29 Temmuz 2020 Çarşamba

KAYIP DÜZENEK...

KAYIP DÜZENEK...
Kuzeydoğu’dan Truva’ya tüm kayıplar listelense, kayıp büroları yetmez ayıpları, kayıpları muhafazaya ve arşivlemeye. Kayıt ve kayıp düzeneği hariç...
Kasıtlı kumpaslandığı bariz, Truva atı misali ayıp, kayıp, kaçak sürecinde nefesler tutulur, tutkular eşitlenir ve soluksuz nefsi müdafaa günü beklenir. Bu arada çakma köprü üzerinden bulanık suda balık tutmalar bile özlenir. Rastgele deyip çıkmaktır en kolayı. Çünkü avlamak kadar kaybetmek de kolaydır. Asıl kazanmak zordur. Bulmak ise zorun zoru. Ama insan ve değer kaybetmek zorun kolayıdır. Çünkü metalaşmak hantallığıdır kıyıya vuran. Ve ipuçları kolaylıkla yakalanır...
O yüzden doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm Anadolu, denizaşırı, sınırboyu, sınır ötesi insan biriktirmek gerekir. İnsan malzemesi. Olası felaketlere hazırlıklı olmak gerekir. Her hal ve şartta hazneyi dolu tutmak gerekir. Hazineyi kaybedince de seçkinci davranıp, hazirundan seçip yerine koymak. Yerli yerine, taşı gediğine oturtmak...
Önemli olan tüm taş kalplilere karşı müdafaa-i hukuk. Nice yıldan sonra her hususta haklılıktır...
Niye yazık olsun ki hak, hukuk, adalet yolunda harcanışa. Bir ölür, bin doğar haykırışına. Nice insanla dolu yeryüzü. İyisi kötüsü, malumu melunu, osu şusu busu ile dolu yaşlı dünya. Zaman boş dolu aranacak zamanı. Elbette epey zaman harcanacak, zaman kaybetme göze alınacak, hepsi o kadar.
Çünkü kolaylaştırmak, kazanmayı da kolaylaştırmak mücadelesidir hayat. Hatta en kritik anlarda bile kayba hayıflanmamaktır hayatın özü, ana gayesi. Geçip gidenleri mantık çerçevesinde enikonu değerlendirmektir mesele. Yani hayatın içindeki açık saçık, kaçık kaçak kayıpları umursamamak, aldırmamaktadır meselenin özü...
Çünkü bir an meselesidir yitik, bitik, ritik olma hali. Ve bir anlık gaflet ve emanete hıyanet etik çöküşü, çirkin çöküntüde kaybolmayı getirir. En doğru kayıp da budur belki...
Çünkü nereden geldiğini unutan, ahval ve şeraitini aklından çıkartan mutlaka kaybolur hayatın içinde. Yiter biter gider ve dönüşü de olmaz. Hatıralardan silinir. Bu silik kuryenin nereye gittiği, gideceği de bilinmez. Ezik büzük, bilinmezliğe belirsizliğe kalkan derme çatma bir toplama gemisine biniştir ardında kalan iz...
Bazen kayıplardır geleceği en doğrucu belirleyen, şekillendiren. Olmadık olaylardır her kanıtıyla her açısıyla aklı yücelten. Kayıp bürolarını zorda bırakan kayıp işte o kayıptır. Ve lakin kaybedenleri kazandıran da bu kayıptır.
Öyle ki tarihle sabit tuzla buz olan bir hayattan daima yeni bir hayat doğar. Her yeni, küllerinden doğar...
Çünkü tüm kaybedişler zamanı geldiği içindir. Miadı dolduğu içindir. Genellikle birini kaybetmek, insan kaybetmek, kıymet kaybetmek kısmet açar. Çoğu zaman kaybettikçe güçlenilir ve çoğalma sağlanır...
Reel hayat kaybın gerekçesiyle hiç uğraşmaz. Hemen bir yenisini getirir koyar listenin başına. Kayba oynayanı da pişman edecek derecede hakiki ve dakiktir hayat. Ödül ve cezayı doğal akış gereği bir güzel belirler. Hak, hakikat, tatbikat budur. Tam zamanında...
Yani hayat yıldız kaymalarına anlam yüklenmesini beklemeden tüm çıplaklığıyla bariz dalmışları, dolmuşları kaçak ilan eder. Ve artık kral çıplaktır. Kayıplar rıhtımının kralı ise katip bürosundan çıkan hatiptir...
Esrik çalımlara ve eksik çıkmalara çarpılanlar ise çarpık dünya eklentisidir. Ektiklerini biçerler ve an gelir görürler gününü...
Kuzeydoğu'dan kuzeybatı'ya on küsur yılların birikimi mesafede karşılaşılan tüm kayıplar, aslında daha iyilerini bulmak için boşluk bulma anıdır. Belki de görüntüde kaybedenler için hayallere yolculuğun başlangıcı, rolü bitenin ise resmen bitişidir. Çünkü hayat, çocuk oyuncağı değildir.
Sahte mazeretlerle pislik örtmek, camgözlü yavru kedi maharetidir. Maratonu yarıda bırakıp bitirmeyen mahiyeti belli tipitipler de virüsün pik yaptığı dönem ürünüdür. Çitlembik çekirdek maliyetine herşeyini kaybeden, kaybedecek olanlar da bunlardır.
O yüzden canlı hesap günü yaklaştığında yüzsüzce kendi kendilerini kayıp bürolarına atarlar. Ama çare bulamazlar. Arayan bulur...
Kuzeydoğu’dan kuzeybatı’ya dört bir yan memleket, perdeler kapandığından kayıp listeleri elden ele dolaşır. Ve üzeri kan kırmızı çizilenler kayıp bürosu deposunun mahzeninde rezervasyonlu yerini alırlar. Balık istifi kusur dizilir kursaklarına. O vakit defteri kebir bile yetmez kayıp kaydı düşmeye...
Ve ondan sonrası düşmeye gör düşüdür, gece gündüz görülen. Görülecek hesap karabasanı...

28 Temmuz 2020 Salı

temmuz-3


KİTAPLI KİTAPSIZ KİTLENMESİ…

Kitabın ortasında yazanlara göre, kiti hiti bitlenince, çapsızlıkla iyi kötü birlenince kitlenir hayat. Sadece kara kaplı kitap açar bu hayati kilidi. Tarifi yoktur kitabın da kitapsızlığın da. Arifi naifi vardır, yazılmışı basılmışı vardır. Yaprak yaprak dökülen, fetbazlara filtre, dilsizlere din, cibilliyetsizlere illiyet vardır tümünde. Sonbahar havasında bile okunan. Ve okunmadıkça kitaplara bağlı olmayanların hayatla bağı zayıflar. Kitaba bağlanamayanlar, kitaba bir dakika ayırmayanlar hiçliğe bağlanırlar çok şey pahasına. Ne yazık ki bilgi çağında bile asla bilemezler hayata dair tabirleri...

Tabii ki kitaba bir dakika ayırmayanlarla bilgi çağında yaşamak zordur. Yaşanmaz da. Oysa kitap bilgi, bilgi güçtür. Sezgi kazandırır, sevgi öğretir, saygı benimsetir, düşün anımsatır. Kitapsızlar ise çerden çöpten, sokma akıl, kulaktan dolma, her şeyi bildiklerini zannederler. Dil ameliyle bilime saldırılar, bilime inanmazlar. Hep bilinmeyene, bilinmezliğe tutkulanırlar. Zihin tutukluk yapınca da alt beyinlerinden vurulurlar.
Kitap yerine kitapsızlığı seçmek, doğru seçimlerden uzaklaşmanın ilk emaresidir. Hayatı okumakta, günceleri dokumakta, doğruyu yazmakta bu nedenle zorlaşır. Hayata tutunmak da, yazgı da güçleşir…
Her yeter yanlışı, beter hatayı, heder olanları görmezden gelerek yazıcıya, yazgıya bağlamak kutsal kitap kitapsızlığıdır. Bir başka açıdan da resmen kutsal emanete ihanettir. Kutlu ve kutsal kitap düşmanlığı, kapsayıcı kitaba düşmanlık kitaplı görünme riyakârlığı ve sahtekâr imansızlığıdır. Bu ikiyüzlülük veya yüzsüzlük raflar dolusu günah biriktirir. Bir çırpıda yüzleşilen ise bir dakikayı kitaba çok görme günahkârlığı ve günah bataklığında bocalamadır.
Ve bir saatten sonra raflar kitap tutmaz. Sanki kitapsızlığı kusar. Kelimeler boğaza dizilir ama yutulmaz. Kel alaka bir dakikayla kişisel gelişim ve gelecek sekterlenir. Kalite kabızlığı yaşanır, ömür boyu. Yarınlar kirlenir.
Öbür taraftan kitaba bir dakika ayırmayan kitapsızlarla, kitap sayfalarına umudu sıkıştıran kitaplılar ve hitaplılar bilgi çağında kapışırlar. Öyle ki kapanın elinde kalıp, evir, çevir, devir okunan klasikler bu kapışmaya çağlar öncesinden ayna tutar. Hemen hepsinde aynaya bakma cesareti gösteremeyen kitapsızları, tadı damakta kitaplar dünyası bir dakikada ölüme mahkûm eder. Ve kusursuz denge böylece kurulur…
Bir anda dengi, dengesi, çehresi şaşanlar ise kitapları hiçe sayanlar ve aklı sıra kitapsıları raflayanlardır. Açık seçik arafta kalanlardır. Çarpık çurpuk beyancılardır. Kitapları değil nesnel duyarsızlığı mukavva kafalarına hapsedişle insafsızlaşan da onlardır. Bu kitapsı aklanmanın suni ürünüdür. Azalan değer yozlaşması, kitapsı hevesiyle kitapsızlığın bizzat saklanmasıdır.
Kitapla bir dakika, ömrün son deminde bitap düşenlere ilaçtır. Dopingtir. Kitapla bir dakika koca bir ömürdür, geleceği kuran umuttur. Dünyalar yıkıldığına aldırmadan kitapsızca sevişmek ise boşa giden bir dakikadır. Hayattan çalınandır.

Bu yüzden her devrin kitapsızları, şerefli kitapların şerbetinden içmediklerinden mutlak surette, sürekli tıkanırlar. Paslı tırnakları daima kaya taşa değer. Değer değmez hiç düşünmeden etrafını kırarlar, dökerler, incitirler. İnsan gibi pişman olmayı dahi beceremezler. Kusura bakmayın bile diyemezler. Haliyle kitaba bir dakikayı çok görenlerin çoğunlukla dinleri de, dilleri de sürçer. Süzme akılla kavrayamadıkları ayrıntılarda küçük kıyamet ararlar. Dahası yok eninde sonunda belalarını bulurlar…
Gümüş şamdanlardan akan sıcak mum damlaları, şamar gibi iner suratlarına anlamazlar. Tıslayarak geçer gider güzellikleri görmezler. Çirkin dünyanın badilerine dönüşürler. Keza yılanlar da deri değiştirir. Değişmeyen tek şey ise kitabın ortasından okumaktır. Kara kitaplıya kitapsızlığı yazmaktır…
Anca okuryazar seviyesindeki kitapsızlar bunu da anlayamazlar. Sanki çok kitap yutmuş gibi, kalem tutmuş, mürekkep hokkasına divit uç batırmış gibi, kalemi silah farz etmiş seri sıralamış gibi muadili-dengi masalına sığınırlar. Belgelere yalan yanlış beyanlarla acizliklerini kapatmaya çabalarlar. Elbette nafiledir. Dengi dengine buluşup, kurup, buharlaşıp tütsülenmek ise başka hikâye.
Türlü çeşit koca koca yalanlara sarılmak kitapsızların hayat dengesizliğidir. Gün gelir topunun dengi kuşağı çözülür…
Kitaba bir dakika ayırmayanların denge ağırlığı dengesizleşince, o bilindik duruş kaybedilir. Muvazene kayar, balans bozulur, devrilme gerçekleşir. Akıl ve ruh uyumu biter. Ağırlık merkezine dayanak desteği de ters yönde işlediğinden uyurgezerlik hiçbir işe yaramaz. Çünkü maddi manevi muhasebe günü yaklaşmaktadır.  
Ve kitabın ortasından okunduğunda kim kitaplı, kim kitapsız, kim hayati kitlenmeye sebep bir dakikada belli olur…

                                                            
ROL MODEL SİYASETİ...

Siyasette rol model olmak önce cesaret gerektirir. Sonra kollektif bütünlük, eşgüdüm, direnme ve dayanışma azameti. Komplocu taktik varyasyonlardan sıyrılma becerisi. Kadrosal pratik, devrimci ve ilerici bir ruh. Eylem ortaklığı, politik çizgi ve üslup dengesi. Ve katı prensipli tutarsız dayatmalara da kutsal isyan...

Şüphesiz model olmak ve rol modeli bulmayı aramakla geçer siyasi hayat...

Siyasal hayat bu çerçevede insanlara binlerce insan tipi ve siyaset profili sunar. Sunulanlardan seçilenlere ise sırtını dayama cesareti gösterilir. Umut ve inanç daima bu eylemselliği dayatır.
Ancak siyasi hayatın, kimin kurban olacağı belirsiz bir sunak olduğu asla unutulmamalıdır...

Unutulmamalı ki ruhuna siyaset virüsü bulaşanlar, hakim algının kırılması için özel ve öznel girişimler dahilinde dört bir yana savrulurlar. Bu uğurda tarihin kaydetmediği kazanımlar için bile bir ömür çekincesiz feda edilir. Basit ve hedefsiz kalmaktansa, lafta siyasetin rol modelleri bir şekilde pik yaptıkça toplum ve gelecek adına hırslanılır...

Ancak arsız ve içine kapanık rol modeller, siyasetin evrensel kurallarını hiçe sayar. Bunlar hiçliğe tutsak olana dek genetik kodlarını saklarlar. Pergel açılınca pervasızlık başlar. Yıllar yılı edinilen unvanlara hiç aldırmaksızın geniş açılımlı daireler çizerler. Güzergâh oldukça sıradanlaşır. İşte kendi çizdiği dairenin içine hapsolmak budur.

Böylece bambaşka dünyalarda, akla hayale gelmez rol model olmaya yelkenler fora edilir…

Çünkü siyasi arena hırçın dalgalı bir denizdir. Ne yazık ki safdışı edinceye, saf dışı edilinceye dek sürer kutlu macera. Seyir defteri dolar. Diğer yandan boşa meşgale sayılsa da siyasette saygın kimlik olma, kendi çapında rol model sayılma uğruna evrensel düşünce disiplininden kopmamaya çalışanlar vardır. Varlık da dirlik de onlardır.

Ama dalgalı denizde örnek alınan insanlar yani siyasi insanlar, valık darlık açmazında bir anlık bocalayınca boğulur. Beter boğuluş gerçekleşir. Yanbi ssığlık ve yamaklık uzun soluklu siyaset yolunu kısaltır...

Kısa dönemler baz alınarak güdümlenen tekilci, şekilci, tekelci, oportinist itaat bağlamında değişen ve dönüşen siyaset, asla düzenleyici ve dönüştürücü olamaz. Pikapta plak döner ama dip süreci yaşatır. Siyasi hayat sesli veya sessiz, kanlı veya kansız müdahalelerle ekseninden kayar. Rotasından kopar. Şartsız, ideolojisiz bir sistemsizlik sistem olur. İstim üzerinde geçen uzun yıllardan sonra istiflenen eylemsel pratik de tersine işlemeye başlar. Ve demokrasiyi yaşama, yaşatma ve yayma hevesi zedelenir.

Bu arada rol modeller de bir çırpıda çark ederek statükocu mekanizmanın güdümüne girer...

Böylece bir sonraki rol model durağı iyice belirsizleşir. Bu aykırı gidişte siyaset kompartımanından insen ne çare, binsen ne çare. Düşülür ve gaye oyundan çıkmak olmasa da tek perdelik oyun zaten bozulur. Ve ölmedikçe rol model çukuru en lazım olanlara dahi çıkış izni vermez. Tarih rol model siyasetini siler, kusar ve gömer...

Yani siyaseti siyaset gibi hayatına katmayanlar asla makul sayılamayacak hatalar girdabında siyasi entrikalar dolabında havasız kalırlar. Cılız bahanelerle günü kurtarma çabaları da güven aldatmacasını tetikler. Siyasi hayat çapraşık çırpınaşlarla tek celselik duruşmaya döner. Zaten güven kaybı bir kez yaşandı mı siyaset yama tutmaz. Ve siyaset tutkusu kronik bir rahatsızlığa evrilir.

Evvel emirde, işleyen kronoloji uyarınca siyasi hayat sonsuz evrenden alacaklarını bir bir tahsil etmeye başlar. Tarihi tahsilat başlayınca ilk önce rol model siyasetin kültleri ve rol model sayılanlar ödeme kuyruğuna girmelidir.

Ancak ara ki bulasın...

25 Temmuz 2020 Cumartesi

TEMMUZ-02


KONGREN-KURULTOY...

Siyasal hiyerarşi, kongreler ve kurultayda kendi içinden kendini, demokratik ve demokratik sol unsurları gözeterek güncellemedikçe bağımsız bir karakter taşımaz. Suskunlukla sadece merkeze bağlı bir siklete düşer...

Böylece örgütsel işlerlik aksaklığı düzeltilemez. Bir ileri safhadaki yetmezlik şimdilik ciddi yarışlar gözükmediğinden bir nebze olsun makul karşılanabilir. Ama bu tablo uzun gitmez.
Gitmez, nedeni kongreler ve kurultayda hayat bulan yönetimsel mekanizma uzun zamandır demokratik davranma yeteneğini yitirdi. Demokrasiyi yaşatma ve yayma özelliğini kaybetti. Yani siyaset yapma usulüne uygun düşmeyen diktatoryal dokunmalarla, tam bağımlı ve cılız hiyerarşik yapılar kurgulandı.

Kurgu biçimsel ve örgütsel yenilenmeyi sürekli bahaneler yaratarak kötüledi. Erteledi. İlginç formüller uygulanarak süreci yöneteceklerin belirlenmesi yerine, mevcut iradeyi ödüllendiren kongresel düzenekler kuruldu. Bu kurguya bekçilik eden her kongre tarihte yerini aldı. Yani kongrelerin siyasetin kutsal arenası olma vasfı görmezden gelindi. Kongre umudunu çökerten güvenoyu aldatmacası ile unutulan siyasal ideoloji yüzünden taban kaybedildi. Yaldızlı çadır manzarası yolun sonu olduğu gibi yolculuğun başlangıcı sayılmalıydı. Sayılmadı.

Şimdi sıra tiyatral gösterilerle renklendirecek kurultaya varış, yani kongren kangren açmazı. kurultoy...

Kongreler kronolojik yerel süreç takvimini tamamlayınca herkesçe görülen statükocu, mahiyeti koruyucu otantik bir kurgunun kazanmasıydı. Manifestosuz paylaşımlarla kamuoyu yaratmaya yönelik girişimler de, ideoloji ve disiplinden uzak kaldı. Evrensel sol değerlerden kopuş güncellendi.

Bundan sonrasında siyasal boyut itirazlara açık, karşı konulamaz tutku boyutu. Mevcuda tapınma mutlaka bir yerlerde tutukluk yapar...

Tutukluk kronik bir hasar oluşturunca kongreler sürecine ve geleceğe Kurultay ne derece çare olabilir? bilinmez. Sanki kongreler aynıyla kurultaya da yansır. Yani kuru gürültüye getirilebilir bir Kurultay hipnozu, yine mistik otoriteyi benimsetir. Blokçu atraksiyon yine tekrarlanabilir. Paylaşma, dayanışma bilgiçliği yine dinlendirilir. Sonra komple komplo teorisi. Bilinmezlik ve aynilik ikilemi...

Yani iki arada bir derede öyle bir tekelci zihniyet oluşur ki yine kongrecilik kazanır. Kurultay da umut kaybı yaşatır. Muğlaklık mutlakiyet olur. İstikrar diyerek iktidar diyerek bir kez daha istikrarsızlık perçinlenir...

Oysa siyaset bahis işi değildir. Ziyafet ve yığılma mantığıyla da hale yola koyulamaz. Kurultay kılavuzluğu siyaseti anca siyasi mezarlıkların iştahını kabartır. Belki fenomenlik bir işe yarar gözükür ama üslup ve kurultay adabı iyice zedelenir. Sonrası kifayeti Kurultay. Ata gitsin, parti içi demokrasi olur...

Kongreler ve kurultaylar siyasal süreci belirler ama kendi içinden kendini seçme özgürlüğü kısıtlandıkça parti başkalaşır. Bağımsız karakter taşımayanların insiyatifine geçer. O yüzden kangren olmuş alışkanlıklara neşter vurulmadıkça kongren kurultayı da vurur...

Vurgun babında bir kurultay ise yüksek basınca dayanamayacak, anında vurgun yiyecek yönetsel mekanizmayı dizayn eder. İş işten geçtikten sonra ise dizleri dövmek de çare olmaz...
Ama ne çare ki kurultay Kurultoy olmuş, gözü kara gidiliyor. Gidişin dönüşü var mı? Toy hangi bahara kalmış zaman gösterecek...


KONGREFONİ...

Parti. Sosyal demokrat bir parti. Teori, ideoloji, program, tüzük, manifesto ve kongreler ve de kurultay. Bunlar partiyi parti yapan değerler. Ve bu atmosfere projeksiyon tutacak eylem ve mücadele pratiği verecek, deneyimli ve yüksek gönüllü partililer. Kadrolar. Talep ve özlem garipleri. İşte partilerin, özellikle sosyal demokrat partilerin vazgeçilmezleri...

Kısmen vazgeçildi gibi, vazgeçiliyor galiba, vazgeçilecek gibi sanki...

Yani mevcudu benimseme ve benimsetme bağlamında kongreler başta, her şeyden vazgeçiliyor. Sanki kadrosal bütünlük, hücresel bölünmelerle yıpratılıyor. Böylece sürece damga vuracak kongrelerin karakteri biraz biraz zayıflatılıyor. Ve içleri boşaltılıyor.
Zaten ne yazık ki memlekette benzer formda işliyor ve işletiliyor. Kolektif çalışma pratiğinden kopuş ve tekleme, tekliği sembolize kıymet edepsizliği. Ve ardışık önermeler, detaysız yönelimler partilere de sirayet ediyor.

Böyle gittikçe elbette bir zaman sonra aidiyet bunalımları ile format hâkimliğine isyanlar da başlar, başlayacak. İşte o zaman ardı sıra yenilenen kongreler ve kurultay...

Yıllardır talimatlar doğrultusunda, taktik kurnazlığı yeteneğinden başka yeterliği olmayanlara yetkinlik bahşedilmesi mutlaka yetki sarhoşluğunu getirir. Getirdi mi? Başladı ve devam edecek gibi. Geldisi gittisi topu topu iki yıl ama götürüsü uzun yıllar. Ve gittikçe daralan siyasal çerçeve ve mutlaka bir biçimde çok yerden çatlayacak yönetsel mekanizma. Eğrisi doğrusu doğrudan gelişmeler, ertelenen değerler, görülmez haklı talepler, ortak sorunlar, yüz kızartan tercihler ve sonuç. Kapandıkça kapanacak açılamayacak kapılar...

Kadrosal manada fikrisabitle, coşkusuz taktiksel varyasyonlar ile bertaraf edilenlerle çatlağın iyice genişlemesi de söz konusu. Diğer yandan içten ve duyarlı olması gereken muhalefete enteresan biçimde kurulmuş yapıların, egemenlik kurma tavrı ve hiyerarşi hakkı ile harmanlanan tip modelin güven yitirmesi partinin direnme ve dayanışma eğilimini kaybettiriyor. Açık seçik durum bu...

İlerici ruhu yok eden, aktüel talepkarlığa ruhsat devşirilmesi, particilik yaptığını sanan organizasyonlara da kapı aralıyor. Önü açılınca da bu organize ortaklıklar şansa ve tesadüf odaklı siyasete bel bağlıyor. Mutlak ve somut gerçeklikler üzerinden siyaset üretilemeyen sürece hapsoluş gerçekleşiyor. Bile bile sürekli benzer siyasi üslup ve ayni politik çizgi sorunu. Yaşanıyor ve yaşatılıyor.

Yaşanır çünkü ilke, teori, ideoloji, program, tüzük çerçevesinde çağa uygun davranamayan, gelişen atmosferle buluşamayan parti destek kaybeder. Eksiklikler devam ettiğinden, geleceğe ilişkin projeksiyon da zayıflar. Ancak katı prensipli dayatmalarla yol alınabilir fikri hayali hayata geçer. Ve süreci tek hakim pozisyondakiler eşitsiz ve dengesiz otorite kontrolü ile idare etmeye çalışır.

Ancak bu kontrol depolaması otokontrolü her daim uygulayan, muazzam sayılabilecek örgütsel dinamiği de içten içe yer, içer ve içe kapalı hale dönüştürür...

Bu arada iyice arsızlaşan ve modele kurban verilmişler tuhaf biçimde fenomenleşir. Kabuğuna çekilenler ile fenomenlerin buluşması ise ortak politik bilinç potasında erimediğinden temsilde zorlanmalar başlar. Hatta bu tip modelde ısrarcılık bırakılmadıkça, mevcut modele isyan iki yıl bile ertelenemez...

Teori, ideoloji, program, tüzük ve ilkelerden esinlenmesi güdük, çelişik particilik anlayışı kısır politik sürecin içinde erir. Buharlaşır. Kongrelerde yol ve yön şaşırtıcı rehberler de böylelikle havasını alır. Kurultayda çakılır.

Kongreler ve kurultay fonunda, kongrefoni bir hava estirilir hepsi bu. O kadar...

Ancak o kadar, o kadarla kalmalı, asla Kader olmamalı...



MEMLEKET TARİHİ YAZAN PARTİ...

Memleket tarihi yazan bir partinin, kısa ve uzun vadede politik güce dönüşmesi zor. Olmadık  işlerle uğraşılıyor. Erki kaybetmeme kaygısı pik yapmış. Yıllardır politik bir yöntem ortaya koymadan hakim algının kırılması ile elde edilen kazanımlara da başarı deniliyor. Sonuç? Elbette tüm bunları tarih kaydediyor ve yazıyor. Özellikle kongreler ve kurultaylar sürecini...

Kongreler ve kurultay artık memleket adına yapıcı ve yapısal tartışmalara dönük işlevsellikten uzaklaştırılmış cereyan ediyor. Koca kongrelerde bir iki muhalif konuşma o kadar. Sonrası hiç estetik olmayan, basit ve hedefsiz yaklaşımlarla rol kapma yarışı veya dağıtılan rollere rıza gösterme barışı. Elbette buna neden daha ilçelerden başlayarak gelen süreç. Peşi sıra kongreler kongreleri belirliyor, oradan kurultay. Tüm arenalarda gerçeği söyleyenler saf dışı edilince bir sonraki aşama pürüzsüz devam ediyor. Doğruları söyleyecek, gerçekleri konuşacak kişiler de kalmayınca söylenecek söz de kalmıyor. Başı sonu belli, başlangıcı bitişi belli kongreler. Kongreyi yönetenlerin seçtiği yönetimler.

Şimdi yelpazenin her renginde hep böyle eleştirisi getirilebilir. Hiç de öyle değildi. Son on yıllarda böyle. Memleket tarihi yazan Parti de bu bozulmaya uydu...

Kongreler tarihine bir göz atıldığında gerçekler açık seçik görülür. Her kongre ve kurultayın bu benzeşmeyi bu bulaşıyı red eden bir modda geliştiği de...

Diğer bir gerileten değişimde Facebook siyasetinden gelenlerin tepe yönetici konumuna dek rahatlıkla ulaşmaları. Bir dönem yönetim dışı kalanların yeni kongrede nedeni belirsiz sahiplenilmesi. Internet sayesinde yürütme görevlerinin devir teslimi. Yönetim kadroları demek ki yönetime girenler veya getirilenler sadece titr ve twitter bazlı seçilmişler veya seçtirilmişler. Özellikle memleket tarihi yazan Partinin geçmişinde var olmanın hiç önemi yok. Yoğun emek verilmesi veya emektar gözetilmesi boşa meşgale.

Oysa Sosyal Demokrat bir parti için politik güce dönüştürülecek değerlerin kazanılması şart. Bunun arenaları da kongreler. Kurultay. Düzenleyici ve dönüştürücü siyasal sistematik ortaya koyanlara, iç ve dış tepkilere özeleştiri meydanı kongreler ve kurultay ama nedense, meydan boş kalsın isteniyor. Sanki politik güçlenme kongrelerden başlanarak zaafa uğratılıyor. Eylemsel esneklik önemsenmiyor ve önleniyor. Bilimsellik kısıtlanıyor. İçten dışa tepkilere sessiz müdahale var. Bilinç ortaya koymadan, mevcut işleyişe uygun siyasi aktörlerin seçimi gerçekleştiriyor. Kongreler ve tercihler evrensel düşünce ekseninden de oldukça uzak. Hal böyle olunca tekleme ve tekelleşme, tekele itaat gerçekleşiyor.

Bu atmosfer de kongreler ve kurultay, oralarda seçilenlerin icraları salt bir grubun işine geliyor. Ve ilahi geleneksel usullerin işlemesinin önü alınıyor. Yani çağı yakalayacak yerel ve genelde parti içi parlamentoları oligarşiye kurban gidiyor. Açıkçası örgütsel dinamik son on yılların kongrelerinde süs bile olamıyor. Ses vermeyi bırak soluk bile alamıyor.

Birbirini takip eden kongreler sahipli saygınların kurduğu sisteme hizmet ediyor. Süs ve sus kongreleri memleketin tarihini yazan Parti'nin tarihine hiç yakışmıyor. Ama akıllar işleniyor. Şimdi iddiasız yönetim ve yöntemlerin pençesinde kurulan bir sistem memleketi idare ediyor, elde olan bu mantıksızlığına saplanılıyor. Oysa kurbanlar baştan belli.

Memlekete olduğu gibi memleket tarihi yazan partiye de yukarıdan aşağıya benzer bir kurgu söz konusu. Bu kurulu düzenek bertaraf edilemiyor. Elbette yarınlar bugünlere kusur bulacak, kusur arayacak. Hele hep aynı kişilerin varlığı ve parti içi iktidarı hepten eleştirilecek. Hiç kusura bakmasınlar ama gerçek bu.

Tarihin yazacağı gibi tüm gerileyiş biraz da onların eseri. Emanet eser, memleket-devlet kuran eser elden gitmek üzere. Zaman içinde ah şu kongreler diyerek geçiştirilemez bir durum yaşanıyor. Yaşatılıyor.

Sözün özü memlekete tarih yazan parti tarihsel bir açmazın içinde bocalıyor…

SINIR, SİNİR, SİHİR...

Hayatın genel akışı içinde sınır ile sinir arasında bocalayanlar sihirli birkaç kelimeyle yoz ve sıradan hokkabazlara aldanırlar. Ve genellikle tam korunaklı sınırı ilerisini gerisini hiç hesaplamadan kaşla göz arası geçerler...
Genelgeçer kanunların zıddına zıddına sınırı bir kez aşanlar belki anlık sınırsız özgüvene kavuşur. Ama sosyal hayatta ortak kuralların dışına kaçışı güncelleyen zorlama bir güvendir bu. Güvensizliktir özü. Körlüktür. Sadece yanlışları, hataları ve tek yönlü gidişleri perçinler bu duygusal körlük. Dönüşü olmayan yollara da sapışları...
Sapla saman karışınca duygusal körlük illeti sosyalleşmeyi zedeler ve sınır ötesi operasyonları da daima mecbur kılar. Öyle ki mecburiyet, teselli babında körkara delikler oluşturur. Ve yapaylık, banallik ve depresyon üçgenine düşülür. Çeperi kaygan kuyu dibine. İşte bu düşkünlük cümle alemi etkileyen dumurluk ve umarsız bir durumdur...
Ve eninde sonunda buluşkan suçluları, ağır suçluluk duygusu basar. Yani sınırları aç açık açmanın, plastik dubalar ötesine pervasızca saçılmanın, sınır ötesine taşmanın sınırsız özgüven ve güvenlik sunacağı sanılırken bir kaşık suda boğulma gerçekleşir. Gerçekdışı salvolarla, basmakalıp eyleme dökülenler suçluluk duygusunu daha da ağırlaştırır. Eğer utanç ve vicdan da devreye girmiyorsa, yüzsüzlük seviyesinde bir hayata metezori adaptasyon ufukta belirir...
Pandemik bulaşıya benzer bir dağılışla suni özgüven anında kaybolur ve hayal dünyası güvenilen tek dünya olur...
Hele ki suçluluk duygusundan kurtulabilmek için, adi suç ortaklığını bir kalemde bitirememek söz konusuysa suç ve ceza, akla ve bedene iyice yapışır. Palaspandıras pozitif yaklaşımlardan iyice uzaklaşılır ve sınır dışı eğreti bir yaşam motivasyonuyla mantık içi her şey ertelenir. Erteletilir. Oysa vicdan azabı denilen bir duygu vardır, insan gibi insanlara mahsus olan. Ve art niyetliler bu hassas duyguyu hep kendi çıkarlarına sürekli kullanırlar. Nedensiz gayesiz bedavadan kullanılmak ise kesinlikle hayır demekte zorlanıldıkça sürgit devam eder. Alışkanlık kazanılır ve iki dünya da kaybedilir...
Bir kez bir şekilde binbir bahane ile sınırı geçenler işte bu kullanılma edimine balmumlu davetiye çıkaran duygusal körlerdir. Ancak ansızın kafese girerler. Umutlar tükenir. Tek kazançları yengeç sepetidir. Kaybettikleri ise saymakla bitmez. Artan panikle birlikte hata katsayısı yükselir ve yıllar yılı zar zor istiflenen prestij hepten sıfırlanır. Böylece gönüllü esaret, istekli kölelik ve köhne hayat dönemi başlar...
Haliyle hayatta sınırsız özgürlük yoktur. O yüzden ta en başta yüzsüzlüğe sığınmak yerine sınırları bilmek, sınır ve mesafe koymak gerekir. Yani arada filmi durdurmalı ve başa sarmalıdır insan. Hayatı yakından uzağa dar etmemek için...
Darboğaza düşülen hayat oyununda, sınır ve sinir arasına sıkışanlar her sıkıştıklarında yeni bir suç göçermesiyle girdaptan kurtulmak isterler. Ama sihir ve kerametle dahi bataktan kurtuluş mümkün değildir. Ve kusur kusanlar kuluçkalayan suçluluk duygusundan dolayı, dolambaçlı yollarda daima yön şaşırırlar...
Sınır ile sinir arasında kalanlar, sihirli dünya kurulabilir kandırmacasıyla arafta salınırlar. Yani cin olmadan şaytan çarpar havasında cirit atarlar. Tek kelimeyle cibiliyetsiz bir cibinliğe saklanırlar. Apaçık kimliklerin saklı kalmayacağını bile bile dayatmacı bir aldatmacaya pupa yelken açarlar. Sahte mavi yolculuk martavalına kanarlar. Oysa mavi atlas delik deşik, deniz artığı yelkenler paramparçadır...
Artı yetmezmiş gibi harcıalemin peşinden yalan dolan yakıştırmalarla duygusuzluk ve duygu sömürüsü artar. Asla sebep sonuç ilişkisi kurmadan, zeka eşiği düşük kurmaca senaryolara dalgalanılır. Dahası ruhsal tüketim hayattan hiç ders almayanlar kitlesine, karşı ödemeli kayıtlanmayı sağlar. Mutualizm veya parapsikoloji. Sınırların ardı arkası açılınca varılacak son nokta işte tam da budur...
Bu arada izmlerle sıkı fıkı uğraşanlar, izleri hakkıyla takip edenler vakaları sindirimde zorlanır. Çevresel dokular zarar görmesin diye sınır ile sinir arasına takılanları boşvermek en kolayıdır belki. Bir de sahte anılar meselesi ile meşgul olmamak gerekir. Ama en zoru seçilir...
Yine de akıl ve bilim düzleminde sınır ile sinir arasında tepinenlere öyle aşırı tepkiye ve onlarla sihirli bir çarpışmaya hiç gerek yoktur. Tampon sınır aralığında tek parola irkilt, ürküt ve savunmasız bırak üçlemesidir. İşareti ise en güzel ve muteber anda özel ve tüzel avantajı kazan, averajı düzelt ve son darbeyi indir genellemesidir...
Genelde darbe karşıtlığı ise ileri demokrasi ve hukuğa saygının gereğidir.

YILLAR YILI KÖPEKBALIĞI ENDİŞESİ...

Kimilerine yılların getirdiği, donukluk ve ruha yapışan eziklik duygusu ile aşağılık kompleksi. Bu karışım öyle bir karışım ki gaddar köpekbalıklarını kendine kendine çeker. Çekim alanına girildikten sonra tek bir doğru adım dahi atılamaz. Resmen koku ve korku girdabına girilir. Ve karşılaşılan atmosfer kan deryası...
Duygu ve kompleks bunalımı tercihleri prangalar. Baştan savma örülen iğreti duvarlar kısa süre sahte güven ve daha az rezil olma hissi verebilir. Bir süre alayın sınırlarını surlar dışında tutar veya öyle sanılır. Oysa hiç de öyle değildir. Köpekbalıkları anında devreye girer, obsesyon ve fanatizm doğar.
Ama bayağı baskın döngüsü başlıbaşına marjinal dönüşümdür. Döngü sanal tatminsizlik, fiziksel kusur, sosyal hata, pasif tavır, agresif kişilik, saldırgan aymazlık, uzlaşı yoksulluğu gibi ruhsuzlukları da perçinler. Bir ileri adımı ise yapayalnızlıktır. Yalpalayıştır.
Cam fanusda saklıdır can kırıkları, hayal kırıklıkları...
Köpek balıkları eziklik ve aşağılık kompleksi kokusunu anında hisseder. Gereksiz enerji harcarlar ama fazla cephane harcamadan fanusa yakınlaşırlar. Çam yıkılır, cam kırılır ve canlar yanar. Ortalık kan Denizi.
Derken açık büfe oburluğu. Nefret ve cehalet dostluğu, dost doğruluktan sapmalar. Ruha ekstradan yapışırlar. Artı eziklik, daha da yakışanı yeni tür aşağılanma güncellemesi ruhsuzluğa yapışır.
Çünkü eğri minare zar zor düzelir. Oysa çocuk aklı dahi düzeltmeye yeterlidir her sapkın eğilimi. Ama köpekbalıkları içerideki çocukları da parçalar. İçteki insanlığı köpekbalıkları öldürür. Böylece minare hep eğri büğrü kalır.
Ve gelip geçici güzellikler bile asla görünmez. Görülmez...
Ya hayat öyle değilse, hayatın çarmıhına gerilmek hep gerilemek ise, o zaman eziklik ve aşağılık kompleksi hepten pik yapar. Gün ve gün zorlanılır. Ve gelecek yıllar çok zor geçer.
Derya Deniz, köpekbalıkları koku ve korku peşinde yüzerler. Derin karanlıkta, koyu mavi de özgüveni kemiren dişlerini her şeye geçirirler. Her şey pahasına ömürde bir düşen kara şansı kaçırmama telaşı ve gayesizlikle vahşileşirler. Oysa gayet iyi bilinir ki karanlık maviler önünde sonunda daima kan rengine bulanır. Sabır ve kısıtlılık hali geçtiğinde ise sarı çıyan ışıklar bir bir söner. Sözün özü eziklik ve aşağılık kompleksi Denizinde ezeli kapışma mutlaka gerçekleşir.
Ve köpek balıkları yarı ölü, bitik bitkin kıyıya vurur. Miskinlerin dişleri kırık, çeneleri kayık, kuyrukları kesik...
Yılların götürdüğü iyilik, doğruluk, dost doğruluk olunca nefret itici güç olur. Ve köpek balıklarının adrenalin yarıştıran ana damarları kanserli hücre gibi neşterlenir. Kılcal deccal dışarı alınır, yani köpekbalığının içi dışına çıkarılır...
İnsaf ve israf arasına sıkışmış duygu yoğunlaşması da köpekbalıklarını ansızın üzerine çeker...
Utanç Denizinde boğulmak mı? Köpekbalığına yem olmak mı? Tek kelimeyle ne fark eder. Değil mi ki utanç, ebedi sanılan mutlulukları ufaktan yer bitirir. Üzerine ahlakı da içer. O zaman yapılanlar yapılacakların garantisi hazzıyla eziklik duygusu ve aşağılık kompleksi de baki kalır. Baki kalacak gökkubbe altında utanmaz köpekbalıklarına fit olmak ise iş işten geçti halidir.
Haliyle cesaretli görülenler aslında tamamen tozutanlar veya hiç utanmazlardır. Arsızlardır. Bu utanmazlık okyanusunda ok yaydan çıkınca zıpkın hedefe doğrultulur. Doğrultulunca kime saplanacağı ise en baştan bellidir. Ve tam isabet.
Uzun yılların getirdiğine götürdüğüne hiç aldırmadan kişilik zaafı ile zayıflayarak itirafçılığa balıklama dalanların eziklik duygusu ve aşağılık kompleksi arsızca köpekbalıklarına kara delik aralar.
Ara yılların getirdiği ise baskı, zulüm ve kandır...

KÖPEK BALIĞI

Kapitalist dünya resmen köpekbalığı cehennemi. Ve bu cehennem, doğanın ve denizin tek anayasası ile işler. Büyük balık küçük balığı yutar...
Bu yüzden bilgi ve bilmek adına küçükten büyüğe her şey öğrenilmeye ve öğretilmeye çalışılır. Eğitim on yıllarca sürer. Ham iken pişmek ve özgüvenle hayata yürümeyi kolaylaştırmak için.
Beter korkuların çemberinden geçildikçe, sorumluluk alındıkça, ders alındığı gözlemlendikçe de gururlanılır. Ta ki hayatın gizemi çözülene dek...
Yıllar yılı kapitalizmin her şeyi sattığı ve geniş yığınları almaya zorladığı, her şeyin de bir bedeli olduğu vurgulaması akla yerleştirilir. Ancak buna rağmen akla zarar hayat tekrar yaşanmayacak güzelliklerden kopuşu resmeder bazen. Ve ucuz dizi film gibi izletir ömür boyu sömürülmeyi. Anlamadan boş boş bakmak, gönülden anlamaya çalışmak aldatısıdır, kapitalist cehenneme özgü tipik yakın çekim tek plan.
Öyleki kendi halinde ve sevecen halden, aniden sevdiklerinden kaçan ve tazıya yakalanan tavşana dönüşmek korkusudur en büyük korku. Korku elde patlar. Patlamayla panik atak yalnızlığa gömülmekten çekinmek de hiç işe yaramaz. Çünkü genetik saldırmazlığın genel ahengi bozulduğunda kedi kaplana evrilir.
Zamanla sakınılası zayıf düşme eğilimi gözden kaçanlarla pekişir. Hoyratlık gelişir. Ve gözü göz olmayanlara sunulur özenilen naiflik. Peşine sinsi sinsi gülüşmeler ufaktan başlar. Ardı arkası kesilmez. Ve göze batanlar asla inkar edilemez boyuta çıkar. İtiraflarla birlikte çıkış yolları da bir bir kapanır. Ne yazık ki bozulan karakteristik özellikleri yüzünden bir daha asla iyilik görmeyecekler, birden sahte iyilik kapısı olur. Kanlı kapana cahilce katılma ve kapılma ile birlikte hayat hemen ertesi gün bozuk para gibi harcar kutlu geçmişi. Çünkü ortak hafıza en güçlü hafızadır. Yanlışları affetmez...
Böylece kalpazanlar cehennemine döner yeryüzü. Doğanın erdemiyle Karadeniz daha da kararır. Ortak kanun farkını hemen hissettirir. Ve büyük balık küçük balığı av yapar, yutar. Kapitalist dünyanın özendirdiği işte bu kıtlık dünyasıdır...
Doğanın en vahşisidir köpek balıkları. Saldırgandır. Sadisttir. Sadece yakalamak ve parçalamak için kodlanmışlardır. Doğanın dengesini balık hafızasıyla bozmak için, mutlulukları yıkmak için, türlü yollardan haince saldırmak için en muhtemel anı kollarlarlar. Yollarına çıkanı hap gibi kapmak için burunları havada cakalanırlar. İşte o yüzden köpekbalıkları avlanırken civarında olmak çok tehlikelidir. Çünkü yakınlarında her kim olursa olsun tehlike çanları çalar. Kan çeker. Yani katliamdan uzakta kalmak, aniden uzaklaşmak evladır. Çünkü kimi, neyi yuttuklarına, neyi parçaladıklarına hiç aldırmazlar. Zaten etrafı kan gölüne döndüren pervasızlıkla dolanıp dururlar kara sularında.
Hafiften ayak dolansa hunharca, şuursuzca, saçma sapan isteklilikle kaleyi içten kuşatırlar. Belki de denizlerin kanunu salt köpekbalıklarına göre dizayn edilmiştir. Emekten çalmalara da göz yumulunca kasılarak, böbürlenerek en harcanmaz varsayılanları dahi harcamaya yeltenirler. Yani el götürür, yel götürür, sel götürür. Köpekbalığının mahalline getirir.
Ama bir mürekkep balığı çıkar, mürekkebini püskürtür Denizi bulandırır...
Beklentilerin aksine yer mavi gök mavi, Denizin dibi mavi iken busbulanık bir atmosfere dönüşür koca evren. Mücadele mürekkep balığı sayesinde. Sıradan ve adi ekip kaynaşması içindeki köpekbalıklarının sıtkı sıyrılır. Bocalamaya başlarlar.
İşte bu mavi derinlikte, o kör karanlıkta yaşlı bir denizcinin zıpkınıdır doğanın dengesini yeniden kuran. Revize eden. Ve Denizin anayasasına katkı sunan...
Yani büyük balık küçük balığı belki yutar ama insan olan insana yem olmaktan hiç kaçamaz köpek balıkları.
Kapitalist dünyaya özgü cehennemin temel gerçeği aslında budur. Ava giderken avlanmak...


BAĞLANTISIZLAR HAREKETİ VE BAĞIMSIZLIK...

Bağğlantısızlar Hareketi 1960’larda sömürgeden kurtuluşun hızlanması ve bağımsızlığını kazanan ülkelerin Bağlantısızlar’ın uluslararası alandaki etkisini artırdı ta ki soğuk savaşın bitmesiyle birlikte varlık nedenini yitirmesine dek.  
 
Bağlantısızlar Hareketi’nin Soğuk Savaş dönemi içindeki yeri ve önemi Doğu Bloku ve Batı bloku dışında alternatif bir örgütlenme oluşturması bakımından çok değerlidir. Bağlantısızlar Hareketi yadsınamaz gerçekliktir. Soğuk savaş dönemi dâhilinde alternatif çareler olduğu ve bulunabileceğine yönelik arayışlara Bağlantısızlar Hareketi öncü olmuştur.
 
Elbette soğuk savaşın meşruluğu içinde üçüncü dünya ülkeleri ekonomik sorunlarını Doğu veya Batı bloklarının birinden edinilebilecek destek ve yardımlarla halledebilirlerdi. Ancak bu edinim ileride bloklardan birine girmeyi de zorunlu kılabilirdi. Böylece bağımsızlıklarını nice zorluklarla elde etmiş olan bu devletlerin kazanımlarını kaybetmeleri de söz konusu olabilirdi. Buna yol açmamak için yeni örgütlenen Bağlantısızlar Hareketi kurtarıcı oldu. Dünya devletler familyasına yeni bağımsız üyelerin katılımı da bu sayede gerçekleşti. dekolonizasyon süreci meşru zemin buldu. uluslararası sistem yeni aktörler kazandı. Bağlantısızlar Hareketi'nin üye yapısı irdelendiğinde, bağlantısız kalmayı tercih edenlerin çoğunun bu süreçte bağımsızlıklarını kazanan ve gelişmekte olan devletlerden olduğu görülür.
 
Hem sömürge geçmişi, hem de bu devletlerin bağımsızlıklarına kavuştuktan sonra bağlantısızlık politikasını takip etmeleri Bağlantısızlar Hareketi’nin korumasında gerçekleşti.  hareket yeni dünya düzeninin kurulmasında önemli rol üstlendi.
 
Bağlantısızlar Hareketi özellikle Afrika sömürgelerindeki artan bağımsızlık mücadelelerinin ve Soğuk Savaş kutuplaşmasının bir sonucudur denilebilir. Yani soğuk savaş bağlantısızları doğurdu denilebilir. Diğer yandan tarihin doğal akışına uygun bir süreç olarak gerçekleşmiştir de görülebilir. Zaten Soğuk Savaş rüzgarlarının estirildiği bu dönemde, bağımsızlıklarını kazanan devletlerin önünde, başka seçenek de yoktu; ya bloklardan birine dâhil olunacak ya da Blok dışı kalarak yeni bir oluşuma kapı aralanacaktı. Nitekim öyle oldu, çoğı bağlantısız olmayı yeğledi.
 
Soğuk savaşa karşın, bağlantısız devletlerin bağlantısızlık politikası ideolojik bir tercih değil yaşamsal bir gereklilikti. Öyle ki bağlantısızlık tamamen bağımsızlık ile aynı anlamda görülmekteydi. Ancak heterojen yapı ve hareketin iç çelişkileri Bağlantısızlık Hareketi'ni kuvvetli bir dayanışma kütlesi haline getiremedi. Dört kıtadan ülkelerin farklı özelliklere sahip olması ve değişik yapıları barındırması bu farklılıkların bir potada eritilmesini zorlaştırdı. Arzulanan etki cılızlaştı. Bütün anlaşmazlıklar ve çelişkilere rağmen Bağlantısızlar Hareketi yine de Soğuk Savaş döneminin en önemli ve aktif kurumsallaşması oldu.
 
Bu kurumsallaşma kurgulanmak istenen Soğuk Savaş kuramını açıkça reddetmesiyle ve yerine alternatif seçenekler sunması ile uluslararası sistemin işleyişine olumlu bir katkıda da bulundu. Bağlantısızlık tavrı üçüncü Dünyanın zihinsel güçlenmesini ve süper güçlerin uluslararası arenada yeni devletlere bakış açısını da değiştirdi. Küçük büyük tüm yeni devletlerin dikkate değer görülmesini sağladı. Bağlantısızlık Hareketi'nin yönlendirdiği politikaların bir sonucu olarak büyük ve süper güçler adımlarına daha dikkat eder hale geldi. 
 
Sonuç itibariyle Bağlantısızlar Hareketi’ni soğuk savaş dönemini başlatan iki süper devletin kamplaşması yarattı. Ancak bağlantısızların soğuk savaşı reddetmesi ve alternatif üretmesi bir nebze de soğuk savaşı bitirmeye etken olurken kendi sonunu da getirdi. Her son yeni bir başlangıç gerçekliğiyle emperyalizm yeni sömürü metodları geliştirdi ve uygulamaya devam etti…
 
KAYNAKLAR

Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, İstanbul: Alkım Yayınevi, 2010

Odette Guitari, Üçüncü Dünya (Sömürgelerin Uyanışı), Çev: Ahmet Angın, İstanbul: Kitap Ticaret Ltd. Şirketi Yayınları, 1966

Eric Hobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl, 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, İstanbul: Everest Yayınları, 2012

Antony Best, Jussi M. Hanhımaeki, Joseph A. Maıolo, Kirsten E. Schulze, 20. Yüzyılın Uluslararası Tarihi, Çev: Taciser Ulaş Belge, Ankara: Siyasal Kitabevi, 2012

Elif Yeneroğlu Kutbay, "Tarafsızlar ve Bandung Konferansı", Haydar Çakmak (ed.), Türk Dış Politikası, Ankara: Platin Yayınları, 2008

BAĞLANTISIZLAR HAREKETİ VE SOĞUK SAVAŞ 
 
Soğuk Savaş, İkinci Dünya Savaşı galipleri SSCB ve ABD arasındaki güç yarışının uluslararası platformda sistemleşerek çift kutuplu rekabete dönüşmesidir. Dünyaya bir süre egemen olan bu model çerçevesinde, dünya devletleri özellikle kültürel ve ekonomik, ideolojik ve güvenlik kaygıları yüzünden kutuplardan birine katılmışlardır. Böylece iki süper devlet etrafında kenetlenme gerçekleşmiştir. İki kutuplu sistemin yansıması ise Doğu ve Batı Bloku olarak dünyanın ikiye ayrılmasıdır. Sosyalizm ve kapitalizmin tampon bölgeler oluşturarak birbirlerinin yayılmalarını önleme girişimidir. Devletlerarasındaki anlaşmazlık ve uyuşmazlıklarda, kapışma ve çatışmalarda direkt silah kullanmadan endirekt başka argümanların hayata geçirildiği tarihsel bir dönemdir soğuk savaş.
 
Tüm kurum ve kurallarıyla işleyen soğuk savaş döneminde sömürgeciliğe karşı mücadeleye başlayan Afrika ülkeleri, Soğuk Savaş’ın pik yaptığı 1960’larda bağımsızlıklarını kazandılar. Doğal olarak iki süper güçten birinin safına katıldılar. Ancak siyasi bağımsızlıkları olmasına karşın ekonomik bağımsızlıklarını kazanamadılar. Eski sömürgecilerle bağlantılarını devam ettirmek dış politikalarını da onlara göre dizayn etmek zorunda kaldılar. Bu dizayn çerçevesinde “Birinci Dünya” adıyla Batılı ülkeler, “İkinci Dünya” olarak Doğu Bloku ülkeleri, soğuk savaş döneminde sömürgeden yeni kurtulan ülkeler de “Üçüncü Dünya” adıyla değerlendirildi. Dünya içinde üç dünya kendi kamplarını yarattı.
 
Zamanla sömürgeciliğin tasfiyesine yönelik mücadele tutunca ve gelişince bağımsızlıklarını kazanan devletler Soğuk Savaş'ın gerginliğinde harcanmak yerine öncelikle ekonomik kalkınmayı hedeflediler. Bu hedef doğrultusunda geri kalmışlığın, az gelişmişliğin giderilmesi ve emperyalizmin yeryüzünden silinmesine dönük politikalara taraf oldular. Bağlantısızlar Hareketi içten içe hızlanan kutuplaşma döneminde üçüncü bir blok olarak doğdu. 

Hareketin kuruluşundan evvel üç önemli konferans toplandı. Bunlar 1954 Colombo, 1955 Bandung ve hareketin resmen kurulduğu 1961 Belgrad Konferanslarıdır. Harekete katılan devletlerin amacı, Doğu ve Batı bloğu arasındaki Soğuk Savaşın ve çıkar çatışmalarının dışında kalmak ve bu çatışmaların toprak bütünlükleri ile egemenlikleri üzerinde yıpratıcı etkide bulunmasını engellemektir. Ana gaye tarafsız kalarak "üye ülkelerin millî bağımsızlığını, egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini, sömürgecilikten, yayılmacılıktan, ırkçılıktan ve her türlü dış baskı, istila, işgal ve dış müdahaleden" korumaktı. Kurulan üçüncü Dünyada bloksuzlar, bağlantısızlar, bağımsızlar kampının kurucuları olarak Yugoslavya lideri Josip Broz Tito, Hindistan lideri Nehru, Mısır lideri Cemal Abdünnâsır, ve Endonezya lideri Ahmed Sukarno öne çıktı.
 
Tam mutabakat gerçekleştirilemese de “Barış içinde bir arada yaşama” anlayışı ve bağımsızlık idealleriyle 1961’de Belgrat’ta ikinci bir konferans toplandı. 25 Asya ve Afrika devletinin katıldığı bu konferansta, ülkeler harekete kurumsal bir nitelik kazandırdılar. Bağlantısızlar (Bağlantısızlık) Hareketi resmen tescillendi.
 
Soğuk Savaş eseri blok politikalarının dışında olduklarını ve bu politikalara karşı olduklarını deklere ettiler. Bu Uluslararası Organizasyon “yumuşama dönemi”ne geçişin ve gelişmelerin de ilk nüvesini oluşturdu.

Hareket başından beri Asya ve Afrika ülkelerinin ağırlıkta olduğu, evrenselleşemeyen bir girişim olarak kaldı...

SİYASETEN PRENSİPLİ BAŞLANGIÇ...

Siyasetin sistematiği, sanki sürekli yeni başlangıçlar ve yepyeni yol haritaları çizmek üzere kurgulanmış gibi. Siyasal hayat yolculuğu ise asla unutulmayan prensipler dahilinde, çalakalem çizilen resmi farklı kaydetmek ve ansızın değişen büyük fotoğrafı hakkıyla görmek için...
Yani kapıyı çalan her yarın yeniden, yeni bir siyaset dili öğrenmeye ilk adım. Hatta siyasal hayatın yeni dilini ömrün kalanında, doğru kalanlarla birlikte öğrenmek ve yozlaşan siyaseti sıfırdan planlama günü. Hızla kısa ve uzun vadeli planlarla asla kopyala yapıştır olmayan özgür ve özgün bir siyaset projeksiyonu programlama zamanı.
İllaki dünde kalanlara dair incelikli ve kapsamlı hasar tespit sonrasında, çıkarcı ve sömürgen çerçeveyi genişleterek, bencil eylem alanlarını daraltarak siyaseten yenilenmek mümkün. Her yeni siyasal amaç kurtuluşun müjdecisi ve kutlu var oluşun reçetesi. O yüzden siyaset çukurundan çıkamayan apolitik çaylaklarla, aynı amaçta yürümekten kararlı biçimde sıyrılmak gerekir.
Yani siyasi arenada sıtkı sıyrılmışlardan uzaklaşmanın tam zamanı ve yarınlar yeniden doğuş yarını...
Zaten siyasette vazgeçilmez sanılanlar, kendilerini hint kumaşı gibi vazgeçilmez görenler siyaset kulvarını kapatırlar. Doğrusal güzergahda doğru yürümeyi daima engeller ve daima kaybettirir. Zaten siyasal alışkanlıklardan ve kronik bağımlılıktan beslenmek de bir yere kadar işler.
Zamanla iş babında sürdürülen siyaset iyice dibe vurduğundan kader denilir ve bir kalemde her şeyden, hepten vazgeçilir. Prensipler icabı biletler kolayca kesilir...
O yüzden yarınların planlı, programlı prensipli ve mantıklı olanlara mutlaka mutluluk getireceği inancıyla siyasal direnme gerekir. Yapay mutluluklardan ve suni kazanımlardan da sakınma...
Siyaset bulvarında yerinde bir tavır ve yeterince soluklanma sonrası ileriye dönük yol haritası ilk aşama. Bu keskin siyasal yolculukta pişman olanlara ve ah keşkecilere hiç yer yok. Ayrıca siyaseten temel prensipler dışına çıkılan, yenilir yutulur cinsten olmayan hiçbir şaibeli olaya da yer yok...
Hattı zatında siyasal düzlemde her yeni başlangıç, yeni prensipler ve kalın kırmızı çizgiler demektir. Öyle kalın kırmızı çizgiler çizilmesi sınırsızlığı ve bağımsızlığı engellese bile yine de çizilmelidir. Başta esneklikle çizilmelidir. İmajı terbiye etmek amacıyla, siyasal prensiplerden kopmamak için.
Ancak kırmızı çizgilerin dışında kalarak, ciddi prensipler doğrultusunda davranarak tam özgürleşilir. Yani bir anlamda kırmızı çizgiler siyasetin güvenlik aralığıdır, güvenli alandır...
Siyaseten güvenli alan dışındakiler ve güvenli alan dışına çıkmayı hedefleyenlere gelince, onlar umulmadık şekilde sıkı aralıklarla tuhaf bir yüzsüzlük girdabına yuvarlanırlar. Her fırsatta düşülen büyük siyasi hataların üstünü defaten örtmek maksadıyla daha da kirlenirler. Ve ezelden ebede asla toparlanamazlar.
İşte o vakit susmak, bir süre suskunluğu becermek bir sanattır. Bu siyaseten susma fiilini gereğince okuyamayanlar ise siyaset kazanına battıkça batarlar. Kendilerine an gelir ince ayar çekileceğini ve her halukarda siyaseten hadlerinin bildirileceğini de bir güzel unuturlar.
İşte gelişen siyasi atmosfer gereği planlanan yeni başlangıçlar ve yeni yol haritasında bu kargacık burgacık kara tiplere kesinlikle ufacık bir rol dahi verilmez. Topunu buharlaşıp yok olmaları için acınası sessizliğe boğmak gerekir. Yani prensipler ve planlar dahilinde siyaset yoksa kişisel ve kitlesel çatışmayı kazanmak da ham hayal olur...
Siyasetin yarınları açıkça yeni bir siyasi atmosferin habercisi. Gün yeni bir siyaset dili, yeni bir siyaset dini öğrenme ve küllerinden diriliş günü. Mevcut siyasal resmin çerçevesini yeniden çizmeye hazırlık günü. Büyük fotoğrafı doğru dosyaya kaydetmek günü...
Prangaya prese dayalı prensipleri darmadağın eden siyasi kaygısızlara, yalan yanlış yönlendirmelerle yeni başlangıçları kontrol ettiğini sanan siyasi sahtekarlara karşı keskin inat ve sürekli dikkat zamanı. Oyunbozan uyaranlara inceden hissedilebilir siyasi uyarı düzeneğini de kusursuzlukla kurma zamanı. Palas pandıras pasrengi pis kokuları da korkuya etiketleme zamanı. Hemde tabanlı tabansız aman dileme haline asla kanmadan. Yani yarınlarda benzer tutumlar yenilenen siyasetin tadı tuzu...
Çünkü siyaset sağlam duran, dengeyi kuran, aklı önde tutanlar için daima yeni başlangıçlar, yeni hayat ve yepyeni yol haritaları sunar.
Sunmasa ne gam. Siyasetin doğası gereği son sözü hep hayat söyler...
Söz şudur, akı karası bir yana belli saatten sonra kimse hayatta siyasi hayattan mucize beklememeli. Çünkü adilane hasar tespit sonrası siyasi enkaz mutlaka kaldırılır. Biriken enkaz bedelinin hangi ilgiyle, hangi siyasi ilgililere tahakkuk ettirileceği de açık seçik bellidir. Ve gecikmiş faiziyle birlikte tahsilat bir gün mutlaka gerçekleşir. Ve hiç gereksizlerden ve de tam kirlenmişlerden siyasi hayat arındırılır.
Yani siyaseten yeni bir başlangıcı planlamak yarının ilk işidir. İzlenecek yepyeni yol haritası da besbellidir. Ama derli toplu ve daima prensipler dahilinde...