25 Mayıs 2018 Cuma

AĞIR KUSUR...

AĞIR KUSUR...
 
Milletin kusuru on yıllardır mevcut iktidarın memleketi ağırdan girdaba sokma gayretkeşliğine karşı duracak, artan sorunların tümünün halledilmesi ile mükellef olanların mevcut iktidarın karşısına çıkacak bir baba yiğidin çıkamadığından dem vurmasıydı. Herkes kusurlu ama asıl kusur yelpazenin solunda direniş sürecini başlatmayan yetkin kadrolarındı. Bu kusurdan da dönülme vakti zamanı gelince ince eleyip sık dokundu. Millete incelikle dokunacak malum muallime yol verildi. Artık gelinen aşama tam yol ileri ve ‘kusura kalmayın’ artık akıllandık aşaması.…
 
Değil mi ki on yıllardır bu millet yılların birikimine sahip değerlerin varlığına karşın bir öze dönüş kararsızlığı yaşadı. Düz mantık, düz kontak sağdan sollamalar ile düzlüğe çıkılacağı sanıldı. Umutsuzluğa umut olabileceklerin önü hep tıkandı.  Açılmadı. Yol, yol erkân bilmeyenlere bırakıldı. Diğer taraftan seçeneksizlikten, sessizliği seçenlerin söyleyeceklerine de hiç kulak kabartılmadı.
                                       
Durum bu olunca da memleketin esenliğine her şeye rağmen her koşulda kayıtsız şartsız destek veren kesimler, desteğini hala çekmeyenler, geniş kitleler yani millet ümitsizliğe düştü. Ağır kusuru gören ve bilenler aktif siyasetten koptu. Ayrıldı. Dışlandı. Memlekette motivasyon eksildi. Pasifleşildi. Sonuç itibariyle sorunları çözecek birileri çıksın diye beklendi. Beklendi duruldu.
 
Bu derin yılgınlıkta çözüm ise; makbul hocafendiler,  mezhepler, tarikatlar ve lafta dini ağzından düşürmez partilerden umuldu. Evanjelist büyük sermaye tarafından bunlar adres gösterildi. Yıllardır arzulanan hamleyi bunlar yapacak diye heveslenildi. Zemin kayganlaştırıldı. Egemen sermayenin eş güdümünde partiler, mezhepler, tarikatlar, çarptırılmış Ortodoks İslam anlayışına bağlı bir rota çizdiler. Dini kişiselleştirdiler. Kiliseleştirdiler. Dini bazı öne çıkarılmaya namzetlerin özel sunumu ve sorunu yaptılar. Kalıba birlikte dökülenler maya tutmayınca bütün eski bölünmelere öykünerek ayrıştılar. Birbirlerine düştüler. Silah çektiler. Sözde kalkışmalara kalkıştılar. Kanlı bıçaklı oldular. Bu arada can simidi niyetine kaşınan ise aydınlanmacı veya ulusçu duruştu. Aklanmışlığın karalanmasıydı. Ama bir kere düşüş başlamıştı. Nerede duracağı ise ipleri elinde tutanların keyfine bırakıldı.
 
Bu ancak öngörüsü kuvvetlilerin gördüğü dağılma sürecinde kısır döngüye taktik, teşkilat ve cihat biçimleri uyarınca hükmedildi. Batışa dönük atmosfer medeniyetten uzak sadece hakim mezhep ifadeleriyle izah edildi. Kutlu amaca hizmet edildiği yönünde algı operasyonları kurgulandı. Çağ ile çelişkiler, ulus, demokratik ulus, cumhuriyet, demokratik cumhuriyet kavramları kurcalandı.  İçi boşaltılmaya çalışıldı. Emperyal güçler bu iktidarlaşmaya ve devamına ne pahasına olursa olsun kan taşıdılar. Emperyal sermaye belli kırılma zamanlarında en aktif biçimde en ön saflarda yol, yön ve zemin bulma arayışındakilere dönüşüm veya karşı devrim hevesi narkozladı. Muhalefet düşmanlığını tırmandırdı. Yanlı, savunucu, kayırma, himaye toptancılığı prim yaptı. Bilinçli, başarıyı arzulayan, nitelikli ve ideolojik kültür sahibi olmak günahtan sayıldı. Metazori tersine dönüşüm sağlanması ve o yönde yeniden yapılanma istemleri için zemin hazırlandı. Mevcut iktidar kendi kadrolaşmanı alışılagelmiş tavır ve tutumların ötesinde alenen yaptı. Hiç gerçekleştirilemez denilenlere el atıldı.  
 
On yılların tüm kazanımları, memleket değerleri el altından şüpheli metotlarla birilerine meta edildi. Monte edildi. Ama ekonomi hep bana Rabbena tavrıyla yürütülünce kabuğu çatladı. Memleket ekonomisi dibe çakıldı. Borç aldı yürüdü, ikiz kaplar doldukça doldu. Sayım suyum derken seçime gidildi. Dolar patladı ve bu günlere gelindi.
 
Demek ki günleri birbirine eklemekle, derviş misali beklemekle, bakar kör izlemekle olmuyor. O halde bu ağır kusurluluk hali ancak şöyle hafifler; ‘Çıkmazdan kısmi kurtuluş için düne kadar ideolojik bağlamda birbiriyle açıktan açığa çelişen değişik dünya görüşlerinin zoraki uzlaşısı şart. Kurumsallık bir yana bırakılarak taban kaygısı taşınmadan millet ile organik bağın kurulması zorunluluk.’
 
Bu temel zorunluluğu yok sayarak, türevli siyaset ve kendi çaplarında milletten alınacak oya endeksli düşünce ile dar boğazdan çıkış olanaksız.  Eski tavırla yol alacağını sanmak yeni ağır kusurlar oluşturur. Meydana bölünmüşlük hissi yayar. Gelecekten iyice kopulur. Art niyet olmasa da iç sarsıntılar başlar. Bu sarsıntılar dış tetikler. O dış frekanslar da memleketi olumsuz etkiler. Memleket ahvali, millet eğilimi yine eski tas eski hamam olur.
 
Öyleyse bu uzlaşı ve gönül desteğinin gittikçe artmasını sağlayacak, bu tıkanıklık imajını silecek, ciddi atılımlarla mevcudun rehabilitesini yapacak, bitti tükendi denirken dirilişi yaşatacak bir sürece katkı sunulmalı. Benzersiz akıl şaşırtmalar ve kandırmaların tuzağına düşülmeden, kaderdir mantıksızlığını yerle bir edecek, mevcut bunalımdan çıkış yollarını en iyi tanımlayanlar tercih edilmelidir.
 
Ayrıca büyük bir patlama olacak beklentisi, büyük kurtarıcı gelecek ve kurtaracak umutlanması boşa zaman harcamaktır. Bu açıkça görüldü yani yerli yersiz inat ve tavırsızlık bu gerileyişi ve nihayetinde batışı getirmiştir. Memleketin yok olma noktasına varışı hızlanmıştır. Bunun peşinden önü kesilemeyecek marjınalleşme ve radikalleşme kapıları çalar. Çanlar millet için çalmasın diye bu acı sona varış bir şekilde engellenmelidir.
 
Onun için de on yıllardır yapılan ağır kusurdan vaz geçilmelidir. Ey millet yoksa yarın hiç kimse evlatlarına ‘kusuruma bakmayın’ diyemez, diyemeyecek de…

Hiç yorum yok: