REALİTE, JURNALİTE,
RASYONALİTE VE TARİH…
Evrensel tarihten ders almayanların, milleti ve
memleketi getirdiği nitel ayrımlı boyutta, daima uygarlık ötesi çalkalanmalar
gündeme taşınır. Oysa tarihe kapkara damga vurmuş, öyle karanlık dönemler
vardır ki, bir daha hiç gelmesin denildikçe ilk fırsatta kapıya dayanır. İşte dönem
o dönem. Sanki son dönemeç. Sanki resmen jurnalite odaklı realite, rasyonaliteyi
hiç eden bir dönence. Sanki nasyonal
dinci dizge. Dizge diz çökünce de anında mitolojik
çağlardan bugüne yığınla cana kıyan, baş kesen faşizan mekanizma. Harmanlanan hit
ve mit saltanatı. Dipten tepeye jurnallerle
yürürlük, aksak yönetsel armoni arz eden ampirik piramit…
Elbette bir milletin kaderi böyle yaygaracı yayılmayla yazılamaz.
Çünkü bir milletin karakteri ancak tarihe yazdırdıkları ile tescillenir. Memleket
bu sayede kazanılır. Kaybedilmesi kolay zannedilir ama tarih onu öyle yazmaz…
Hele ki nice devrimler hayata geçirmiş, memleketi sıfırdan
alıp yeni bir çağa taşımış, dünya tarihinin en karakterli milleti olmuş bir
millete, bu karakter sapmaları ve ahlaksal aşınmalar hiç yakışmaz. Üç maymunu
oynayarak karşı devrim sürecini hızlandırmalar, memleketin iç ve dış
düşmanlarıyla yarenlik, kolonist yaklaşımlar ve sosyo-politik gerileyiş hiç mi
hiç yakışmaz. Ayrıca gün karakter yansıtma günü, virüsünden ekonomisine tüm yaşamsal
yangınlara, yalan yanlış belleğe kazınanlara direnme günüyse. Zaten öyle
dönemlerde öyle öykünülesi değerler vardır ki, milletin ve memleketin öyküsü
ile bütünleşir. Açıkça ölümsüzlüğü betimler. Küllerinden memleket kazandırır…
Diğer yandan milletin genel karakterine ters,
karakteri bozuk bireycilerin saltanat kayığına bindirilmeleriyle memleket
düzeltmek akla zarar tutumdur. Bu tutkuyla sadece jurnalite pik yapar. Salt tutuklu
ve gözaltı sayısı artar. Çünkü arpalanan, paylanan jurnalistler hiç sıkılmadan realiteden
koparak, asla rasyonel düşünmeden, insafsız kuralsız ihbar ve istihbarat
düzeneğinin düz kontağı olurlar. Yani acayip tavırlar, kişilik zayıflığı ve irade
yoksunluğuyla asla ilerisini gerisini düşünmeden tek versiyonluk ürün olma
formatına forsalığı seçerler. Böylece resmen dik duruş zaafı, resmiyete kılıf
bulma marifeti ve asla affedilemez cinsten, cibilliyetsizlik pik yapar…
Bu arada
nedendir bilinmez, hiç üzerinde kafa yormadan hatta hiç düşünülmeksizin
rasyonalite yok farz edilir. Toplumsal dengeleme ve kamplaşmalar salt kafatasçı
nasyonalite bazlı şiddet ve nefret üzerine şekillendirilir. Ancak siyasal sistem
ve sosyal içgüdüler jurnalist yaklaşımlarla bozulduğunda realite odur ki, bir
daha felsefe de referans olamaz. Çağa özgü, özgün açılımları rasyonel çerçevede
güncellemek de epey zorlaşır. İşte o yüzden hep bir mucize beklenir. Beklendikçe
de siyasi atmosfer tersine tersine değişir. Değiştirilir…
Ve kötü karakterler yaratısı yeni dünya düzeninde,
erki elinde tutanlar realiteyi görmezden gelerek, jurnalitik verilerle sırf mevcudu
korumaya yeltenirler. Açık gizli despotikleşirler.
Orada unutulan da şudur; Despotizmden doğan nice demokrasiler vardır. Veya demokrasiden
doğma nece diktatörler. Ve de diktatoryadan, neme gerek sosyal demokrasiler
çıkar. Yani talanlar tiranları, kaos jurnaliteyi, safsata doldurmalar ise yanılma
yanıltmayı doğurur. Kraldan çok kralcılık, diktatörden fazla diktacılık,
sultandan çok sultacılık belirginleşir. Sonuç rasyonalite ile nasyonalite
arasında buharlaşma. Nasyonal dinci programın da iflası…
Müflisin ilanına ramak kala tarihteki kökü kökeni besbelli, teşkili
organizasyonu, şekli şeması, şartı şurtu ayan beyan, lafta şahlandırılan şarki
hizmetçiliği beşeri döngü sayarak tuhaf işlere girişenleri, paracıl veya
paravan jurnalistler de kurtaramaz. Uçuk kaçık haller ve delilikler, duvarda ancak
delikler ve gedikler açar, kutlu kurguyu yıkamaz. Tarihle sabit, o yüzden toplumcu
söylemli alacakaranlık kuşağıdır yaşatılmak istenen. Yani sıkı
rejim dayatması. İleri demokrasi kısıtlaması…
Elbette sonu geldiği hissedilen, sıkı fıkı dönemlerin bir
atımlık barut öncesi güncellenen, burun ucunu göremeyenlere informasyonal
talimat, gölge takibi, belge terki, Hacivat ile Karagöz perdesi ve meddah
muhakemesidir. İşletilmek istenen jurnalite merkezli suni, yalan yanlış algı düzeneğidir.
Yani düzen, düzenek denilen çok ileri farz edilen ama içine
çektiğini soluksuz bırakan demokrasi girdabı. Girdaba takılmış jubilant tayfa ayıbıdır…
Tarihsel izleri rasyonal perspektifte takip edildiğinde,
monarşik labirentin her sıkıştığında oligarşik çıkmaz sokağa taşınması, her
daim çakma demokrasilerle gerçekleştirilir. Zaten işler rastlantılara bırakılınca
ve denge bir kez şaşınca, özellikle realite objeleşince, yalan dolanın alanı da
satanı da çok bulunur. Hazırlanan hezeyan ve heyelan ortamında ise fırsat kollayan
besleme jurnalatörler hemen sahne alır. Çünkü dünya siyaset tarihinin en eski
ve en uzun ömürlü sosyal mesleğini icra eden jurnatörlere el birliğiyle, yerli
yabancı işbirlikçilerce karanlık atmosfer bir kez daha yaratılmıştır...
Sona yakın, on yıllar sonra tarihe kapkara damga
vurmuş, kızıl karanlık dönem ürünleri jurnalistlerle yollar yine kesişti,
kesişecek. Onlardan kaçış kurtuluş yok, dönem o dönem. Dünden yarına dönmeler,
dönekler diyarında seviyesiz restleşmeler daha da artacak, çünkü yaklaşılan son
dönemeç. Kalan son keskin viraj. Yani resmen jurnalite merkezli, realiteyi hissedeni
çok az, kara kızıl dönemlere öykünen ve rasyonaliteyi kapsam dışı bırakan bir
dönence daha yaşanacak. Sonrası kader edebiyatı…
Dünya tarihine yazdırdıklarıyla tescillenmiş bir milletin kaderi, öyle realiteye sırt dönülerek,
rasyonelitenin uzağında kalarak ve salt jurnaliteye bel bağlanarak, büyük
sermayenin tuzağında çırpınan dinsel nasyonalite ile yazılamaz. Çünkü bu milletin
karakteri on binlerce yıllık tarihi köklerinden gelir ve genlerinde saklıdır.
Ve o asil karakter kendi tarihini kendisi yazar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder