EN YAKIN DOSTUM OTUZBEŞLİK BİR MONGOL…
Bir rumeli türküsünde geçer adım. Geceleri seven bir yoldaş tutkusudur aldanışım, aldatışım yok desem kim inanacak ki, kimi aldatacağım veya. Kuşatılmışım dört bir yandan, kuşkular ciğerimi çürütmüş. Al de alayım, at de atayım. Bir laz türküsü söyler dostumun adını.
En yakın dostum otuz beşlik bir mongol. Yüreğimde esen rüzgarı o durduracak. Estirdiğin havayı o soluyacak. Durulmak bilmeyen heyecanım mongolca yenilecek, yenilecek ve azalacak. Kim bilebilir ki sevdamı çiziktirdiğim kağıtlar kimlere ait. Ağıt üstüne ağıt.
Kırık vedalarla dilime dolaşan düş tiryakiliği ne zaman, ne zaman bitecek kırpık hayallenişlerim, hadi bitsin demeyle de olmuyor ki...
En güzel yanım çocuksuluğum. Erken büyüyünce insan kıyamıyor içindeki çocuğa. Şartlar olgunlaştırdıkça dünyasını, insan büyümesin istiyor o her an gülen, şakalaşan o çocuğun. Koskoca adam halim zaman zaman ağlıyor da, o çocuk maşallah hiç. Çoğunlukla kol kanat geriyor, teskin ediyor, inanılmaz bir güçle yüreğine oturtup saçlarımı okşuyor baba, babam şefkatiyle. Mırıl mırıl uyutuyor içimdeki kavgayı. Çok kahrımı çekti o çocuk artık yolunu açmak istiyorum.
Açılsın engine, denize deryaya. Avutacağı bedenler, uyuşacağı koca kafalar arasın. En güzel yanım böylece tarihime karışsın. Ben karışıklığı düzen bilmişim kendime. Düzeltmeye harcadığım zamanlara acıyorum. Acıyorum içime hapsettiğim o çocuğa, çocukluğunu artık yaşasın.
Ben koca adam oldum kendimi adadığım, seni aradığım iki taraflı selvi ağaçlı yollarda halen yolcuyum…
Bir duble hayat ile perçinlenen sarhoşluk lisansım var. Hiçbir işe yaramıyor, Duvara asmışım sırasını bekliyor. Dünyanın bütün lisanslarıyla arasam seni biliyorum ki bulamayacağım, şansım yaver gitse bile en uzak aramalarda. Dürüst bir hayat şaklıyor sırtıma, suratıma akşam alacası. Başka düstur var mı eli kolu bağlı, tutmayan.
Dostum her şeye rağmen benimsin. Ölsen de ölmesen de ölümsüzlük ulaşılmaz aşkın ikinci yüzü. Ben o yüzden o yüze savrulmuşum. Japon yüzlü çocuklar sinmiş yüreğime. Kılcal kılcal seni arıyorlar. Çünkü içime sinmiş kokundan seni tanıyorlar. Beynimde esaret, aşk buğusu gözlerinde bir esirim sanki yaprak yaprak titreyen. Bana seni bulacaklar, bana seni soracaklar.
Çekik mongol gözlerindeki ışığa gizleyip sözleri, söz verdirecekler bize, yemin içirecekler. Kaç duble içsem de hayatın risklerini sana doyamayacağımı biliyorum. Biliyorum beni duyamayacağını da, şerefelerden yükselen elvedaları da…
Kromozomu yapışık kardeşler sıcağında seni arattım arastalarda. Buldum kaybettim. Kaybettim bulduğumu sandım. Bir bölünmüş kromozom doğdu avucuma, çaldım yüzüme, çalakalem elimin ayası bir çift çipil göz oldu, ne tutarsam sevgiyle kuşatıyor yüreğimi. Sen bilesin diye yazıyorum ey kayıp sevgili, dünya küçük gün olur düşersem aklına bu bile yeter bana. Ben sevgi telindeyim, düşmeden takip et dengele gölgeni, göreceksin telin ucundaki öteki seni.
Her limanda inen yolcular, indirilen kaçaklar var. Mürettebat toptan sahtekar sadece çarkçı başı denizi seviyor. Adam gibi adam. Çekiç gibi kafama düşen yalnızlığı, ahı vahı giderecekse okyanuslar giderecek, zalimin orağı elime geçecek ve zülfikar zulmü biçecek. Ve mavimsi bir düşümüz olacak her limanda sen, ben, biz ve mongol arkadaşımın.
O düşte sen de yolculuk edeceksin kaçak göçek. Gerçek bu işte. İşin gerçeği son yolculuk, son istasyon…
Güverte de şarkılar yıldızlara köprü. Söz vermişim güvercinlere, takla atışlarını izliyorum, adını yazıyorlar göğe, adresini ama imzaya güçleri yetmiyor. Yumurtadan çıktığından ölene kanat çırpan, durmadan en zirvede dünyayı dolaştıkça aklıma dolaşan kardeşlerinize soracağım, adı bende gizlinin adresini ve resmini.
Kısık çipil gözlü kardeş, eminim sende biliyorsun sokak sokak bu şehri. Nerede diye sormayacağım sana meçhul adresi. Çünkü anlaması zor bir deneme bu. Karşılıklı söyleştikçe sen hep sırlarını saklıyorsun, sıkı bir dostluk sona doğru uzar. Bir daha ki karşılaşma içten bir karşılaşma olmayacak belki. Belki moladan sonra sen başka bir yere başka bir gemiyle, ben ise bekliyorum, bekleniyoruz.
O bekleme odasında ansızın karşılaştığımızda, bu satırlardan sonrasını da dinleyeceksin benden. Belki de beğenip basacaksın, kısık gözlü arkadaşım baskın basanındır misali. Zaten harfleri kaderin gözüne gözüne zımbalayan makine senin. Ben boşa söylerim, boşa yazarım artık iyi niyetle arayışımı sen sürdür.
İp merdivenle tırmanıyorum güverteye. Denize düşüş aklımı başıma devşirmiş. Ipıslağım ve titriyorum. Güvertede güneş, martılar ve bir güverte dolusu sen, sen ve sen. Nasıl ve kime anlatacağım seni en yakın dostum otuz beşlik bir mongol diye başlayarak. Bilmiyorum ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder