ÜRETİM VE DEVLET
Üretimde başlangıç noktası bireyseldir. Üretim; tüketim dağıtım ve değişimle birlikte dolaşım kabiliyeti kazanarak toplumsallaşır. Yani üretim kabiliyeti tüketimle eş zamanlı olmasa da daima aynı anda kazanılır. Çünkü dirlik, dizginsiz hırsızlarla sağlanamaz. Aklı bürümüş sakıncalı düşlerle de birlik olunamaz. O nedenle her çeşit tüketim özünde kendi fiziksel varlığını üretir...
Başka bir deyişle tüketim yoksa üretim, üretim yoksa tüketimde yoktur. Bir diğeri olmaz ise yaşamın hiçbir anlamı kalmaz. Zaten üretim, tüketim için materyal ve nesneleri sağlar. Nesnesiz tüketim, tüketim olmaz. Felsefik özü itibariyle üretim, tüketimi yaratır. Ayrıca üretim sadece nesne üretmez aynı zamanda tüketim tarzı ve normlarını da üretir. Sonuçta üretim tüketiciyi de üretir.
Üretilenin dağıtımı ve paylaşımı yalnız ürün bazlı da değildir. Üretimsel sistematiği öyle görmek basit ve çok yüzeysel bir yaklaşım olur. Derin manada dağıtım, paylaşım tarzını da örgütler yani faiz ve kar dağıtım mekanizmasıyla oluşur.
Böylesi bir dağıtım tarzının kabulü ise sermayeyi gerekli kılar. Üretim araçlarını ve kimin elinde bulunacağını, dağıtım ilişkileri ve dağıtım tarzını da üretim yapısı belirler. Dolaşım, ürünün el değiştirmesinin belli bir anında gerçekleşen eylemdir. Öz olarak üretimle belirlenen dağıtım ve tüketim arasında mübadele aracıları yaratır. Amaç aracısı olmayan nesnel bir dağıtım kanalının oluşturulmasıdır ama ne yazık ki bu asla gerçekleşmez.
Gerçek üretim gereksinimler için materyal, materyaller için gereksinim sağlayan bir süreçtir. Üretim salt kendi sürecini değil diğer süreçleri de en başından nihai tüketime dek etkiler. Süreç sil baştan yeniden başlamak için daima üretmek zorundadır. Yani üretim organik bir bütünlüktür. Devlet işte tüm bu işleyişi sosyal konumlara ve yasalara uygun olarak planlar ve denetler. Hatta üreticinin payına, tüketicinin ne kadar tüketeceğine dahi devlet karar verir...
Bu belirgin ama zıtlıklarda barındıran üretim modeli, belli tarihsel dönemlerde anlaşılmaz derecede bozulur. Gelişme ve gerilemeye dönük belli safhalarda, evrensel koşulların çok uzağına düşülür. Böylece mülkiyet bağlamında arsız durumlar oluşur. Elbette mülk, üretimin belirleyici unsurudur. Üretimin olmayacağını veya yeterli olmadığını mülkiyetin olmadığına bağlamak ise yersiz kanıdır. Yani üretim sahip olmaktır, ürünü elde etmekse yaşamsal standart sağlamaktır.
İşte devlet burada etkin biçimde devreye girer. Çünkü üretim araçları olmadan üretim mümkün değildir. Burada ki asıl mesele üretim araçları zorunlu ise bunlara kimin hakim olduğu ve olacağıdır. Ancak kapitalistin ve sermayedarın bilgi ve isteği dışında adım atılmaması, dünya var edildiğinden beri ayni güzergahta gidişi devlet zaafıdır. Bu nedenle tüm üretim ve tüketim safhaları üretenin aleyhine gelişir ve devlet daima seyirci kalır.
Üretimde sonuç noktası ise üretilene toplumsal yabancılaşmadır. Yabancılaşma bir kez başlayınca, üretim geriler ve devlet yapısıda bozulur.
Böylece bozuk düzen edebiyatı, edebiyat olmaktan çıkar güncel hayata damgasını vurur. Yani üretimin sonuç noktası acı ama gerçek toplumsaldır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder