8 Ağustos 2017 Salı

KOÇ DAYI

Biz kısa pantolonlu çocuktuk büyüdük genç olduk. Hızlı devrimciydik, devir değişti orta yaşlı solaklardan olduk. Ağırdan ağır yaşlandıkça durulduk ama Koç Dayı hep ayni kaldı. Bilenlerin bildiği, eskilerin tanıdığı gibi, koç gibi…
 
Yıllar evvel siyasal, toplumsal, sosyal ve kültürel bilinmezliğin iyice derinleştiği dönemlerden, o muhteşem mücadele günlerinden beri tanırım Koç Dayı’yı. Birlikte büyüdük, ihtiyarladık, devleştik. Biz belli yaşlara geldik neredeyse kocadık, o delikanlı yaşından gün almadı. Kara cellata daima dayılandı.  Ve ilk tanıdığım yaşta ve ömrünün sonuna, son nefesine dek koç gibi direndi. Despotik, statik ve diplomatik düzenbazlığa son ana kadar karşı durdu. Cepheleşti. Hiç yılmadı, yüksünmedi, asla boyun eğmedi, hiç gerilemedi.
 
Her daim dayılandı Koç Dayı…
 
Milletin toplam zekâsından daha üstün Kuzeyli zekâsıyla tahlil etti her sorunu.  Sol tahlilde esen rüzgârlar ve biçilen fırtınaları hep en öncesinden tahmin etti. Keşfetti. Para pul zilken, pupa yelkenleri şişirenlere sövüp saydı. Ve asla rol model davudi tavrından zerre ödün vermeden bu diyardan göçtü gitti Koç Dayı.
 
Memleket solculuğunun da ilerisinde akıl veren, sır tutan, yol gösteren bir özgürlük yolcusu olarak yıllarca demlendi. Demediğini bırakmadı. Kıyı boyuna demirledi, dosdoğru, dostdoğru yaşadı ve koç gibi ardına bakmadan sonsuzluğa yürüdü…
 
Yaş ilerledikçe, ortalık kötüledikçe sağlaklara verdi veriştirdi. Ve hiç beğenmedi sonradan olma solcu akışkanların zihin ve eylem fukaralığını. Değişmez katı alışkanlıkları hep kınadı. Krallığı da ağalığı da hayatından ayıkladıkça ayıkladı. Ayıpladı. Ortak yaşam değerleri zayıfladıkça, zayıflatıldıkça da softa zihniyeti haşladı.
 
Sola kem gözle kim baktıysa, en sevdiceği Ata’sına denk tek adam dayatmasını kim haklı bulduysa,  arsız ve kavgacı zamane kimliklerini kim övdüyse ağız dolusu sövdü, saydı, payladı. Peşine abdestini alıp vakit namazını eda etti.
 
Nadir kalmış dindarlardandı Koç Dayı. Aklı hür vicdanı hür inancını da hacılıkla payelendirdi…
 
Dar koşullarda hayat tarzını acayip renklendiren nüktedanlığı hiç elden bırakmadı. Geçmişten çok geleceği öykünen, öykülere başkahraman olabilecek bir değer olarak kayda geçmesi gereken bir kabadayı idi Koç Dayı. Hayallerin gerçeğe, durağanlığın eyleme dönüştüğü her kulvarda korkusuzca yer aldı. Vardı. Koştukça koştu. Bunun için dahi daima anımsanmalı. Anımsanmalı çünkü şu fakir beldeye hayat üniversitesini kuran benzer değerler bir bir göçüp gidiyor artık. Biri de Koç Dayı.
 
Öyle ki pusu kurulan puslu havalarda, uslu nasihatleri günden güne eksiliyor. Biz de eskiyoruz anlaşılan. Koç dayılar kaybedilince daha bir özlenecek o ciddi duruşlu adamlıklar. Oturup kalkması, hal ve hareketleri, susması konuşması, velhasıl insanı insan yapan niteliklerden beslenen ne varsa yavaştan unutulacak.
 
Bu unutmalar diyarında, ahde vefasızlık pınarında Koç Dayı akıllarda bir dik duruş abidesi olarak kalacak. Ardından özellikle biz dostları tarafından kavga adamıydı, dava adamıydı denecek bir süre. Sonrası tarihsel süreç…
 
Hangi felsefi kriterden bakılırsa bakılsın gelişen çağın özgür, özgürlükçü, ısrarcı ve inatçı bir mizacıydı Koç Dayı. Nice imzalar attı doyduğu yere. Yaşadığı yeri imzaya açtı hep. Doğduğu yeri ise asla unutmadı, unutamadı. Şivesine hapsetti memleket özlemini de.
 
Memleket sevdası gönlünde, mizahı dozunda, sinkaflı izahı da göklerin intizamını incitmeyecek biçimde kullanırdı. Arsızca süren sürdürülen hiyerarşiyi kalaylamadan da hiçbir platformda çekinmedi.
 
Siyasetin boş ve baştan sağma edebiyatı millet ve memleket üzerine çullandıkça, en ufak şeyler bile ağrına gitti. Kahırlandı Koç Dayı. Kısır döngüsü bol, tuhaf maceralara sürüklendikçe memleket koç damarı tuttu. Daha bir dayılandı. Yüksek perdeden parladı. Dost post ayrımını, ak kara dengelemesini on yıllardır hakkınca yerine getirdi. Ve iyiden iyiye yoruldu.
 
Günü geldi çattı ve şanlı ecdat tarihine adını yazdırıp Tanrı dağlarındaki ebedi istirahatgahına çekildi.
 
Yerin çok zor dolar Koç Dayı. Güle güle git ve bizi orada bekle…

2 Ağustos 2017 Çarşamba

KIYMETLİ ŞEYLERİN TARİHİ…

KIYMETLİ ŞEYLERİN TARİHİ… 
 
Şimdilerde anında bir fırsatı yaratılıp tüm ‘Kıymetli Şeylerin Tarihi’ yeniden tanzim ediliyor. Emperyalizmin eli maşalısı oligarşi ve kapitalizmin işbirlikçisi burjuvazi denetiminde, ahlaksal limitleri zorlayan ikiyüzlülük ile katı katolik dinin ritmik çalımları çerçevesinde yeniden biçimlendiriliyor her şey. Ve tarihe not düşmenin oldukça güç olduğu, suç sayıldığı bir coğrafya tek elden şekillendiriliyor. Edendir, fedendir, nedendir çok iyi biliniyor olsa da ortam faşizan baskılarla o hale denk getiriliyor. Her karşıtlık ise, masumane veya hasımane ayırdedilmeksizin yakın tarihe mal olmuş alışkanlıkla dış mihrak destekli anarşistlik potasında eritiliyor.
 
Oysa birilerinin işine gelmez belki ama ne çok kayda geçirilecek tarihsel kıymeti olan olay var…
 
Vakti zamanında Yüksek Ticaret Mektebi’nde kıymetli evrak ve ticaret hukuku okumuşlar bilirler. Tam üç kitap. Epeyce kalın ciltli kallavi üç kitap. Dönem itibariyle Tuna Hoca'nın tedrisatından geçenlerin en iyi olduğu konudur kıymetli evrak. Evrakların tanzimi, kıymetli evrakların tanzimi ezbere bilinir hala yıllar geçmiş olsa da.
 
Bazen kıymetler susar, tarih kıymetli evraklarla konuşur…
 
Aslında ne fotlar fotoğraflar, ne gözü kara külhan kahramanlar ve ayattan hayattan kaymış nice acı kareler var kayda geçecek. Senaryosu ince ince dokunmuş ne filmler var. Sırayla çevriliyorlar. İleride anımsanması zor görülen, an itibariyle hiç de gizli saklı olmayan yakın, arka, sağ, sol ne detaylar çekiliyor. Ön arka nice ayrıntılar. Çekilmedik şey kalmıyor yani.
 
İşte tarihin gerçekliği budur. Hiç umulmadık anda ve zamanda yaşamaya üşenilen, üşüten, düşündüren ne kadar şey varsa bir bir yaşanılır…
 
Geçmişten bu güne görmek duymak kabilinde yaşlı anlatıcılarca, sonradan düşülen kayıtlarla geleceğe aktarılmış her şey. Anlatılarda talih kısmet bir yana tarihin kırılma ve yıkılma dönemleri de önemsenmelidir. Çünkü hiçbir şeyin yerini değiştiremez tarihsel anlatımlar. Sadece kişiler değişir. Tarih nerede başlar nerede biter o yüzden iyice bilmek lazımdır.
 
Yani ‘Kıymetli Şeyler Tarihi’ hep aynı kalır…
 
Ayıbı, sayıbı, kayıbı bir yana ihtiras ve ihanetlerle şekillenir tarih. Geçerli hiç bir cevabı olmayan bir başınalığı da geleceğe yürütür. Hem de en despot tarzda. Takıntılar ve otobiyografik disiplinler çaresizleştirir, değiştirir tüm isyanları ve itirafları. Ancak tarihi bir metin olma kıymetinden, en iyi arşivlenmesine kadar, bu dünyayı değiştiren güçten yola çıkıldığında ve objektif bakıldığında yalnızca ‘kıymetli şeylerin tarihi’ birçok linç kültürünü de içinde, özünde barındırır.
 
Binlerce yıldır hâkim iradece istenmeyen tek şey belgelere ve tarihe yakın tanıklıktır. Yarına aktarımdır…
 
Tamamıyla zamana uymak doğrultusunda her devrin adamı marifetiyle zerafetlenenleri, hayranlık uyandırıcı bir röntgenciliktir ‘kıymetli şeylerin tarihçiliği’. Dil ve tarihe yeni bir boyut kazandırmaktır mesele. Mitolojilerden bu güne, bu günden uzak geleceğe böyle bir süreç işler. Doğru için doğruculuk, hayat için direnç, değiştirmek için gidişata tavır engellenmeye çalışılsa da böyle şekillendirmiştir dünya. Ve uygarlık tarihi.
 
Dünyanın en uzak ucunda dahi ardında bırakılan bir şeyler, kıymetli şeyler varsa eğer o kıymetli şeylerin tarihi de vardır…
 
Benden önce senden geri, senden sonra benden öte tavrıyla tarihi şeyleştirmek, değiştirmek değildir ustalık, hocalık. Eskiyi alıp, yeniyi eskitmek ise hiç değildir. Dünyanın hiçbir tarihsel karakteri dünyadan bıkmışlık üzerine savaşmaz da, barışmaz da. Başka bir şeydir başka bir nedenledir başa gelen ve kakılan. Şeyleri kahramanlaştırmak, sıradan şeyleri tarihleştirmek ‘kıymetli şeyler tarihi’ne resmen ayıp etmektir. Gerçek kahramanları şeyleştirmek ve zihinlerdeki tabloyu değiştirmek ise ‘kıymetli şeylerin tarihi’ni acımasızca tahrif etmek ve yıllardır kanayan yaraya tuzla dokunmaktır.
 
Tarihi tarihten öte bir yalnızlığa hapsetmek, palayla malayla cilayla tarihsel kıymetlerin yalınlığını çalmak eninde boyunda, ezelinde sonrasında pek yakın zamanda tarihin loş koridorlarında yalpalayacak olmak demektir. Yalandanlığı ve yağdanlığı aleni vakti zamanında tarihe damga vuran her tarihi karakter ve her tarihi olayla ilgili sorgulamalar varsa ve de gerekliyse eğer ‘Kıymetli Şeylerin Tarihi’ asla yanılmaz ve yanıltmaz. Sadece kitabına çıplak gözle kara gözlüksüz bakmak yeter.
 
Yoksa eğer ‘Kıymetli Şeylerin Tarihi’ de yoktur…