anlamsız değişime saplandık, şartlandık. Yozlaştık.
 
Böylece Salt bilgi ve bilinçdışı kavrulmaya endeksli bir durağanlığa mahkûm edildik. Daima muhakeme etmeden, analiz etmeden her modele ve pratiğe kapılandık. Teori pratik birlikte yürütülemediğinden devlet düzeni de bozuldu. Bozduk.
 
Yani bol çalkantılı bilim ve bilinç akımları tarihi ve coğrafyayı değiştirdikçe beslendiğimiz öz kaynaklarımız da bir bir kurudu. Kuruttuk.  Akıl ayrıntılarda boğuldu. Vurulduk, asıldık, boğulduk.  
 
Tarih yazıcılarının notlarına bakıldığında ciddi aydınlanma dönemlerinde farklı farklı senkronlara tutsaklık görülür. Bu tutsaklık baş gösterince ister istemez gösteriler başka yerlere kaydı. Bu baş gösteri yani yargılayan ve yargılanan türden bir kültür oluşması işleri daha da bozdu. Bu bozulmalar toplumda nedense pek yadırganmadı.  Bu yüzdendir bu memlekette değişimin ve değiştirmenin zorluğu. Zaten değişmedi de. Bir yığın aydın bu yolda yok olmuşken bir kesim yan geldi yattı. Zamanını bekledi. Zaman ve mekân ayarlanınca da, elde kalan yorgun ve sahte aydınlarla buluşma gerçekleşti; Aydınlanış destekli gericileşme…
 
Peşinden tam sömürgeleşme. Yoz kültüre adaptasyon yaygınlaştırması. Tepkilerin kısılması ve kısırlaştırılması. Sonuç eskide benzer süreçleri yaşamışlıkların hiç görülmemesi, görülmezden gelinmesi. Aydın olmanın damar tıkanıklığı yarattığı memleketlerin başında maalesef bu memleket gelir. Eski tarihlerden beri böyledir. Diş kökü batılılaşma olan her değişim ve reform hamlesi her seferinde Asyatik öze takılır. Bu yüzden arada kalmışlar hiç ilerleyemezler.
 
Oryantal dünyanın kaderidir bu durum…
 
Eski çağ doğuludur. Doğu daima yeni ve yakınçağın çok uzağındadır. İşte negatiflik hep bundandır. Yarı doğulu yarı batılı davranıp hanedanın kutsallığına tapınmadır. Başka çare kalmamıştır tezine sığınmaktır. Aydınlanma ve aydınlanış ise asla bu değildir.
 
Zaten modern kurumlaşma gerçekleştirilemedikçe her daim otorite boşluğu doğar. Olmuş dolmuş derken otoritenin zayıflığı bölgesel ayaklanmaları da doğurur. Anlamsız ve tabansız tüm ayaklanmalar da doğuludur. O baştan ayağa tüm ayaklanmalar aynı zamanda aydınlarını yer bitirir. Kimin öncülüğünde çağın ideolojilerine bir uzaklaşmadır, çağdışı dünyaya yakınlaşmadır hiç önemsenmez.
 
Oryantal zihniyetin kaderi de budur.
 
Yüzde yüz aydın duruşun, aydınlaşmanın atışmalık bilgiyle dünya biçimlendirme gayesi ulusların tarihini aydınlanış temelli ayaklanmalar belirler tezi de bu memlekette hep bir şekilde çürütülür.
 
Şimdinin şekli şemali işte hep o kültür çürümesinin ürünüdür. O baş belası çürüyüşün ilk tercihi Asya'da din mezhep ayrışması ve savaş, Avrupa'da ise eşit bölüşme ve başka yapacak iş kalmadığından sonsuzu yakalama düşü kurmaktır. Gerçekleşir veya gerçekleşmez ama bizde yüzleşilen hiçbir akıl buluşmasının ürünü olmayan ölçüsüzlükle aydın nesil aydın zümre derken Asyatik öze uymayan  bir aydınlanış asileşmedir.
 
En alasından asileşilir ama  asıllaşılamaz ve asilleşilemez. Bu memlekette kolay kolay bir şeyler değişmez.
 
Şimdilik durum kısaca bu; Aydınlanış destekli gericileşme. Yakında söz millette…

26 Nisan 2018 Perşembe

‘BEŞERDİR ŞAŞAR’ SEÇİMLERİ…

‘BEŞERDİR ŞAŞAR’ SEÇİMLERİ…
 
Bu garip ülkede, on yıllardır siyaseten ‘beşerdir şaşar’ en akılcı yönetme ilkesidir. İradenin şaşmazlığı üzerine hiçbir zaman kurulamayan bu sistemde, ‘beşerdir şaşar’ yalnızca bir kaçamaktan ibarettir. İktidarın meşruluğu için, haklılığının her koşulda kanıtlanması ve yığınlaşan olumsuzlukların geçici olarak göz ardı edilmesi için tek çıkar yoldur ‘beşerdir şaşar’ tekerlemesi…
 
Siyasal iktidarların meşruluğu değişik kaynaklara bağlanarak aklanabilir. Değişik organlar eliyle her menfi tutum doğru gösterilebilir. Halkın tercihleri ile oynanabilir. Toplumsal dengeler bozularak meşruluk zora dayalı uzlaşma zeminine aktarılabilir. Mal mülk, hak ve özgürlükler bağlamında yaratılan korku imparatorluğu ile meşruiyet dayatılabilir. Kuvvetler ayrılığı prensibi tersine çevrilip birliğe, birlik hissi tek bir yönetene emanet edilebilir. Oligarşik bir yöntem kullanılarak meşruluk en ücra katmanlara dek şırıngalanabilir. Meşruiyet kazanımı Meşrutiyete devredilebilir. Yani yeni demokrasi açısından nice şık olmayan gerginlikler yaratılarak, küçük otorite merkezleri kurularak, lafta meşruluk çağrısı daha da azgınlaştırılabilir.  
 
Yetmez ise sınırsız bir otorite kurgusu ile devletin emredici üslubu harmanlanarak tek elden sakınmadan kullanılabilir. Temel ideolojisi olmayan bu ideolojisizlik en geçerli akça gösterilip meşruluk bile sıradanlaştırılabilir. Her türlü baskı ve baskınların amacı, baskın erken seçimlerin nedeni, iktidarın meşru sınırlamaları sayılarak işleme koyulabilir.
 
Odur budur binlerce milyonlarca demokrasi ile bağdaşmaz, antidemokratik uygulamalar iktidarın meşruluğunu kanıtlamak adına sıralanabilir. Yine de kanıtlanamaz ise ‘beşerdir şaşar’ can simidine sığınılabilir.
 
Ama her şey kullanılsa da, her şeyi yapmak iktidarın en tabii hakkı olduğunu asla meşrulaştıramaz.  O yüzden en yalın yönetme hakkını veren ve kutsayan çıkış yolu bellidir; ‘Beşerdir şaşar’ yani şaşkınlık ve şaşırma temelli sevk ve idareden kaçınmak. Aşılmaz, açılmaz görülen kapıları açar, meşruluğu tesciller o laftan uzak durmak.
 
Kaçınmak ve uzaklaşmak gerekir çünkü yetki ve otorite karmaşasıyla ortaya çıkan ya hep ya hiç radikalizmi de bu kapının ürünüdür…
 
Devlet elitleri, keyfi yönetmenin en son aşamasına gelindiğinde bu kapı kulluğuna kodlanırlar. Eşik atlanınca eksikliği hissedilmeyecekler kim derseniz ‘beşerdir şaşar’ olanlardır. Gerçi en kolay yönetme ve yönetilme malzemesi yapılsa da keskin irade ortaya koymadan olmaz.  Siyasette on yıllardır ‘beşerdir şaşar’ kavramı beşeri şaşırtmak maksatlı kullanılmaktadır. Sık aralıklarla sarf edilen ‘beşerdir şaşar’ daima masalsı ve büyülü atmosfer yaratmak üzerinedir.
 
O yüzden ‘Beşerdir şaşar’ olmamak için, yaklaşan seçimlerde ‘beşerdir şaşar’ diyenlere ve her karşısına çıkan ‘beşere şaşanlara’ sert bir cevap vermek gerekir.
 
Söz milletin; bu beşersi şaşkınlık yeter…

24 Nisan 2018 Salı

“AKP’NİN ARTIK TÜRKİYE’Yİ YÖNETMEMESİ GEREKİR…”

“AKP’NİN ARTIK TÜRKİYE’Yİ YÖNETMEMESİ GEREKİR…”
 
Tarihte çığır açan devrimlerle ‘Ulus Devlet’ olunur. Güçlü bir lider öncülüğünde kurulur…
 
Her Ulus Devletin arkasında bir kurucu millet ve kurucu mitos söz konusudur. Kurulan devlet ise modernleşmeye koşut bir halk bütünleşmesinden beslenir. Veya bir Kurtuluş Mücadelesidir verilen. On yıllarca övünülen. Kurucu mitos olmaz ise hele tam bağımsızlığın tesisi için uğraşan bir Ulusal Kahraman bulunmaz ise hiç devlet olunmaz. Ulus olmaya ortak coğrafya, kültürü birliği, dil ve din birliği elbette şarttır. Ancak çoğu kere bunlar bile yetmez.
 
Ulus devlet oluş; dünya tarihine damga vurmuş kalıcı devrimlerle olur. Ulus devlet kurucu mitosun sağlam karakteriyle karakterlenir. Alametifarikası ise uygarlaşmadır, medeniyettir. Muasır medeniyet seviyesidir. Ulus devletleri diktatöryaya veya dikta rejimlerine yaslamak ve öyle göstermek küresel dünyanın bin türlü oyunundan biridir. Büyük haksızlıktır. Sistemli bir siyasal düzen dizaynına atılan kanlı çengeldir. Atılır çünkü ulus devletler de büyük sermaye ve yerli işbirlikçilerce sömürülürler ama arzulanan oranında sömürülemezler. Ulus devlet aşırı sömürüye engeldir. O nedenle yıkılmaları istenir.
 
Yıkım içten dışa planlanır. Realite odur ki dünya üzerinde sadece despot iktidarlara karşı ayaklanılır. Ayaklanışın öncüsü her kim ve grupsa o lider olur. Veya allanır pullanır lider yapılır. Kurgusal lider yaratılır. Yani ulus devlet demokratik bir düzen öngörmüyor diye alt edilir. Yerine kurgulanan sistem ise daha klasik despotizm getirir.
 
Yani büyük sermaye el birliğiyle yıkılan ulus devletlerin yerine politik teorisi olmayan dünyada yeri yurdu kalmamış küresel dayatı devletçikler oluşturur. Kurdurur. Özel yetiştirilmiş lider vasfında rezervasyona tabi ve ancak eline tutuşturulan reçeteleri uygulayan bir önderlik söz konusu olur. Kendi döneminde çığır açan devrimleri gerçekleştiren demokratik model, bu karşı devrimlerle yıkılır.
 
Zaten lider ve avanisinin yaşam öyküleri irdelendiğinde işin iç yüzünün farkına varılır. Atılan ilmekler asla birbirini tutmaz. Karşılaşılan sökük dökük toplanma kampı piyasacılığıdır. Sözde ilahi ama bu dünyalık gizli bir elin dokunmasıdır sanki başa geçiş. Bu başa geliş başbuğluk ve temel reislikten beslense de millet de kısa süreli tutar. Çünkü var oluşları resmen Ulus devlet kavramına ihanettir. Yapılanların bedelini ise bu dünyada ödemek bilinen gerçektir.
 
Dünya ölçeğinde ulus devletlere yapılanlar ortada. Hatta zaman denk düşürülür kurucu milletine ve kurucu önderine kadar dil uzatılır. Yani Ulus Devlet aslında yıllar içinde içten içten kendi kendini yer bitirir. İçindekiler, içindekileri kusarak çok uluslu ve uluslararası sermayeli kumpaslara zemin hazırlarlar. Büyük sermaye de gelir onları toptan yutar.
 
Oysa ulus devletler kendini kuranları ve temel kuralları, kuruluş aşamasında canlarını feda edenleri hiç unutmaz. Unutmamalıdırlar.  Unutmak tercihi yoktur seçeneklerde. Ulus devlete inananlar ve idarecilerinin beyninde hep vardırlar. Var oluşun yegâne nedeni onlar ve temeli millettir. Onların kodlarında hakikat ve gelecek kaygısı yatar ilelebet. Devrimleri anarlar ve inanırlar. Milli gün ve haftalarda kurucu ide törenler ile kutlanır. Denilenin aksine asla bir kutsama değildir. Hayata geçirilen izleyicili devrimci bir role bürünmedir. Bölünmeyi izleyen bir rol modele direniştir.
 
Ancak gün gelir tüm bu teorik yapılanma ve pratiksel karakter sert ideolojik ayrımlar öne sürülerek bozulur. Farklı farklı sudan sebep olayların şekli şemali ile oynanarak malzeme yapılır. Kurucu ayarlar bozulur. Kurulu sistem dünyada hiç örneği bulamayanlar ile kıyaslanır ve yerden yere vurulur. Ağdalı bir taraftarlık yaratılarak sömürgecilik batağına saplanılır. Antik söylemlerle yeni öncüller ve yerel ayrılıklar planlanır.
 
Büyük sermayenin programladığı istenen ve beklenen sonuç işte budur. Temel içgüdü ezici itirazlarla karşılaşılmadan ulus devletlerin diz çöktürülmesidir. Aslı astarı içten içe çökertilmesidir. O yüzden tarihte çığır açacak bir seçime doğru sürükleniyor memleket. Erken baskın olmasına rağmen beklenenin aksine Ulus devlet inancı pekişecek gibi görünüyor. Bu kez Millet başına örülecek çorabın ve geleceklerin farkında gibi.
 
Ve söz milletin; Gerekçeleri herkesin kendine göre ve de tartışılabilir ama şimdiden ‘ AKP’nin artık Türkiye’yi yönetmemesi gerekir’ diyenler çoğunlukta…

CHP’NİN TÜRKİYE’Yİ YÖNETMESİ GEREKİR…

CHP’NİN TÜRKİYE’Yİ YÖNETMESİ GEREKİR… 
 
Kim ne derse desin erken-baskın seçim kararı ile gelinen aşamada ortaya çıkan sonuç: Başkanlık, partili cumhurbaşkanlığı ve tek liderlik sorununu aşmak için CHP’nin Türkiye’yi yönetmesi gerekir, gerçeğidir...
 
Yani dibe vurmaya ramak kala Memleket, millet elini vicdanına koyarak yıkıma dönük 'Yeni bir Türkiye’ oluşmasına izin vermemelidir. Yetkiyi, yeniden parlamenter sisteme dönecek olana, TBMM’ye eski gücünü iade edecek olana vermelidir. Despotizmi değil demokrasiyi istemelidir. Yoksa bugünkü mevcut siyasi parti iktidarı ve kör taraftarlarıyla bu memleket düzelmez. Daha betere gider. Tüm söylenenler iddia ve beklentilerin ötesine geçmez.
 
Diğer taraftan da, muhalif kesimdeki bu mevcut kadrolar ‘tam bağımsız iktidar getirmez' tezinin tersine bir duruş sergilenmelidir…
 
Özellikle yakın gelecekte memleketin esenliği için millete en yararlı olacakların seçimi gözetilmedikçe oluşan tabloya bakmaya yürekler dayanmaz. Dayanmayacak. Eskinin aynı sonuçlarla karşılaşılır. Karşılaşılacak. O yüzden bir kez daha negatif bir sonuç almamak için realist olmak, dost doğrucu davranmak esastır. Bu gidişatın usulden değil esastan bozulması acil gerekliliktir. Yani pozitif bir sonuca ulaşmak için sıradanlaştırılamayacak radikalist tavır ön şarttır. Öylesine Nirvana’ya ulaşılmış veya yaklaşılmış gibi davranmak yanlışta ısrar ve boşa inattır.
 
İşte o yüzden genel geçer gerçek; artık CHP’nin Türkiye’yi yönetmesi gerekir, gerçeğidir...
 
CHP yönetmelidir çünkü şu son günlerde yaşananlara, bayramlık ağızla konuşmalara ve yerli yersiz atışmalara bakıldığında sözde katılımcılığın sonunun geldiği, getirilmiş olduğu apaçıktır. Şimdi bu batık ve yatık durumu, evrensel normlar, kuruluş ideolojisi ve temel dayanaklar ve programlar uyarınca hakkınca düzenlemeyi benzer zihniyetlerden beklemek eyyamcılık olur.
 
Kim ne derse desin baraj sorunu yaşasın yaşamasın seçime girme zaptına yazılmışlara bakıldığında diğerleri ile aynılaşmayan bir tek CHP var. Memleket ve millet bir kez olsun ‘yeter yetki sende kardeşim,  bundan sonra beni hiç iktidara getirmediniz diye mazeret arama’ demeli ve oyunu CHP’leştirmelidir.  Aksi halde memleket ve millet bir kez daha yedi düvel ile karşı karşıya kalır. Bu kez tümünü denize döküp dökemeyeceği ise muammadır.
 
Ayrıca bu memleket CHP kültürü ile kurulmuştur,  bu millet bir kez daha CHP kültüründen beslenerek yenilenmelidir…
 
Vatansever millet iradesi de, yurtsever siyasetçi analizciliği de bunu gerektirir. Her şeyi zamanlı zamansız gelişmelere bağlayarak beklemekle, ufuk ötesini görmemekle, dağın ardında olan bitene duyarsız kalmakla, sürekli akıl fikir değiştirerek, en makul ve makbul fikri kabullenmemekle, sindirmekle olmaz. Şimdiki siyasetin özeti budur ama o da değişmeli, değiştirilmelidir. O halde realist siyaset yaptığı analizler doğrultusunda sürekli ilerici ve devrimci yol ve yöntemler aramalıdır. Temel anlayış, temel değerler doğrultusunda var olanı devam ettirmek değil daima değiştirmek olmalıdır. Yıkmak ve bozmak değil.
 
Bu gün en geniş kapsamda temel ilkeler ile bütünleşme ilkeliliği tüm deformasyonları yener, en yıkılmaz görüneni ezer geçer. Ancak bu CHP’nin bir dönem yaptığı gibi 'devşirme adaylar ile olmaz'. Aynisi tutum partiye zarar ve partiye emek verenlerin emeğini hiçe saymak ve geçmişten ders almamak demektir. Yani CHP kendi değerlerine, kendi kadrolarına döner ve devşirme arayışını bırakırsa memleket ve millet de yüzünü CHP’ye döner.
 
Zaten son ve sol tahlilde; memleketin bu hiç de gönülden arzulanmayan eriyişi asla tarihsel bir olgu veya siyasi bir realite değildir. Asıl tehlike yetkiyi memleketi bu hale dönüştürenlere veya benzer zihniyete tekrardan vermektir.
 
İşte o yüzden genel gerçeklik; CHP kültürü ile kurulmuş bu memleketin,  bir kez daha CHP kültüründen beslenerek yenilenmesi lazım olduğu ve CHP’nin Türkiye’yi yönetmesi günlerinin gelip çattığı gerçeğidir…
 
Söz milletin…

22 Nisan 2018 Pazar

"BUGÜN 23 NİSAN, NEŞE DOLUYOR İNSAN”…

"BUGÜN 23 NİSAN, NEŞE DOLUYOR İNSAN”…
 
Geçen yıl ki bayram makalemize; ‘Bugün 23 Nisan, tasa doluyor insan’ diye başlamıştık. Başlığımız da öyleydi. Sonu da. Duyduğumuz tasa harbi tasaydı, en okkalısındandı. Çünkü yaklaşık yüz yıldır süren Cumhuriyet ve 23 Nisanlar ile diğer bayramsal heyecanlar tarih olmak üzereydi. Ancak bu bayram arifesinde memleketi kuran parti CHP’nin tarihi ‘demokrasi hamlesi’yle iç karartan durum bir nebze olsa da ferahladı. Umut var gibi görünüyor. Veya uçurumun tam kenarında bir kez daha umutlanıldı. Belki bu hamleyle ‘Büyük demokrasi uzlaşısı’ yakında gerçekleşebilir. Onun için "Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan” demek istiyoruz. Aynen çocukluğumuzdaki gibi…
 
Ancak akılda ve yüreklerde öyle anlar ve anılar var ki neredeyse hiç unutulmayacak türden. Daima bitmeyen isyanı tetikleyecek türde neler yaşandı neler. En son hiç gereği yokken dayatılan, dayatma –baskın seçim çıkışı gibi. Ben istediğimi yaparım sizde kabullenirsiniz tarzında gündeme alınan erken seçim, ’24 Haziran Sivil Darbesi’ gibi. Ama tutmadı sanki bu gizli emel. Şimdi iktidar ve iktidarın eteğine yapışanlar tutuşacak gibi.
 
Neyin karşılığıdır bilinmez emperyalist istilacılarca tırtıklanan haritalardan, acı veren kan kavuran sınır ötesi savaşlardan, yaşamın kıyıcığından geçerken aile ocaklarını dağlayan ekonomik buhranlardan, ileride karşılaşılacak daha da derin uçurumlardan veya dibe çakılıp çok milletli çapraz ateşlerden kurtulma şansı bir anda CHP’nin sahneye koyduğu bu on yılların ‘demokrasi hamlesi’ ile doğdu. Sözde yeni ileri demokrasiye ve yeni geri Türkiye’ye kurban edilen,  küllerinden doğup topluma tam özgürleşmeyi sunan Cumhuriyetin yaşaması ve yaşatılması için bir ümit ışığı yakıldı.
 
O nedenle "Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan” demek istiyoruz. Aynen ilk gençliğimizdeki gibi…
 
Rejim yine bir nisan ayında değişmişti ve değişen rejimle Büyük Millet Meclisi pasifleştirilecekti. Böylece birçok temel unsur yerine ikame edilecek uydurma mizansenlerle her şey tersine çevrilecekti. Belki de 23 Nisanı sadece çocuk bayramı kapsamında görmenin bile marifet sayıldığı zor günler kapıya dayanacaktı. Bu nisan da kor gönüllere bir kıvılcım sıçradı.  
 
Hem de tam 23 Nisan öncesinde. O, 23 Nisan ki; “Milletin Kayıtsız Şartsız Hâkimiyetinin’ adıdır. Altı yüz yıl süren mutlak hâkimiyetin emperyalistlerce tarih sahnesinden silinme operasyonunun ve Türklerin tarihten ebediyen soyutlanma idesinin püskürtüldüğü, direnişler, savaşlar ve diplomasi ile idealizmin sınırlarını zorlayan türden bir dirilişin kutsallaştığı gündür. İşte o günün ‘23 Nisan’ın arifesinde her ideolojiden insanı titreten, kendine getiren, mazlumları ve masumları anında içine çekecek bir devrimci siyasal gerçeklik yaşandı.
 
Sanki on yıllardan sonra yürekler bir kez daha “Bu gün 23 Nisan, neşe doluyor insan” diye çarpacak... 
 
Memleketi karartan 12 Eylül faşist darbesi sonrası katıksız faşist Milli Güvenlik Konseyi tarafından kanunda yapılan değişikliklerle çocuklaştırılan ‘Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda “Ulusal egemenlik” tırpanlanmıştı. Gün faşizmin devamı iktidarlarca Ulusal egemenlik temeline dayanan, halk hükümetinin kurulması ve Cumhuriyetin ilanına öncülük etme gerçeğine asla uymayan türde müsamerelik yönetimlerle resmen panayırlaştırılmıştı.
 
Yaklaşık kırk yıl sonra yıkılıştan küllerinden doğuşa, kutsal isyan ve milli başkaldırıdan kuruluşa, hiçe sayılanlar yok sayılanlara, yediden yetmişe yetmiş küsur milyona yeniden tam demokrasi anımsatılacak günler geri geliyor gibi. Özellikle son on küsur yılda artarak yoğunlaşan baskı ve son ayağı ’24 Haziran Sivil Darbesi’nin önü şimdilik alındı. Tuzak tersine döndü. Gasp ortadan kaldırılacak gibi. Bu demokrasi hamlesi en ücralara kadar uzanacak, on yıllarca hakkınca okumadan, okuyup anlamadan veya görmezden gelinerek biçimsizleştirilen ve yapılandırılan katmanlar ve siyasal tutumun sonu gelecek gibi. Zaten 21, 22, 23 Nisan günlerinin önemi, Kurtuluş Tarihi ile de sabit.
 
Şimdi iktidar akıl fikir tutulması yaşanacağı muhtemel ’24 Haziran Sivil Darbesi’ni uygulamak için planlı programlı bambaşka tutku ve tutumları da oyuna sürecek gibi.  Tüm kutsallara, kutsal sayılanlara, belli başlı hassasiyetlere tekrar tekrar dokunulacak gibi. Ancak bu kez kirli oyunlar tutmayacak; tıpkı 21 Nisan ile başlayan 22-23 Nisan ile noktası koyulan kutlu yürüyüşün başladığı günlerdeki gibi…
 
Büyük Nutuk’tan: “Büyük Millet Meclisi’nin toplanışını ve açılmasını sağlamaya çalıştığımız günlerde bizi en çok uğraştıran bazı bölgelerde başlayıp, bazı yerler üzerinden Ankara’ya yaklaşacak kadar genişleyen ‘gericilik ve isyan dalgaları’ olmuştur.
 
Ben bir taraftan bu dalgaların durdurulmasına çalışırken, bir taraftan da Ankara’da toplanmakta olan ve genel durumu daha iyice bilmeyen milletvekillerini dehşete düşürecek olaylar karşısında bırakmamak ve böyle durumların ortaya çıkmasıyla Meclis’in toplanamaması gibi uğursuz ihtimalleri önlemek çarelerini düşünüyordum. Bunun için Meclis’in açılmasına acele ediyordum…”
 
22 Nisan 1920’de Temsilciler Kurulu adına Mustafa Kemal kısa bir tebliğ yayınlar. Tebliği; bütün valiliklere, müstakil sancaklara, ordu ve kolordu komutanlarına, tümenlere telgraf çektirir. Telgraf; “Dakika geciktirilmeyecektir…”talimatıyla çekilir. İçeriğinde; “Tanrı’nın lütfuyla Nisanın 23. günü Büyük Millet Meclisi açılarak çalışmaya başlayacağından, o günden itibaren askeri ve sivil makamlarla, bütün ulusun tek merciinin ‘Büyük Millet Meclisi’ olacağı bilgilerinize sunulur.” Yazar…
 
Bu yıl ki bayram makalemizi; “Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan” diye üç noktalıyoruz. Ayrıca sonu ne getirecek neler götürecek bilinmez ama yine de bu demokrasi hamlesi vatana millete hayırlı olsun diyoruz…

20 Nisan 2018 Cuma

KIRILGAN DEMOKRASİ SEÇİMLERİ; BASKIN…

KIRILGAN DEMOKRASİ SEÇİMLERİ; BASKIN… 
 
Kırılgan demokrasilerin düz ve kesintisiz bir doğru üzerinde ilerleyişi mümkün olmaz. Çünkü keskin kırılma dönemlerinde otoriteye ve zor kullanmaya dönük hamleleri, hamileri ve kanileri olur. Bu hamilerin ve kanilerin de en umulmadık anda sonuçlarına katlanılamaz hamleleri, ağız birliği edilmişçesine ortaya attıkları ve uygulamaya koydukları ‘baskın seçimleri’ olur…
 
Olur, olmaz bu atılımlarda güçlü çözümler ve çözüm yolları üretmek ve önermek, ümide ve üretiye ortak olmak, uzmanlaşmanın ve kadrolaşmanın önünü açmak da hiç bulunmaz. Mevcut kırılgan demokrasilerin başlıca özelliğidir bu bataklık teorisi. Ve dahi gereğidir. Son on yılların da acı gerçeğidir. Yani katılımcılık sadece reklamlar kısmında kalır. Etkin olmak ve etkili bir tavır göstermek ise ancak bağcı dövmekle olur. Çavuş üzümünü de hep başkaları yer. Bu keskin sirke tavır ve küp akılla doğrudan demokrasi ve temsili demokrasi ayrımında bilerek ve isteyerek yollar ayrılır. Yol erkân bilmeyenler de bir güzel kandırılır. Sonra gelsin erken, erken olduğundan gayrı baskın seçimler. Gitsin eskiler. Eskilerin deyimiyle ‘baskın basanındır’ hikâyesi…
 
Böylece en ayrıntısına düzgünce işleyen düzenek bir şekilde ayrıntılarda boğulur veya ezberci ve toptancı el değiştirir. Sonra doğru yanlış önerilen ne varsa reddedilir. Öyle ki değiştirilemez denilenler dahi farklı yollardan halledilir. Fabrika ayarları ile oynanır. Nihayetinde misyoner düşünceler tuzağına düşülerek Demokles’in kılıcından boynu kurtarmak zorlaşır. Kırılgan demokrasilerde çare çoktur denilir ama o da tutmaz ve olmaz. Demokles’i yok saymakla da olmaz. Es geçmekle de…
 
Hal böyle olunca ‘Demokles’in Kılıcı’ erken veya geç hiç fark etmez, miladın dört asır öncesinden bu güne tarihi yanılsamaların, irade kırılmalarının ve realiteden kaçışların üstünde kasıtlı veya kasıtsız dolaşır durur, sallanır vurur. Klişe kalıplara bağlanmış bu kırılgan demokrasilerin yani bu sözde ileri demokrasilerin rol model öncüleri de kendilerini kesinlikle Demokles ve kılıcından kurtaramazlar. Çünkü metazori dayatılan tarih bazen umulmadık biçimde tersine de işler.
 
O zaman da işler, kırılgan demokrasilerde ilerleyişin tek başvuru kaynağı bu Demokles, gerileyişin normal normu da atkuyruğuna bağlı kılıcı farz edilerek bir güzel halledilir. Bu zat daha kılıcını vurmadan göstermesiyle tüm alışkanlıklar kaybolur. Veya yepyeni alışkanlıklar anında millete mal olur. Bazen yangından mal kaçırmak için kullanıldığı olsa da aman olur, çare olmaz…
 
Doğrudan doğruya tarihe geçendir; tekli otorite tarih boyu kan, şiddet, zulüm ile koruna gelmiştir. Her aşamada hiçbir kimseye müdahale hakkı tanımayan bir zırh kuşanmıştır. Ve Demokles ile kılıcına zemin olmuştur. Çünkü küçük büyük yalanlar paylaştıkça demlenen kalite ve güveni yiyen oburlardır. Yalanların efendilerine yalın kılıç direnmek ise kutsal isyanın barutunu ateşler. En büyük günahlardan olan oburluğu def eder. Çünkü sadece ben deyip kibirlendikçe, çoğunluktan ayrıldıkça hakikatten de uzaklaşılır. Gerçeklerden kopulur. Üstelik demokrasi de kırılgan olunca kantarın topuzu hepten kaçar.
 
Kütüphanelerde ve arşivlerde yapılabilecek araştırmalar dünyanın birçok acı gerçeğini ortaya koyar. Kalıcı araştırmalarla görkemli görünen ne varsa topunun siyasal modernitenin çok uzağında olduğu anlaşılır. Toplumdan saklananlar çoğaldıkça da hiçbir iletişim tekniği çatışmayı önleyemez. O yüzden öneriler kısırlaşır ve kırılganlıklar demokrasiyi iç eder. Demokles’in kılıcı kesintili yanlışlar çerçevesinde kişisel doğruları da keser ve doğrar. Kırılgan demokrasiler de rotasını despotizme değiştirir.
 
Değişmeyen tek şey Demokles’in kılıcı bu memleketin tepesinde iki asırdır kendini hiç göstermeden, belli etmeden ama aşırı derecede hissettirerek sallanır durur. Güçlü yönetimler kurulmalı, kuruldu yalanlarıyla ayakta sallanan sistemler kurdurur, sonra dip yaptırır. Despot yönetimler ve özgür dünya arasındaki ezilmişlikle dünya medeniyetinin tersine tersine yol aldırır. Bir katkı ile bin milyon ah yaratır. Kurtarıcı diye ortaya atılır, başka büyük sürprizlere gebe ortamlar yaratır. Ayrılıklar ve ayrıntılardan beslenen yoz bir düzenek anında kırılan kırılgan demokrasilerin yerine monte edilir.
 
Başta sallanan ‘Demokles’in kılıcı’ sayesinde kırılgan demokrasilerin seçimleri de baskın olur. Hem de self servis usulü Anayasa’ya uydurularak yapılır. Olur olmasına ama bazen baskın basanın lehine sonuçlanacak görünse de tam tersi olur. Bakınız; yakın tarih kitabı, sayfa: ‘Anayasa kitabının’ atıldığı gün…

KOPYA SEÇİMLER


KOPYA SEÇİMLER

On küsur yıldır tek başına iktidar erkiyle siyasal hayata nota dayalı bir sistem, puana endeksli imtihan zincirleri ve kopya seçimler yaslandı…

Bu dünya imtihan dünyası lafazanlığıyla metafizik boyutta boğulma hissi ve korkusu egemenleştirildi. Yaşanan her anı din tetikler hale getirildi. Anıların çoğu unutturuldu. Ama iktidarın arzularına gem vurulmaz hale gelindi. Ve seçimli imtihanların çoğunda kopya çekilir oldu. Kopyacılık cana kana mala işledi. Mizaca işledi. Akla yakışır yakışmaz denmeden akıl duvarına yapıştırıldı. Bilinç altına zerk edilen mmtihanlı veya imtihansız bertaraf edilmeler seçimlerle kopyalandı. Gerçek oldu. Birbirinin kopyası seçimlerde hep millet kaybetti.

Hal bu olunca liyakat göz ardı edildi. Seçimlere dönük kopyacılık işin erbaplarını öne çıkardı. Ve hep onlar kazandı. Akıl almaz yarışlarda ahde vefa dürüstlük ve doğruluk feda edildi. Ölçü kaçtı. Doğal akış bozuldukça bozuldu. Arayışların temelinde hakikati bulmak varken mitolojinin tesirinde kalındı. Terazinin ayarı bozuldu.  Seçimlerde kopyacılık bezeli çıkış yolları, rakama dayandırılan kara balta sistem kabullenildi. Ve vaktinden önce zincirleme imtihanlara gereksinim doğdu. Hemen gelsin erken seçimler, gitsin kopya çekilen imtihanlar. Bir seçim biter diğeri başlar moduna dönüldü…

İlgi ve yetenek kıskacında geçen onca yılların geçerli nota tabi tutulup tutulmadığı hiç önemsenmedi. Gözler kapandı verildi reyler. Unutuldu peyler. Mazbatalara sığınılan, belgelere geçen, diplomalara yazılan ne var ise hak edilenin ötesinde hak edilmeyendir. Hak mahkumiyeti ve hak mahrumları çoğaldı. Seçim suyum derken ne kadar kopyacı olunduğu kopya çekildiği tespit ötesidir. Edilemedi de. Mühürlü mühürsüz, damgala damgasız hepsi bizimdir sayıldı. Kopya çekeni de, komple çalanı da gün gelir unutulur unutturulur savına sığınıldı. Tav tavlandı. Sandıktan ne çıksa baştacı edildi. Ancak hayal dünyası kısırlaştıkça rahatsız olan ne varsa ortaya dökülür. Her şey akıl düzeneğini zorlar. Ve zirveye çıkılan imtihan günlerini iple çeker ahali. Ahalideki bu sarsılma görülünce de anında çark edildi. Tez elden erken seçim…

Yine de bu dünya imtihan yeridir, güzel günler yakındır diye başlar suni dalgalanma. Yine resmen dalga geçilir milletle. Kopyacılık devam eder. Beklenenin aksi olursa yine seçim seçim üstüne gelir. Düşünme ve yorumlamaya zaman kalmaz. Belki çoktan seçme yeteneği kazanılabilir. Bu kazanım bilimsel eğitim dışı bir mecraya dökülür. Yine yeniden eskiye rağbet edilir. Yani yine kopya çekilir.

Bilimsellik ise ancak şüpheyle olur. Kopyacılık o kadar ileri gitmiştir ki seçim komutları üzerine kurulan bir sistem her seçimde kabullenilir. Bilinç kâinata katkı sağlama mekanizmasıdır ama birilerine hizmetçilikten başka işe yaramaz. Varlığın tesiri dünyayı hafifletmesi anlamında değil tersine nota ve notalara dayalı kopyacı bir sistemi sık ara seçimlerle dayatır. Sistem değiştirmek sandıkla sistem dışına itilir. Varsa yoksa ezberci ve kopyacı sistem. Devam eder…

Oysa deneyim aktarmayı çağın ilerisinde çağın gerisinde seçimlere montelemek imtihan zincirlerini katmerlendirir. Çileyi malum katmanlar çeker. Zaten bu dünya bilgiye açlık hissini başka yöntemlerle doldurdukça seçimlerde kopyacılık gelir aklın çeperine yapışır. Seçerken değişiklik göstermek zorlaşır, zorlaştırılır. İşte baskın erken seçim de bir kez daha bu kopyacı mantık güdülüyor ve güdüleniyor. Mevcudu korumak ve kollamak için…

Gözü açlara erken doyma hissi pompalandıkça sanki beyinlere yerleştirilmiş çiplerle yönlendirilmişçesine bir monotonluk sandıklara dizilir. Dünya meşakkati unutulur. Sandıklara atılan karneler kırıklarla dolu olsa da imtihan dünyası safsatasıdır.

Öyle ki kâinatı kâinat yapan beyin en basit haliyle dahi kullanılmaz. Kehanetlere savrulur pusulayı mühürleyen eller.  Egolar ve logolar doğrultusunda ana resme bakarak kopya çekilir. Nota ve verilen notalara dayalı bir sistem tespitlerin ötesinde bir kez daha en başa yerleşir.

İşte bu kopyacı zihniyet ve imtihanlı muhabbet uyarınca iki cihanda yetkilenmeye ve ebedi yerleşmeye acil cevaplar bulmak lazım. Bilince zerk edilen zehir zirveye doğru motoru tekletir diye beklemekle yol alınmaz. Bu kez on küsur yıldır tek başına iktidar erkiyle milleti ayrıştıran imtihan zincirleri ve kopya seçimleri tersine döndermek için çalışmak lazım. Yoksa, yoksası yok…

19 Nisan 2018 Perşembe

SEÇİM SARMALINA GİRİLDİ


SEÇİM SARMALINA GİRİLDİ

Kim ne derse desin doğrusu budur, Faşist 80 darbesi bu günün Türkiye’sini hazırladı. Askeri cuntadan itibaren başa yerleşen ‘tek başına iktidar heveslisi’ sivil cuntalarla Cumhuriyet tarihinin en büyük kayıpları peşi sıra geldi. Hele yaklaşık son on beş yıldır bu tekelleştirilen koltuk adamlığı ve koltuk adamı olmaya endeksli tek başına iktidar erki saklı hedefleri ayyuka çıkardı. Tüm temel değerleri bir bir yıkmaya yönelik seçimler yaparak ve seçimlerde felaketi görmezden gelecek siyasi kadroları seçtirerek memleketi bitirdi…

Şimdi yeniden seçim hem de erken ve baskın seçim. Kimin bu altmış günlük bir şeye, bu er doğan seçime ihtiyacı var ayan beyan ortaya çıktı...

Bu günden yarına bir yanda iki aylık süreçte kapı bekleyerek, el etek öperek, etek altına sığınarak koltuk kapma yarışı başlayacak. Hele reislik için öyle sıkı pazarlıklar yapılacak ki aklı bütün ahali kerhen oy verecek. Gönülsüz destekleyecek.  Yine yıllarca emek veren, bedel ödeyenler dışlanacak kenarda bırakılacak ve birileri milyonların emeğinin üzerine oturacak. Bahanesi de hazır erken seçim oldu ne yapalım. Ve eklenecek biraz hazırlıksız yakalandık sanki.

Oysa diğer yanda yanaşmalar ve beslemeler hazır kıta bekliyor. Herkesin rolü senaryoda yazılı. Çıkıp oynayacaklar. Tezgâh çoktan kurulmuş. Tezgahtaki mallar ciğerine kadar biliniyor. Ayrıca seçimin günü ve saatinde bile sözde kimseye çaktırılmadan çoktan anlaşılmış. Yani hazırlık tam.

Hani seçim yılı 2019 idi. Bu seçime karar verenlerin edisi büdüsü ne dedi durdu, hani gruplara da geçen geçen tüm gizli salvolarda asla erken olmazdı. Erkene alınamazdı. Hani 2019 ‘seferberlik’ yılı olacaktı. Tüm atmasyonlar birden yalandı yutuldu. Devlette ve ahalide geçim yılı sarpa sarınca minimum sürede hazırlanılacak seçime karar kılındı. Şimdi kandırmaca ürünü şükür namazları kılmaya başlarlar. Milleti namazla niyazla ayni safta saflıkla toplanmaya zorlarlar. Bu kez de emir demiri keser mi görülecek.

Peki asrın reisi ve AKP hükümetlerinden kurtulmak isteyenler, memleketin yarısı, diğer cenah, her zaman elini taşın altına koymaktan çekinmeyenler, her daim siyasi sorumluluk üstlenenler, misyon ve dava adamları, her ne pahasına olursa olsun zulme direnenler, bu kez kime ikna edilecek. Soru bu. En başa yine ılımlı kontenjan kullanılmasına bu kısa süre zarfında razı edilebilecekler mi? Ayrıca artık önseçimde yapılamaz, demek ki topyekun bir atama süreci yaşanacak. 80 faşist darbesinden bu yana yılların mücadelesine ömrünü verenler, hayatını hiçe sayanlar, aktif görev bekleyenler, yine kolayca gelenlere, kolay yoldan bir şey olanlara ve sıkıyı görünce kolayca gidenlere kolay gelsin diyebilecek mi? İşte diğer cenahın asli meselesi budur.

Öyle önümüzdeki seçim süreci seferberlik dönemidir, özveri dönemidir diyerek olmaz. Olmayacak gibi de görünüyor. Vefa, ahde vefa seçimin süre darlığına sığınılarak bir kez daha ıskalanacak görünüyor. Zaten seçimin baskın yapılmasının birincil nedeni işte budur. Yangından mal kapmak. Karşı safların sıkılaşmasını engellemek. Onlara güçlenecek zaman bırakmamak. O yüzden sık sık her elden her dilden seçim 2019’da denildi duruldu. Şimdi de çarkedildi.

Diğer tarafta bunların neler yapabileceği, yeri gelirse babalarını bile tanımayacağı hiç düşünülmedi, sorgulanmadı. Ve seçime hazırlanılmadı. Hazır olunmadığı bile biline hazırız denildi, geçiştirildi. Erki elinde tutanların geçmiş referanslarına hiç bakılmadı. Boşa zaman harcandı, güne özel muhalefet edildi.  Sonuç gerekçesine akıl sır erdirilemez bir karga tulumba kılavuz çıkışı ve reyisten iki ay sonrasına hazır olun emri. Bu emrivaki neticesinde mostralık acayip bir şaşkınlık.

Yıllardır siz de yönetemiyorsunuz, çünkü bu memleket iyi ve hakkınca idare edilmiyor siz de gereğini yapamıyorsunuz, ciddi muhalefet yapın diyenlere aba altından sopa gösterenler hadi şimdi bir çırpıda hazırlanın da görelim. Yollara, caddelere, sokaklara dökülün de size inanalım. Mahallelere, meydanlara çıkın da peşinize takılalım. Evlere hanelere girin de kucaklaşalım. Kar topağı misali misli misline büyüyelim. Zor elbet. Aksi halde gözlerde büyür her şey. Ve birileri malı mülkü kediye yükler, yine Üsküdar’ı geçer. Sakın geçemedi orada boğuldu demeyin. Malumat ortada.

Artık seçim sarmalına girilmiştir. Erken veya zamanında seçim hiç mühim değil, çünkü bu iktidarda ısrarcılıkla epey gecikilmiştir. Seçimler en kısa sürede yapılsa da bu gidişat gidişat değil,  işin sonu mutlu son değil. Bu maraz mantıkla, bu dar zihniyetle, bu kör bakış açısıyla yapılan siyaset memleketi daha kötü bir yere sürükler. Sürükleyecektir.

O yüzden 12 Eylül faşist darbesinden bu güne yaşananları bizzat yaşayanlar, kendini mevcudun dışındakilere kapatan topluma umut aşılamalıdır. Bu erkene alınan haziran seçimlerinin gerçekten son dönemeç olduğu, hiç de duygusal davranmadan en realist biçimde halklara taşınmalıdır. Taşıma suyla, siyasi önyargılarla, manidar bağlılıkla olmayacağı ve olmadığı makul dilde millete hatırlatılmalıdır.

Eğer geçmişteki gibi bu seçimlerde de ayni doğrultuda tıpış tıpış hareket edilirse iki ay sonra yine yeniden hatıralarımızı yazmaya başlarız…

18 Nisan 2018 Çarşamba

SEÇİM OLSUN BEDESTENDEN İÇERİ OLSUN…

SEÇİM OLSUN BEDESTENDEN İÇERİ OLSUN…
 
Seçim olsun demekle olmaz. Öyle erkene almalarla hiç olmaz. Jet hızıyla iki ay sonrasına tarih belirlemekle de yangından kaçılamaz. Geçmişte öyle seçimler var ki görünür görünmez tüm seçim canavarlarını anında yutmuştur. Devasa siyaset ikonlarını bile mikrolaştırmıştır. O nedenle küçük bir hücredir en korkulan. Kara deliktir. Korku nedensiz yere de değildir…
 
Bazen korkuyla karışık kurutan kuşkunun, suyolunda testinin kırılmasının, beter batmışlığın, iyiliğin kötülüğün, güvenilen aşırı bağımlılığın, ölüm kalım arasında kalmışlığın neticesinde seçimler zorunluluk olur. Bin oyun bin bir dalavere millet bir anda sandığa çekilir. Amaç başka, sözde sinei millete dönmektir.
 
Bazen seçimler tüm kaynakları kaynakçıları, toptan çalanı kesat çaları ters düz eder. Hesapları ters yüz eder. Ak, akıl, ten, beden, istenç ve inanç yoğunluğu arasında kimselere zevk bağışlamaz. Fırsat tanımaz…
 
Her seçim sonrası ise kazananı enikonu bir yerlere hizmet eder. Pozisyon pudralı yüzleri baştan çıkaran kara meleklerin meltemi olur. Ve bir kaç bölümlük iktidar hikâyesidir kapışılan. Heyecan düş ile gerçek arasında USA yayılır. Sırlar kapalı kapılar ardına taşınır. Sistem iki yabancı tek beden diye formüle edilir. Genele ise gen ve ten uyumundan bahsedilir. Arada bahsi geçenler de kaçak köçek bin kez uyutulur. Bölük pörçük rüyalara giren kimdir, bölen parçalayan kimdir anlaşılmaz. Pusula şaşar.
 
Geçmişten bu yana akılda kalanlar çekim merkezli bir ayrışma ve cılız ayaklanmalardır. Tüm zihinsel ve bedensel ayaklanmalar birden biter. Nihai nokta erken seçime endeksli ayak oyunlarına gelmedir. Ne cins bir laftan doğar bileti kesmek, küresellik üreten bir dünyada nabız saydırmak nedendir birbirine karışır. Şelaleden taşmaktır sandığa boğulmak.
 
Caka bedavaya teşvikte,  seçime doymak ise güçte birleşmedir. Sinei millete dönmek lafı ise kuyruklu yalandır…
 
Sınırların silindiği dünyada gerçekliğe tanıklık bilinmez varsayılır. Varsa yoksa erk ehil ile açıklanır. Oysa her seçimin çıkardığı sonuç işi ehline vermektir realitesini dışlar. O yüzden seçimin verdiği reçeteyi yırtmak gerekir ama o da anlaşılmaz. Yapılmaz. Biraz sonrasında ise kıymeti sonradan bilinecek tanıklıktır seçimi seçmek. Dar kısa paslaşmanın ve paslanmanın, durduk yerde sallanmanın aksi sedası kaotik bir ihtiyaçtır. En ihtiraslı anlar ise seçim aşkının izini sürmektir. Ten, beden ve istenç kıskacında istedik de olmadı aritmetik bocalamasıdır.
 
Kodlanan kıvraklık ve kerat cetveli buluşmasında kavuk giymektir. Bir öğreti silsilesidir karşı karşıya kalınan. Bilinmez ise sil silebilirsen türünden manevi ya da maddi aldatmacadır topu. Her türden anlatıyı da bir çırpıda kesinleştirme keskinleştirmedir erkene alınan her seçim.
 
Bazen bu seçimli tırmanışa yürek dayanmaz. Bakarsın dağcı da bağcı da yarı yolda biter. Yeter daha iyisi gelmez derken bazen de tam tersi olur. Birileri gelir alır götürür. Atı alan denizi geçti der mi demez mi işte orası bilinmez. Bilineni öyle seçimler yaşanır ki en nefes kesici andır bayrağı zirveye dikmek lakin dikilemez. İşte seçimlerin çoğunluğu böylesi bir tırmanışa gebedir. Kainata özgüdür, başka dünyaların tadı ve korkusu da çıkacak durumu değiştirmez.  
 
Seçimle gelmek öyle özlü felsefi izahı zor bir kutsanmışlıktır ki seçim olsun benim olsun, bedesten içeri erken olsun derken, bedenden içeri bir yok oluştur. Acemi devler diyarıdır bu kovalamacada diğer balkona atlamalar. Balkon konuşmaları ile devrilir asla devrilmez görülenler. Ve geceler güne ılık ve sıcak akar. Rıhtımın esintisi en ışıltılı sahnelerin peşinden sandığa boşalır.
 
Ve tüm bastırılmış duygular, yıllarca saklanmış olsalar da başyapıt gibi beklenir. Methiyeler ilk hamlede okunur biter. Ve tutkular hakikate yön verir. Seçime yönelik deneyimlerdir geleceğe şekil vermek. Ama seçim aşkına dönük hoşnutsuzluk artar. Yedi veren bir bedensel inşadır, ten ve istenç, beden ve kefen dalaşması.  
 
Yani bunalımdır özünde taşınan. Belki de bin seçim yapılsa en kudretli sesin bile meşrulaştırmayı beceremeyeceği bir eylemdir uçurumun dibinden kanatlanmak. Uçmak uçmak ve baş üstü taklalar atmak. Çakmağı çakmaktır belki de bu erkene çekilen seçim. Eldeki malzemeyi bilerek bir nevi yeni bir çarpışma kulübüne taraftarlıktır.  
 
Bastırılmış duyguların dozunda ölümsüzleşmek her seçimde üstünlük kurmak üstüne zehir zemberek duygusallıktır belki de. Kazanç üzerine kuruludur. Ahengi ancak ille de estetik kaygısı ile kültleşmeden kurtulunca belirir ve dirilir memleket.
 
Bu seçim de eğer derinde anlaşılıp, seçim olsun bedestenden içeri olsun, yine benim olsun doğrultusunda bir sonuca çıkarsa, özünde evrensel duyarlılığın karakteristik özelliklerini ve demokrasinin izlerini taşımaz ise hiçbir şey değişmez.  Ve korkuyla karışık bu süreçte, fedakârlığın entellektüel anlamda dışavurumları da işe yaramaz.
 
O zaman da aşk olsun demekten başka bir deyim çıkan manzarayı açıklamaz. Ona göre…

TOTALİTER TELEVİZYON REJİMİ…

TOTALİTER TELEVİZYON REJİMİ…
 
Totaliterleşen rejimin dayattığı yönetme şematiğini modern olgu algısı yaratarak gündeme taşımak resmen odur budur. Aslı ise şudur; televizyonları idarenin emrine vermek veya televizyonlardan memleket idare etmek. Yine kameralara seçim, erken seçim, baskın seçim ilanıyla gündem saptırmak...
 
Totaliter rejim sempatizanı ve ortakçısı görüntüsüyle bu radikal keyfiyetin egemenliğini ve getirip götürdüklerini anlayabilmek ise nedir ne değildir onu tarih yazacaktır…
 
Ancak totaliter model asla modern bir yönetsel mekanizma değildir. Olamaz da. Çünkü bu yapılar zemini pekleştirdiğinde bir ileri aşamaya geçerler. Toptancı bir ideoloji ile her şeyi önce tek bir lidere bağlarlar. Sonra liderin tek parti yönetimine geçiş hızlanır. Hız kestiği görüldüğünde ise yedekte tutulan diğer totaliter güç devreye sokulur. Mesele odur şudur ama aslı budur. Totaliter televizyon rejimi uyarınca da zoka halka yutturulur…
 
En sonra ne olur, şu olur; Hız kesmeyen totaliter rejim yeni bir hazla ve gazla kendine çalışan memleketi televizyon antenleri üzerinden elinde tutar. İtirazcılara karşı gizli polis servislerini kullanır veya yenisini kurar. Merkezi kitle iletişim araçlarını o veya bu yolla kendine mal eder. Devlet eliyle ve cevval satıcı alıcı maharetiyle künyesine istediklerini yazar. Ekonomiyi kendine bağlayan bir iradeyi tesciller. Hazine hesabını kendi tutar ve sözde kollar. Tüm devlet kurumları ve kitle örgütlenmeleri ile yönlendirmeler sıkılaştırılır. Toplum ile devlet arasındaki bağ koparılır. Köprüler yakılır. Uçurumlar netleşir. İyi veya kötü gidişat herkeslerden saklanır. Gerçek dünyadan ve ardı arkası gelmeyen şoklardan, artçı şoklardan millet nasiplenir. Lider ve partisi ne yapsa yapar ve doğrudur normaldir yargısı yaygınlaştırılır. Televizyonlar vasıtasıyla asıl normal olan ve yaşanılası dünya budur hayali pompalanır…
 
Tek gerçek vardır lider ve partisinin gerçekleri, gerçek saydıkları ve vaatleri. Tecrit edilmiş bir yaşam süren çanlı tepede ve dışarıda neler yaşandığını asla merak etmeyen ve şüphelenmeyen tabakalar, el altından beslenen beslemeler, işte bunlar o televizyonlarda otoriter sistemin, totaliter rejimin doğruluğunu ve kalıcılığını tatlı ve zehir dille değerlendirirler.
 
Tekelleşen iktidar erkini ve tekleşen televizyonları elinde tutan tek parti ve tek lider koyduğu kurallar ve çıkardığı sert yasalarla sivil iktidardan silahlı iktidara geçişin yolunu da aralar. Yeter yetmez yoğunvar savaşlarda yol bulur…
 
Hangi nedenle olduğu anlaşılamaz biçimde tek parti tek lider sempatizanlarının vesayet demokrasisi, demokratik oligarşi, geleneksel oligarşi, otoriter sistem, totaliter rejim ve diktatörlük kavramlarını bilmedikleri bilmek istemedikleri gün gibi ortaya çıkar. Çağın iletişim imkânları bu kavramlara kolayca ulaşmayı sağlıyor olsa da odur budur snopluğuyla işi şudura bağlarlar. Literatürden beslenmek yerine kolaycılığı seçip televizyonlarda anlatılanlara kanarlar.
 
Aslında bazı tezler ileri sürebilmek için polemik yapmadan rejimlerin değişim dönemlerini iyi ve doğru okumak gerekir. Yoksa kafalarda bin bir soru, abartı yüklü üslupla ana gemi medyanın filikalarına doluşulur. Sıkıntı yok dağınıklığı biz toplarız işleri düzeltiriz diyenlere inanılır.
 
Yani bu neredeyse on yıllardan sonra renkliliğini ve çok sesliliğini yitiren tek kanal televizyonlardan beslenmek kötümser bir halet-i ruhiye ile totalizme hizmet etme ve kontrolden çıkmayı getirir.
 
Televizyonlarda totaliter televizyon rejimi aktörlerince naralandırılan, türlü formatlardaki seçimler ise bahaneden öteye geçmez…