28 Aralık 2013 Cumartesi

TABANA KUVVET GÜNLERİNDE ANA OLMAK…

TABANA KUVVET GÜNLERİNDE ANA OLMAK…

Baskı iradeyi kırar tercihler değişir, dışarı bırakılan her nefes ölüm meleğinin olur ama yine de bulutsu ayrılıklar vedalara karışır, bardak olmaktan ise şelale olmayı çağrıştırır umutlar. Bulutların yeryüzüne indirdiği yılların kurumuşluğu bir çivi sökmeden de gitmez yoluna. Ve analar ağlar, ağlayışlarına kalp de dayanmaz. Ve ayazda donmuş harap viran vapur zar zor yüzer maviliklerde.

Atan kalpler gün gelir atmaz.

Mütevazı sürdürülen ömürlerdir anaların hazinesi. Bir de hayat basamaklarını tırmanan evlatlarıdır yegâne varlığı. Karakterli bir duruş sergileyerek dağlarla boy ölçüşürler şu tabana kuvvet günlerinde. Ve şehrin çirkin köpekleri havlar durur hayıflanılacak her önsezide. Yıpranmış her ezik bedendeki o tanıdık simalar seni unuttuğum ruhtayım ey yolcu ama evlat acısı en unutulmazı diye haykırırlar son nefesine kadar anaç anaç.

Kısır baskılar zihinlerde yeni yeni sırlar oluşturur, hayatın sillesi kelam ve selam üzerinedir sadece. Börtü böcekle sevişirken doğa, ödünsüz ödülsüz yaşandı geçti ye bağlanır anaların umut yüklü yüreği. Ve sessizliğe gömülür hülyalı bakışları. Hadi bakalımcılığın iflası yaklaştıkça da ayrılığın paydasında ulu orta o savsak ezgiler dolaşır.

Oysa uğultulu dört duvar arasında sessizce mırıldanan 'kayına türkü'de ve dere-tepe-bayır yürekte saklanan 'zuladaki mahzun resimde' artık ölüm teması vardır. Telin ucundaki yaşlı, titrek ses ve yüreğin telindeki turna delice bekler eve dönüş ve tahliye haberlerini. Nafile haykırır cam şişelerin içinde hapsolmuş pusulası şaşmış yazılar gerçeğin daniskasını.

Analık işte, doğuracak, emzirecek, besleyecek, büyütecek ve canına yandığımın yalnızlığına, Vatana emanet, vatana ihanet ölüme savuracak fidanlarını. Dış kapı tenhalığına vuracak gözünden sakındığı değerlerini.

Neyi, nasıl yazmalı ki artık...

"Önce akıl tutuşacak bir uyuz-uyuşuk akşamüstü. Sonra eridikçe eriyecek taş parke koridorlar çift sıralı. Göz ucuyla salındıkça dağlarda tepelerde dev alevler, nehirler de usulden tutuşacak. Şeytana uyan da delisi-velisi, ellerde bir tutam melek tozu kalacak. Altın tozları savruldukça göğe ay kararacak. Canına yandığımın ay yüzlüsü baştan savılması namümkün veda-elveda çiçeğini ekecek toprağa. Tenim yandı, ağzım kurudu, uyuşuk-uyuz bir akşam üstüydü, azgın geceyarısı da kapıda bekliyordu" diye başlayacak anaların tüm ağıt-metinleri.

Ve fidanlar kırılacak orta belinden, koparılacak ana yüreğinden...

Çünkü deccal dolaşıyor arsızca güneş batandan güneş doğana altüst olmuş, yas tutan yüreklerde bile. Adam sende denilebilir mi hiç bu kadar. Emrin olur deyip, her zaman hazırola geçerek  pınarın gözünde biriken ve yayılan alevi görmezden gelmek nedir. Yarınlarda şu yavan hayatta hiç bir lezzet kandıramaz dağın eteklerinde açan çiçekleri. Zaten yüce dağların başında dörtnala memleket memleket dolaşır özlem.

Ve anaların ninnilerinde, bal sütünün her yudumunda ise sevgi...

" Özgürlüğe beleyip, çıplak büyüttüm ben onu. Dağın etinden, karın suyundan besledim. Kıç çıplak baş kabak büyüttüm. Dört duvar koymaz ona, çünkü gök kubbeye sığmaz o. Hasreti bana, ben haslete gebeyim, ben anayım. Kanımdan çoğalttım onu, doğanın eline bıraktım sonra. Tarihe yazdım adını er vakit. Duvardaki Tarihi Musaf'ın en arka sayfasına bildiğimce. Dört duvar yemez onu bitiremez, beni harcar azar azar. Çayır çimen arasına bıraktım onu ben, taptaze bir fidan gibi. Yeşile kırmızı aktı oluk oluk, acı dayanılmazdı ve sonra canlandı bir şaplakla.

Çıplak büyüttüm ben onu. Kışın sıcağından yazın soğuğundan esirgedim. Hain gecelerin ayazından korudum. Dört duvar yetmez ona, vadileri arzular her dem. Derdi bana, sıkıntısı başıma travmadır. Canımdan candır, oğuldur, kızdır, kızandır, baladır, uşağımdır. Meme uçlarımdan damlayan, sızıldayan balımdır, el eline bırakamam. Çekerim mavzeri koca dünyayı vururum alnının ortasından. Tarihe andım budur. Talihi Musaf'ın arka sayfasında yaldızla divitlenmiştir. Özenle yazılmış çizilmiştir alnına geleceği başka tarifi, başkaca gerçek yoktur.

Dört duvar tutamaz onu, ovalar yetmez ona. Dingin maviler gerek ona, bulutlar, deniz, güneş. Özgürlüğü içti fidanım canımdan ve özgürlüğü seçti büyüdü.

Esaret yorar onu, öldürür ve gözünü kırpmadan ölümü seçer, ben de ölürüm onunla beraber, yüreğim dayanmaz ondan geriye..."

Hala sıcaktır naaşlar ama yüzü soğuktur ölümün. Kömür gözlerden anca ve kararınca ömür boyu analar öper sevgiyle.

Ve ortam kararınca cama yansıyan ayaza dokunur sıcak ana yüreği ve hayat o an durur. Ve hayat sunmadıysa panzehirini daha çok hayatlar avulanır. Su gibidir akıl ve hiç gerisingeri akmaz, sadece avunur...

Hiç yorum yok: