ŞARAPNEL PARÇALARI
“ BEŞİK KEMERLİ KAPIDA BEKLER
ÇIPLAK CELLAT
GENÇTEN FAKAT
KALICI BURUKLUK
YÜZÜNDE, FELAKET
BOŞA ÜMİT TAŞIR
FANİ
ESKİ MÜZE YONTUSU
GİBİ KURBANLIK OYSA
GÜPGÜZEL VE SAKAT
... “
Tercümesi zor bir şiir gibi
yaklaştım içimdeki çocuğa büyürken sere serpe zaman. Kromozom animalisi ile
tanıştım ve çarpıldım. Küsmüşüm uykuya bu bensiz şehirde. Yastığım karataş
soğukluğunda ve marmara mermerinden yatağımda yapayalnızım. Başucumda çam
ağaçlarının bitmeyen uğultusu. Bedenim seni özlemiş delicesine. Bir yanım cennet
bir yanım cehennem. Hem yanmışım hem serinlemişim ara yerde. Ellerimde son
nefesini vermiş çekip gitmek arzusu. Güvertesinde bana benzer yığınla insan,
demirlemiş yenikapı açıklarına. O gemi ki beni benden çalmış. Düdüğünü
öttürüyor habire. Meğer sana taşınırmışım en vazgeçilmez rotayla. Hırçın
köleliğim uslanmış. Zavallı dalgalarla yıldızsız geceleri ıslamışım ve sözler
kifayetsiz kalmış. Keyfim kaçtı mavi rüzgarlar yüreğime çarpınca. Kilidi
kırılmış kalbim dev dalgalı okyanusta yalpalıyor.
Aynadaki yüzümü tanıyamıyorum
artık. Bu ben ben değilim sanki. Ne masklar taktımda suratıma sahici ben
olamadım bir türlü. Çoktandır unutmuşum aynaya bakmayı ve aşka isyandayım
ruhumu teslim ederken gül kokan avcuna. Özümü sana harcadığımdan aynada kendimi
bulamıyorum, aramayı da çoktan bıraktım desem yeridir. Sarılmak kelimesinin
anlamını bilemediğimden o en sevdiğin saatlerde tam teçhisat nöbetteyim.
Korktuğumdan değil ama çekindiğimden karanlığı ıslığımla uyarıyorum. Besbelli
anladı çökmeyecek gırtlağıma. “ Yok mu Allah’ım yok mu? çiçeğin her renginde sevda tüten sonbahar,
tütün kokan nefesinde soluklanacağım yaz akşamları, yok mu? “
Otogardan gırgır yaparak insan
uğurlamaktan bıktım. Yoruldum el sallamaktan yalnızlığıma. Tüm yalnızlar bir
olsun bana el sallasınlar istiyorum. Ben nasılsa avuturum sarı yapraklarıyla
beni saran, sıkan deli bozması gırgırda. Kendimi aşmak hakkımı kullanmak
istiyorum şoför arkası koltukta yolculuk ederek. Keyfimi kaçıran ara nağmeleri
bir bir yutarak. Bunca emeğin heba olmasını önlemek adına yumuyorum gözlerimi.
Otogarda yolculayıcıyken yolcu olmak da tam bana yarışır hani, son bir kez
olanca olgunluğumla sıralamak seni kıpkırmızı göğe ama üslubunca. Tren garının
merdivenlerinden inerek bu alemde ilk adımını atanlar yarım yamalak okuryazarlığıyla
seni tanısınlar diye.
Çam ağaçlarının en bol kepçeden
serpildiği bu isimsiz semte taşınmadan önce herşey olup bitsin isterdim ama
olmadı, soluksuz yan yatırıldığımdan hemen önce Allah’ına kadar soluklanmak
senle, tek dileğim budur işte. Ölmeyi öğrenmeden önce seni öğrenmek ve mehtaba
sarılmak senle, sonra acı tecrübe, ne telef olalım ne de ... çam ağaçlarından
dinliyorum seni, yeter de artar. Şoför arkası koltukta çıktığım berbat
yolculukta uğramadan edemedim bu mola yerinde sana. Çam kokuyordu yüzüme
çarptığım sular, buz tutmuştu yüreğim.
Seni gördüğümü sanmıştım yıllar sonra ümitsizliği
adımlarken başı bozuk, bir film
festivali arefesinde upuzun pardesülü. Günlerim babadan kalmış
yıpranmışlıklara askı vazifesindeydi. Eteğin açılmıştı bir an, fark edişimin
yegane sebebi o yelpazelenişti. Sabırsızca dolaştım saçlarında, yorgun
gözlerinde içimi yakan bakışlarını yakalayamadım. Sahi belki de sen değildin.
Sen olsaydın eğer sende beni görürdün. Kır düşmüş şakaklarıma başını yaslardın
... Başbaşa ne filmler izlerdik beyaz perdemizde.
Bembeyaz bir yolculuğun son
deminde denize bakarken o sayfada eksik kalan yan nediri düşünüyorum. Taşlar
yerli yerine oturuyor. Keşke tutsaydım ellerinden, dur deseydim geleceğe, dur
gelme, bırakma beni, al beni de götür gideceksen, mutluluk gözyaşlarıyla
boğulsaydı ömrüm. Dolsaydın içime sıcacık. Bunca dağlanmanın horlanmanın ödülü
sendin.
Ödülüm sen olsaydın, sana
ayrılmamacasına bağlansaydı deli gönlüm. Aklım ihanetleri sıraya koysaydı, tek
tek sana açsaydı aşk ihalesini ve ben sabırsız şiirler karalamasa idim geceler
boyu. İşin tuhaf yanı bugün kü ben olmayacaktım. Olsam da olmasam da, of
düşünüyorum da hiç pişman değilim. Pişmanlık duymaktan korkarak yaşamaktansa
hiç ama hiç yaşamadığıma seviniyorum. Geçmişimi öyle veya böyle seviyorum. Seni
de. Fakat ödülüm sen değilmişsin, değil mi?
Ne dostluklar yaşadım ve ne
dostluklar daha yaşayacağım ilerde. Nelere gebe bilsem dost gecelerim. Yine
vınlayan gürültüsüyle cadde dibi temizleyen belediye aracı geçiyor. Semt sakinleri
ikinci uykusunda. Ben eksik hikayeler tamamlamaya yatmışım. Sırlar sırım gibi
işlemiş beynimi, sığ kıvrımlarında kıskıvrak dolaştırılıyorum. Eksik kalmış
olsa da hemencecik hikayeme dalıyorum. O hüzünle donanmış hikaye benim.
Belki sende beni hatırlardın.
Aynı gün aynı yolda aynı saat. Öğlen paydosunda işe dönüş anı. Ben
sarhoşluğundan yeni ayılmıştın belki korktun, korktun yeniden kolik olmaya,
müptelası olduğun zehir içine çöksün istemiyordun yada. İlk hamleyi bu kez
benden bekledin belki. Bilemezdim ki benim kadar yalnız olduğunu. Arkanı
sürmedim değil hepten. Farkına vardın varmadın bilemem ama yel gibi uzaklaştın,
bir anlık gaflet kayboldun, sır oldun sır. Sor bakalım kendine göz açıp
kapayıncaya kaçtığın ben miydim. O gerçekten bensem tamamlanır. Ödülün bendim
emin ol. Köşe başını tutsan ve ışmar etsen koşup gelecek kadar sensizdim. Fakat
dondum kaldım.
Yeni yıla hazırlanırken
sokaklar yine aynı yerde yemin ettim. Kendi kendime sormayacağım bir daha o
soruyu diye. Ajandama da bir not düştüm, düşenin dostu olmaz. Karar verdim
yılda bir kez yazacağım. Dostum düştü ben öldüm.
Bir rumeli türküsünde geçer
adım. Geceleri seven bir yoldaş tutkusudur aldanışım, aldatışım yok desem kim
inanacak ki, kimi aldatacağım veya. Kuşatılmış dört bir yandan, kuşkular
ciğerimi çürütmüş. Al de alayım, at de atayım. Bir laz türküsü söyler dostumun
adını.
En yakın dostum otuzbeşlik bir
mongol. Yüreğimde esen rüzgarı o durduracak. Estirdiğin havayı o soluyacak.
Durulmak bilmeyen heyecanım mongolca yenilecek,
azalacak. Kim bilebilir ki sevdamı çiziktirdiğim kağıtlar kimlere ait.
Ağıt üstüne ağıt. Kırık vedalarla dilime dolaşan düş tiryakiliği, ne zaman
bitecek kırpık hayallenişler, hadi bitsin.
Kaç sabırlı ömür tüketir içi
tek taraflı sızlayan gar kaçkınlığı. Yoldan çıkmış zariflik kamelyada dinlenir.
Dinlence şölene döner, ne latifelerle süslenir eline dokunuş. Gerdana değen
dudağın başı döner. Garson kız tepside sunar tükenmiş ömürleri, seçersin.
Ben yol yorgunuyum ya,
dizlerimde gözü dönmüş bahaneler ağırlarım. Lodoslara kapılmış balkon sevdaları
düşer kucağıma. Baktım da pencere camındaki şiirlere hiç biri sen değilsin.
Katarakt inmiş sanki seyrime, canımı adadığım dizeler ada yolcusu, seyirtmişim
bilet satan çocuk gibi. Göz rengimde birikmiş öfkenin resmi geçidi, görmedim.
Göremedin. Belki de sen değildin, ben bendim.
“ KÜLÇE AŞKLAR AĞLAR, AĞLAŞIR,
AĞIRLAŞIR
BAYRAK BEZİNDEN BARINAKLARDA
TEK KATLI EVLERDE, TÜMSEKLERDE
KÜLFETLİ HİKAYELER DEPOLAYARAK “
Evet geç kalmış olabilirim
biraz. Gecikmişim, gecikmişiz birbirimizi bulamadığımız bulvarlarda dolaşarak.
Sen kendince haklı, ben sessizliğin sefili. Seni sana bıraktımsa affet. Sen
affetsen bile ben kendimi affetmeyeceğim ve terket aşkı öğrenmeden, öğretmeden,
aşka veda yağıyor arnavut kaldırımlı yokuşlara. Bırak olmuş bitmişleri, asla
asla tamamlanamaz yapbozlarla resmedilmiş sevgiler. Külliyen yalan ateşler
dağlıyor yaramı. İşe yaramaz adamlar kervanında sürükleniyorum, kararmış ak
düşlere. Sana tam uzanacakken ellerim gözümde fer sönüyor ve bir bakıyorum başka
boyuttayım.su gibi akıyor bedenim, gövdem küçülüyor, küçülüyor ve kırmızı bir
nokta oluyorum gözbebeğinde. Bebeğimde bak anlatamıyorum işte. Bağışlanmak
adına Tanrı’dan sonra sana, senin için secdelere varıyor ağrılı başım. Çok
seferler olacak ucu sana varmayan, tam buldum derken delice.
Ağlatan sonsuz ayrılık,
sesindeki hüzne kapılıp sellendiğim her an down kardeşim tombolak kollarını
açarak geliyor. Bu derin kucaklaşmalar sana ağıt. Durup sımsıkı sarıyor
dağılmış bedenimi, kemiklerim sımsıcak birbiriyle yeniden kaynaşıyor ve
doğuruyorum yeniden. Sen yeni dünyaya hamileyken kıpır kıpır sevinçle yerinde
duramazken.
Devasa bir arenada beyaz elbiseli beyaz bir dev gibi
koşuşturuyorum. Pembe kravatım sana bir mesaj için bağlanmış. Arenayı dolduran
seyirci gencecik, beklentileri her neyse çok geç uyanmışım uykudan, hediyeler
dağıtıyorum boyuna, boyumdan büyük işlere yeltenmişim sanki. Demet demet
öpücükler savruluyor dört bir yanıma. Çıkartıp atıyorum ceketimi, dev posterler
imzalatıyorum ona, tribünlere atıp sakinleştireceğim seyircileri. Klan boyu
gelmişsin davetime, bilmiyorum ve gözlerim aramıyor içindeki bebeği. Bir ateş
topu olup yuvarlanıyor arenaya delirtici hayranlıklar. Bilmiyorum gerçekten
geleceğe sağırlaştırıcı bir tokat atan aklımdan geçenleri. Süzgeçten geçirdiğim
onca günün ve anımın bir yerindesin ama çok iyi saklanmışsın, tutup
çıkaramıyorum seni dipsizliğimden. Mavi kelebekler uçuşuyor aklımda tazecik
bahar kokuları, halelere dolaşıyor sendeleyen ayaklarım. Keyfini süremediğim ne
keyifler varmış meğer. Devasa arenada durdum. Beyaz elbiseler üstümde boynumu
vurun dedim. Boğazımda pembe hayallerden boyun bağı, artık bir oraya bir buraya
çocuklar gibi seyirtemiyorum, kana ve ete bürünüyorum. Tekrar ayrışan
kemiklerimi yapıştırıyor sevgi, içinde sen yoksun.
Yalnız ve kocaman bir ağacım.
Ne ağacıyım çıkaramadım. Merakım kökümün sürgün verdiği sürüldüğü toprakların
bereketliliğine. Dağ bayır gezginliği özleyişle kırmızı gelinciklerin
canlandırılışına tavım. Sevdim bu dimdirek yalnızlığı. Sevdim ama içimde
birikmişsin yaprak kımıldamıyor sensiz. Ben zaten bir varım bir yokum. Ne
haltlar karıştırdım da bu sonu görüyorum. Elimde tül yumuşaklığı bir davetiye
ve o davete içim, içim burkuluyor. Ey kökü derinde gafil yine en son duydun,
geç kaldın. Bu acayip bir son durak çelişkisidir. Son duraktan öteye araç
işlemez iner yürürsün zamanı, yollar, kaldırımlar çamur deryası, paçana bulaşır
yoksulluk ve yoksunlaşırsın ilelebet. Oysa şehvetli bir gün ve romantizm
tütüyor açı havaya. Savunulamaz kelimelerle vurmuşsun yoksulluğu bünyeme.
Zenginliğimi göz açıp kapamadan çalmış yitmişsin. Yitirdiğim zenginliğe mi
yanayım hırsızlığına mı. Hırs bürümüş gemiyi. Güvertesi inanılmaz zengin. Bir
soru var yıllardır yanıtlayamadığım. Sorudan çekindiğimden değil ama hep susmuşum
sesli düşünmek zor gelmişçesine. Ta kendisiyim o, o gökyüzü savaşlarının
gönüllüsü. Maviliğin perdesini duygularına saran öksürüklüsü de, ta kendisiyim.
İltifatlara boyun eğmeyen ama, lakin boğulan. Kendim olamayışı yaşatıyorsun
bana. O gün bugün kendimde değilim. Sabah ezanları ile selamlanan ne ayrılıklar
yaşamışım bilsen.Aykırılığım ondan, reçinesine düşmüşüm ayaküstü,
ayıklayamıyorum kaç kerre de hatırlatılsa o masum öpüşü. Kulağım çınlıyor,
anlıyorum artık o sen değilsin. O sen değilsin.
En güzel yanım çocuksuluğum.
Erken büyüyünce insan kıyamıyor içindeki çocuğa. Şartlar olgunlaştırdıkça
dünyasını, büyümesin istiyor o her an güleni şakalaşan çocuğun. Koskoca adam
halim zaman zaman ağlıyor da, o çocuk maşallah hiç. Çoğunlukla kol kanat
geriyor, teskin ediyor, inanılmaz bir güçle kucağına oturtup saçlarımı okşuyor
baba şevkatiyle. Mırıl mırıl uyutuyor içimdeki kavgayı. Çok kahrımı çekti çocuk
artık yolunu açmak istiyorum. Açılsın engine. Avutacağı bedenler, uyuşacağı
koca kafalar arasın. En güzel yanım böylece tarihime karışsın. Ben karışıklığı
düzen bilmişim kendime. Düzeltmeye harcadığım zamanlara acıyorum. Acıyorum
içime hapsettiğim çocuğa, çocukluğunun artık yaşasın. Ben koca adam oldum
kendimi adadığım, seni aradığım iki taraflı selvi ağaçlı yollarda halen
yolcuyum.
Bir duble rakı ile perçinlenen
sarhoşluk lisansım var. Hiçbir işe yaramıyor. Duvara asmışım sırasını bekliyor.
Dünyanın bütün lisanslarıyla arasam seni biliyorum ki bulamayacağım , şansım
yaver gitse bile. Dürüst bir hayat şaklıyor sırtıma. Başka düstur var mı eli
kolu bağlı, tutmayan. Dostum herşeye rağmen benimsin. Ölsen de ölmesen de
ölümsüzlük aşkın ikinci yüzü. Ben o yüzden o yüze savrulmuşum. Japon yüzlü
çocuklar sinmiş yüreğime. Kılcal kılcal seni arıyorlar. Çünkü içime sinmiş kokundan
seni tanıyorlar. Beynimde esaret, aşk buğusu gözlerinde bir esirim yaprak
yaprak titreyen. Bana sseni bulacaklar, bana seni soracaklar. Çekik
gözlerindeki ışığa gizleyip sözleri, söz verdirecekler bize. Kaç duble içsem de
sana doyamayacağımı biliyorum. Biliyorum beni duyamayacağını, şerefe ...
Kromozomu yapışık kardeşler
sıcağında seni arattım. Buldum kaybettim. Bir bölünmüş kromozom doğdu avucuma,
çaldım yüzüme, çal elimin ayası bir çift göz oldu, ne tutarsam sevgiyle
kuşatıyor yüreğimi. Sen bilesin diye yazıyorum ey kayıp sevgili, dünya küçük
gün olur düşersem aklına bu bile yeter. Ben sevgi telindeyim, düşmeden takip et
gölgeni, göreceksin telin ucundaki öteki seni.
Her limanda inen yolcular,
indirilen kaçaklar var. Mürettebat toptan sahtekar sadece çarkçı başı denizi
seviyor. Adam gibi adam. Çekiç gibi kafama düşen yalnızlığı, ahı giderecekse
okyanuslar giderecek, zalimin orağı elime geçecek zulmü biçecek, mavimsi bir
düşümüz olacak her limanda sen, ben ve mongol arkadaşımın. O düşte sende yolculuık
edeceksin kaçak göçek. Gerçek bu işte.
“ ATEŞİ ÇALMA NOLUR ŞARABIMDAN
TÜTÜNÜMDEN DE ÖLGÜN ŞAFAĞI
TRANSİT MADENCİ GEÇİŞİYLE EYLEMSİZLİĞİ
KUYUSUNDA GÖNYEYLE ÇİZİLİ BİR BAŞINALIK
DÜNYA HER DEM KARDEŞLİĞİ YAŞAR. “
Güverte de şarkılar yıldızlara
köprü. Söz vermişim güvercinlere, takla atışlarını izliyorum, adını yazıyorlar
göğe, adrese imzaya güçleri yetmiyor. Yumurtadan çıktığından ölene kanat çırpan
durmadan en zirvede dünyayı dolaştıkça aklıma dolaşan kardeşlerinize soracağım,
adı bende gizlinin adresini
Kısık gözlü kardeş, eminim
sende biliyorsun sokak sokak bu şehri.nerde diye sormayacağım sana çünkü
anlaması zor bir deneme bu. Karşılıklı söyleştikçe sen hep sırlarını
saklıyorsun, sıkı bir dostluk sona doğru. Bir daha ki karşılaşma içten bir
karşılaşma olmayacak belki. Belki moladan sonra sen başka bir yere başka bir
gemiyle, bense bekliyorum, bekleniyoruz. O bekleme odasında karşılaştığımızda,
bu satırlardan sonrasını da dinleyeceksin benden. Belki de beğenip basacaksın,
kısık gözlü arkadaşım baskın basanındır, harfleri gözüne zımbalayan makine
senin. Ben boşa söylerim, iyi niyetle arayışımı artık sen sürdür.
İp merdivenle tırmanıyorum
güverteye. Düşüş aklımı başıma devşirmiş. Ipıslağım ve titriyorum. Güvertede
martılar ve bir güverte dolusu sen, sen. Nasıl ve kime anlatacağım. Bilmiyorum
...
“ KARANLIKTA ISLIK ÇALMAK
AY IŞIĞI GETİRMEZ
YILGI DAĞLARI BEKLER
UYANIK YATMAK YEĞLENSE DE
VE HEP KOŞAR ADIM GEÇİLİR MEZARLIKLAR “
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder