‘BEREKET VERSİN Kİ FELAKET UCUZ ATLATILDI’ MASALLARI…
Her felaket aslında, göze görünebilir bir hayal ürünü ile en başta
kendini hissettirir. Hissettirir ama kimse inanmaz, algılayamaz veya
anlamak istemez işine gelmediğinden. Ta ki emarelerden, nişaneye büyük
yıkımlar kapıyı çalıncaya dek kayıtsızlıktır baş tacı edilen. Kabak
patladıktan sonrası ise akla zarar mahvoluş ve çöküntü girdabı.
Bereket versin ki, ülke inşa edilirken bu gün o çok sıklıkta
karşılaşılan, rastlanılanlara hiç itibar edilmemiş. Bazı yoklar vardan,
bazı yalansılar doğrudan daha evladır misali Allahtan yok sayılmışlar
tek kalemde. Ve her şey bizatihi gerçekler üzerine inşa edilmiş…
Cilt kapağında Kemalist Nutuk, kalpaklı ciddiyet, fasikül fasikül
komitacılık, buz renkli yüzleri tarihin altın yapraklarında,
sınırsızlığın kıvrımlarında dolaştırmış. Tarihin süsü püsü bir yana
binlerce martaval da kâbusları oyalamış yıllarca. Martaval zadelik zirve
yapınca, tanyeri ağarana kadar, tartışmasız frekans yalpalamaları kibre
sevk etmiş acele karar vermişleri ve haksız semirmişleri. Kalpler
kilitlenip altın yaldızlı sandukalara kapatılınca da, akıl takdir edilen
edilmeyen nice tuzaklara düşer olmuş.
Faka basmaya, caka satmaya görsün düşkünler, felakete uğratırlar önlerinde seyredenleri ve o önlenemez düşüş işte o an başlar…
Toplumun hayallerine ciddi biçimde etki yapma sanatkârlığı, halkı
yönetmenin en birincil yolu görülmelidir ve vekâleten zanaatkârlıktır.
Bu asaleten zanaatçılar ve vekâleten zanaatkârlar çoğalınca ilah sayıp,
tapmakla devam edilen bir değer yargıları bunalımı içine düşülür komple
ülkece. Artık komplo mu denilir, kompleks mi yoksa paralelden mi dem
vurulur herkesin kendi payına en aykırı sevdaların özlenmişliği
gerileyişe veya gerisingeri ilerleyişe damgasını vurur. Kim ne derse
desin, kendisini ve idesini nasıl savunursa savunsun ‘Allahsızlığın dini
şeklidir işte bu şekilciliğe hapsolmak ve şekilsizliğe şeklen esas
duruş göstermek’.
İtirazların her halini; bürünülen değersizlik ve aciliyetçi
tahammülsüzlük temaşasına ek olarak doğaüstü ve fizik ötesi
fevkaladelikleri alelade bir siyasi objelik kürsiyatında boğar, yetmez
ise de dini kelamı metalaştırır iseniz, yürümez ayaklar sürünülür. O
safiyane olmayan bağlanıştır ki, ülke inşa edilirken yok sayılan ve
taştan imal putlara, ilahlaşan putlaşmaya dik duruşa ihanettir aslında.
Yıllardan sonra desturu düsturu bir yana bırakıp, bağlanılan tüm
inanışları ve hevesleri geçici ve tutucu bir lidere sihirli bir güç
yaklaşımıyla tevdi etmek farz olunan kuvvetten resmen merkezkaç kuvveti
ile kopuştur. Bu dini kopukluk ve dinsel ayrılık ise o hep dine bağlılık
ve dinsel kapsam edebiyatçılarına, yeminlerini dini içeriklerle eden
zalimlere fuzuliyattan bağlılıktır. Kıl, kanat, maharet hesabı yapılarak
bağlanılanlara ve bağlantıya bağlanma dayatılanlara körü körüne
bağımlılık sahteliği, çemberin dışında kalanları babası dahi olsa düşman
saymakla, din harici görmekle ifadeleştirilir inanış.
Bu bilinçlice hazırlanan hoş görmezlik ve öngörüsüzlük ortamında,
kayıtsız şartsız ve yerli yersiz itaat silsilesi yoluyla en şiddetli
propaganda yöntemleri de harcanarak, kusursuz ama ağır kusurlu tapıcılar
ve seviciler izansızca hizalanır. Bu insafsızlıkta ve kazaya uğramış
saflıkta dini ve siyasi inançların rolünü mutlak hüküm sürme ve
mutlakıyet üzerine planlayıp, mevcudu yenileştirmeyip bozanlar,
mevcudiyetin de temellerini sarsarlar para, mal, mülk, varlık ve
zenginlik uğruna. Bu sayede peş peşe aşılanan sahte dini hayranlık
hayırsızlığında ve haksızca uzun yıllar tarihin süsü püsü, otu motu
olmaya devam etmekle övünmeyi kendilerine borç edinenler asla ödenemez
oranda borçlanırlar.
İşin gerçeği, sualsiz itaate mecburluğa, şahsa münhasır sırrı sır
mukaddesatçılığa, ilahsal boyutta tapınmalık değer tılsımına,
inandırılmış onlarca milyon edilgenlik mevcuda cennet aşkıyla sarılır.
Ayrıca köylerden kentlere koyu dindarları bile kökten değiştiremese de
düşündüğünün aksine hislendiren indirgenmişliğe ulu mabetlerde yeşil
ışık yakılıyor. Bu yeni eski fikirsel, dinsel kavram kavgasında, tüm
haklılıklar kargaşa gösterilip din bağlamında dini korkuya, etik manada
adi duygulara, adli kovuşturma ve adil olmayan kovalamacalara kurban
ediliyor ise, kavimler göçünü bilmeye de hiç gerek kalmaz.
Halkın değerleri ile oynandıkça, değiştirilen dini ahenksizlik türlü
biçimselliklere muhtemel kayışı da artıracağından eski zail olur. Yeni
olarak safsatası bol ve boş inançlılığın yerleşmesi yerleştirilmesi de
bu içgüdüsel esirlik dönemlerinde aşırı kolaylaşır. Zaten halkın dini
inançlarının temellerini oluşturan en yakın ve en uzak sayılabilecek
etkenler dahi uzun süren faaliyetler ile zayıflatılmış ise beklenmese de
gelen sonuç bu olur. Neticede bu asıl felakete uğramışlık zamana dayalı
isyanları körüklese de herkes her şeyi din iman adına bir perspektifte
gördüğünden, görmediğime inanmam halatına asılır radikal itikatçılar.
Oysa dinin temeli görse de görmese de, görmeden iman eylemektir.
Öyle ki her ayaklanmayı karşı şiddetle, her doğru fikri yüzeysellikle,
her iktidar karşıtlığını anarşistlikle, her hükümet mualifliğini din
düşmanlığıyla, her karakteristik direnişi fikir ve inanç hürriyetine
uymamakla, her bozulan psikolojiyi ahlakla, her ırksal öz arayışını
vatan bölücülüğüyle, her karşılaşılan müessif olayı fıtratla ve göz göre
göre gelen afet ve felaketleri kadercilikle bağdaştırmak ve
ifadelendirmek kimsenin zoruna ve gücüne gitmiyor artık. Aslında bu
iradesizlik ya bu gemi gitmiyor veya gidiyor da bir meçhule sürükleniyor
demektir, imanlı imansızların yüzü suyu hürmetine . Bu saatten sonra
ileriki zamanlarda ‘bereket versin ki’ diye başlayan yakarış ve
yaltaklanış cümlelerini şimdiden görmek ise, asla gaipten bir ses ve
haber diye algılanmamalı…
Eski kılığı yeni kılıksızlıktan ayırabilme mahareti tamamen aklın
rehberliğinde bir tarih yolculuğu ile kazanılır. Kalıtsallaşmış
birikimler irdelendiğinde ise dış şekilleri kolayca değişenler, cismini
resmini kolayca değiştirebilenler anında ortaya çıkar, rol çalar. O kara
tabloda ruhunu kaybetmiş bir medeniyet var olur. Odur budur bir yana
evrensel dinamikleri hiçe sayarak sürükleniş ile, ruhsuz medeniyetçiliğe
iki aşamada ulaşılır.
İlkin hissettirmeden yavaş yavaş gelenekleri değiştirmek, ardından
değişen gelenekselliği de ‘din’ diye halka benimsetmek budur meselenin
özü. Halk bir kez benimsin, bendensin demeye görsün, benimsedi mi bir
kere zaman tapınağında heybetli ve kudretli hükümdarların da, hükümdar
putlarının da kolayca yıkıldığını görmez, bilmez, duymazım maymunluğuna
başlar. Ama gerçeğin harlayan yüzü kapı aralığında göründüğünde dahi; iş
anında değişir.
O vakit birileri çıkar; Bereket versin ki felaket ucuz
atlatıldı… der, tepeden tırnağa kandırılmış, iman etmeden tasdik ve
inana zorlanmış halk da; Bereket versin ki felaketi ucuz atlattık der…
Ve masal budur ya her şey unutulmasa da unutulur…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder