17 Aralık 2012 Pazartesi

“MEVLANA VE ŞEB-İ ARUS” VE

 “MEVLANA VE ŞEB-İ ARUS” VE
TİCARET…

Mevlana Celalettin-i Rumi’nin hayatı ve şahsiyeti, maddiyatı ve maneviyatı üzerine ne inceleme kitapları, ne bilimsel tezler ne romanlar yazıldı…

Yaşamak için kayda çekilmesi gerekenleri biz de bulup çıkarıyoruz ama asıl gerçeklik yazmak, güzel yazmak. Hele şöyle bir beyiti bildikten sonra yazamamaktır mesele;

“İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır. Sözün hayırlısı da az ve öz olanıdır.”

Tıpkı sonsuz aşk ve gönüller sultanı Mevlana’dan ve temeli dinsel, kaynağı kurallı kaideli bir ritüel olan Şeb-i Arus’dan dem vurabilmek gibi.

Zor zanaat yazmak; kelime bir yana bir hecede, bir harfte yanmak gibi. Şu garip bencileyin yazıdaki başlık gibi, “Mevlana ve Şeb-i Arus ve ticareti”…

30 Eylül 1207 ile 17 Aralık 1273 arası yaşamış Mevlana.

“Ayet ayet Kur’an ın bütün manası edepten ibarettir.” Düsturuyla ilahi aşk ateşine ömrünü adamıştır Mevlana. İsminde gizli Rumi’yi yaşamıştır yıllarca.  Yani Mevlana Anadolu’dur, Anadolu o’dur…

Mevlana Celaletin-i Rumi Anadolu’dur dolu dolu.

“Ümitsizlik semtine gitme ümitler vardır, Karanlık tarafa gitme; güneşler vardır.”

Ölçütünde aşka bitmeyen bir yürüyüş, büyük bir göçtür Mevlana.  Mevlana tasavvufunda gaye kulluk ve yokluktur. Daima sönmez bir aşktan beslenir yaratılış ve hayatın anlamı. Mevlana tasavvufunun asıl esası gönül sahibine erişmek ve cevher olmaktır, olunabilir ise.

Mevlana; “ Alçak gönüllülükte büyüklük, büyüklükte alçak gönüllülük; varlıkta yokluk, yoklukta varlık; hiçlikte kemal, kemalde hiçlik” tir…

Gerçek varlık kapısına ulaşmak, varlık makamına erişmektir tüm hedef;

“Senin taht dediğin şey, tahtadan yapılma tuzaktır. Konduğun yeri başköşe sanırsın ama kapıda kalakalmışsın.”

Mevlana bir 17 Aralık gecesi Mevla’ya erişme çaba ve çilesini tamamlamış ve ebediyete doğmuştur aşkla. İşte “Şeb-i Arus” da budur…

La makamında dolaşıp durmak gereksiz; Mesnevisini pek okuyup, anlayan, dersler çıkaran yok ama Şeb-i Arus’u görmeyen de yok gibi.

Post, posta tutkulu saygı, ağırdan hafiften en ağıra selamlaşma, semazenler ve müzik eşliğinde, içten dışa, yerden göğe devinen görsel bir şölendir Mevlevi semaı. Semaı ile tanınan ve anımsanan Şeb-i Arus törenleri de bir hittir dosta düşmana sergilenen.

İlk izlenişte pür dikkat heyecan, sonrasında göstermelik aşk, sonrası…

“ Mevlana bir gün kuyumcular çarşısında bir dükkânın önünden geçmektedir. İçeride varak yapmak için altın dövmektedir usta ve çırakları. Çekiç darbelerinden çıkan sesleri duyar Mevlana. Melodik tınıdan cezbelenir ve vecd ile sema etmeye başlar…”

Semazen döndükçe dünyanın başı döner. Dünya döndükçe de kadınlı erkekli semazenler döner.

İslamik kapitalizm asırlar sonra aklı nefse esir kılan dayatırlarına devam eder ve işi ticarileştirir. Bilmem kaçıncı geleneksel fonda gelsin anma törenleri, gelsin zamanlı zamansız şebi aruzlar, gitsin tasavvufi şarkı konserleri. Ve yetmiş iki buçuk millet dönsün bu dönencede. Dönenleri izlesinler, Mevlana ve semazen kolyeli küpeli bayanlar, semazen yüzüklü beyler; şebi aruz kardeşliğini yaşasınlar yeter ki Devlet erkanıyla...

Oysa Mevlana bir yolcudur, yol göstericidir. Gönül çeperlerine ışıltısı vuran bir güneştir Mevlana. Dünya döndükçe binlerce yıla doğuştur Şeb-i arus;

“Ben yetmiş iki milletle beraberim”…

Ve bir cümledir insanlığa emaneti;

“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız. Bizim mezarımız, ariflerin gönüllerindedir”…

Hiç yorum yok: