DERE TEPE GELİNCİK...
İlk yaz
öncesi dere tepe gelincik çiçekleriyle donanmış, doğal örtü kıpkırmızı. Kafalar
kurşun gibi ağır, yürekler kor parçası. Ten buza kesmiş, akıl katmerli
yalnızlığa kanatlı. Sinsice kuşatılmış kutlu isyanlar. Dost yaren özlemiyle
titreyen ellerde bir avuç bahar. Tutuşan dillerde mahirane tutkunun eşsiz
marşı...
Gelincik
örtülü toprağa, işlemeli bakır ibriklerden dökülüyor güneş. Mavi bulutların
taşıdığı saf ve temiz ışık yelpazesi kör karanlığa tutsak. Maskeli sunumlar otağında
kızıl ateş sorguda. Avuçlarda terliyor gelecek. Alın terinde parlıyor
sonsuzluk…
Sonu kanlı
geçmiş taş duvarlara, palmiyelere papirüslere işlenmiş. Karşı yakanın altınsı
ışıklarıyla vurulmuş pusu. Yana yakıla yankılanmış yüzyılların sırrı. Geçici dünya hevesiyle
toplu kıyımlar sırınmış sıradışı. Sırası gelenler başka dünyalara doğmuş. Her
doğan en uç noktalarda. Vazgeçilen hayat kof ama konforlu. Hain ölüm yarına
dair ne varsa istiflemiş. Tarihe not düşmek ise ölüm meleğiyle köşe kapmaca
oyunu...
Dere tepe
gelincik çiçeklerine durmuş, kan kırmızı. Can yakıyor koordinatları besbelli
yıkım. Tarihin belleğine kazınmış, eylem kuşuna evrilmiş tüm canlar. Evladır
mevladır sarmalında, dere tepe pırıl pırıl güneş. Gün güneşe uçuşuyor
gelinciklerle, bayrak kırmızı...
Boynu
vurulan gençlerin ölümsüz kahramana dönüştüğü, deniz derya kıyamet yolculuğu.
En kıymetli isyana güneş tutulmuş, ay vurmuş şavkını dere tepe. Kızıla boyalı
yer gök. Alıal gelincik şerbeti hararetten kuruyan dudaklara bir damla hayat...
Uzay
boşluğunda hayat bulan, bir ay şehrinde nursuz geceleri doğuruyor zaman.
Resmigeçit bandoları ölüm marşıyla
tarihin hafızasını zayıflatıyor. Dere tepe gelincik, dağlar ateş rengi yanıyor.
Kan kırmızı haslet, ışık zerresinde hakikat. Ceberut saltanat salgınında
güpegündüz ölümler. Dere tepe kıpkırmızı gelincik arenası. Kafalar kurşun gibi
ağır. Yürekler kor. Akıllarda onlar…
Boz renkli
ölümün zifiri kara gölgesi dört bir yanda. Tek vücut onlar. Yaşamak için.
Özgürlüğü hep bir ağızdan haykırmak için. Oligarşik virüse karşı koymak için.
Kızılca kıyamet kopmadan…
Dere tepe
gelincik çiçekleriyle kızarmış. Utancından gelincikler kanlı gözyaşı
dökermiş...
GEÇMİŞ ZAMAN
TİPİTİPLERİ...
Yıllar su
gibi akarken bazen geçmiş zaman tiplerine zaman duruverir. Fiziksel ve zihinsel
manada zerre aldırmazlık barındırmayan ruhbanlara tersine tersine akar zaman.
Fonda geçmiş zamanları yankılayan yasak müzikler. Her notası sert basar
hepsinin hele Aldırma Gönül sınırsız umutla yürekleri yakar. Geçmiş zaman
tipleri ve tipik türevleri kalan ömre sadece boş istasyon saltanatıyla
damgasını vurur. Gelecek, geçmiş zaman olur ki diye başlar...
Geçmiş zaman olur ki, hayali cihana bedel.
Manidar ama ölümsüze öyküye manyetik alan kavruluşunda etik davranmak gerekirse
tektik diye girilir. Yol ezdik, yok ektik, çok çektik, yettik, yittik, gittik
diye devam eder. Ama geçmiş zaman tiplerine çok iyi ettik. Tetik düşürdük ama
hala çekmedik. Yine de herkes kendi çapında ağır bedeller ödedik diye gelişir.
Şimdiki zaman kipinde derin vurgunlara rağmen etki tepkiye devam dedik diye
mutlu sona yaklaşır...
Sona yakın
patlayan piksel vurgun, aktif gerginlik pasif gizlilik çerçevesinde hayata
çentiklenir. Dipsel örgüyle evvel emirde bu elveda günleri de aşılır. Eş
zamanlı bulgularla hiçlik ve pikap arsızlığı tescillenir. Geçmiş zaman olur ki,
hayali mutlak dalga kırılması yaşatır...
Yaşayan
yaşamayan hain geçmiş zaman tipleri, ömre onur bahşeden zorbihal nefes alışları
bile saydı. Saygısızca ve sinsice yayıldı soluk anılar. Geçmiş zaman kipleriyle
kitabın ortasından okunan sahici tümce, hayat ağır bedeller ödemekle
orantılıdır tümcesi. Bir ömür düşünülse akla düşmeyen, tümden tuhaf gelen
ayrıntılar, pikten direğin ucuna korsan bayrağı çekilmesi. İşte hiç çekincesiz
bu sayede kutlu isyana sebep doğar...
Doğanın
inadına zamansız çapula çıkan zırcahil korsan tayfası zehir zemberek taklitler
ve tabansız terfi takdiriyle daima maziyi sulandırır. Bu sarsak geçmiş zaman
tipleri gelecek zaman kipleriyle ufku karartır. Böylece yalap çalap çıplak
gerçekliğin tersine iş tutulur. Geçmiş zaman olur ki, hayali hadiseler, haddini
aşan hikayeler bir biçimde sonlanır. O kutlu sonu anlatmaya ise tüm zaman
kipleri aciz kalır...
Acizane tüm
paragraflar ölümcül uykuyu besler, zifiri gecelerde ise uyanıklığı. Haktır
apansız ayyuka çıkanlar aylak sabahlara çıkamazlar. Yazıya ana tema ise yazgı
sanılanın salt kısmi dikkat kaybı ve ıstırap yaşatan detaylar olduğudur. Bu
yüzden geçmiş zaman tipleri ve şimdiki zaman kipleri defaatle formüle edilir.
Ve görülmez zannedilen gizem görülür, çok bilinmeyenli denklem mutlaka çözülür.
Bu ahvalde geçmişe saplanan kör mızrağa denk gelenler, kayıp zaman aralığına
sinerler. Kuytu siperlere serilirler. Oturaklı satanlara ezbere bilinen
sayfalar kibarca tekrar ettirilir. Geçmiş zaman olur ki, hayali test edildikçe
geçmiş zaman tiplerinin ne yazık ki çok kirlendiği görülür. Kirpi tipli, tiz
sesli, pis nefisli kambursu pikler, gelecek zaman kipleriyle diplenmeyi dahi
cüretlerine karşılık kâr sayarlar...
Sayısız
kurban alan akordu bozuk düzen, temel öğretilerin tersine notasız çalarak,
rotasız çalkalanarak boş hayal üfler. Geçmiş zaman tipleri, tecili zor
zamanlarda, gelecek zaman kipi oyuncağına dönüşür. Geçmiş zaman olur ki, hayali
dipsiz kuyular pası, pusu kusursuzluğudur. Beter preslenmedir. Pes dedirten
çılgınlığa ve yürek kanatan çapsızlığa gelmiş geçmiş zaman kipleriyle, herkes
payına düşeni alır repliğidir...
Geçmiş zaman olur ki, hayali cihana yük tüm
geçmiş zaman tipleri bir araya gelse asla unutulmaz anıları derleyemez.
Filhakika fiiller rivayetsiz, failler riayetsiz, filler merhametsizdir.
Tahammülleri zorlayan haller ilanihaye kurtarıcının insafına kalmıştır. Geçmiş
zaman olur ki, hayali bir kalemde geçilemez...
Bu bozgun ve bozguncular aleminde, alelade ortamda
gelecek zaman kipleriyle dikkate değer değişimler yaratmak teorik olsa da olası
değildir. Çığır açılacağına inan ve iman yarınların en büyük yalanıdır. Bütün
zaman kiplerini bol keseden harcıalem harcayan geçmiş zaman tipleri ve piksel
döküntüye bulaşanlar asla yakayı kurtaramaz. Akıl karışıklığından kolay
kurtulamaz. Katran karası akıllar zehirlendiğinden küresel bulaşıklık artar. Ve
cam küreye ölüm tez bulaşır. Canlara ölümlüsün tezi rakamlanır. Çetin
zamanlarda ömrü güvence altına alma temel hak kullanımı zorlaşır…
Geçmiş zaman olur ki; hayali yüksek basınçlı
günler yaşanmıştır. Şaftlara ve dingillere, mevcut şartlar gereği doğrudan
uygulanacak bileşik kuvvet gelecek zaman kiplerine bağlıdır. Pik dökümcüler ve
dip istifadecilerin akibeti ise gerçeğin mühendisliğine tabidir...
Tam isabet, geçmiş zaman tipleri ve kipleriyle
kilitlenir dönence. Geçmiş zaman olur ki hayali, çoğunlukla geçmiş zaman
tiplerini ipler, yarınları kipler...
Ve öykü
geçmiş zaman tiplerinin yüzünden geniş zaman kiplerine bağlanır. Son cümle su
gibi akarsa da yıllar, yolcuları mutlaka gelmişi geçmişi kapkara tipitiplere
yakınlaştırır yollar…
zaman: Mart
29, 2022 Hiç yorum yok:
YOLUN SONU
GELDİ Mİ?
Her
defasında söze keşke yanılsaydık diye başlayanlar yine yanılmadı gibi. Çünkü
siyasi haritaların renksizliği ve savaş bağıran bariz görüntü bir kez daha
yanıltmadı. Yanlışı doğrusuyla son çare istisna bir seçime yürüyor millet.
İstim üzerinde imbalans bir seçimin, imdat çağıran imbatı hissedilmeye şimdiden
başladı. Sanki resmen yolun sonuna gelindi...
Yolun sonu
şimdilik mevcut iktidarın sınırsız güç kullanımı ve sınır tanımaz
söylemleriyle, kendi tabanına yönelik propaganda girişimleriyle geciktirilmeye çalışılıyor. Ancak peşisıra
icraatlar toplumu infilak ettirecek düzeye erişti. Haddi hududu aşan
göndermeler katılaşıp sertleştikçe durum daha vahim noktalara da evrilebilir.
Saldırgan tutumun devamında ısrarcılık ise kutupları resmen infıal uyandıracak
biçimde keskinleştirebilir.
Son tahlilde
sona yakın doğabilecek yüksek gerilim herkesi çarpacak ayarsız negatif
yüklenmeleri güncelleyebilir. Metezori gelişen zıtların birliği motivasyonuyla
gerginlik dili ve iktidar blöfleri ilk kez tutmayabilir. Açıkçası öf dedirten
günlerin ayarsızlığı, ayarlı seçim simülasyonlarını bu kez bozabilir. Mevcut
iktidarın kasım kasım kasılma siyaseti ve hasım yaratma probagandası belki de
bu kez yetmeyebilir...
Yolun sonu
geldi mi? kuşkusu ve belirsizliğe istikamet özellikle siyasi prensipleri ilk
kez bir yana bıraktırabilir. Bu kez uzun vadeli düşünülerek, kısa vadede hesap
kesilebilir. Dip yapan ekonomi, pik yapan etiketler, uçan rakamlar belki de
artık önemsenebilir. Vaziyet, nice yıldan sonra niceliği tersine döndürebilir.
Kargadan başka kuş tanımayan toptancı seçmen güruhu bu kez kendine gelebilir.
Umarız yanılmayız diyenler de bir kez olsun haklı çıkabilir...
Yolun sonu
geldi demek, her defasında olduğu gibi keşkelere bağlanmadan belki bu kez
aşılabilir...
Ve bir kez
daha yolun sonu görünse de gelmez...
zaman: Mart
28, 2022
'YOKSULLUK
KADER? FİRAVUNLAR GADDAR…'
Evreni
beynelmilel bir bakış açısıyla sorgulamak dert üstüne dert biriktirir. Ancak
değişik enstrümanlardan faydalanıldığından, faydacı zihniyetle mücadele, çağdaş
kalmak ve ilericilik pekişir. Bu falcı falancı akıl fikir yoksunlarının
anlayamayacağı bir duruştur. Zaten bunların tamamı yoksulluk başta tüm başa
gelenleri kader olarak tartışmasız kabullenmek üzere şartlanmışlardır. Oysa
kederlenilenlerin tümü asla kader değildir...
Evvel emirde
evrensel felsefeye ulaştıran yol ise kula kullaşmayı özendiren kaderciliğin
bertaraf edilebilmesiyle açılır. Felsefe doğrultusunda kalp ve beyinler
körelmeyince her türden yoksulluğu yenmek de kolaylaşır. Siyasi ve toplumsal
sorunlar asla eften püften saplantılara bağlanmaz. Yani coşkuyla ve ilham veren
türden muhalif görüş dillendirilir. Hiç çekinmeksizin katı yönetsel ritim
yapısına direnilir. Ve sosyal kompozisyon özgün ve protest tavırla
özgürleşir...
“Radyolarda
şarkılar boş ver diyorlar /Açlıktan verem olana bal ye diyorlar…”
Elbette
bağımsızlıkçı geleneksel format
genellikle sert karakterli ve ince imalıdır. Serzenişi isyancıdır, devrimci
mizaç yansımalıdır. Pazarlıksız protest yanı ağır basan, toplumun dertleriyle
yoğrulan ve halk yığınlarıyla özdeşleşen bir olguya tabidir...
“Yoksulluk
kader olamaz kader değildir /Firavunlar bile böyle gaddar değildir…”
Kolay kolay
esneklik göstermeyen, belli bir siyasi görüşü tarz kabul edip güzel yarınlara
isteklenme, körkörüne bir zümreye, bir topluluğa, bir fırkaya, bir fikre
kapılanları kendine getirir...
“Devlet baba
borç içinde sabret diyorlar/Sen de bakkala kasaba borç et diyorlar/ Ben onurlu
insanım boyun eğemem/Alacaklı ver deyince ödün veremem…”
Gerilemeyi
işaret eden duygu yitimi komutlarla, komik tezahüratçı konumuna düşmemek için,
kaypak olguları ve karanlık olayları iyi süzmek gerekir. Aleni dillendirilen,
gösterilen, anlatılanların ötesindeki evrensel f kulak kesilmek gerekir. Ayrıca
enternasyonal düzlemde suçu, günahı, vebalı geçmişe yükleyenlere, haksız
karalamalarla geleceği karartanlara karşı durmak gerekir. Hiç değilse, salt
desinler adına da olsa…
“Yoksulluk
kader olamaz kader değildir /Firavunlar bile böyle gaddar değildir…”
zaman: Mart
27, 2022 Hiç yorum yok:
SOĞUK
SAVAŞTAN SICAK SAVAŞA…
Soğuk
savaşın tarihe karışması öncesinde gelişmekte olan veya geri bırakılmış
topraklarda, etkin devlet mekanizması
güçlendirildi. Yıkımı sağlayacak bağımlı yarı global siyaset kültürü
vazgeçilmez bir gerçeklik olarak lanse edildi. Ancak soğuk savaş yaptırımlarını
atlatamayan Komünist Doğu Bloku’nun dağılmasıyla birlikte güçlendirilen devlet
yapısını bozmaya yönelik sivil ve askeri hamleler başladı. Bu yeni dünya düzeni
yapılanması soğuk savaştan sıcak savaşa geçişi de körükledi...
Özellikle
küresel sermayenin dayattığı serbest piyasa gereği devletin küçültülmesi,
sömürgeye dönüştürülecek ülkelerde bir bir hayata geçirildi.
Ekonomik
gelişmenin durması ve geri kalış lafta büyük devlet olma bahanesiyle
geçiştirildi. Ekonomik krizler ve adı önlem olan paketsel çöküşler anlamsızca
devletin büyümesine bağlandı. Sınırsız egemenlik hakkının gaspı noktasında ise
direk veya endirek sosyal çatışmalar projelendirildi. Etnik, dini, mezhepsel
kimlikler öne çıkarılarak sözde ileri demokrasi havariliğine soyunuldu. Sonuçta
mevcudun yönetememesi üzerine tezler hayata geçirilmiş oldu...
Bu ikircikli
cambazlık doğrultusunda geniş yığınlar öz zenginliklerin sömürülmesine, ulusal
değerlerin anında el değiştirmesine göz yumdu. Öyle ki zamanla devlet
olanaklarını kullanmak hepten siyasallaştı. Tüm varlıklar salt iktidarın emrine
sunuldu. Doğan güvensizlik ve başedilemeyen istikrarsızlık bütün üçüncü dünya
ülkelerini iyice darboğaza itti. Gelişmekte olanları da üçüncü dünya ülkeleri
safına sürdü. Böylece mevcut rejimler tartışılır hale getirildi. Ortak bilinç
bu yönde geliştirildi. Sıcak savaşın gündeme oturduğu gelinen aşamada ise soğuk
savaş günleri bile aranır hale geldi...
Saklanan
sinsi amaç küçülen devlet iktidarını ve devleti yönetenleri büyük sermayenin
çıkarlarına göre denetlemek ve dizginleyebilmekti. Bu yönde demokratik hukuk
devleti olmanın gereği şartlar kolayca tırpanlandı. Böylece kamu kaynaklarının
açık kampanya statüsünde sömürüldükçe sömürülmesi sağlandı.
Bu kısır
döngüde devlet siyaseten elitlerin elinde bölündü, parçalandı. Hatta soğuk
savaş döneminin karşılıklı politika üreten tarafları bile aynı kıskacın içine
düştü. Egemen güçlerin uygun gördüğü yönetimler dışında kalanlar ise
demokratikleşme adına tek bir adım dahi atamaz hale getirildi. Sınıflama kriterleri
üzerinden plan tuttu ve her fırsat ganimete dönüştürüldü. Devlet ve ulus olmak,
Ulus devlet olmak dünyanın en büyük günahı sayılan bu süreçte dizayn edilen
yeni devletçikler etnik, kültürel, dini, mezhepsel ayrımcılık üzerine inşa
edildi. Soğuk savaş günlerindeki denge, karşılıklı çalım ve ideolojik
kamplaşmanın yerine sıcak savaş ikame edilmeye başlandı...
Ve baştan
sona mevcudiyetin temellerini sarsacak biçimde, istikbalin yegâne temeli farz
edilenler dahi büyük sermaye hazinesine bağlandı. Bağımlılık arttıkça egemen
güçlerin hazinesinden orantısız faydalanan dahili ve harici oyuncular da ister
istemez sıcak savaşın piyonu oldular.
Sıcak
savaşın bir oyun olmadığı elbette anlaşılacak ama çok geç kalınmış olacak. Ve
tarih dünyayı karıştıranları ve savaşa karışanları bir bir yazacak...
zaman: Mart
25, 2022
NÖBETÇİ
KULESİ...
Kitabın
ortasından okunduğunda görülür, özellikle nöbetçi kuleleri terk edilmediği için
insanlık tarihine yön vermiş kutlu kurtuluş mücadelesi kazanılmıştır. Hemen
büyük zafer sonrası özbenliğe uygun devrimlerle ‘Ulus Devlet’ olunmuştur.
Devlet, tarih yapan güçlü bir lider önderliğinde kurulmuştur. Aslında her Ulus
Devletin çekirdeğinde kurucu millet ve kurucu mitos bulunur ama bu eşsiz destan
övünülesi, öğrenilesi ve öğretilesidir...
Öyle ki
kurulan devlet demokratikleşme ve
uygarlaşmaya koşut öncü kadro ve halk bütünleşmesinden beslenmiştir.
Sürekli devrimci kurtuluş mücadelesidir, varoluşunun ana kaynağı. Tam
bağımsızlığın tesisidir temel gaye. Devlet olmak, ulus olmak için bazen ortak
coğrafya, kültür birliği, dil ve din birliği de yetmez. Ulus devlet olmak,
dünya tarihine damga vurmuş devrimcilerle ve kalıcı devrimlerle olur. İşte o
yüzden, ilelebet nöbetçi kulelerinde olmak ya da olmamak üzere nöbete
durulur...
Son yıllarda
terk edilmeyen nöbetçi kulelerinden çıplak gözle gözlemlenen tüm ulus
devletleri, diktatöryaya veya dikta rejimlerine yaslama hevesidir. Önce diktacı
hareketlerin küresel dünyanın binbir türlü oyunlarına kanmasıyla mevcut hava
değişir. Sonra bu yerli işbirlikçi, milli destekli gerici hamle, sistematik
kaosları, yoz siyasal ve toplumsal düzen dizaynını getirir. Zokayı yutan ulus
devletler, böylece büyük sermaye tarafından kuşatılır, milli yerli görünen
işbirlikçilerce birlikte sömürülür. Yine de arzulanan oranda sömürülemez çünkü
ulus devlet birikimi vahşi sömürüye kanının son damlasına dek direnir. O
nedenle mutlaka yıkılmaları gerekir...
Nöbetçi
kulelerine birebir yansıyan ayrıntılara göre, yoğun yıkım daleveraları içten
dışa planlanır, dıştan içeri dayatılır. Kulun biri allanır pullanır lider
yapılır, oyalanacağı kurgu piyasa yaratılır. Sinsi senaryo doğrultusunda ulus
devlet demokratik bir düzen öngörmüyor safsatası yayılır. Önerilen yeni
sistemin zamanla klasik despotizm dayatacağı ustaca saklanır. Yani büyük
sermaye el birliğiyle yıkılmaya çalışılan ulus devletlerin yerine politik
teorisi olmayan, dünyada yeri yurdu kalmamış kalıntılara küresel armağan kukla
devletçikler kurdurur. Özel yetiştirilmiş sahte önder vasfında, sırf
rezervasyona tabi, revizyon bir yana anca eline tutuşturulan reçeteleri
uygulayan bir anlayış iktidara geçirilir. Devamında her sıkıştığında
despotlaşacak yönetime kapılar aralanır. En kıtkanaat dönemde çığır açan
devrimleri gerçekleştiren demokratik modeller işte böylesi karşı devrimlerle
eninde sonunda yıkılır...
Nöbetçi
kuleleri seyir defteri kayıtlarına göre ulusa ve devlete düşman bu karşı
devrimciler ve avanisinin özyaşam öyküleri irdelendiğinde, işin iç yüzünün
farkına kolayca varılır. Atılan ilmekler asla birbirini tutmaz ama tutkuyla
tapınılan eşyanın tabiatına aykırı, metafor forslu toplanma kampı
piyasacılığıdır. Serbest piyasa koşullarında başa gelişler ve tahta geçişler
sözde ilahidir ama bu dünyalık yapma hırsı açıkça hain bir elin dokunmasıdır.
İlk fırsatta başa kakılan bayat başbuğluk ve tatlı hayata temel reisliktir. Bu
yetersiz yetke, bilinçsiz yetki kullanımı millet üzerinde kısa süreli tutar. Bu
tutarsız var oluş ve acil yok oluşa çıkarılan tumturaklı davetiye resmen Ulus
devlet kavramına ihanettir...
İhanet
ötesi, dünya ölçeğinde imrenilen kurucu millete ve kurucu lidere seviyesizce
dil uzatılması meşrulaştırılır. Ulus Devletin içten içten kendi kendini yer
bitirir hale getirilmesine meşru zemin yaratılır. Çok uluslu ve uluslararası
sermayeli kurumların, gelip her şeyi toptan yutacağı ortam, kumpaslarla
hazırlanır...
Nöbetçi
kulelerinde nöbete duranların çıplak uyarılarına rağmen, ulus devletler
kuranlarını, temel kurallarını, kurtuluş ve kuruluş yolunda canlarını feda
edenleri unutmamalıdır ama unutur.
İlelebet var olabilmek için yegâne neden hak, hakikat ve uygar gelecek
iken yıkılmaz devrimler ve yılmaz devrimciler iken tümüne kaygısızca
yabancılaşılır. Yabanıl içgüdüyle salt varsıla yaranmak için, denize batmayı ve
insafsız bölünmeyi hedefleyen kıytırık modele yanaşılır.
Bu yanaşmacı
tavır, bu mandacı teorik yapılanma ve emparyal pratiksel karakter sert
ideolojik ayrımları öne sürerek, farklı sudan sebeplerle ulus devlet
manifestosunu zayıflatır. Tarihsel olayların şekli şemali ile oynanarak,
asılsız iddialar iğreti iktidarlara malzeme yapılır. Resmen kurucu ayarlar
bozulur. Kurulacak sistemin dünyada tekbir örneğinin bulunmadığı bilindiği
halde varmışçasına kıyaslanır. Ağdalı bir amigoluk yaratılarak sömürgecilik
batağına tamamen saplanılması sağlanır. Antik söylemler, antika öncüllerle
yerel ayrılıkların doğması planlanır. Büyük sermayenin programladığına hiç
itirazla karşılaşılmadan ulaşmak için ulus devletlerin diz çöktürülmesi
beyinlere işlenir...
Oysa nöbetçi
kulelerinde bilinen gerçeklik, dünyanın tarih arenasında çığır kapatacak bir
sona doğru sürüklendiğidir. Bu tek kutuplu helezonik hezeyana, üstü örtülü
üçüncü paylaşıma sadece ulus devlet inancı farkındalık yaratabilir ve
direnebilir gerçeğidir. O yüzden mikro milli ve radikal tavırlı düzenbazlar
üzerinden sistematik yağmacılık tartışmaya açılır. Haklı dünya gerçekliği budur
algısı alt beyinlere yerleştirilir. Mevcudun yönetememesi, muhteşem iktidar
biçimi budur bağlamında bağışlanır. Göbekten bağımlılık arttıkça ulus devlet
bilincinin çağdışı farz edilmesi de artacak yalanına bel bağlanır. Oysa
olağanüstü zor koşullarda çığır açanların çağı kolay kolay kapanmaz, yedi düvel
garantili garabetle kapatılamaz…
Kitabın
sonunu getirecek ahval ve şerait buyken gel de nöbetçi kulelerini terk et. Asla
terk ettiremezler...
zaman: Mart
20, 2022
ÇANAKKALE 18
MART ZAFERİ…
Çanakkale 18 Mart zaferi; millet memleket
sevdasıyla göğüs göğüse çarpışarak, pik yapan aşırı milliyetçiliğe ve
sömürgeciliğe atılan en okkalı tokattır. Tarihte emperyalizme aşkedilen bu ilk
tokadın sırrı, tekmili birden tek cümlede saklıdır; “Dur yolcu, Çanakkale Geçilmez…”
Tam yüz
küsur yıl önce, bin yılların en büyük siper savaşında 19. Tümen ve Anafartalar
Grup Komutanı Mustafa Kemal, Mehmetçiğe süngü taktırıp; “Ben size taarruz
değil, ölmeyi emrediyorum...” sözünde saklıdır kutlu zafer...
Zafer ötesi
bir ölüm kalım savaşı, kanın son damlasına kadar varoluş mücadelesidir
Çanakkale. Truva’nın intikamı peşindekilere kazanılan anlı şanlı zaferdir. Öyle
böyle değil yedi düvelle göğüs göğüse kapışmadır. Zaferin öylesine, minber
vaazlarında cemaatin zihnine nakşedilen, hutbe kürsilerinde vazedilen gibi
yeşil sarıklı, duman yüzlü, ak sakallı, eli asalı, itikadı esaslı, gözle
görülmez ve dahi herkese görünmez bindirme kıtalarla veya uyduruk
vesternvari şeriflerle kazanılmadığı
açık ve nettir...
Tarihi
kayıtlara göre Çanakkale’de yüzbinlerce vatan evladı şehitlik şerbeti içerek
toprağa serilmiş ama vatan toprağına geçit verilmemiştir. Boğaz üzerinden
memlekete melun geçiş, emperyal istilacılarla boğaz boğaza vuruşularak
engellenmiştir. Bu çıplak gerçeklik haybeden menkıbeler uydurularak, heybeden
hurra hurafeler çıkartılarak asla bir yerlere ilişkilendirilemez. Millet bu
konuda asla işkillendirilemez. Çünkü Çanakkale Mehmetçiğin al kanları ile
sulanmış, eli kınalı koç yiğitlere toplu mezar olmuştur.
Olmuştur ki;
“Geldikleri gibi giderler…” sözü doğrulanmıştır. Bu söz üstüne söz olmaz;
“Geldikleri gibi gittiler. Bir gün şafakla topraklarımıza, insanlarımıza ve
mukaddesatımıza saldırmışlardı. İçlerinde nereye, niçin geldiğini bilmeyen
masum zavallılarda vardı. Haçlı ruhunu yüreğinin derinliklerinde gizleyenler
de. Bir süre sonra savaştığı insanlara saygı duyanlar da oldu, kafataslarını
memleketlerine kadar götürecek kadar nefret edenler de... Zafer kazanma
arzusuyla toprağımıza ayak basıp arkadaşlarını, ayaklarını, kollarını ve
canlarını burada bırakıp, utanarak gittiler...”
Elbette kolay
kazanılmadı Çanakkale 18 Mart zaferi, siperlerde ve barikatlarda,
denizde ve karada, aylar yıllar süren dişediş, korakor, kanakan kutlu bir
direniş yaşandı. Tam yüz küsur yıl evvel yedi düveli hizaya çeken kutlu isyanın
ateşi yakıldı. Kurtuluş ve tam bağımsızlık odaklı kutsal isyanın ve yeniden
kuruluşun ilk kıvılcımı çakıldı...
Çakmak gözlü
Kurmay Albay Mustafa Kemal, emperyal kurguyu bozmak için 10 Ağustos 1915 gecesi
saat 04.30′da Conkbayırı’nda taarruz emrini verdi. Süngü harekâtını tepe
üzerinden izlerken çok yakınında patlayan mermiden seken bir şarapnel parçası
göğsünün sol tarafına çarptı. Mustafa Kemal, kalbine isabet edecek şarapnelden
cep saatinin kalkan olması sayesinde kurtuldu. Ve o sayede bir millet kurtuldu,
bir memleket kurtarıldı…
Eyyamcılar taifesinin pek arzulamadığı hatta
için için hayıflandığı mevcut durum gerçekleşti. Emperyalist ittifak ne
yaptıysa yaptı, dünya karması ordularıyla dahi Çanakkale’yi geçemedi. Yüz küsur
yıl sonra cüppeli güruh hummalı tariflerle tarihi sulandırmayı vazife edinse de
boş. Boş çünkü tarihin yaman yazıcıları ve tarih yapıcıları vaktiyle Çanakkale
18 Mart destanını tarihe dipnot olarak düştüler...
Çanakkale 18
Mart zaferi, o şanlı zafer, o eşsiz destan resmen işte böyle yazıldı;
“Karşılıklı siperler arasında mesafemiz sekiz metre. Yani ölüm kesin. Birinci
siper dekiler hiç kurtulmamacasına hepsi düşüyor, ikinci siperdekiler onların
yerine giriyor. Fakat ne imrenilecek bir soğukkanlılık biliyor musunuz? Öleni
görüyor, üç dakika sonra öleceğini biliyor, en ufak bir duraksama bile
göstermiyor. Sarsılmak yok. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren,
hayrete ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Savaşı’nı
kazanan, işte bu yüksek ruhtur…”
Asil ruh
gerektirir tarih yazmak; "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir.
Yazanlar, yapana sadık kalmazsa değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtacak bir
nitelik alır." Asla şaşırtıcı olmayan bir başlangıçtır Çanakkale 18 Mart
zaferi. Zaferle birlikte Mustafa Kemal’in kısa zamanda Gazi ve Atatürk
olacağının ilk işaretidir Çanakkale. Kurulacak Cumhuriyetin tescillendiği
yerdir. Şanlı tarihe antiemperyalist başkaldırının resmen işlendiği andır. O an
ki bir milletin kaderini tayin eden andır. Ve “Çanakkale geçilmez” ana
başlığında tarihe eklenen şanlı bir destandır bu kutlu zafer...
Destanın en başında birleşik emperyalist güç
donanmaları “Denizlere hâkim olan dünyaya hâkim olur” savıyla 3 Kasım 1914
yılında Çanakkale boğazı açıklarına demirler. Kıyasıya Deniz savaşı 18 Mart
1915’e kadar sürer. İstilacılar emellerine denizden ulaşamazlar. Emellerine
denizden ulaşamayacaklarını anlayan emperyalistler, kara savaşı başlatmak için
25 Nisan 1915’te alacakaranlıkta Gelibolu yarımadasına çıkarlar. Her dinden her
milletten toplama askerlerdir karaya çıkarılanlar. Böylece 9 Ocak 1916 yılına
dek sürecek mesafesi dokuz-on metrelik siper savaşları başlar. O savaşlar da küllerinden doğacak bir devleti
muştular ve muştu mutlu sona evrilir, gerçeğe dönüşür...
Anlı şanlı
18 Mart destanı kara yazgıyı değiştirmiştir. Bu zafer; “Biz ölünceye kadar
geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve başka komutanlar
geçebilir...”diyen o “Büyük Kurtarıcıyı” bu millete armağan etmiştir...
Zaferle asla
kibirlenmeyen, ilelebet unutulmayacak ulu sözler dökülür nutukdan; ”Bu
memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost
vatanının toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler,
Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe
gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz! Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır.
Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız
olmuşlardır”
Çanakkale 18
Mart zaferi, Emperyalist paylaşımcıların son ayakçısının da İzmir Karşıyaka’dan
denize dökülmesiyle tamamlanır...
Tam yüz
küsur yıl sonra, ağır kusurların çoğaldığı dünyada yine yeniden Çanakkale 18
Mart ruhu şart. Şarktan garba, kuzeyden güneye millet memleket aşkına...
zaman: Mart
18, 2022
KAİNATIN
RENKLERİ...
Kainat sonsuz renkler sunar kof beyinlere.
Kolay algılanır tipte ve capcanlı. Ama kainatın binbir çeşit rengi özgür ve
özgünlerin, günbegün yeniden doğanların emrinedir. Bu kutlu kalıba savaşsever
boş akıllar ermez. Yani onlara kırmızı kadifeden perde sonsuza dek aralanmaz.
Savaşyoğun derinlik, sadece kainatın kanunları çerçevesinde bilgece
davrananların soru ve yanıtları ve direnciyle yarılır...
Yarın
kaygısıyla akla akkor kütle bir kez damladı mı, akla karayı seçmek pahasına
sonsuza dek kainatı kirletenlerin karşısında dimdik durulur. Ve birilerince
kütlesi ve kuvvet dengesi bozulan kainatın mantıksal izahına deliller aranır.
Ve çok basit açılımlarla ritmik işleyişi zedeleyen her kimse mutlaka hesaba
çekilir...
Hiç çekincesiz idrak ve isyan pergeli
açıldığında savaşçıl medcezirlere doğru basınç uygulanır. Bilimsel mevcudiyet
gereği kötücül haller merkezkaç kuvvetle yörünge dışına itilir. Böylece
kainatta itici kuvvet sayılan irkiltici ve göbekten bağımlı dürtülerin anca
felakete sürüklediği aklına ulaşılır. Bir başka ifadeyle deneysel teyitler,
doğabilecek tehditlerin kainat kanunlarını ihlal derecesine vardığını
tesciller. Ve iki karşıt kuvveti aynı daire içine konuşlandırmanın güvenle
alakalı edimleri yok ettiği gerçeğiyle yüzleşilir.
Edinilen
izlenimlere göre mevcut koşulları zorlayan fantazi tavır, tarihi sınırları da
değiştirir. Yanlı atmosferik temsil göze batar. Vicdanla ilgili saplamalar
yaşanır. Kısır döngü, savaş destekli kaykılma, düşmanlaşma tırmanır. Sabır
sınanır, çıplak uyarıcılara değer verilmeyişle ihmallerin arttığı gözlemlenir.
Standart
sapma ve yapay içgüdü içten dışa taşar. Velhasıl suni tapınma toplu kıyımlara
vesile olur. Müteselsil musibet paylaşımı kainatın başına bela olur…
Yani zamanla kainatın sunduğu sonsuz renkler
grileşir, kararır, körkaranlık etrafı kuşatır. Ve savaşa endekslenmiş kötücül
kararlar neticesinde kimse karada ölüm yok diyemez…
Ve kainatın
sınırsızlığında, havada karada denizde renkleri boğan ölüm kol gezer...
SAVAŞ VİRÜSÜ...
Sinsi savaş
virüsü, kuzeyde dünyanın gözü önünde insanlığı vurdu. Gong vurdu vuralı, tüm
kurtarma sanıları, güvenilen kurtarma filikaları yan yattı. Gelecek bir anda
karamavi sulara kapıldı. Durgun ve dolgun geçmiş, duygusuzca doygun nefti yosun
urbalara yaslandı. Akabinde ateşli, tanklı, füzeli görüntüler kızgın adamlara,
kör adamalara, trajikomik adanmalara ve savaş karşıtı odaklara yansıdı. Böyle
olacağı besbelliyken neredeyse topyekun sıcak savaşa açık davetiye çıkarıldı.
Ne yazık ki bu aksak gidiş yakın gelecekte, geçmişi tümden silebilecek boyuta
endekslendi...
Kıt akıllar
kahrolası savaş denizinde yüzerken, artık barış iskelesine zar zor yanaşılır.
Günlerdir ateşe körükle gidenler yüzünden beter gidişattan acilen kurtulmak
için çaresiz küreklere asılanlar sığ sularda savaş virüsüyle başbaşa kalır.
Elbette gün gelir maskeler düşer, savaştan menfaatlenenlerin foyası ortaya
çıkar. Ve yanlarında saydıkları lafta yardımcı Tanrı, günah kaçağı iskeleyi
mutlaka silkeler. İstim üzerindeki yavan tutkulu savaş yamakları bu yağma düzen
kurgusunu ne kadar allasalar pullasalar da işe yaramaz. Ne kadar görünüş
aldatmacası ekleseler de ucuz senaryo tutmaz. Yerle bir edenler yerle bir
olurlar. Yani boş bahaneler dizgesi,
geçmişi yakma istenci mutlaka boşa çıkar.
Ancak bu
arada fütursuz savaş virüsü cana susamış, saldırgan ve av peşinde ilerler. İlle
de başta çoluk çocuk nice canlar yanar. Olağanmışçasına dünyanın ortasında dört
bir yan mavi boşluk, koca su küre suskunluğu yaşar. Savaş çıkmazında bir bir
dokunulan hayaller, tutunulan hatıralar yanar. Hayatlar tehdit altında gelişen
derme çatma bir düzeneğe mahkum olur. Felaketi çağıran fevri harekat, fevkalade
batış reçetesini yazar. Ve barış başka baharlara kalır.
Dünya
alabora olup hiç alakasız alacakaranlığı yaşarken edepsiz vurgun, alaycı
kalabalıkların tekeline kalır. Zulüm göğe, arşa mandallanır. Savaşla
cilveleşilince mantık biter. Savaş virüsü bataklık şarkıları eşliğinde dört
koldan cirit atar...
Sanılanın
aksine anlık aykırılıklar kara dalgalarla oynaşır. An gelir aklın kıvrımları
temennilerle yüzleşir. Gün geçtikçe koç cesaretiyle hayatlara bulaşan, keyif
kaçıran savaş virüsünü budamak da zorlaşır.
Yani çözüm,
çözümsüzlük baloncuklarının bir bir patlatılmasına bağlı. Yayılan savaş
virüsünün, barışa tur bindiren vandal silüetinin ve tabansız tasarımların
tasfiyesine bağlı. Maraza maksatlı tam tapınış ve tumturaklı gayretin define
bağlı. Küçük aklın ayarsız gafletinin infilakına bağlı...
Bu bağlamda
direnç ve eylemsellik geliştirilmedikçe, elleri kolları bağlayan savaş virüsü
göz açıp kapayana dek daha çok taşı hazır boş lahitleri doldurur...
Yani sadece
gözleri dolmakla savaş virüsünün üstesinden gelinemez...
SAVAŞ
VİRÜSÜ...
Sinsi savaş
virüsü, kuzeyde dünyanın gözü önünde insanlığı vurdu. Gong vurdu vuralı, tüm
kurtarma sanıları, güvenilen kurtarma filikaları yan yattı. Gelecek bir anda
karamavi sulara kapıldı. Durgun ve dolgun geçmiş, duygusuzca doygun nefti yosun
urbalara yaslandı. Akabinde ateşli, tanklı, füzeli görüntüler kızgın adamlara,
kör adamalara, trajikomik adanmalara ve savaş karşıtı odaklara yansıdı. Böyle
olacağı besbelliyken neredeyse topyekun sıcak savaşa açık davetiye çıkarıldı.
Ne yazık ki bu aksak gidiş yakın gelecekte, geçmişi tümden silebilecek boyuta endekslendi...
Kıt akıllar
kahrolası savaş denizinde yüzerken, artık barış iskelesine zar zor yanaşılır.
Günlerdir ateşe körükle gidenler yüzünden beter gidişattan acilen kurtulmak
için çaresiz küreklere asılanlar sığ sularda savaş virüsüyle başbaşa kalır.
Elbette gün gelir maskeler düşer, savaştan menfaatlenenlerin foyası ortaya
çıkar. Ve yanlarında saydıkları lafta yardımcı Tanrı, günah kaçağı iskeleyi
mutlaka silkeler. İstim üzerindeki yavan tutkulu savaş yamakları bu yağma düzen
kurgusunu ne kadar allasalar pullasalar da işe yaramaz. Ne kadar görünüş
aldatmacası ekleseler de ucuz senaryo tutmaz. Yerle bir edenler yerle bir
olurlar. Yani boş bahaneler dizgesi,
geçmişi yakma istenci mutlaka boşa çıkar.
Ancak bu
arada fütursuz savaş virüsü cana susamış, saldırgan ve av peşinde ilerler. İlle
de başta çoluk çocuk nice canlar yanar. Olağanmışçasına dünyanın ortasında dört
bir yan mavi boşluk, koca su küre suskunluğu yaşar. Savaş çıkmazında bir bir
dokunulan hayaller, tutunulan hatıralar yanar. Hayatlar tehdit altında gelişen
derme çatma bir düzeneğe mahkum olur. Felaketi çağıran fevri harekat, fevkalade
batış reçetesini yazar. Ve barış başka baharlara kalır.
Dünya
alabora olup hiç alakasız alacakaranlığı yaşarken edepsiz vurgun, alaycı
kalabalıkların tekeline kalır. Zulüm göğe, arşa mandallanır. Savaşla
cilveleşilince mantık biter. Savaş virüsü bataklık şarkıları eşliğinde dört
koldan cirit atar...
Sanılanın
aksine anlık aykırılıklar kara dalgalarla oynaşır. An gelir aklın kıvrımları
temennilerle yüzleşir. Gün geçtikçe koç cesaretiyle hayatlara bulaşan, keyif
kaçıran savaş virüsünü budamak da zorlaşır.
Yani çözüm,
çözümsüzlük baloncuklarının bir bir patlatılmasına bağlı. Yayılan savaş
virüsünün, barışa tur bindiren vandal silüetinin ve tabansız tasarımların
tasfiyesine bağlı. Maraza maksatlı tam tapınış ve tumturaklı gayretin define
bağlı. Küçük aklın ayarsız gafletinin infilakına bağlı...
Bu bağlamda
direnç ve eylemsellik geliştirilmedikçe, elleri kolları bağlayan savaş virüsü
göz açıp kapayana dek daha çok taşı hazır boş lahitleri doldurur...
Yani sadece
gözleri dolmakla savaş virüsünün üstesinden gelinemez...
zaman: Mart
16, 2022 Hiç yorum yok:
SÖZCÜK BÜKEN
SÖZÜ…
Vaktiyle
verilmiş sözler ölümlü dünya tapınmalı bozulduğunda, ölçünlü sözcükler değerini
yitirir. Ölçüyü kaçıran kuyruklu yalanlar dilden hiçlikle döküldüğünde, kısık
ses tonu güveni tüketir. Karanlık tümünü örter. Örtbas için sosyal mühendislik
argümanları, ağulu dil ve ritmik fiziksel egzersizler asla işe yaramaz. Yalandan
yaradığı farz edilir…
Facia
farkındalığı arttıkça temel prensipler preslenir, sınırlı bilgi rastgele yerli
yersiz yüceltilir. Seviyesiz yükselen karanlık enerji içten dışa, dıştan içe
küçük dünyaları körleştirir. Koskoca dünyayı kuyruklu yıldız misali, kuyruklu
yalanlar sallar...
Sıradağlardan
sırçalan kambur sarı çıyan, karasal iklim yabanısı, kolonivari sarmalın basit
usul organizması, terliksi havada takılır ve terbiyesizce tekler. Tek bildiği
doğanın diyalektiğini, evrenin yaşanırlığını bozmaktır. Aklının gerisin gerisi
besbelli, ilerisi tam belirsizliktir...
Baştan aşağı
belirsizlikte belletici ileti niyetine söz ve sözcük sabit bir noktaya
kilitlenir ama kolay taslak ve yapay anlak keşmekeşi yaşandıkça hayal kırıklığı
artar. Gittikçe sıcak temaslı faşizan eylemler sertleşir. Ters istikametli
çıkmaza sürüklenilir. Sürgün söz ve sözcükle izahı zor ve asla hafife
alınamayacak bir incinmedir. Yakalanılan illet, iğreti incitmedir. Dere
geçerken incir çekirdeğinden takıntılarla azmanın, boşa afra tafranın ardı
taklaya gelmektir. Şimalişarki kuşatan çavlan, çorakta parlayan yıkımın ilk
işaretidir...
İzbar iyiden
kötüye değişen alışkanlıkları, mantıklı çıkarımlardan uzaklaşıyı, ateşle
sınanmayı, sarıçıyan üzerinden sınırsız ve kusurlu hayata bakış açısını izalar.
Sinir lifleriyle oynayan kasıtlı girişimler, ibrişim kuşağın kuşanılmasını
hizalar. Hazzı bir yana duvar gibi sağırları her yaygaraya kulak kabartan
zebanilere indirgeyen kimyası bozuk ayardır, kuyruklu yalanlara dolanmak. Haza gök yarılmasından daha beter yanılmadır
kuyruklu yıldız altında donanmak. Keza donanımlı güç, kan donduran söz ve
sözcükleri kulağın tözüne tözüne tökezletir, öz köze dönüşür, köz pik demiri
eritir…
Erdünyasında
bilinçle dökülen ve dinlendikçe hazineye dönüşen söz ve sözcüklerde saklıdır
keramet. Vaktiyle verilmiş sözden dönenin, ölçülü sözcüklerle alay edenin
dirliği, diriliği hazneye mermi sürecek kadar kısadır. Yüzsüzlerin sermayesi
şiddete maruz kalış, sinirsel çöküş ve diriliş, akıl gücü seferber edildiğinde
başka sefer tanımaz. Elbirliğiyle kalkar enkaz. Eskaza kuyruklu yıldız altında
mucize beklemekle olmaz. Hayat memat meselesi zihne dayar namlusunu ve namı
değer sözcükleri şakağa ardısıra sıralar.
Önemli olan
vaktiyle verilmiş mutlak sözün neden bozulduğuna anlam arayışıdır. Aklın
derinliğini dışarı vurmaktır. Vurgun anında aklı evvellerin sözü söz üstüne
harcayarak, bildiğini zannettiği ezber çabuk bozulur. Hatlar tıkanır, hatıralar
gömülür, boş bedenler bozuk para gibi harcanır.
Sözcük
büken, pembe rüyaları kanatanları yaygın kanaatin tersine, düpedüz
kanatlandırır. Sözcük denizi paragraflar temize çekilir, sarıçıyan ve
parazitler bir bir ayıklanır. Hedeften bir kez olsun sapıldığında kuyruklu
yalanlar, kuyruklu yıldızdan döner. Ve asalak yalancıların iflahı kesilir…
Kuma
çizilen, suya yazılan, havaya karışan kutlu kitaba aykırı her akıldışı fiiliyat
ve hitap bitapları, sözcük büken sözüdür, keşke kanatlarım olaydı son tümcesine
bağlanır…
zaman: Mart
12, 2022 Hiç yorum yok: .
ÖZ ÖLÜMÜ...
Yine marazi
kıyamet, hiç yoktan acı fırtınası. Alev beyazı, zor ölümlü telepatik sağaltma.
Hilekâr ve pişekar komedyası. Harcıalem dayatmalar, veresiye fiyata
aldanmalarla kara korsanlık coğrafyasında facia...
Farkı
fazlası mekanik fonksiyon, mental yitim, yetki ve yetke zaaflı genleşme. Can
dara düşünce, canlar kaybedildikçe haklılık ispata dönük dönence. Döngü açıkça
beyne işkence. Gök yerde, yer gökte, göz yumuk, köz toprak, bizzat öz ölümü...
Ölümlerle
sabit yıkıma ve krize harici sebepler, dahili hatalar zinciri. Asıl hata savaş.
Sedef kakmalı beylik boş. Savaş tanrısı yontusu ve bronz tanrıça heykeli
siyasi, coğrafi ve fiziki haritalara çökmüş, vaka nahoş. Sokma akıl ve yeni
yetme tavır savaştan beter...
Garantici
gözlemler ve neonelik neticeler karmakarışık. Resmen çapraz ateşli, çıplak
savaş. Kor renk, fonda organize form. Yeni dünyayı formüle meseli bir kırık
çerçevede flu fotoğraf. Cihana değer tek haslet barış, savaş ise topyekun
esaret...
Çetrefilli
çember daraldıkça, günü geçiştiren izahlar toplu kıyımlara gebe. Dandik değerlendirmeler, densiz ve
derinliksiz yorumlar bir damla suda fırtına. Paralelinde havanda su dövmeden
öteye geçmeyen havalanmalar, havaya karışan bariz buharlaşmayı saklamalar. Kara
kutu genellemesi ve güven güzellemesine bel bağlamalar. Feleksi tesadüflerle
boğuşan tarih. Katmerli kozmik acı, savaş cenderesi ve cılız tepkisel
aktiviteler. Kural ve kanun tanımaz, güdümlü tırpan. Tırpanı çalan çalana...
Felaket
derecede, fiziksel cendere, hükmetme kabiliyetsizliği ve otantik, otomatik
tıkanma. Kor düşer, mor çalar, öz ölümü canları kucaklar...
Özellikle
imparatorluk makamından korku dağları. Köz düşer, öz üşür, ölüm ölür. Kutsal
isyan yaratısı hesaplaşma doğar. Ödeşme, ödetme günü can dara düştüğünde,
coğrafik cendere. Yeni siyasi haritalar tam gaz. Akıllarda göndere çekilen
cennet kuşları...
Uzak yakın
marazi kıyamet, faşizan farazi düşler illeti. İllaki hilekar ve pişekar
tragedyası. Ölümü gör, öz ölümü...
zaman: Mart
11, 2022 Hiç yorum yok:
BARIŞ
ÖLÇÜSÜ…
Savaş,
tatminkârsızlığın hoyratlaşmasıyla ilerleyen faşizan hayal, emperyal
gerçekliktir. Asla fazla gecikilmeden hayata ulanacak barış ise her türden ve
türdeş savaşlar için en tatminkâr ölçüdür...
Öldüresiye
çağı zorlayan çağdışı aldırmazlık ve çıplak uyarıları görmezlik savaşları
başlatır ve daima acı sona endeksler. Oysa baştan bellidir, savaş tüm temel
değerleri yok eder, hayatı bıçak gibi keser. Yılların yeryüzü ahengi, savaşın
dayattığı uygunsuz tasarımlarla bir anda bozulur. Savaş boyu salt rezervden
harcanır. Batı doğu düzlemindeki her harcanış önce mekanik monologlarla başlar.
Sivri dil, çatal isyanlar ve son istasyonda dialogsuz sıkışmayla silindirik çap
genişler. Savaşçıl atmosfer yeryüzünü kuşatır. Hayati hatalar zincirine,
insanlığı şok edici halkalar da eklenince en masumlar en başta incinir...
Bu yüzden
savaşta yaşanan ve savaşla yaşatılan tatminkâr oranı aşan derecede
dengesizliktir. Öyle ki barışçıl teşebbüsler, gizli niyetleri açığa düşürse de,
ipuçlarının doğrulanması çok zaman alır. Özen, düzen ve güven kaybı
yaşandığından, vakumlanan
vaka asla
masum olmayanları manyetik alanda saklar. Aşırı duyarlılık yön kaybettirir ve
tatminkar ölçü fedakarlığı hesabı erteler.
Oysa barışı
önceleyen kolay yanıtlanamaz direkt ve dik sorulardır. Sorgulamanın gücü
arttıkça savaş karşıtlığı güçlenir. Hayatta tatminkâr düzey özlemi
genelleşir...
Genellikle
savaşa dönük ayarsızlık ve yalan yanlış kodlamalar imkansız sanılan imleri bir
bir sıralar. Böylece tadımlık kurulumun getirdiği avantajlar peşpeşe silinir.
Akla kara arası savruk salınım silme inancı zedelerse de akabinde dikkat sahafı
tavrıyla, rikkat zaafı takibiyle savaş heveslisi tatminsiz cüret köşeye
sıkıştırılır.
Ancak büyüklere
masal havasında cereyan eden savaşlar, birbirine uzak iki istasyon arasındaki
coğrafik harcanmayı gizler. Gizliden savaş için silik ve etkisiz elastik tipler
seçilir. Bunlar izansız tutku çerçevesinde tutarsız sinyallerle, gayrimeşru
tuşlamalar ve abartılı taşlamalarla savaş ilahına dönüştürülür.
Düşün ötesi
döne döne kapışılan her savaş ardında ağır tahribat bırakır. Barışı
öteleyenlere ve evrensel önermeleri hiçleyenlere tahkikat muhakkak varsa da
kurgusal vasat yaratı geçici zihin felci yaşatır…
Bu arada
sağlıksız kanaatler, faşizan amaçlı umulara kaydırılır. Kayıtlar tekrar tekrar
ayarlanır. Ve ortalık tam barışa durmuşken savaş tamamen ayarsızlaştırılır.
Yani sıcak veya soğuk her savaşta insani ölçü hep kayar. Soyut somut gerçeklik
birbirine dönüştürülür ve tatminkar ölçüt hakkıyla tanımlanamaz...
Tanık olunan
barışı egemen kılma arzusu muhtemelen savaşı presler. Doğru pres bir hırçın
dalgalanma yaratır belki buzulları bile kaynaştırır. Zor da gelse bu yangıya ve
yankıya tatminkâr sınır dayanmaz. Ve yürek kanatan savaşlar, sınırsız
serbestliğin de sonunu getirir.
Şüphesiz
savaş isteyen serbest çekim kuvveti, iyi niyet önerilerinin tümünü zıt kutuplar
ölçeğinde iter. İşte en kötü son tatminkâr ölçülerde dahi yapılamayan
barıştır...
Yana yakıla
savaş, barış elçisi bol, barış ölçüsü ölümlerle ölçülen tatminkarsızlıktır.
Savaş ateş renginde karanlıktır, barış karanlığa yakılan ateştir. Hemen
şimdi...
zaman: Mart
10, 2022 Hiç yorum yok:
FİKRİYE
FİKRİYE...
Selvi boylu
Fikriye, bir masum estetik esinti, bir puslu güzellik. Daima az süslü ve
solgun, purlu bir yüz. Gözlerde sürme, yanaklarda hafiften allık, her zaman şık
ve zarif. Ve bir türlü kesilmeyen, kesinlikle eksilmeyen, akciğer kelebeğini
kanatan kesik kuru öksürük. Her haliyle hilafsız bir süvari. Daima boynunda,
biricik sevdiceğinden armağan tesbihten kolye. Fikri muzmer Fikriye...
Fikriye,
içine dert fikrini açık etmese de her şey besbelli. İsyancı düşlere kapılmış,
ince hislere düşmüş bir koca yürekli taze Fikriye. Kırbaçlı amazon...
Kuru
dudakları gergin tebessümlü, uçuk kan kırmızısı. Dahası pek münasip bir gelin
adayı. Buğulu simasında gelip geçici mürüvet ateşi. Şefkat abidesi, aşka
müebbetliğin, dalgın ve dargın, mahçup ve mahrem aynası. Fikrinin ince gülü ise
soluk, sanki soluk ve soğuk; ama "Bilhassa sol akciğer..." bitik...
Sisli ve
gizemli bir durgunluk kaidesi Fikriye. Mecburen mimli, mihmandar. Sırtında
hayatına kahreden sabırsız sancı. Kalbine saplı çifte su verilmiş bir bıçak.
Çekingen ve az cesaretli, kızıla çalan kurt sarışınlığına yanık. Kesik.
Dağlayan ateş ve sessizlik. Sürgün ve tecrübesizlik...
Latife'nin
tam zıttı bir kişilik Fikriye, kara gölgeye dönüşmüş bir gece formunda
sigarasını tüttüren. Mütebessim, mülayim. Esrarengiz bir fedakarlık.
Mükemmellik yanar parmak uçlarında...
Sanki bir
zamandan beri doktorları da dinlemez. Fikriye yemez içmez, dinlenmez. Ve tütünü
katiyyen bırakmaz. Hüzünlü bir keyif alışverişidir semaya dağılan dumanla
ilişkisi. Darmaduman oluşun, kaderin ve kederin reddi ve deffi. Yaşama dair bir tutam acı nefes...
Kanlı
gözyaşları akşam alacasında kıyruklu piyanonun tuşlarına düştükçe, ıstırap
veren günlerin devamı ufukta somutlanır. İhtirası somutlaştırır kayıp notalar.
Sanatoryum sürgünlüğü, zaruri bir kopuşun resmi geçidi. Telaşın tedaviyi
ertelemesiyle gurbet ve soğukluk...
Dönüş
arayışındaki Fikriye samur kürkler içinde. Sağlığı ve geleceği şüpheli. Solgun
ve masum. Mahir bir gülümseyiş, güçlükle asılmış dudağına. Sahipsiz, garip ve
ürkek. Kederle kaderine boyun eğiş. Keskin buyruğu kabulleniş...
Kendini
Paşasına ideal bir arkadaş olmaya adamış Fikriye. Gazi'nin evlendiğini
öğrenince tedaviden vaz geçer, yaşama azmini bırakır. Paşa'sını bırakamaz. Tam
ondört ay başkente gelmeden, inzivayı yaşar. İstanbul'dan bırakılmaz...
Canı
darlanır, canına tak eder, kaçak göçek Ankara Garı'na ulaşır. Kapı duvar. Çankaya'dan
dönüşte tek kurşunla kendini vurur.
Kurtarılır. Ancak zatureye yakalandıktan iki gün sonra acı çektiği hayattan
kurtulur...
Fikriye
mutsuz, umutsuz ve hasta bir kimlik olarak tarih sahnesinde yerini alır. Böyle
anılır. Memleket için en feci ve en kutlu günleri görmüştür. Yılmamıştır.
Gazi'nin yaşam kolaylığına hizmet ettiğince yaşama direnmiştir. Ancak Fikriye,
anılarda ve akıllarda terkedilmişlik psikolojisi ile trajedik bir vaka olarak
kaldı. Yazık. Oysa Paşa'nın sevdiğiydi. Ve kimilerine göre de; "Çok iyi
bir eş olabilirdi..."
Ama olmadı,
olamadı. Olmadı selvi boylu al Fikriye...
zaman: Mart
06, 2022 Hiç yorum yok:
MİTLER VE
HİTLER
MİTLER VE HİTLER...
Mitler,
saygın ve geleneksel formda hayal gücünü depreştiren, başdöndürücü bir dünyada
tanrılar ve tanrıçalar üzerinden evreni, evrenin oluşumunu ve insani varoluşu
sorgulayan alegorik hikayelerdir. Hikayeden ziyade zatlar ve kavramları
çeşitlendirilen imgelemdir. Ve genellikle imrendirici çerçevede ilkel imajlı savaşlarla
hesaplaşılır. Topunda mitler ile hitler savaştırılır...
Hitler,
geniş zaman kipiyle imalı veya imasız faşizan ayrıntılara dayandırılmış, savaş
empozeli, nirengi noktasıdır. Mitaya ulaşma
yolunda her meta ve materyel oburca kullanılır. Bu kusurlu kurgunun özü
varlığın son bulduğu yerin de sonuna gitme takıntısıdır. Hatta körükörüne
mitaya inanmışlığın, mitomanlığa dek uzamasıdır...
Uzun sözün
kıssası hit, mit peşine 'ler' eki getirilince bir anda mitomaniaklık
gerçekleşir. Savaşma aşkı mitolojiye aldırmadan depreşir. Mitomanyalı olmak ise
toptan mitomanyayı yaşamının dışa vuran iç sürgünüdür, resmen dış sürümdür...
Mitler ve
hitler sürekli salt aldatı maksatlı, isteyerek ve bilerek gerçek dışı
söylenceleri dillere dolar. Bomboş ortada dolaşan uydurmalar ve asılsız
söylemler mitmanlara bulaşır. Mir zir ağzıyla mito çekilir. Ve mitler delinir,
hitler azgınlaşır...
Azımsanmayacak
denli fazla sayıdaki mitomanların tek derdi, tüm dikkatleri üstüne çekmek ve
daima odak noktası olmaktır. Bu yüzden dikenli güzergahta kontrolü kaybetme
riskine hiç aldırmadan, gece gündüz kafadan sallananlara önce kendi inanır ve
sonra herkesi inandırmaya çalışır. Aymazlık boyutunda, enini boyunu düşünmeden,
dikine dibine, pikine pekin mitomanlaşıya bel bağlanır. Asla ve kata problemi
kendinde görmeden suç hep başkalarına atılır. Tedavisi zordur bu tipitiplerin
çünkü sağlığa kavuşmayı ilk fırsatta reddederler ve son sürat tedaviden
kaçarlar...
Mitlerin ve
hitlerin onmaz saplantısı bellidir, bu yüzden mit bit akılla, amaçtan
şaşmışlığı hep saklarlar. Bozulan işleri
daima savaşa bağlarlar. Sıcak savaş bıçak ucu mitsel değinmeler, bel altı
dokundurmalar, bayağı yakıştırmalarla alevlendirilir. Zamanla narcist, isterik
ve asosyal kimlikler de kirli savaşa eklenir. Ve mitomanyak mitralyöz hep
başkalarını doğrar, ötekileri yakar, diğerlerini diyardan eder. Mitomanlar bu
kasıtlı davada sadece kendini, bizzat şahsını düşünür ve sırf kendi çıkarlarını
hesaplar. Dünya yansa makam mekân derdiyle kavrulur, rutin peşinde koşarlar.
Putin potin bağlamında asla pişmanlık duymadan alınganlaşır veya çok
normalmişçesine agresifleşirler. Hatta aşırı derecede saldırganlaşırlar.
Sonrası mitler ve hitler versiyonu...
İşte tam
savaş ortası, mitomani mekanizması mitleştir, hitler lafıgüzafla birleşir. Bu
mitomanyal arenada mitomandal manyeller mitomanyetik kıskacı genişletir. Savaş
genleşir, genişler ve mitomanya dahil tüm dünyayı mitolojileri ayartan boyutta
kucaklar.
Bu kutupları
kuşatan zehirli atmosfer milli ve yerli havayla temizlenemez. Zaten
buharlaşacaklarını gören mistik oligarklar anında mitleri ve hitleri kutsar.
Kutsar ama mitoman mitolojiyi yeryüzüne dayatan mitler ve hitler, hiç kaçarı
yok bir gün mutlaka alegorik sorgulanır...
zaman: Mart
04, 2022 Hiç yorum yok:
KUZEY
CEPHESİNDE DEĞİŞEN BİR ŞEY...
Resmen
yeryüzünde asrın felaketine yol açacak savaşa doğru komple ilerleniyor. Türlü
savaş komploları ve felaket her milleti eşit derecede olmasa da illa ki farklı
ölçeklerde etkileyecek. Etki tepki sarmalında yıllar yılı işleyen ve işletilen
süreç hep aynı, sadece milletler farklı. Yani kuzey cephesinde de değişen hiç
bir şey yok...
Belkide bile
isteye uzlaşıya dönük fırsatlar bir bir tepiliyor ve lafta fakru zaruretten,
hemen savaş fitili ateşleniyor. Kendi sınırları içinde kalma veya kalmama
koşuluna gönüllü bağlanılıyor. Elbette bu hasımane bağımlılığın sonucu felaket,
yıkım ve hüsran olacak. Yani bu kez de ayni terane, ne yazık ki kuzey hattı
cephelerinde de hep ayni şey. Açıktan açığa sıcak savaş, resmen felaket...
Tamam
"Felaketler insanları zeki, milletleri daima azimli kılar ve yeni
hamlelere sevk eder." ama bu kez egemenlerden tam tamına sahnelenen hinlik
versiyonu. Ancak milletler topluluğu, kuzey atlantik paktı ve ekonomik
birlikleri bu savaşla birlikte tam köşeye sıkıştı. O yüzden tamamen çıkar
odaklı davranıp, resmen savaş çığırtkanlığı dereceli uydurma taktiklerle
yönlendirdikleri artizleri yapayalnız koydular. Bir anda oyun bozuldu ve herkes
kendi başının derdine düştü. Bu düşüş bir toplanma, toparlanma ve birleşme
getirir mi? Şimdilik çok zor. Kuzeyden diğer tüm yönlere değişkenliği ise zaman
gösterecek...
Görünen o ki
çok yakın zamanda savaşçıl felaketin, ne gibi sonuçlar doğuracağı bir güzel
anlaşılacak. Şimdiden işin sonu belli çünkü savaşı durdurmaya dönük kontur
hamleler pek yapılamayacak gibi görünüyor. Yani girişilen bu savaş, kime ne
zafer kazandırırsa kazandırsın o zafer kesinlikle süreklilik kazanmayacak gibi.
Yeryüzünün tamamına olumlu sonuçlar getirmeyeceği de çok açık...
Buna sebep
en baştaki gizli destek şartı, dayanışma şartı, paylaşım şartı, ekonomik
yardımlaşma şartı, savaş ortaklığı, sen başla biz bitiririz aklından çark ediş.
Verilen sözler çoktan unutuldu bile. Hal böyle olunca büyük abi küçük kardeşini
aşk ile şamarlıyor. Sonrası muamma, çok iyi hazırlandığı besbelli taraf her
yere rahatça girer, kolay taşınır, dört bir tarafı zapteder, çıkarına gelirse
de çıkar...
İsterse
çakılı kalır çünkü kuzeyde doğabilecek savaşı çıkarına gören diğer milletler,
tek taraflı sürdürülen hatta yeryüzünü büyük felakete sürükleyecek bu savaşı
başlattı ve sadece izliyor. Açıkçası medeni dünya, "Medeni olmayan
milletler, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkum..." vecizini
haklı çıkaracak kıpırdanışı yeryüzünden esirgiyor. Bu yüzden gittikçe uzak
yakın topyekun bu felaketten kurtulmak zorlaşacak...
Eğer kuzey
hattında ilerleyişin ve tam teçhizat
çarpışmaların, savaşla tanışanlara acı vermekten başka bir işe yaramadığı,
kuzey cephesinde değişen bir şey olmadığı görülmez ise sonrasının tahlili iyice
zorlaşır. Sol tahlilde malum ve vahim vakaya evrensel açıdan ve akılcıl
bakılmazsa gerisingeri tahliye de çok uzun sürer. Bu sürgün kesinlikle akla
gelmez bambaşka felaketleri de tetikler...
Peki
açılacak yaraları sarabilecek, birlik beraberlik, birliktelik bütünlük
önerebilecek, barışı dayatacak sağlam bir otorite var mı? Yok. Belki de kuzey
hattında cereyan eden bu savaş bu muallak yeryüzü tekdüzeliğini ortadan
kaldıracak. Ardısıra savaşçıl felaketlerle palazlanan toplumsal, ekonomik ve
politik fenalıkların ve yönetsel
beceriksizlerin
sonu gelebilir. Milletler, böyle tek kutuplu gidilirse tamamen tehlike içinde
oldukları acı gerçeğine uyanırlar. Uyanış
asrın
felaketine dönüşebilecek, dayatılan her savaşa karşı aynı istikamette birleşimi
gwtirebilir. Yani barışçıl yeryüzü için eylem birliği, büyük ortaklık, çift
kutuplu dünya kurulabilir. Yeter ki şimal yıldızı parlasın ve yeryüzünün bütün cephelerinde değişen bir
şeyler olsun...
Şimdilik
kuzey hattı cephelerinde değişen bir şeyler yok gibi ama neden olmasın?
zaman: Mart
02, 2022 Hiç yorum yok:
SICAK SAVAŞ
MESAFESİ...
Yeryüzünü
kuşatan emperyalist dalganın kof uzantısı faşizan zalimleşi, her zaman
kandırılmış ulusları ve en başta o ulusların çocukları ile kadınlarını vurur.
Sonra ağız birliği edilmişçesine sığınmacılara komşu sınır kapıları hemen
kapanır. Mağdurların rahat nefes almasına dönük uluslararası uygulamalar anında
tırpanlanır. Böylece büyük sermaye ve temsilcilerinin tuzağına düşen uluslar
topyekun yalnızlaşır. Çaresizlik çapı genişleyerek yaygınlaşır. Acı ve kaos
koca bir coğrafyayı ablukaya alır. Yani sıcak savaş mesafe filan tanımaz...
Sıcak savaş
mesafesi daralarak, acizliği ve zavallılığı hava, deniz ve karayolu geçişlerini
de kullanarak diğer uluslara bulaştırır. Ciddi problemler doğacak endişesi kıyı
komşu herkesi sarar. Savaş mesafe tanımadan, yalpalayan ekonomileri batırırken,
hedefsiz sallanan füzelerin göz kamaştırıcı ışıkları düştüğü yeri cehenneme
çevirir. Cennet büyüleyiciliğindeki şehirler ağır bombardımana dayanamaz ve
insanlarını koruyamaz. Ve sıcak savaş mesafe tanımaksızın neofaşizan sinerji
yaymaya başlar...
Enerji ve
sinerji arasına sıkışmış sıcak savaş manevraları, asla kabul edilemez bir
saldırı veya işgal havasına bürünür. Büyük gitgelleri olan istila, yayılmacı
politika eleştirileriyle geçiştirilmeye çalışılır. Uluslararası hukuğu
acizleştiren formda bir askeri harekat sürerken, karşılaşılabilecek maddi
kayıplar düşünülerek olan bitene resmen seyirci kalınır. Geri kalınmadı babında
samimiyet ve ciddiyetten uzak manen savaş karşıtlığına yatılır.
Bu
yatıklığın en yalın nedeni, sıcak savaş için düğmeye basandan çekinmek, baskın
basanındır farz edip, resmen rahatı bozacak savaşmaktan kaçınmaktır. Yıllardır
kuvvetli son vuruş için askeri ve maddi güç toplayana, güç yetirememek
korkusudur. Sırf bu yüzden yerli işbirlikçi korkuluğu horozlandıran atlantik
paktlar, dandik topluluklar, iş haddini hududunu aşınca yavaştan çarkeder...
Dahası sıcak
savaşın mesafe tınmayan ve zulüm püsküren malum yüzü kendilerine yakınlaşınca
yasal kılıf derdine düşülür. Uygulanacak ağır yaptırımların işe yaramadığı,
çarist faşist diye adlandırmalar ve yıpratma taktiklerinin tutmadığı da
görülür. Asıl görülmesi gereken nokta ise tek adam çok adam meselesi değildir.
Tok adam meselesidir. Her haltı yemek için tek adamlık, oligarklık yetmez.
Öylesine kıvamlı kıvırtarak, evirip çevirerek ortayı bulma hamleleri, hamaset
söylemleri sözün bittiği yerde itibar kazandırmaz. Çünkü soğuk neyse de, sıcak
savaş açıkça lavaş ve katık derdi olmayanların girişebileceği halttır...
Hal buyken,
mesafe tanımayan sıcak savaş yüzünden acı ve sancı pik yapmışken eli çubuklu,
yandaş harita madrabazlarının her dediğine kanmak, dökülen kanı hiçe saymaktır.
Çakma akademisyenlerin, çalımlı güvenlik uzmanlarının ve yanaşma gazetecilerin
taht, pakt ve kast ortaklıklarının duruma müdahale edeceği yalanına kapılmak
ise boş hayaldir. Bu sınır tanımaz hayalciliğin özü sınır komşular emperyal
güçler tarafından benzer planlarla istilaya uğrayınca, bizde varız bizde varız
istifadeciliğinin tekrar rafa çıkarılması hevesidir. Komşuda pişer bize de
düşer açgözlülüğüdür. Çıkar beklentisi şimdilik savaşa hayır kapsamında
görüldüğündendir sahnelenen. Bu yüzden sürdürülür vatan savunmasıdır, vatan
bütünlüğüdür edebiyatı. Yani bir anda dün unutulabilir. Çünkü vakti zamanında
sıcak savaş mesafe gözetmeden kapı komşuları sardığında, taht, pakt ve emperyal
pazarcıların topyekun saldırısına, açık istilasına, faşizan zulme geçit
verenlerin bu günkü savaş karşıtlığına asla güven olmaz...
Olan olur ve
yeryüzünü kuşatan mesafe tanımaz her sıcak savaşta olduğu gibi olan yine
işbirlikçi kukla yöneticileri tarafından kandırılmış uluslara olur. En ağır
yükü yine çocuklar ve kadınlar omuzlar.
Sıcak
savaşın mesafe tanımayan kızgın alevi ilkin onları, sonra herkesi yutar...
zaman: Şubat
27, 2022 Hiç yorum yok:
SICAK SAVAŞ
MESELESİ...
Yeryüzünü
kuşatan faşizan zalimleşi, bilindik milliyetçi hatta mikromilliyetçi metodlarla
emperyal mesafeleri kısaltır. Dar çerçeveye hapsolan tipik, natomik politikalar
ve çetrefilli davetlerle sınırlar topla tüfekle aşılır. Ebedi aşklar korunamaz
hale gelir. Bu arada savaş sebebi sayılan klasik bahaneler, tutarsız
çözülmeleri de günceller. Ve birkaç kuşak geriye taşınan şifli şifreli
heyecandır. Her şey teybin bandını gerisingeri sarar ve sıcak savaş başlar.
Gündemi sıcak savaş meselesi tutar...
Bir anda
kısıtlı anlam arayışları boş dava arayışına evrilir. Sosyal arama motorları
barışa çalışır ama zamanındaki tepkisizlik yüzünden topyekun savaşma
azgınlığına yakınlaşılır. Çünkü soğuk savaş günlerinin rotası belli keskin
tarafları, nato nota paralelinde bir anda sıcak savaşa gömülür...
Yeni
emperyalizme delalet, faşizan sıfatların hakim modern dünyanın küçük el aleti
olmasıyla uzakların iç kavgası herşeyin önüne geçer. Paracı politikalar bazen
işe yaramaz, kara paranın yeryüzüne yansıması sadece şiddetin ivmesini artırır.
Utku babında uğursuzluğa uyulur veya uyunur ve neticede barışa hiç rağbet
edilmez. Oysa İlahi Adalet eninde sonunda savaş baltasını çalar. Sonsuzluğun
tekeli sonunda işler, işi azıtanları çarpar. Bir yargıdır veya yazgıdır ama
başlangıçta montrö olmayaydı sahte aydınlığının sonu
fişeklenen,
açıkça şerre bulaşmaktır. O zaman sıcak savaş mağdurunu oynayarak mutlu
insanlar vardı şeklinde resmi geçit de yapılamaz. Ve hayatın diyalektiği yıllar
yılı kınanan ve yok edilmeye çalışılan tek güvenceye güvenmeyi şartlar. Yani
eller yollar, yol yordam değişir, geçici ve ezici moda tutsaklığı tarih önünde
esrik biçimde yozlaşır, bir an gelir en başa dönülür. Ve öyleyiz, böyleyiz
hattında, kararan menzile elde kandil ulaşılır...
Ve haliyle
vaktiyle haramiler safına girenler, emperyal tezgâhlarda faşizan dokuyla
dokunanlar mutlaka layığını bulur. Yani bir bir kaybedilir siperler, cepheler
çatlar ve kısa süreli bir sıcak savaş meselesi olarak biri daha kaydedilir
âleme. Zaten kör topal giden
eşitsiz hayatın, pırıltılı kartpostallara
giren yüzüdür her savaş, her sıcak savaş...
Yani
yüzsüzlüğün bu kadarı da olur mu diyerek hayıflanılan kara kışı yaşamaktır sarı
yapraklara dökülen. Değişen dünyaları, salt öbür dünyayı yaşamak yolunda
harcamaktır akla koyulan. Mesele faşizan kamplara dağılan, bilinçaltındaki
yeraltı dehlizlerine ve mezar taşlarına kazınan meseledir. Meselenin halli ise
akla zarar alev alev yananların iki arada bir derede donuklaşması ve sıcak
savaşa dönük hamle hiç değildir. Çünkü soğuk sonrası sıcak savaştan geriye,
suya yazılı ve taşa kazılı kısa cümlecikler kalır. Yolculuk gerisingeri
uzatıldıkça uzatılır, hatalı defolu hayatlar ve hayasızlıklar mikroskop altında
incelenir ve her son yeni başlangıçları doğurur.
Her doğana
sırnaşan kusurlu ve kudurgan heveslerin tümü trajedilere yansır. Yakıcı yıkıcı,
geçmiş gitmiş sanılan günler tezelden geri gelir. Yapmacık ve acımasız faşizan
zalimleşi ve
sıcak savaş
meselesi utanmadan baş köşeye oturur...
Bu eses
mesele hafifsenirse, esas elde bulunan veya bulunmayan veya zor elde edilmiş ve
dahi elden çıkarılmış tüm birikimler bir anda zulme tapınan zalimleşenleri de
oburca yer. Bu meseleden kısmen akıllarda kalacak olan genellikle birkaç kuşak
öteye zar zor ulaşmasıdır. Veya gırtlağa kadar pisliğe bulaşma...
Bu yeryüzünü
bunaltan eses sıcak savaş meselesi, saklanan esas meseleler yüzden daha çok
konuşulur…
zaman: Şubat
24, 2022 Hiç yorum yok:
DÜŞ
YAKASI...
Düşle
gerçeği öpüştüren, ılımışık bir geceyi çektim üzerime. Sıkı sıkıya örtündüm.
Tüm demir aksam kapılar sanrılar diyarına açıldı sanki. Ürperdim. Yaşanmazıma
serpilmiş şaşırtıcı anları, harap mekanları bir bir dolaştım Mihmandarım giriş çıkış tünellerini gayet iyi
bilen canım abim. Her anı en öteye, nihai noktaya vardıran kutsal yolculuk
tasarımıydı tümüyle. Düş yakasında bilinçdışı öğretilerin gizemini cansiperane
arayış hazzıyla kayboluş. Hazineyi tam bulacakken yoruldum, yorulduk...
Maddesel
evrenin paralelinde kazasız belasız kavuşmanın ve öngörülen bir gayeye
ulaşmanın heyecanıyla kısa bir mola verdik. Rüya dışı gerçekliğe geçiş
barınağında, sistematik ritüel manzumeler eşliğinde özlem giderdik sırsıcak.
Haznede mermi sanrısal imgeleri irdeledik birlikte. Haliyle zorlaşan yaşamsal
koşullarını, rastlantısal değişmeleri ve mutlak değişmezlikleri çözümlemeyi
unutmadık. Konu sonsuz evrenin insanı avucunun içine hapsetmesine geldi
dayandı. Dahası varsa da flu ve karışık...
Canım abim
huzursuzdu biraz, vakti azdı kanımca. Kanımızın kaynadığı günlerin üzerinden
şöyle bir geçtik kısaca. Tam gitmeye yakın ya da benim dönmeme az kala,
parkasının zulasından bir mektup çıkardı. Hem yok oluş, hem de var oluş veya
yeni bir başlangıç anıydı üzerimize yıldızlardan yağan. Ruhu özgürleştiren veya
ölümü terbiye eden bir tavırla mektubu uzattı. Bilgiç gözlerinde gerisingeri
dünya ve kurulan eşsiz bağlantının unutulması belirtisi yandı söndü. Başkaca
neler saklıydı aklında göremedim. İki seçeneği de bir kenara attım ve mektuba
uzandım. Çünkü açıkça hissediyordum, sonsuzluğun sonu Tanrılar diyarı ve mektup
oradan...
Kutlu
emanet, sarı samandan sanırım üç yapraktı. Üstünkörü bakar bakmaz inci taneli
yazıyı hemen tanıdım. Mektup babamdan. Demek kendisi yadımıza düşememiş,
adımıza mektup döşenmişti...
Hal hatır
sorgusundan sonra içinde mutlaka bilgeliğe varış, sonsuzu keşif yolculuğunun
incelikli mesajları sıralanmış olabilirdi. Mitolojik değerlerin sınırlarını
genişleten bir kazanım da sunabilirdi gizli şifrelerle. Felsefik imaları çözen
bir imaj da katabilirdi, canıma kanıma. Hatta sonsuzluğa ulaşma sorumluluğunu bir
kez daha yükleyebilirdi aklıma. Ancak okuyamadım. Şimdi ne kadar hayıflansam da
canım oğlumdan sonrasını getiremedim. Düşle gerçeğin örtüştüğü ılımışık gece
birden karardı. Kapkara çöktü üzerime. Uyandım...
Dünyalığımın
en kıymetlilerini Tanrı katında bıraktım. Biçare akıl boyutunda temsili bir
varoluşa yüzsürdüm. Soluksuz kaldım bir an, tekrardan ruh ile beden buluştu
kafamda. Kafamı kurcalayan çok boyutlu yaşam varlığı noktasından neden aceleyle
koptuğum, koparıldığım oldu. Oysa bir salise daha tanınsaydı şahsıma yeterdi.
Canım acayip sıkıldı. Belki de vakit olsa ruhsal pratik, benzersiz fonksiyonel
bir ürünle taçlandıracaktı aklımı. Ancak güvenilir ellere emanet, babamın
adrese teslim mektubunu okuyamadım...
Bu düşle
gerçek arası mucizevi alameti esinlenilen ve desteklenecek bir işaret olarak
görmüyorum elbette. Biliyorum ki, salt bedensel ve zihinsel bir seyahat özlemi.
Öze dönüş tılsımı sadece. Saklı zaman diliminin kişiliklere ve kıymetlilerime
dönüşmesi ve fırsat bulup aklımı sallaması. Belleğimi kuşatan şimdinin, bir
güzel yarına aktarımı. Hepsi o kadar. O kadar ama keşke mektubu okuyabilseydim
hissi yüreğimi hala feci yakıyor. Aklımı derinden yaralıyor. Ah bir
okuyabilseydim...
Şimdi dünya
iyisi kıymetlilerimden gelmesi zor bir başka mektuba mecbur kılındım. Varsın
olsun bu gözükaralık aklımla öpüştükçe, er veya geç bir başka pusula gelir beni
bulur. Sabırla beklerim. Pus, pusu aldırmadan o mektup elime bir geçer, pir
geçer. Sonsuzluğa işaret çağrılar, körkaranlığın kalkmasıyla seçilmişlik babında
aklıma dolar. Her biri illaki ya rehberim olur veya sonum gelir...
Hoş gelişler
ola. Ola ki düşle gerçeğin öpüştüğü ılımışık bir gece, hiç korkmadan göçer
giderim. Son yolculuk düş yakasına...
SÖZCÜK BÜKEN
SÖZÜ…
Vaktiyle
verilmiş sözler ölümlü dünya tapınmalı bozulduğunda, ölçünlü sözcükler değerini
yitirir. Ölçüyü kaçıran kuyruklu yalanlar dilden hiçlikle döküldüğünde, kısık
ses tonu güveni tüketir. Karanlık tümünü örter. Örtbas için sosyal mühendislik
argümanları, ağulu dil ve ritmik fiziksel egzersizler asla işe yaramaz.
Yalandan yaradığı farz edilir…
Facia
farkındalığı arttıkça temel prensipler preslenir, sınırlı bilgi rastgele yerli yersiz
yüceltilir. Seviyesiz yükselen karanlık enerji içten dışa, dıştan içe küçük
dünyaları körleştirir. Koskoca dünyayı kuyruklu yıldız misali, kuyruklu
yalanlar sallar...
Sıradağlardan
sırçalan kambur sarı çıyan, karasal iklim yabanısı, kolonivari sarmalın basit
usul organizması, terliksi havada takılır ve terbiyesizce tekler. Tek bildiği doğanın
diyalektiğini, evrenin yaşanırlığını bozmaktır. Aklının gerisin gerisi besbelli,
ilerisi tam belirsizliktir...
Baştan aşağı
belirsizlikte belletici ileti niyetine söz ve sözcük sabit bir noktaya
kilitlenir ama kolay taslak ve yapay anlak keşmekeşi yaşandıkça hayal kırıklığı
artar. Gittikçe sıcak temaslı faşizan eylemler sertleşir. Ters istikametli
çıkmaza sürüklenilir. Sürgün söz ve sözcükle izahı zor ve asla hafife
alınamayacak bir incinmedir. Yakalanılan illet, iğreti incitmedir. Dere
geçerken incir çekirdeğinden takıntılarla azmanın, boşa afra tafranın ardı taklaya
gelmektir. Şimalişarki kuşatan çavlan, çorakta parlayan yıkımın ilk işaretidir...
İzbar iyiden
kötüye değişen alışkanlıkları, mantıklı çıkarımlardan uzaklaşıyı, ateşle
sınanmayı, sarıçıyan üzerinden sınırsız ve kusurlu hayata bakış açısını izalar.
Sinir lifleriyle oynayan kasıtlı girişimler, ibrişim kuşağın kuşanılmasını
hizalar. Hazzı bir yana duvar gibi sağırları her yaygaraya kulak kabartan
zebanilere indirgeyen kimyası bozuk ayardır, kuyruklu yalanlara dolanmak. Haza gök yarılmasından daha beter yanılmadır
kuyruklu yıldız altında donanmak. Keza donanımlı güç, kan donduran söz ve
sözcükleri kulağın tözüne tözüne tökezletir, öz köze dönüşür, köz pik demiri
eritir…
Erdünyasında
bilinçle dökülen ve dinlendikçe hazineye dönüşen söz ve sözcüklerde saklıdır
keramet. Vaktiyle verilmiş sözden dönenin, ölçülü sözcüklerle alay edenin
dirliği, diriliği hazneye mermi sürecek kadar kısadır. Yüzsüzlerin sermayesi
şiddete maruz kalış, sinirsel çöküş ve diriliş, akıl gücü seferber edildiğinde
başka sefer tanımaz. Elbirliğiyle kalkar enkaz. Eskaza kuyruklu yıldız altında mucize
beklemekle olmaz. Hayat memat meselesi zihne dayar namlusunu ve namı değer
sözcükleri şakağa ardısıra sıralar.
Önemli olan
vaktiyle verilmiş mutlak sözün neden bozulduğuna anlam arayışıdır. Aklın
derinliğini dışarı vurmaktır. Vurgun anında aklı evvellerin sözü söz üstüne harcayarak,
bildiğini zannettiği ezber çabuk bozulur. Hatlar tıkanır, hatıralar gömülür, boş
bedenler bozuk para gibi harcanır.
Sözcük büken,
pembe rüyaları kanatanları yaygın kanaatin tersine, düpedüz kanatlandırır.
Sözcük denizi paragraflar temize çekilir, sarıçıyan ve parazitler bir bir
ayıklanır. Hedeften bir kez olsun sapıldığında kuyruklu yalanlar, kuyruklu
yıldızdan döner. Ve asalak yalancıların iflahı kesilir…
Kuma
çizilen, suya yazılan, havaya karışan kutlu kitaba aykırı her akıldışı fiiliyat
ve hitap bitapları, sözcük büken sözüdür, keşke kanatlarım olaydı son tümcesine
bağlanır…
ÖZ ÖLÜMÜ...
Yine marazi kıyamet, hiç yoktan acı fırtınası. Alev beyazı,
zor ölümlü telepatik sağaltma. Hilekâr ve pişekar komedyası. Harcıalem
dayatmalar, veresiye fiyata aldanmalarla kara korsanlık coğrafyasında facia...
Farkı fazlası mekanik fonksiyon, mental yitim, yetki ve
yetke zaaflı genleşme. Can dara düşünce, canlar kaybedildikçe haklılık ispata
dönük dönence. Döngü açıkça beyne işkence. Gök yerde, yer gökte, göz yumuk, köz
toprak, bizzat öz ölümü...
Ölümlerle sabit yıkıma ve krize harici sebepler, dahili
hatalar zinciri. Asıl hata savaş. Sedef kakmalı beylik boş. Savaş tanrısı
yontusu ve bronz tanrıça heykeli siyasi, coğrafi ve fiziki haritalara çökmüş,
vaka nahoş. Sokma akıl ve yeni yetme tavır savaştan beter...
Garantici gözlemler ve neonelik neticeler karmakarışık.
Resmen çapraz ateşli, çıplak savaş. Kor renk, fonda organize form. Yeni dünyayı
formüle meseli bir kırık çerçevede flu fotoğraf. Cihana değer tek haslet barış,
savaş ise topyekun esaret...
Çetrefilli çember daraldıkça, günü geçiştiren izahlar toplu
kıyımlara gebe. Dandik değerlendirmeler,
densiz ve derinliksiz yorumlar bir damla suda fırtına. Paralelinde havanda su
dövmeden öteye geçmeyen havalanmalar, havaya karışan bariz buharlaşmayı
saklamalar. Kara kutu genellemesi ve güven güzellemesine bel bağlamalar.
Feleksi tesadüflerle boğuşan tarih. Katmerli kozmik acı, savaş cenderesi ve
cılız tepkisel aktiviteler. Kural ve kanun tanımaz, güdümlü tırpan. Tırpanı çalan
çalana...
Felaket derecede, fiziksel cendere, hükmetme
kabiliyetsizliği ve otantik, otomatik tıkanma. Kor düşer, mor çalar, öz ölümü
canları kucaklar...
Özellikle imparatorluk makamından korku dağları. Köz düşer,
öz üşür, ölüm ölür. Kutsal isyan yaratısı hesaplaşma doğar. Ödeşme, ödetme günü
can dara düştüğünde, coğrafik cendere. Yeni siyasi haritalar tam gaz. Akıllarda
göndere çekilen cennet kuşları...
Uzak yakın marazi kıyamet, faşizan farazi düşler illeti.
İllaki hilekar ve pişekar tragedyası. Ölümü gör, öz ölümü...
zaman: Mart 11, 2022 Hiç yorum yok:
BARIŞ ÖLÇÜSÜ…
Savaş, tatminkârsızlığın hoyratlaşmasıyla ilerleyen faşizan
hayal, emperyal gerçekliktir. Asla fazla gecikilmeden hayata ulanacak barış ise
her türden ve türdeş savaşlar için en tatminkâr ölçüdür...
Öldüresiye çağı zorlayan çağdışı aldırmazlık ve çıplak
uyarıları görmezlik savaşları başlatır ve daima acı sona endeksler. Oysa baştan
bellidir, savaş tüm temel değerleri yok eder, hayatı bıçak gibi keser. Yılların
yeryüzü ahengi, savaşın dayattığı uygunsuz tasarımlarla bir anda bozulur. Savaş
boyu salt rezervden harcanır. Batı doğu düzlemindeki her harcanış önce mekanik
monologlarla başlar. Sivri dil, çatal isyanlar ve son istasyonda dialogsuz
sıkışmayla silindirik çap genişler. Savaşçıl atmosfer yeryüzünü kuşatır. Hayati
hatalar zincirine, insanlığı şok edici halkalar da eklenince en masumlar en
başta incinir...
Bu yüzden savaşta yaşanan ve savaşla yaşatılan tatminkâr
oranı aşan derecede dengesizliktir. Öyle ki barışçıl teşebbüsler, gizli
niyetleri açığa düşürse de, ipuçlarının doğrulanması çok zaman alır. Özen,
düzen ve güven kaybı yaşandığından, vakumlanan
vaka asla masum olmayanları manyetik alanda saklar. Aşırı
duyarlılık yön kaybettirir ve tatminkar ölçü fedakarlığı hesabı erteler.
Oysa barışı önceleyen kolay yanıtlanamaz direkt ve dik
sorulardır. Sorgulamanın gücü arttıkça savaş karşıtlığı güçlenir. Hayatta
tatminkâr düzey özlemi genelleşir...
Genellikle savaşa dönük ayarsızlık ve yalan yanlış kodlamalar
imkansız sanılan imleri bir bir sıralar. Böylece tadımlık kurulumun getirdiği
avantajlar peşpeşe silinir. Akla kara arası savruk salınım silme inancı
zedelerse de akabinde dikkat sahafı tavrıyla, rikkat zaafı takibiyle savaş
heveslisi tatminsiz cüret köşeye sıkıştırılır.
Ancak büyüklere masal havasında cereyan eden savaşlar,
birbirine uzak iki istasyon arasındaki coğrafik harcanmayı gizler. Gizliden
savaş için silik ve etkisiz elastik tipler seçilir. Bunlar izansız tutku
çerçevesinde tutarsız sinyallerle, gayrimeşru tuşlamalar ve abartılı
taşlamalarla savaş ilahına dönüştürülür.
Düşün ötesi döne döne kapışılan her savaş ardında ağır
tahribat bırakır. Barışı öteleyenlere ve evrensel önermeleri hiçleyenlere
tahkikat muhakkak varsa da kurgusal vasat yaratı geçici zihin felci yaşatır…
Bu arada sağlıksız kanaatler, faşizan amaçlı umulara
kaydırılır. Kayıtlar tekrar tekrar ayarlanır. Ve ortalık tam barışa durmuşken
savaş tamamen ayarsızlaştırılır. Yani sıcak veya soğuk her savaşta insani ölçü
hep kayar. Soyut somut gerçeklik birbirine dönüştürülür ve tatminkar ölçüt
hakkıyla tanımlanamaz...
Tanık olunan barışı egemen kılma arzusu muhtemelen savaşı
presler. Doğru pres bir hırçın dalgalanma yaratır belki buzulları bile
kaynaştırır. Zor da gelse bu yangıya ve yankıya tatminkâr sınır dayanmaz. Ve
yürek kanatan savaşlar, sınırsız serbestliğin de sonunu getirir.
Şüphesiz savaş isteyen serbest çekim kuvveti, iyi niyet
önerilerinin tümünü zıt kutuplar ölçeğinde iter. İşte en kötü son tatminkâr ölçülerde
dahi yapılamayan barıştır...
Yana yakıla savaş, barış elçisi bol, barış ölçüsü ölümlerle
ölçülen tatminkarsızlıktır. Savaş ateş renginde karanlıktır, barış karanlığa
yakılan ateştir. Hemen şimdi...
zaman: Mart 10, 2022 Hiç yorum yok:
FİKRİYE...
Selvi boylu Fikriye, bir masum estetik esinti, bir puslu
güzellik. Daima az süslü ve solgun, purlu bir yüz. Gözlerde sürme, yanaklarda
hafiften allık, her zaman şık ve zarif. Ve bir türlü kesilmeyen, kesinlikle
eksilmeyen, akciğer kelebeğini kanatan kesik kuru öksürük. Her haliyle hilafsız
bir süvari. Daima boynunda, biricik sevdiceğinden armağan tesbihten kolye.
Fikri muzmer Fikriye...
Fikriye, içine dert fikrini açık etmese de her şey besbelli.
İsyancı düşlere kapılmış, ince hislere düşmüş bir koca yürekli taze Fikriye.
Kırbaçlı amazon...
Kuru dudakları gergin tebessümlü, uçuk kan kırmızısı. Dahası
pek münasip bir gelin adayı. Buğulu simasında gelip geçici mürüvet ateşi.
Şefkat abidesi, aşka müebbetliğin, dalgın ve dargın, mahçup ve mahrem aynası.
Fikrinin ince gülü ise soluk, sanki soluk ve soğuk; ama "Bilhassa sol
akciğer..." bitik...
Sisli ve gizemli bir durgunluk kaidesi Fikriye. Mecburen
mimli, mihmandar. Sırtında hayatına kahreden sabırsız sancı. Kalbine saplı
çifte su verilmiş bir bıçak. Çekingen ve az cesaretli, kızıla çalan kurt
sarışınlığına yanık. Kesik. Dağlayan ateş ve sessizlik. Sürgün ve
tecrübesizlik...
Latife'nin tam zıttı bir kişilik Fikriye, kara gölgeye
dönüşmüş bir gece formunda sigarasını tüttüren. Mütebessim, mülayim. Esrarengiz
bir fedakarlık. Mükemmellik yanar parmak uçlarında...
Sanki bir zamandan beri doktorları da dinlemez. Fikriye
yemez içmez, dinlenmez. Ve tütünü katiyyen bırakmaz. Hüzünlü bir keyif
alışverişidir semaya dağılan dumanla ilişkisi. Darmaduman oluşun, kaderin ve
kederin reddi ve deffi. Yaşama dair bir
tutam acı nefes...
Kanlı gözyaşları akşam alacasında kıyruklu piyanonun
tuşlarına düştükçe, ıstırap veren günlerin devamı ufukta somutlanır. İhtirası
somutlaştırır kayıp notalar. Sanatoryum sürgünlüğü, zaruri bir kopuşun resmi
geçidi. Telaşın tedaviyi ertelemesiyle gurbet ve soğukluk...
Dönüş arayışındaki Fikriye samur kürkler içinde. Sağlığı ve
geleceği şüpheli. Solgun ve masum. Mahir bir gülümseyiş, güçlükle asılmış
dudağına. Sahipsiz, garip ve ürkek. Kederle kaderine boyun eğiş. Keskin buyruğu
kabulleniş...
Kendini Paşasına ideal bir arkadaş olmaya adamış Fikriye. Gazi'nin
evlendiğini öğrenince tedaviden vaz geçer, yaşama azmini bırakır. Paşa'sını
bırakamaz. Tam ondört ay başkente gelmeden, inzivayı yaşar. İstanbul'dan
bırakılmaz...
Canı darlanır, canına tak eder, kaçak göçek Ankara Garı'na
ulaşır. Kapı duvar. Çankaya'dan dönüşte tek
kurşunla kendini vurur. Kurtarılır. Ancak zatureye yakalandıktan iki gün
sonra acı çektiği hayattan kurtulur...
Fikriye mutsuz, umutsuz ve hasta bir kimlik olarak tarih
sahnesinde yerini alır. Böyle anılır. Memleket için en feci ve en kutlu günleri
görmüştür. Yılmamıştır. Gazi'nin yaşam kolaylığına hizmet ettiğince yaşama
direnmiştir. Ancak Fikriye, anılarda ve akıllarda terkedilmişlik psikolojisi
ile trajedik bir vaka olarak kaldı. Yazık. Oysa Paşa'nın sevdiğiydi. Ve
kimilerine göre de; "Çok iyi bir eş olabilirdi..."
Ama olmadı, olamadı. Olmadı selvi boylu al Fikriye...
zaman: Mart 06, 2022 Hiç yorum yok:
MİTLER VE HİTLER
MİTLER VE HİTLER...
Mitler, saygın ve geleneksel formda hayal gücünü
depreştiren, başdöndürücü bir dünyada tanrılar ve tanrıçalar üzerinden evreni,
evrenin oluşumunu ve insani varoluşu sorgulayan alegorik hikayelerdir.
Hikayeden ziyade zatlar ve kavramları çeşitlendirilen imgelemdir. Ve genellikle
imrendirici çerçevede ilkel imajlı savaşlarla hesaplaşılır. Topunda mitler ile
hitler savaştırılır...
Hitler, geniş zaman kipiyle imalı veya imasız faşizan
ayrıntılara dayandırılmış, savaş empozeli, nirengi noktasıdır. Mitaya
ulaşma yolunda her meta ve materyel
oburca kullanılır. Bu kusurlu kurgunun özü varlığın son bulduğu yerin de sonuna
gitme takıntısıdır. Hatta körükörüne mitaya inanmışlığın, mitomanlığa dek
uzamasıdır...
Uzun sözün kıssası hit, mit peşine 'ler' eki getirilince bir
anda mitomaniaklık gerçekleşir. Savaşma aşkı mitolojiye aldırmadan depreşir.
Mitomanyalı olmak ise toptan mitomanyayı yaşamının dışa vuran iç sürgünüdür,
resmen dış sürümdür...
Mitler ve hitler sürekli salt aldatı maksatlı, isteyerek ve
bilerek gerçek dışı söylenceleri dillere dolar. Bomboş ortada dolaşan
uydurmalar ve asılsız söylemler mitmanlara bulaşır. Mir zir ağzıyla mito
çekilir. Ve mitler delinir, hitler azgınlaşır...
Azımsanmayacak denli fazla sayıdaki mitomanların tek derdi,
tüm dikkatleri üstüne çekmek ve daima odak noktası olmaktır. Bu yüzden dikenli
güzergahta kontrolü kaybetme riskine hiç aldırmadan, gece gündüz kafadan
sallananlara önce kendi inanır ve sonra herkesi inandırmaya çalışır. Aymazlık
boyutunda, enini boyunu düşünmeden, dikine dibine, pikine pekin mitomanlaşıya
bel bağlanır. Asla ve kata problemi kendinde görmeden suç hep başkalarına
atılır. Tedavisi zordur bu tipitiplerin çünkü sağlığa kavuşmayı ilk fırsatta
reddederler ve son sürat tedaviden kaçarlar...
Mitlerin ve hitlerin onmaz saplantısı bellidir, bu yüzden
mit bit akılla, amaçtan şaşmışlığı hep saklarlar. Bozulan işleri daima savaşa bağlarlar. Sıcak
savaş bıçak ucu mitsel değinmeler, bel altı dokundurmalar, bayağı
yakıştırmalarla alevlendirilir. Zamanla narcist, isterik ve asosyal kimlikler
de kirli savaşa eklenir. Ve mitomanyak mitralyöz hep başkalarını doğrar,
ötekileri yakar, diğerlerini diyardan eder. Mitomanlar bu kasıtlı davada sadece
kendini, bizzat şahsını düşünür ve sırf kendi çıkarlarını hesaplar. Dünya yansa
makam mekân derdiyle kavrulur, rutin peşinde koşarlar. Putin potin bağlamında
asla pişmanlık duymadan alınganlaşır veya çok normalmişçesine agresifleşirler.
Hatta aşırı derecede saldırganlaşırlar. Sonrası mitler ve hitler versiyonu...
İşte tam savaş ortası, mitomani mekanizması mitleştir,
hitler lafıgüzafla birleşir. Bu mitomanyal arenada mitomandal manyeller
mitomanyetik kıskacı genişletir. Savaş genleşir, genişler ve mitomanya dahil
tüm dünyayı mitolojileri ayartan boyutta kucaklar.
Bu kutupları kuşatan zehirli atmosfer milli ve yerli havayla
temizlenemez. Zaten buharlaşacaklarını gören mistik oligarklar anında mitleri
ve hitleri kutsar. Kutsar ama mitoman mitolojiyi yeryüzüne dayatan mitler ve
hitler, hiç kaçarı yok bir gün mutlaka alegorik sorgulanır...
zaman: Mart 04, 2022 Hiç yorum yok:
KUZEY CEPHESİNDE DEĞİŞEN BİR ŞEY...
Resmen yeryüzünde asrın felaketine yol açacak savaşa doğru
komple ilerleniyor. Türlü savaş komploları ve felaket her milleti eşit derecede
olmasa da illa ki farklı ölçeklerde etkileyecek. Etki tepki sarmalında yıllar
yılı işleyen ve işletilen süreç hep aynı, sadece milletler farklı. Yani kuzey
cephesinde de değişen hiç bir şey yok...
Belkide bile isteye uzlaşıya dönük fırsatlar bir bir
tepiliyor ve lafta fakru zaruretten, hemen savaş fitili ateşleniyor. Kendi
sınırları içinde kalma veya kalmama koşuluna gönüllü bağlanılıyor. Elbette bu
hasımane bağımlılığın sonucu felaket, yıkım ve hüsran olacak. Yani bu kez de
ayni terane, ne yazık ki kuzey hattı cephelerinde de hep ayni şey. Açıktan
açığa sıcak savaş, resmen felaket...
Tamam "Felaketler insanları zeki, milletleri daima
azimli kılar ve yeni hamlelere sevk eder." ama bu kez egemenlerden tam
tamına sahnelenen hinlik versiyonu. Ancak milletler topluluğu, kuzey atlantik
paktı ve ekonomik birlikleri bu savaşla birlikte tam köşeye sıkıştı. O yüzden
tamamen çıkar odaklı davranıp, resmen savaş çığırtkanlığı dereceli uydurma
taktiklerle yönlendirdikleri artizleri yapayalnız koydular. Bir anda oyun
bozuldu ve herkes kendi başının derdine düştü. Bu düşüş bir toplanma,
toparlanma ve birleşme getirir mi? Şimdilik çok zor. Kuzeyden diğer tüm yönlere
değişkenliği ise zaman gösterecek...
Görünen o ki çok yakın zamanda savaşçıl felaketin, ne gibi
sonuçlar doğuracağı bir güzel anlaşılacak. Şimdiden işin sonu belli çünkü
savaşı durdurmaya dönük kontur hamleler pek yapılamayacak gibi görünüyor. Yani
girişilen bu savaş, kime ne zafer kazandırırsa kazandırsın o zafer kesinlikle
süreklilik kazanmayacak gibi. Yeryüzünün tamamına olumlu sonuçlar getirmeyeceği
de çok açık...
Buna sebep en baştaki gizli destek şartı, dayanışma şartı,
paylaşım şartı, ekonomik yardımlaşma şartı, savaş ortaklığı, sen başla biz
bitiririz aklından çark ediş. Verilen sözler çoktan unutuldu bile. Hal böyle
olunca büyük abi küçük kardeşini aşk ile şamarlıyor. Sonrası muamma, çok iyi
hazırlandığı besbelli taraf her yere rahatça girer, kolay taşınır, dört bir
tarafı zapteder, çıkarına gelirse de çıkar...
İsterse çakılı kalır çünkü kuzeyde doğabilecek savaşı
çıkarına gören diğer milletler, tek taraflı sürdürülen hatta yeryüzünü büyük
felakete sürükleyecek bu savaşı başlattı ve sadece izliyor. Açıkçası medeni
dünya, "Medeni olmayan milletler, medeni olanların ayakları altında
kalmaya mahkum..." vecizini haklı çıkaracak kıpırdanışı yeryüzünden
esirgiyor. Bu yüzden gittikçe uzak yakın topyekun bu felaketten kurtulmak
zorlaşacak...
Eğer kuzey hattında ilerleyişin ve tam teçhizat çarpışmaların, savaşla
tanışanlara acı vermekten başka bir işe yaramadığı, kuzey cephesinde değişen
bir şey olmadığı görülmez ise sonrasının tahlili iyice zorlaşır. Sol tahlilde
malum ve vahim vakaya evrensel açıdan ve akılcıl bakılmazsa gerisingeri tahliye
de çok uzun sürer. Bu sürgün kesinlikle akla gelmez bambaşka felaketleri de
tetikler...
Peki açılacak yaraları sarabilecek, birlik beraberlik,
birliktelik bütünlük önerebilecek, barışı dayatacak sağlam bir otorite var mı?
Yok. Belki de kuzey hattında cereyan eden bu savaş bu muallak yeryüzü
tekdüzeliğini ortadan kaldıracak. Ardısıra savaşçıl felaketlerle palazlanan
toplumsal, ekonomik ve politik fenalıkların ve yönetsel
beceriksizlerin sonu gelebilir. Milletler, böyle tek kutuplu
gidilirse tamamen tehlike içinde oldukları acı gerçeğine uyanırlar. Uyanış
asrın felaketine dönüşebilecek, dayatılan her savaşa karşı
aynı istikamette birleşimi gwtirebilir. Yani barışçıl yeryüzü için eylem
birliği, büyük ortaklık, çift kutuplu dünya kurulabilir. Yeter ki şimal yıldızı
parlasın ve yeryüzünün bütün
cephelerinde değişen bir şeyler olsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder