2 Temmuz 2012 Pazartesi

19 YILLIK YASAK-LI-ANMA, YASAK SAVMA VE ZAMAN AŞIMI…

19 YILLIK YASAK-LI-ANMA, YASAK SAVMA VE ZAMAN AŞIMI…
 
2 Temmuz 1993'te 35 aydının yaşamına mal olan katliamın üzerinden 19 yıl geçmiş gitmiş. Delikanlı yüreğimiz kanıyor hala. Her olumsuzluğa bir kulp takmaktaki maharetimizi her yıl anmalara engel koymakla bir kez daha gösterdik ne yazık ki. Fındık kadar bir umut barış için yeterli ama Sivas’ta gerçekleştirilen anma etkinlerinde yıldan yıla yoğun güvenlik önlemleri bahanesi ve Madımak civarına insan yaklaştırılmaması maalesef acıyı tazeledi. Üstüne zaman aşımı kararı yürekleri hepten yaktı...
 
Sivas 93 elbette unutulamaz, unutturulmamalı ve unutulmamalı…
 
Yaşamsal platformda eksiklerimizi ve hatalarımızı görmek adına ve bir daha böylesi bir katliama seyirci kalmamak adına, Devlet-millet adına.   
  
Geçen yıl, Sivas’ın girişleri ve çıkışları arama noktalarına dönüştürülmüş. Başka kentlerden akın eden kafilelerin araçları durdurulmuş. Her gelen şüpheli yaftasıyla incelenmeye alınmış. Yazılı görsel materyalleri sıkı değerlendirmeye tabi tutulmuş. Üst baş en hassasından kontrol edilmiş. Kamulaştırılan ve Bilim ve Kültür Merkezi'ne dönüştürülen eski Madımak Oteli önü de araç ve insan trafiğine kapatılmış. Bina sokağı demir bariyerlerle kapatılmıştı. An ki anasın, vay anasına.
 
Bu yıl, Gel de barış gönüllüsü bir birey, Türkiyeli olarak bir kırmızı karanfil bırak o melun yere. Mümkün görünmüyor ileri demokrasi gereği. Sol-sosyalist isen eğer kafadan sakıncalısın. Yaklaşacağın adım sayısı belirlenmiş. Anı köşesiyle idare edecek isen eğer, elinde karanfil platform temsilcilerinden biri olma hal çaresine bakacaksın.
 
Anılarımız, anmalarımız da elimizden alınıyor…
 
Benzer çağdışı katliamların bir daha yaşanmaması için, Anmak, yermek, kınamak, telin için bile ilin valisinin peşine takılarak, devlet erkanı ile birlikte izin verildiği oranda, bir nevi açılış statüsünde protokolvari bir prosedür oluşturuluyor Sivas’ın ellerinde…
Uysalca uymada gör. Yeni teamül harici, toplumu bilgilendirmek ve uyarmak için bir basın bildirisi bile açıklayamayacaksın. Elin kalem tutuyorsa eğer yazamayacaksın.
 
Madımak’ın içinden tek kare fotoğraf alamadan, kameraya çekemeden dolaşacaksın usulca eğer içeri adım atabilirsen. Basın açıklamasını da yaparlar yüreği-canları yanmışlar adına, onlar. Matem törenleri de düzenlerler. Sen üzüntülü bir figür oluştur yeter. Onlar senin adına hem ağlarlar hem de gülerler nasılsa.
 
19 yıl geçmiş, kızıl alevlerin Madımak’ı yuttuğunu, aydınlarımızın ellerimizden kayıp gittiğini ekranda çaresizlikle izlediğimizin üzerinden.
 
Sivas 93 unutulamaz, unutturulmamalı ve unutulmamalı ama hafızalardan silme işlemi başlatıldı bile. Bu günleri dahi çok arayacağız anlaşılan. Resetliyorlar toplumun bilincini. Canlar yanmış, canlar unutturuluyor, canımız darlanıyor.
 
İçimizdeki ve madımak’taki yangın hala sönmedi. Duyulması gereken Utanç otelin bilim kültür merkezine dönüştürülmesi ile ortadan kalkacak sanki. Yananla yakan yan yana durdukça bu yangın harlanır. O gün orada yakmasalar da duyarsız kalanlar devletin hangi mevkilerinde konuşlanmışlar acaba. Bu ayıp bize yeter de artar, Utanırız hala insanlığımızdan.
 
O can pazarının yaşandığı günlerde doğanlar seçimlerde oy kullandılar. 2 Temmuz’dan habersiz kaç milyon birey. Güllük gülistanlık masalıyla devşirilmiş kaç milyon yürek.
 
Bizim yüreğimiz halen yanıyor. Biz “ibret için yakılması gerekenlerdeniz” sıramızı bekliyoruz…

"BEN ANA, SEN FİDAN" VE HERŞEY...

"BEN ANA, SEN FİDAN" VE HERŞEY...

Eksik kalası, terör, tutukevi yangınları ve şehit haberleri. Sona bir adım kala yine, istemdışı alevler üşütüyor kalpazan soğuklarını. Yangınlar geceyarısı termometreler sıfırı vurduğunda veya kırklara dayanıp sıcaklar ciğer patlattığında hoyrat kollarıyla ülkeyi sarıyor. Aynen ateşkest masalları anlatılırken bayrağa sarılı tabutlar memleketlere yollandığı gibi. Akıl almamacasına sis dumanı içinde herşey. Vızıldayarak serin-sıcak dönen bir vantilatöre kurban herşey.

Uğultulu dört duvar arasında sessizce mırıldanan 'kayına türkü'de ve dağ-tepe-bayır koyunda saklanan 'zuladaki mahzun resimde' artık ölüm teması var. Telin ucundaki yaşlı, titrek ses delice bekler eve dönüş ve tahliye haberlerini oysa. Nafile haykırır cam şişelerin içindeki pusulası şaşmış yazılar gerçeği. Doğuracak, emzirecek, besleyecek, büyütecek ve canına yandığımın yalnızlığına, Vatana emanet, vatana ihanet ölüme savuracaksın fidanları. Dış kapı tenhalığına vuracaksın değerleri. Nasıl yazmalı ki artık...

"Önce akıl tutuşacak bir uyuz-uyuşuk akşam üstü. Sonra eridikçe eriyecek taş parke koridorlar çift sıralı. Göz ucuyla salındıkça dağlarda tepelerde dev alevler, nehirler de usulden tutuşacak. Şeytana uyan da deli-veli, ellerde bir tutam melek tozu kalacak. Altın tozları savruldukça göğe ay kararacak. Canına yandığımın ay yüzlüsü baştan savılması namümkün veda çiçeğini ekecek toprağa. Tenim yandı, ağzım kurudu, uyuşuk-uyuz bir akşam üstüydü, azgın geceyarısı da kapıda bekliyordu" diye başlayacak tüm metinler.

Ve fidanlar kırılacak orta belinden...

"Ben ana, sen fidan, yer gök ışıksız, karanlığı bölen pencerelerde ve dağlarda kör olası yangın" diye ağlayacak, yas tutacak analar.

Deccal dolaşıyor arsızca güneş batandan güneş doğana altüst olmuş, yas tutan yüreklerde. Adam sende denilebir mi hiç bu kadar. Emrin olur deyip, hazırola geçerek her zaman pınarın gözünde biriken ve yayılan alevi görmezden gelmek nedir. Şu yavan hayatta yarınlarda hiç bir lezzet kandıramaz dağın eteklerinde açan çiçekleri. Zaten yüce dağların başında dört nala memleket dolaşır. Anaların ninnilerinde, bal sütünün her yudumunda ise sevgi...

'Ben ana, sen fidan' ve dolu dolu ağıtlar yakar yürekleri; " Özgürlüğe beleyip, çıplak büyüttüm ben onu. Dağın etinden, karın suyundan besledim. Kıç çıplak baş kabak. Dört duvar komaz ona, gökkubbeye sığmaz o, hasreti bana. Ben anayım. Kanımdan çoğalttım onu, doğanın eline bıraktım sonra. Tarihe yazdım adını. Tarihi duvardaki Musaf'ın arka sayfasına. Dört duvar yemez onu bitiremez, beni harcar. Çayır çimen arasına bıraktım onu ben. Taptaze bir fidan gibi. Yeşile kırmızı aktı oluk oluk, acı dayanılmazdı ve canlandı bir şaplakla.

Çıplak büyüttüm ben onu. Kışın sıcağından yazın soğuğundan esirgedim. Hain gecelerin ayazından korudum. Kıç çıplak baş kabak. Dört duvar yetmez ona, vadileri arzular. Derdi bana, sıkıntısı başıma. Canımdan candır, oğuldur, kızandır, baladır, uşağımdır. Meme uçlarımdan damlayan, sızıldayan balımdır, düşman eline bırakamam. Çekerim mavzeri koca dünyayı vururum alnından. Tarihe andım budur. Talihi Musaf'ın arka sayfasında yaldızla divitlenmiş. Özenle yazılmış çizilmiş geleceği başka tarifi yoktur. Dört duvar tutamaz onu, ovalar yetmez ona. Dingin maviler gerek ona, bulutlar, deniz, güneş. Özgürlüğü içti fidanım canımdan ve büyüdü. Ne zahmetlerle büyüttüm ben onu.

Çısçıplak, kıç açık baş kabak yürüttüm ben onu. Esaret yorar onu, öldürür ve gözünü kırpmadan ölümü seçer, ben de ölürüm onunla beraber..."

Daha sıcaktır naaşlar ama yüzü soğuktur ölümün. Kömür gözlerden anca analar öper sevgiyle. Cama yansıyan ayaza dokunur sıcak ana yüreği ve hayat durur. Ve sunmadıysa hayat panzehirini daha çok hayatlar avulanır.

Su gibidir akıl ve hiç gerisingeri akmaz...