6 Aralık 2020 Pazar

REALİTE, JURNALİTE, RASYONALİTE VE TARİH…

 

REALİTE, JURNALİTE, RASYONALİTE VE TARİH…
 
Evrensel tarihten ders almayanların, milleti ve memleketi getirdiği nitel ayrımlı boyutta, daima uygarlık ötesi çalkalanmalar gündeme taşınır. Oysa tarihe kapkara damga vurmuş, öyle karanlık dönemler vardır ki, bir daha hiç gelmesin denildikçe ilk fırsatta kapıya dayanır. İşte dönem o dönem. Sanki son dönemeç. Sanki resmen jurnalite odaklı realite, rasyonaliteyi hiç eden bir dönence. Sanki nasyonal dinci dizge. Dizge diz çökünce de anında mitolojik çağlardan bugüne yığınla cana kıyan, baş kesen faşizan mekanizma. Harmanlanan hit ve mit saltanatı.  Dipten tepeye jurnallerle yürürlük, aksak yönetsel armoni arz eden ampirik piramit…

 

Elbette bir milletin kaderi böyle yaygaracı yayılmayla yazılamaz. Çünkü bir milletin karakteri ancak tarihe yazdırdıkları ile tescillenir. Memleket bu sayede kazanılır. Kaybedilmesi kolay zannedilir ama tarih onu öyle yazmaz…
 
Hele ki nice devrimler hayata geçirmiş, memleketi sıfırdan alıp yeni bir çağa taşımış, dünya tarihinin en karakterli milleti olmuş bir millete, bu karakter sapmaları ve ahlaksal aşınmalar hiç yakışmaz. Üç maymunu oynayarak karşı devrim sürecini hızlandırmalar, memleketin iç ve dış düşmanlarıyla yarenlik, kolonist yaklaşımlar ve sosyo-politik gerileyiş hiç mi hiç yakışmaz. Ayrıca gün karakter yansıtma günü, virüsünden ekonomisine tüm yaşamsal yangınlara, yalan yanlış belleğe kazınanlara direnme günüyse. Zaten öyle dönemlerde öyle öykünülesi değerler vardır ki, milletin ve memleketin öyküsü ile bütünleşir. Açıkça ölümsüzlüğü betimler. Küllerinden memleket kazandırır…

 
Diğer yandan milletin genel karakterine ters, karakteri bozuk bireycilerin saltanat kayığına bindirilmeleriyle memleket düzeltmek akla zarar tutumdur. Bu tutkuyla sadece jurnalite pik yapar. Salt tutuklu ve gözaltı sayısı artar. Çünkü arpalanan, paylanan jurnalistler hiç sıkılmadan realiteden koparak, asla rasyonel düşünmeden, insafsız kuralsız ihbar ve istihbarat düzeneğinin düz kontağı olurlar. Yani acayip tavırlar, kişilik zayıflığı ve irade yoksunluğuyla asla ilerisini gerisini düşünmeden tek versiyonluk ürün olma formatına forsalığı seçerler. Böylece resmen dik duruş zaafı, resmiyete kılıf bulma marifeti ve asla affedilemez cinsten, cibilliyetsizlik pik yapar…

 

Bu arada nedendir bilinmez, hiç üzerinde kafa yormadan hatta hiç düşünülmeksizin rasyonalite yok farz edilir. Toplumsal dengeleme ve kamplaşmalar salt kafatasçı nasyonalite bazlı şiddet ve nefret üzerine şekillendirilir. Ancak siyasal sistem ve sosyal içgüdüler jurnalist yaklaşımlarla bozulduğunda realite odur ki, bir daha felsefe de referans olamaz. Çağa özgü, özgün açılımları rasyonel çerçevede güncellemek de epey zorlaşır. İşte o yüzden hep bir mucize beklenir. Beklendikçe de siyasi atmosfer tersine tersine değişir. Değiştirilir…
 
Ve kötü karakterler yaratısı yeni dünya düzeninde, erki elinde tutanlar realiteyi görmezden gelerek, jurnalitik verilerle sırf mevcudu korumaya yeltenirler.  Açık gizli despotikleşirler. Orada unutulan da şudur; Despotizmden doğan nice demokrasiler vardır. Veya demokrasiden doğma nece diktatörler. Ve de diktatoryadan, neme gerek sosyal demokrasiler çıkar. Yani talanlar tiranları, kaos jurnaliteyi, safsata doldurmalar ise yanılma yanıltmayı doğurur. Kraldan çok kralcılık, diktatörden fazla diktacılık, sultandan çok sultacılık belirginleşir. Sonuç rasyonalite ile nasyonalite arasında buharlaşma. Nasyonal dinci programın da iflası…

 

Müflisin ilanına ramak kala tarihteki kökü kökeni besbelli, teşkili organizasyonu, şekli şeması, şartı şurtu ayan beyan, lafta şahlandırılan şarki hizmetçiliği beşeri döngü sayarak tuhaf işlere girişenleri, paracıl veya paravan jurnalistler de kurtaramaz. Uçuk kaçık haller ve delilikler, duvarda ancak delikler ve gedikler açar, kutlu kurguyu yıkamaz. Tarihle sabit, o yüzden toplumcu söylemli alacakaranlık kuşağıdır yaşatılmak istenen. Yani sıkı rejim dayatması. İleri demokrasi kısıtlaması…

 

Elbette sonu geldiği hissedilen, sıkı fıkı dönemlerin bir atımlık barut öncesi güncellenen, burun ucunu göremeyenlere informasyonal talimat, gölge takibi, belge terki, Hacivat ile Karagöz perdesi ve meddah muhakemesidir. İşletilmek istenen jurnalite merkezli suni, yalan yanlış algı düzeneğidir. 

 

Yani düzen, düzenek denilen çok ileri farz edilen ama içine çektiğini soluksuz bırakan demokrasi girdabı. Girdaba takılmış jubilant tayfa ayıbıdır…

 

Tarihsel izleri rasyonal perspektifte takip edildiğinde, monarşik labirentin her sıkıştığında oligarşik çıkmaz sokağa taşınması, her daim çakma demokrasilerle gerçekleştirilir. Zaten işler rastlantılara bırakılınca ve denge bir kez şaşınca, özellikle realite objeleşince, yalan dolanın alanı da satanı da çok bulunur. Hazırlanan hezeyan ve heyelan ortamında ise fırsat kollayan besleme jurnalatörler hemen sahne alır. Çünkü dünya siyaset tarihinin en eski ve en uzun ömürlü sosyal mesleğini icra eden jurnatörlere el birliğiyle, yerli yabancı işbirlikçilerce karanlık atmosfer bir kez daha yaratılmıştır...
 
Sona yakın, on yıllar sonra tarihe kapkara damga vurmuş, kızıl karanlık dönem ürünleri jurnalistlerle yollar yine kesişti, kesişecek. Onlardan kaçış kurtuluş yok, dönem o dönem. Dünden yarına dönmeler, dönekler diyarında seviyesiz restleşmeler daha da artacak, çünkü yaklaşılan son dönemeç. Kalan son keskin viraj. Yani resmen jurnalite merkezli, realiteyi hissedeni çok az, kara kızıl dönemlere öykünen ve rasyonaliteyi kapsam dışı bırakan bir dönence daha yaşanacak. Sonrası kader edebiyatı…

 

Dünya tarihine yazdırdıklarıyla tescillenmiş bir milletin kaderi, öyle realiteye sırt dönülerek, rasyonelitenin uzağında kalarak ve salt jurnaliteye bel bağlanarak, büyük sermayenin tuzağında çırpınan dinsel nasyonalite ile yazılamaz. Çünkü bu milletin karakteri on binlerce yıllık tarihi köklerinden gelir ve genlerinde saklıdır.

 

Ve o asil karakter kendi tarihini kendisi yazar…

Hiç yorum yok: