30 Mayıs 2018 Çarşamba

SİYASET, ÇİÇEK TOZLARI VE SİNİR OTU…

SİYASET, ÇİÇEK TOZLARI VE SİNİR OTU… 
 
Siyaset arenasını titanyumdan teşekkül etmiş botanik bahçesine çevirenlere, siyaset yapmayı sinir otu yutmuşçasına çığırından çıkanlara meyan kökü bir beyandır. Tüm tumbolara rağmen memleketi ferahlatacak çiçek tozları üflemektir mesele…
 
Bilmukabele bilançonun aktifinde yol arkadaşım muhasebesi yaparken, geçmişe hiç aldırmadan alma çiçeği ile armudun sapını birlikte toplayanlara çiçek tozu hapşırmasıdır. Hapşırmak ki kalbi ve tüm sistemleri anlık durdurur derler. Oysa sadece reflekse ve gerilmeye bağlı birkaç saniyelik kalbin teklemesi hissidir. O kadar. Polen alerjisi ile belli mevsimlerde de artar bu his. Ama yine de yaşama dair risk olduğundan ve hapşırık havada saatte yüz altmış kilometre sürat yaptığından ağız kapatılmalıdır. Yani ciddi bir iştir sıralı sırasız hapşırmak. O yüzden sağlık dilenir, sağlıkla yaşa denir. Çok yaşa ise en makbulüdür...
 
Çok yaşayın çünkü çarkıfelekgillere gücenmeye koşut, çiçek denizinde sinir otu yutmuşçasına dimyata üzüme giderken pirinç levhaların iletkenliliğine kanıp üzülmekte vardır hayatta. Biberiye kollayıp hapşırmak da. Hayatın gerçeklerinden iki arada bir derede kopmak da…
                                                                                                               
Sarsıntılı çiledir ejderha ağzında açan sarıçiçek, safran. Kasıntılı çaredir afrana bulanmak, sinemaki çaylamak ve softane softalanmak. Sardunya saksıları pencere ağzında mahalleleri bilerek çıkmaz sokaklara savrulmak. Menekşe kokulu odalar da dostluk rehasını iç etmek. Çadırlar kurulu çayırlar gelincik çiçeği kırmızısı iken darlanmak. Gecesefaları sehpalara tekme vurulunca ay beyazı, yıldız sarısını görmemek. Zurnanın peşrevinde Rodrigo’nun gitar konçertosu dinlememek. Ranzalara bulaşan rezene ezmesinin yağına bulanmamak. Kulaklara hasekiküpesi takıp hasetlenmek. Soğuk küplerden kurulmuş arastada bir çiçek mezatını mezarlaştırmak.
 
Yosun kokusu tadında yazmak ise kökleri göğe asılı karlı kayın ormanıdır. Okumayan yazamaz. Yaşamayan bilemez. Çünkü hesaplı hesapsız sivri yazıtlardan name bekler, nam alır siyah laleler. Dahası al yüzlü bebekler namaza niyaza dururken akzambakların zımbaladığı ağlayışları ağlar ağlayıcı kadınlar.  Kuytu köşelerde bile ağlayacak yer bulamaz erler. Yer sarmaşığı gibi gözyaşlarına sarılarak gömülürler sadık yârin göğsüne. Ana imparatoriçenin de ana yazgısıdır yazı. Her defasında yerden göğe yanardönerler canlanır, yenibaharlar da…
 
Gün dönünce kaytan ibrişimli gramofon çiçeği gayesizce gramofonun iğnesini süsler. Arabacılar arab atlarına kırbaçları şaklatır. Adap kalmayınca kereste yüklü kervan bir arpacık yol alamaz. Almak vermek babındadır asıl avize fidanlığı. Çitlembik damacanasından içmek gibi bir şeydir deli orman serisinde sergilenmek.  Nesilden nesile geçen derviş kıvamında devrim pınarında papatya falı ile beslenmek. Hanımeli değince hurafeler bile yön bulur, yüz döner hakikate diye içlenmek. Oysa hüsnüyusuf güzellemesi ile pekişir yaz başları. Peşinden kuş konmaz kervan geçmez ellerde kuş üzümü seçkisi. Kültlü kültürlülük loş kamelyalarda kaktüs çiçeğine bilenmektir. Latincesi leylak rengi. Mercimek tanesi kadar emek. Ve yeter de artar mitolojiyi anlamaya çiçek isimleri.
 
Nakaratları gönül bağı. Nazar etmeye gör karanfil bağlarını. Itır bulaşır zaten tüm destanlara. Deste deste oburlaşır dağ sümbülü. Defnesi, deli gülü, dön babası. Coşku kaplar bedeni, akıl donar, hüzün dolar dolar ve boşalır. Gramofonda iğnelenen taş plaktan tiz ses, toprak kabul etmez şarkısı…
 
Sultan otu yutmak gibidir hayata kahretmek. Süslü saraylarda sümüklü böcek gibi sürünmek. Yağlı yapışkan yol açarak tuğ lalesinden sülalesine en pişmiş tuğlalardan Kâbeler yapmak. Kıblesiz tufanlar yaratmak. Ve yüz üstü zakkum çiçeğine gömülmek. Yok, edici kanlı yaralar açmak hercai menekşe gönüllerde. Sonra bitkilerden çiçeklere, çiçeklerden zülüflere yalancı kitle sanatının iz düşümüne sarılmak. Lisanı sevir ile zamklanmak.  Önemli bir başlık atmadan ve umacı takma adla ve soyadla ageratim vapur dumanı çiçeğine çivileme dalmak.
 
Bu dalgalanışta göklerden düşen umu daima sabır tozu yutmuşluk. Tafracıların tutturduğu çift çubuk ise çift kirazlı teslimiyet. İşte gönül köprüsü yıkıldığında öteye beriye çağrılan ne ol çağrısıdır hiç anlaşılmaz. Sıklamen çiçeği çeşit çeşit renkle ca sıkar. Pelesenk çiçeği koklamak, olmak üzerine düşünmek ve olmak olmuş meyvenin hasına alenen takmamaktır. Takılmamaktır fesleğenin özel sinirlerde dirilttiği duyguya. Ama ses duyulmaz.
 
Böyledir toprak soluk aldıkça kekik kekik kokan ovalara açılmak. Kırdan şehre yansıyan çan çiçeklerine bilerek isteyerek katılmak. Şakayık çiçeklerinden kayığa binip ota bota çatmak. Çakmak. Dağlarda açan isyan çiçekleri üstünden börtü böceğe yakınlaşmak. Araziye uygun işbirlikçi haşeretlerle boğaz boğaza hasat kaldırmak. Yaratı karaltı arasında, gönül ışıkları kısılınca göğün ışıklarını alevlendirip akarsu sefası ve ateş böcekleri gibi yayılmak. Kaç turlu olursa olsun her türlü laleyi numana açılmak. Ummana dalmak.
 
Umulmadık bir anda bal çiçek dostlarla köpük köpük çağlayan ay ışığında kendini avuçlara usulca bırakan uğur böcekleri gibidir başa gelen uğursuzluk. O uğurlamanın ardına eflatuni renk bulaşmış patikalarda yüzlerce renkten çakıl taşları yol gösterir yolculara. Yol gösterici çiçek uçlarından akan ballı süt ve baykuş gözleridir. Zaten gurbet çiçeği bezelidir dört bir yan.
 
İşte o dertleniş dağ laleleri ve ceviz karası sıvalı havada toprağın nemine bulaşır. Bulaşınca da sinir otu tenekeden barınaklara dağılır. Gala çiçeğinden beteri alamet içten içe üst üste yığılan su gözeleri ile ince ince yayılır hayatın içine.
 
Meyanı beyanı bu kadar. Geçmişin aynasından akılda kalan tahta perdeli avlularda kalaylı bakırlarda, dökme pikten kaplarda kaynar gençlik yıllarının gül reçeli. Gül yaprağı reçeli…
 
Politika polenleri bir başka his, ikinci bahis...

Hiç yorum yok: