Son günlerde dolar karşısında tarih boyu en fazla değer yitiren ülke para birimi TL oldu. Yılbaşından bu güne lira yaklaşık yüzde 27 değer kaybetti. Amerikan doları neredeyse merdiveni 5 liraya dayadı. Para politikaları doğrultusunda Millet tarafından bilinmesi gereken gerçek ise liranın yüzde 10'luk değer kaybının enflasyonu 1,5 puan yükseltiyor olması. Tırmanış bir kere başladı mı tüm enstrümanlar da paralel artış gösteriyor ki denge yakalansın. Ama en tepeden Merkez Bankasına faiz yükseltilmeyecek müdahalesi gelince ve inatlaşma sürünce dolar aldı başını gitti…
Seçimler yaklaşırken faiz şeytanı üzerinden tabana şirin görünme hikâyesi tutmadı. Ve kriz patladı. Hemen çark edildi. Merkez Bankası faizi yüzde 13,5’ten yüzde 16,5’e çekti. Ama bu 300 baz puanlık faiz artırımı pansuman tedbir. Kalıcı değil geçici. Günü kurtarma marifeti. Seçimlerden önce faizleri düşük tutma ve tabana oynama hevesinin sebep olduğu bu krizden sadece Merkez Bankası'nın bu faiz yükseltme gayretiyle çıkmak da mümkün değil. Ciddi önlemler alınmadıkça piyasadaki bu artışın devam edeceği beklentisi hala var.
Var çünkü ekonomistlere göre faizdeki bu 300 baz puanlık artış asgari bir artırım. Asgari çünkü liradaki bu rekor gerileme tüketici enflasyonunu da artırıyor. Bu da kendiliğinden yeni faiz artırımlarını tetikliyor. Yani döviz kurlarındaki istikrarın kısa vadede yakalanması için faizlerin yüzde 20 seviyesine kadar yükseltilmesi gerekebileceği ifade ediliyor.
Buradan çıkarılacak netice bile bile lades, inceden inceye batıyoruz. Küresel dünya kapsamında taraflara gelince…
Aslında bu batışı memleketin ve dünyadaki global ekonominin tarafları çok yakından görüyor ve biliyordu. Son on yıllar içinde ‘Otoriterleşen iktidar ve salahiyetsiz yönetim tarzı memleketin ekonomi kurumlarının itibarını da zedeledi. Bu itibar kaybının bedeli de karşılaşılacak bir çöküş’ diye açıklıyorlardı. Doğru çıktı.
Resmen Dünyanın diline düşüldü. Dünyada liranın son yılların en çalkantılı günlerini yaşamakta olduğu konuşuluyor. Ve piyasanın geleceğine yönelik yorum ve analizler yapılıyor. Bu yorum ve analizlerde, “Liranın değer kaybının en tepedekinin faiz karşıtı söylemleri ve Merkez Bankası ile ilgili açıklamaları, Merkez Bankası’nın bağımsızlığına ilişkin kaygılardan kaynaklandığı vurgulanıyor.” Elin ağzı torba değil ki büzesin, devam ediyorlar; “Diktatörler, her siyasi kararda yaptıkları gibi, mali politika ve para politikasını da dikte etmeyi sevdiklerinden dolayı çok ender durumlarda iyi birer ekonomi yöneticisi olurlar.”
Dünya başına geleceği de biliyor. En tepedekinin planlarının ters teptiğini ve şimdi de kurdaki aşırı yükselişten yabancılar ile batılı politikacıları sorumlu tutmaya çalışacağına vurgu yaparak; Meseleyi “Millet, yaşananların hesabını En baştakinden sorarsa akıllılık etmiş olur” açılımına bağlıyorlar.
En baştaki ise hala; “Tabii ki Merkez Bankası’nın bağımsızlığı söz konusu. Bağımsız diye yürütmenin başının sinyallerini bir kenara koyamaz. Şu anda Merkez Bankası ile bir ilişkimiz var. Bundan sonra da aynı istikamette devam edecek. Ülke yönetiminde yeni değiliz, görevi yeni devralmıyoruz ki, 16 yıldır ülkeyi aralıksız yönetiyoruz.” Diyerek yaptıklarını aklamaya çalışıyor.Oysa bu kara günlerin yaşanmasına neden, birçok nedenin yanı sıra ‘Paranın efendisi kim olacak’ kavgası. Kriz de; ‘Paranın efendisi kim olacak’ krizi. O kavganın getirdiği kriz de meydanda. Memleket sallandı. O halde suç kimin, kimde, onu da seçimler belirleyecek...
Seçimler yaklaşıyor ama memleket patronları da gündemde daima seçimlerin var olduğunu ve 2007den bu yana ortalama yılda bir yapılan seçimlerden yorgun düştüklerini ifade ediyorlar. Ve “Artık ekonomik ve siyasal açıdan istikrara ihtiyacımız var. Kafa kafaya verip tartışırsak aşamayacağımız sorun yok. Kutuplaşmanın olduğu toplumlarda devlet çok iyi çalışmalı. Devlet mekanizmasının işleyişi kişilerle tayin değildir. Türkiye bu seçimle beraber önemli bir yönetim sistemine geçecek. Bağımsız kurumlar güçlü olmalı ve ellerindeki yetkiyi etkili bir şekilde kullanmalılar…” diyerek ekonomik krizin nedenlerine atıfta bulunuyorlar.
İttifakçı ortaklığın patlaması ise yakın, an meselesi. Tek tük sesler çıkmaya başladı bile; “Bizim de yanlışlarımız var. Söylüyorum, Sayın -en baştakini- eleştirmek için söylemiyorum ama para politikalarına müdahale ediyor. Bence etmese daha iyi olur. Merkez Bankası’nın para politikalarına karışmamak lazım…”
Bu krizde hiç suçsuz en büyük taraf olan millet ise taraftarlık ve iftarlık arasında gidip geliyor. Geçim ve seçim arasına sıkıştırılmış yaşam mücadelesi veriyor. Seçimlerde millet kime oy verecek işte asıl mesele o…
Şimdi asil soru da şu; kriz devam eder de, en tepedeki seçimlerde yerini korursa, paranın efendisi de olur mu? Olur. Peki, paranın efendisi stand-by anlaşmaları uyarınca IMF’den para alacak mı? Yoksa borç batağında bocalarken yine IMF’ye borç para mı verecek.
Eğer bu iki şıktan biri gerçekleşirse Paranın Efendisi kim olacak krizi, çok can yakar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder