8 Ekim 2013 Salı

İSTANBUL’U ALMAK, TÜRKİYE’Yİ ALMAKTIR…

İSTANBUL’U ALMAK, TÜRKİYE’Yİ ALMAKTIR…

Ana muhalefetin siyasi arenada dolaşan aday adayı isimlerinden birisinin İstanbul Büyükşehir Başkan Adayı olarak mevcut iktidarla yarışmasına sayılı günler ve belli aylar kaldı…

Siyasi yelpazede ortanın solunu temsile başladığı günden bu yana Cumhuriyet Halk Partisi, ‘Sosyal demokrasinin temel ilkelerini, teorisini ve pratiğinin ülkenin gerçekleri ile bütünleştirerek, halkın özlemlerini ve gereksinimlerini bu yolla yanıtlama, bu doğrultuda her şeyin en güzelini halka sunma’ mücadelesi vermeye çalıştı.

Kimine göre bu saptama doğrudur, kimine göre ise yanlı veya yanlış. Ancak onca ağır sitemlerine rağmen halkın ve siyasilerin süreç içinde, belli aralıklarla yine bu partiden çare umdukları da tarihsel bir gerçektir. Sağın sağa muhalefet ettiği tabloyu oluşturan değerlere veya değersizleştirmeye bakıldığında hiç değil ise şimdilik bu partiye ihtiyacın olduğu görülmektedir.

Tarihin hiçbir döneminde solun bu denli kan kaybedişine tanık olmayan en azı yirmi beş, otuz yıl aktif siyasetin içinde yer alanlara bu paramparçalığa katkı sunmaması gerektiğinin de anımsatılması günleridir bu günler.  Gün yaşanılan ağır koşullar dolayısıyla yenilenme günüdür. Yoksa tarih yakın gelecekte bu dağınıklığın ve seçimlerdeki olası bir yenilgi ve kaybedişin sorumlularından hesap sorar. O gün gelip çattığında ise hiçbir bahane yeterince kabul görmez.

O halde bu günden, aday adaylığı potasında ‘devlette, toplumda ve siyasette devrim…’ misyonunu bayraklaştıranlar var ise, bu programsal başlangıcın ve yeniden doğuşun üstlenilmesi ve önünün kesilmemesi gerekir. Umulanın aksine bu partiyle ve ama yetkin kadrolarla devrim çizgisine yaklaşılabilir. Çünkü siyasi dengelerinin alabildiğine bozulduğu şu ülkede, yetmez ama yeniden demokrasi havarilerinin boşa cirit attığı dönemde, çağdaş, güçlü ve güven veren bir sosyal demokrat birikime ve öncülerine gerçekten ihtiyaç var. Ülkenin kuruluşundan bu güne hiçbir döneminde, karşı devrimcilere karşı direnecek ‘gerçek devrimcilere ve devrime’ bu denli yoğun ihtiyacı olmamıştır, olamaz da. Bu günleri esenlikle aşmanın temel dayanağı, sorumluluk bilinci ve siyasal duyarlılıkla çalışmak ve kıyasıya mücadele etmektir. İçinde devrim ateşini hisseden ve her şeye rağmen söndürmeyenlerin saflarda yer bulabilmesiyle koşuttur, İstanbul’dan başlayarak kurtuluşu güncellemek.

İstanbul’un mevcut iktidardan kurtarılmasından geçer, ana muhalefetin tümü olmasa da bazı sorumluluklarından kurtuluşu.
Bilinmeli ki; ‘sosyal demokrasinin tek ve değişmez bir kaynağı yoktur. Sosyal demokrasi sürekli değişimin ideolojisidir.’ Mevcut sistemi savunup, var olan değerleri olduğu gibi korumak sonuçta değişim kavramından uzaklaşmayı da getirir. Belli koltuklara bu gün itibariyle oturan ve yarınlarda siyasi istikballerinin ne olacağı meçhul siyasilerin koltuklarını sağlamlaştırmaları da bu aday adaylığı sürecinde verecekleri sınavla sınırlıdır. İleride silikleşecek bir politik tavırla hem kendileri hem de geniş yığınlar zarar görür. 

Sosyal demokrasi ve sosyal demokratlık göz ardı edilerek izlenen politikaların solu biteviye küçülttüğü gerçeğinden hareketle bu gün ilkelere sahip çıkma günüdür. Sosyal demokrasiyi geliştirip, güncele dönüştürme günü ise başta İstanbul olmak üzere büyükşehirlerde yerel parlamentoları kazanmakla başlayacaktır.

O nedenle, iktidara ulaştıran yolda çalışıp üreten, kendini aşan, kendi kendine ve birilerine tutsak kalmayan siyasal değerlerin aday adaylıkları sonrasında adaylaştırılan ile omuz omuza beraberliği etkili olacaktır. Çağın gerisinde olmaktan kurtulmak ve çağı yakalamak, sosyal demokrasi çağını yerelden başlatmak yine bu kadroların eseri olacaktır. İstanbul’un ülkeye armağanı olacaktır.

Çağın değişikliklerine ön yargıyla ve tutucu yaklaşmak ise asla sosyal demokrasi ile bağdaşmaz. Ayrıca insan yaşamında etkili olan her çeşit toplumsal ve kültürel değişimler sosyal demokrat siyasetin öncelikli politikasıdır. Toplumsal olaylar, sosyo ekonomik ve kültürel yapı dalgalanmaları, uygulanacak çözüm politikalarını da derinden etkiler. Bu etkileşim yok sayılarak yapılacak her üst düzey manevra seçimi zora sokar.

Çünkü İstanbul’u alan Türkiye’yi alır…

O halde çağdaş sosyal demokratların istemleri doğrultusunda çözüm alternatiflerinin belirlenmesinde ve uygulanmasında etkin rol oynayacak ve toplumla kucaklaşacak, öncelikli hedefleri belirleyen, çözümler oluşturan her kim ise, Ana muhalefetin İstanbul Büyükşehir Başkan Adayı o olmalıdır.

O saat itibariyle artık aday olan ‘ortaya yürek ve akıl koyup, değişim özlemini, gelenek ve yenileşme arayışını, geçmiş ile geleceği bütünleştirip yansıtacak bir yapı’ ile de desteklenmelidir. İstanbul yarışında o veya bu nedenle tökezlemek, Ulusça çalkantılı ve zor bir dönemeçten geçilen şu günlerde, bedeli ne olursa olsun denilerek atılan her yanılgı dolu adım, keskin uçurumun kenarından kurtulmayı pas geçmekle özdeştir.

Ve bu durumda yarınlarda ülke solunu ve ülkeyi kolay kolay atlatılamayacak ciddi tehlikeler bekler. Solun yerelden genele etkinleşememesi ise merkez sağı değil radikal sağı daha da güçlendirir ve daha da yüreklendirir. Belki de gizliden gizliye istenen ve arzulanan da budur.

Kabul edilir veya edilmez ama ‘sosyalizmi, demokratik sosyalizmi benimseyenlerin, devrimlerin ve değişimin, demokrasinin öncüleri olarak kalmak niyetiyle de olsa ana muhalefet partisini alttan yukarı yapılandırmak” suretiyle büyüdükçe büyüyen tehlikelerin önü ancak kesilebilir.

Tarih yapraklarında yazdığı gibi, gecenin bir vakti yataklarından alınıp siyaset mezarlığında gömü olmak var ise eğer, her şey İstanbul siyaset sahnesinde tersine işleyen ve işletilen bir durumla güncellenir. O güncelleme ise sadece mevcut iktidarın işine yarar.

Ve atı alan Üsküdar’ı geçer…
 

3 Ekim 2013 Perşembe

DEMO PAKET, PAKET- PLAKET DEMOKRASİSİ VE DEMO SİYASET…

DEMO PAKET, PAKET- PLAKET DEMOKRASİSİ VE DEMO SİYASET…

Sınıfsal eğilimi bal gibi belli, gerçek bir partizan olmaya adaylıktan bu güne çok on yıllar geçti hanemizde. Kaybolan o yitik yıllarımızda dahi adam olmayı unutmadık hiçbir zaman. Zaten her şey gün olur unutulabilir, ama adam gibi adam olmak unutulunca çöker hüzün, yıkıp geçer kasvet ve dem vurur beyne…

Dememiz o ki; her yeni gün birlik, beraberlik, bütünlük, dirlik, kuvvet,  büyüklük masallarıyla aldatılarak geldik son on yılda sona.
Ulusal ve evrensel birçok kavram ve kurum, devlet ve millet değişime uğrarken yenilenmek ve yeniden yapılanmak elbette en kaçılmaz ve kaçınılmaz gerçektir. Ancak çağın koşullarına göre yeniden yapılanmayı ve değişimi insanda, toplumda ve evrende yakalamak da bir o kadar zordur.

Güne ve geleceğe damga vuracak bir yaşamsallık kurgulanamayınca, hevesler ve hırslar zum yapınca zaman hem boşa geçer hem de tersine işler hayat. Geriye gidiş ve boşluğa yuvarlanış atmosferinde ise reformist beyinler tutulur geceden sabaha. Oysa en çok onlara gereksinim vardır ayazda buz kesince fikirler fakat ay tutulması yaşanır zamansız ve mekânsız.

Ters yönden gelen bir araçtır artık devrim farz edilerek alkış tutulan ve dümendeki için vaciptir vecibeleri yerine getirmek. Ve karşı devrim halkın çağdaş ve katılımcı rejim istemini bir çırpıda rafa kaldırır, benimle idare edeceksini dayatır süslü beyinlere. Vakit nakit hesabıyla demokrasiyi olgunlaştıracak teorem ve projeler üretmeden reformist görüntüler veren ama asla reformculuk yapmayan ve yapmayacak bir çizgiye hapsolur o sözde devrim çılgınlığı.

Aslında bu realiteyi ortaya dökmek toplumu iyi tanıyan ve toplumsal değerleri benimseyenlerin asli görevidir. Ağızlar tam açılmadan, diğer her toplumsal yakınlaşma acı bir bedel ödetir ve tahsil eder gider diyemeden üstüne çöker saltanat ve salt bu yüzden erir manzara. Satmışım anasını iç dünyası iş dünyasına kayar ve suskunluk ilacına gerek kalmaz hap yutulmuştur.

Oysa kendi içinde bütünleşen, ulusal değerlerden ve kişisel birikimlerden güçlenen her karar ve kararlılık gün olur devran döner evrenselliği de kucaklar. Böylelikle olur ancak çağı yakalayıp, hedeflenene hareketlenmek ve kitlenmek. Yoksa paket üstü paketler yığarak, yağdırarak ülkenin safdilliğinden yararlanmak ve sineyi millete racon kesmek değildir devrimin açılımı.

Belki biraz sol kaçacak ama bireysel ve toplumsal özgürlüğün, emeğin üstünlüğünün, eşitlik ve dayanışmanın geliştirilmesinin, ülke bütünlüğünde çoğulcu demokrasinin işletilmesinin dürüst yönetim açık toplum ilkesinin yaşatılmasının acilen yapılandırılması hayati bir ihtiyaçtır. Tüm bunları yok sayarak veya öteleyerek örgütlü veya örgütsüz sivil toplum yapısıyla her Allahın günü yerli yersiz oynayarak bu devrimsel gerçeklik sağlanamaz, sağdan da sollanamaz. Ayrıca yorum ve yöntemleri halka sadece dinsel ve mezhepsel motiflerle ulaştırmak ve garip halkı arsız sunumların paydası yapmak, en kolay yolu budur çünkü bu halk böyle anlıyor ve istiyor demek kolaycılığı yarın demokrasiyi de dinselleştirince, mezhepsizlere sığınacak liman kalmaz şu üç yanı deniz yarım adada.

Demek ki tüm bu yaklaşımları yönlendirecek anlayış asla ve kata dar kalıpçı ve statükocu olamaz. Halkın istemleri doğrultusunda dinamik, katılımcı, özgürlükçü, ilerici, örgütçü ve çağdaş bir süreç başlattık diyerek devrim, diyen herkes de asla ve kata devrimci olamaz.

Mevcut düzene yenilikler, değişim ve dönüşüm getiren ilkeleri topluma sunabilecek ve benimsetebilecek bir inanç biçimidir devrim ve devrimciye gerekli olan da bu bilinçtir. Düzene uyumun veya düzeni geriye ters yüz etmenin değil, değişimin ısrarcı takipçisi, tercihleri yarınlara yönlendirebilen, çağdaş toplumun kuruculuğu iddiasını söylemlerinde ve eylemlerinde taşıyabilmektir devrimcilik.

Aslında ülkenin böylesi bir birikimi var. Yürekli ve özverili insanları da var. Bir yerlerde izliyorlar belki, belki zamanı geldi sur unun üflenişini bekliyorlar derinden ve inceden. Toplum değerlerini en zirveye yükseltecek, delirten kuşkuları yok edebilecek çareleri düzenleyebilen ve yeni çıkış ve bakış açıları üretebilecek kadrolar elbette var bu ülkede. Gerçekten bu halk hak ettiği yere çok yakında gelecektir jargonuna tapanlar da var bu ülkede. Ancak önemli olan bölünmeden parçalanmadan bu günleri atlatabilmektir.

Sorunlar günden güne devasa büyüdükçe, ana sorunlar yok sayılıp ertelendikçe bu ülke hiçbir zaman ve hiçbir paket şenliğiyle esenliğe kavuşmaz. Korkudan dillerin titrediği, diz bağlarının çözüldüğü ileri demokrasi anlayışı ve paketsel demokratikleşme sihriyle ülkenin diğer tüm sorunları tetiklenir sadece. Ve asla çözülemez, aşılamaz, çare bulunamaz sorunlar yumağı istikrarın sağlanamadığı bir ortamı yaratır tepe taklak. İşte o vakit makaslar iyice daralsa da mutlaka daha faşizan çıkış yollarına sapar ileri demokrasi treni.

Ülkenin faşist dönem ürünü kurumlar ve yasalarla getirildiği durum belli iken, dönülmez kara nokta ortada iken, faşist ideoloji tasfiye edilmeden iyi niyetle de olsa yapılanların hiç biri gerçek çözüm olamaz. Demokrasi ayıplarının önüne geçemeyen geri kalmış ülkelerin genel yazgısı ufukta belirir ve boyun eğip kabullenişin alfabesi okutulur tüm paket isyancılarına. Tarih bu tersine işleyişin örnekleriyle dolu.

O halde sınırlı demokratik hak ve özgürlükleri halka ödülmüş, nimetmiş gibi sunmak ve toplumca görülmeyen veya göz ardı edilen paragraflara asıl gayeleri küçük puntolarla sığdırmak ve sıralamak, paketten taşanları bizden değil saymak ayıp etmek olur elmanın diğer yarısına. Elma ile armudu toplayarak paketlemek ise hemen yerel seçimlerin peşine halka acı bedeller ödetmek ve bir şekilde şekilsizce yönetmektir sallanan gemiyi. Plaketleri şimdiden hazırlanmış bir demo-paket işgüzarlığı ise tüm bu kopartılan yaygara ve yarım yarım halka yaranmak ise tüm çaba demo-siyaset otokrasisi millete hayırlı olsun.

Dememiz o ki; Demokrasi halkın geciktirilmiş hediyesi değil en temel hakkıdır. Yasaklar, sınırlamalar, baskılar, yıldırmalar ve süründürmeler ile üstü örtülü sürdürülen hüküm sürmenin taraflarının işi değildir devrimcilik ve çok ağır gelir, gelmelidir ve gelecektir sahte de olsa devrimcilik onlara.

Sınıfsal eğilimi bal gibi belli olan partizanların işi bu uğurda bu yolda daha da güçleştikçe adam olma ipine daha bir adam, adam gibi adam sarıldıkları ise devrim-sel bir gerçektir…