1 Nisan 2018 Pazar

İNSANLAR VE GÖLGELER

İNSANLAR VE GÖLGELER 
 
Yaş ilerledikçe imgesel, simgesel biçimlere kayar her şey. Bedenli de bedensiz de olsa insanlar ve gölgelerine…
 
Nasıl özetlenir yaşam, ölçüsü nereye denk düşer pek bilinmez. Bilinmeden geçer ömür. Az çok ne kadar yaşansa da hep kocadır ama çok kısadır. Ölümsüzlük hariç kanlanır, canlanır beden veya öyle zannedilir. Sonra gölgeler kanatlanır. Havayla buluşulunca varlığı darlığı bir yana darası serüvenin bir parçası olur.
 
İnsan öyle veya böyle insandır. Aslında katı veya kâfi biçimde dünyayı yönetmek adına engin hoşgörü ile tanımlanmıştır. Lakin hep, her alanda yönetilir. Kodlarında insanlık gizlidir.  Fakat binbir türlü deney ve deneyimle tanınan ve de tanımlanan ise iki ayaklı hayvanlığıdır. İnsanlık ve hayvanlık bazen yaptıklarında gizlidir. İşte onun ayırdı zordur.
 
Evrensel ve toplumsal sahipliğin türleri, türevleridir yaşamı var eden. Ömrü törpüleyen. Ancak insan zamanla kalabalığın, kalabalıkların ruhlarını teslim alır. Veya ruhlarını içer.  Hâkimiyet kayıtsız şartsız, deftersiz kitapsız baştan çıkmışları hizalar belki. Bağlar yolları da. Ama soy sop mensupluğu dünyaya hâkim olmanın bedeli olarak tarif edilir. Seyir defterine de böyle kaydedilir. Milyonlarca yıldır belli bir sistematik işler, otomatikman milyarlarca geri kafalı kostümleri iki giyilir bir çıkarılır.
 
Ruhsuzluk bilgiçliği tüm insanoğullarına bulaşınca da dünya ve dünyalar iki ayaklı hayvanlara yetmezleşir. Gelecek kuşaklara hiçbir şey kalmaz. Yarınsız insanlar, yalımlı isyanlar sürgüler. Dünsüz başkaldırılar insan bilincinde tutsak edildiğinden, zincirler kırılmaya görsün. Ömürler bir çırpıda hiçlenir.
 
Bu hiçlik âleminde bedavaya satma ve bedavadan sapıtma süreçlerinde esrik savaşların en becerikli dehaları erdemleri teraziye vurulduğunda sıfır çekenlerdir. Boş çenelerdir. Arsız geri çekilmelerdir. Daha sıkıntılısı havası bozulduğunda sıfırın altı olanlarıdır. Cam buz gibi ve minnacık darbeyle tuzla buz arası sıkışan kristalizelerdir.
 
Ortalığı gerilim kuşatınca tüm kuş akıllılar tüm hücreleri maskeler. Sözde insanlığın arkasına saklanmışlığın betimlenmesi ise çözümsüzlüktür. Tükenmez bir evrenin tükenmez kalemle insan veya sabit kalemle insansı sorgulamasıdır. Dünyadanlık soyut düşünceden somut antenden beslenmek, kafeslenmekle dağılma arasıdır.
 
İşte o zaman tek renge dönüşür bedensel tutkularının en öğretici de. Bildirisi dil, din, kültür ayrımında felsefenin başlangıcını da reddeder. Gerçeği de ham yalanlara sargılar. Salgılanan ise bir ömür boyu hem görsel hem evrensel bir romandır. Romanstır. Hem davacı hem yargıç. Hem sorunlu hem sorumlu olmaktır. Belki de olmak ya da olmamaktır. Değil mi ki maddesel bir duyarlığın metafiziksel bir düzlemde en ala mühendislik harikasıdır insan. Meseleyi çözdükçe çözülür. Ama daima var olacağı veya vardan yok olmayacağı üzerine kurgulanmışlığı belirsizliğini hep korur.
 
Tam korkuluğa dönüşecekken göğe bulanmış bir ses gelir; ‘elbette en üstün ve en ayrıcalıklı yaratıdır insan’. Dram ve dam ikileminde hırpalanır zaman. Hırslı kılavuzlar ile sınırlandırılmıştır feza. Keza binlerce yıldır, on binlerce, milyonlarca yıldır en özgürdür insan. Ve an gelir en küçük sevdiğine yenilir ve tutsaklaşır insanoğlu, kızı. Uydulandıkça uyumsuzluğu Tanrılaştırır.
 
İşte mesele o an güncellemeye tabi tutulur. Gölgeler ve enerjiler diyarında eğer Tanrı yoksa insan tanrıdır, eğer Tanrı varsa insan onun ürünüdür. Bu ikisinin arasında sallanır akıl. Ve hep en akıllılar darağacında sallandırılır. Veya insan yeryüzüne inen indirilen Tanrıdan bir nefestir. Tanrıinsandan bugüne yaşanan kullaşma hep budur. Daima nefeslerin en kuvvetlisi kesilir.  Yani insanlığın yalanında gizlidir insan bile. Tanrı bile. Geç de olsa akıllanılır.
 
Çıplak gerçeği gönderden indirmeye cesaretlenince insanın emrine verilen her şey sadece dünyalıktır. Kaç en uzun yıllar yaşanırsa yaşansın sonunda dünyadan elde kalan da ‘dünya en yüce varlığa hizmet yeridir’ misalidir.
 
Kim ne derse desin sonuçta insan iki ayaklı bir hayvandır, işine geldiğince düşünür ve içgüdülerince anı yaşar. Hele yaş daha da ilerledikçe, ışık yılı ‘ondokuzbinüçyüzyetmişaltı’yı vurunca,  imgesel simgesel, bedenli bedensiz hiç fark etmez, yoğun derin unutmalar da başlar.
 
Buruşan akılda yer edenler ise başta değer verilen insanlar ve gölgeleridir. Sonra üç mermiyle gömülmelerdir…

Hiç yorum yok: