2 Mart 2014 Pazar

GÖZLERİM MÜEBBETE MÜPTELA 1

Sevmek anı


Sevmeyi itiraf edemeden kendi kendime
Doğduğum topraklara değil
Eşyaya en uzağa sözlendi ezberim
Gözlerimde fersiz dialoglarla
Gizemli İstanbul gizlenme
Derlediğim karşımı sevdim
Üzerine hafifçe arzu serpilmişini
Tepside kendi kendime itiraflarım mı var?
Istıraplarım deniz aşırı idi.
En katlanılmaz fedakarlıklarla
İnsanca ölçüsüz, oransız sevdim
Sıradışı geceleri damgalayarak değil
Haritanın kuzeyindeki şehir seni de
Güzelim İstanbul nazlanma gel
Sözlerimde yarsız dialoglarla
Sana, en uzağa demirlendi güzlerim
Doğduğum topraklara değil
Kendi kendime sevdiğim itiraf ettim…


El treni


Ele avuca sığmaz münasebetsizliklerdeyim
Katettiğim yağmur yanığı sokaklar
Yapayalnız, yolcusuz istasyona çıkar
Peşinden koştuğum cam peron bomboş
Çoktandır tanışıyorum bu derin kayıtsızlıkla
İşin kötüsü sorgu geceleri sarhoşuyum
Sancılı sabahlar yalana dolana doğarken
Gece ile günün sevişirken ki seslerini dinliyorum
Ismarlama eserler yontuyorum Marmara mermerde
Kasten can sıkıntıma rengarenk kostümler giydiriyorum
Ve gecikmiş mahremiyet treni perona giriyor
Son on yılım gözlerimin önünde resmi geçitte
Kırkıncı vagona öylesine tıkıp sıvışıyorum
Ele avuca sığmazlığım mercek altında.


Gizler gözlerin


Çalı çaldı çizik çizik
Kan ter içindeyim
Hislerimi.
Çırpındıkça yüreğim her yıldönümü
Tarabya sırtlarında yanar
Uzağı yakınlaştıran kandil
Kol demiri vurulu yarınlarıma
Yalar kırılan gönlümü yarınlar
Gizlerimi kavurur yalazlar
Çalı çırpıyla büyür yangınlar
Yersiz yurtsuz korkularıma döndüm.
Tahta sıralı odada çocukluğuma
Hakkı yenmiş duygularımın sıcağı
Gözlerimi tutuşturur.
Göndere çekmişim oysa seni
Gözlerim yaşlı, kör, topal
Kan ter içindeyim
Tersine bakan dürbünde
Uluorta sevişiyor.
Hislerim.


mektuplardayız


Mektuplar okudum sana
Gözlerin doldu.
Babandım.
Sıra sıra selviler yapraksız
Masada meltem
Ve bir tomar titrek el yazılı his
İzini sürdüm
Annendin.
Israrla öykünü okudum onlara
Gözleri doldu.
Utandım.
Ara ara seviştiler hilafsız
Kağıtlar hükümet malı
Daktilo yetersiz
Ve bir damar tıkandı yüreğimde
Elini öptüm,
Sormadın.
Seve seve sevgiler yıprandı.
İstanbul İstanbul olalı
Sokaklarında her dem matem
Ne birisi ne diğeri
Dudak dudağa
İnanmazdım
Mektuplaşırken gözlerimizle gördük.


Virane çıkmazı


Eski bostan çıkmazında viraneler
Duvar sıvası dökük bir oda
Soğuk camlarında akşam ezanı
Yüreğimi ısıtıyor telefonun ucundaki ateş
Plastik bardaktan tüten sensin
Ambulanslara gelesi gece ve gündüzler
Afişlerim, posterlerim yandı külsüz
Kitaplarımda ilk sayfa marazı
Metal çerçevede bıyıklı gazi
Sohbetler pürüzlü raflar, boş klasör
Askılığa astım yürüyen şemsiyeyi
Pelerinlere gelesi karanlık kral
Mayısta bir gün şiir dinletisi var
Yaşamın iç yüzünde yüzüksüz düğüm
Efendiler yansımaya görsün virane çıkmazına.

Şehir sarı yanar


Sarımsı bir ışıktasın
Çırılçıplak pürüzsüz, çizgili çarşafta
Beyaz üstüne kırmızı dikine dikine
Sokağın köşesinde o berbat naralar
Pencereye dolan çığlık, ta ciğerime
Ta oralardasın, bodrumda
Yağladığım sırtında elime bulaşan çillerdeyim
Eşofman altın bende, sen gömleğimi giy
Herkesi yolculadım bu gece eşine
Cilalı bir eşikteyim yapayalnız
Bir adım sonrası ömrümü yiyen şehir
Yediğin içtiğin senin olsun
Rüyana yolum düştüyse yaz bi köşeye
Şişeyi savurduğun duvarlara anlat
Sıkıştım ve bir camii duvarı buldum
Kiliseden dönme, kesme taş sütunlu
Vatan caddesinin kıyıcığında
Ta buralara duacınım.
Gökpencereye savrulan çığlık gırtlağımda
Caddenin bir ucunda o parlak siren
Gömlek üstüne kırmızı yapış yapış
Çarçabuk, dürüstçe şehrin ta gözüne
Sarımsı bir düşteyim.

Çarpılma anı


Yokluğunla korkutmasan beni
Saf mı görünüyorum çok?
Yoksa korkak
Filan
Kim düğümlenmişse boğazıma
En mahremi sensin
Ağaçla gölgesi gibiyiz göl kıyısında
Ağaç dosdoğru inan göğe
Göl sahte, yalan
Gammaz üstü gammaz gamsızlığındasın
Çok meyveni yedim
Hasat mevsimi hasarlı da olsa
Her uzvum bir kelime, bir hece
Sorunsuz beyitlerle halleşiyorum
El yokluğa alışmış evet
Ellere düğün ile bayram faslı
Sembolüm üç parça
Sef mi görüyorum, yok
Yoksa düş
Filan
Filan şehirde filan zaman
Korkunun öldüğü duvara çarptım beynimi.


Değişken


Gençlik hayallerimden değişen ne varsa
Dünyanın dört bi yanına sereserpe dağılmış.
Çok sayıda kısır aşk yaşanmış
Ama hep o haşin koku uğruna.
Reddedilmek üzerine kurulu ilhamla
Kör seyircilere savruk şiirler okurum
Güneş susmuş, düşünceler uslanmış o halde
Sadece karmakarışık duygular kalmış elde
Çekici görüntüler hayal meyal
Tutku ötesi bir kır evi bahçesindeyim.
Hiç beklenmedik fırtınalar eşliğinde
Şölenler yaşanmış çok sayıda
Ama hep sofradan aç kalkılarak
Hırsla sürüklendiğim şehirler ölmüş
Arzular sönmüş, düşler susmuş ve de
Ölmüşler gençliğimle birlikte bi kalemde
Hayaller girdabında tek çare değişmek.

Hiç mutsuzluğu


Hiç paylaşılmamış duygular saklıyorsun
Saklı kentin duygularında nazar.
Milyonlarca umut taşıyorken
Çekilince ayak sesleri
Zenginlik azar azar
Bir duygu var ki
Umutsuz, mutsuz, hudutsuz
Belki de balık gibi yaşanmış
Saklanmış taş kovuklarına can
Saçma sapan laflara inanılmış
Bir tatlı dil var ki
Çatılınca karakaşlar sertçe
Zenginlik susar, susar
Hiç söylenmemiş sözcükler arıyorum
Sakar kentin kütüphanelerinde yazarım
Tozlu raflarda saklı arızalar
Çekilince sürmeler, süsler, boyalar
Güzellik artar, artar
Hiç görülmemiş duygular sıcağından.

Hapı yutmak gibi


Uzun sarı saçlarında ıslanıyor güneş
Durgun sulara ağır ağır soyunuyor dünya
Münasebetsiz akşamlarda bekar davetiyle
Bu şehrin benliği çalınmış, zorlama
Muhitsiz dolaşmalar başka renk ve kokulu
Korku gözlerden akıyor yaşayaşa
Karafade demlenir şelaleler sakin ve uysal
Kutlanması gereken günler sıcağı sıcağına
Gevşiyor düşünceler yarı uykulu ve sarhoş
Seans seans duru yeşil gözlerde hatıralar
İtiraflar, raflar dolusu yasaklar
Bir avuç şehir hapı daha vakit varken …


Uyku damlası


Biricik yavruna sarılıp yatmışsındır şimdi
Ve umuyorum ikinci uykundasın
Ben deliren yağmurlara nutuk atıyorum
Bu gece upuzun ve nar rengi
Sarhoşladım sabaha karşı sahipsiz rüyada
Güya ben sana, sen bana, dünya aleme karşı
Biricik yavukluya sarılıp yatmak haram bize
Ve sanıyorum ikinci baharımsın
Bir kez gönül rahatlığıyla dokunamadığım
İçli bir şarkıya söylenen nakaratsın
Biliyorum yavrum, sarım, sarı gülüm
Kırk kere söylendi kucağıma adın
Biricik sevgiline sarılıp yatamayacaksın
Ve umuyorum delirten yağmura inat
Tutuk başlayan güncenin naz dengisin
Nar gibi kızarmış sarhoş sabahlar yar
Yalnız yatan biri varsa eğer günlerce
Güya ben sana, sen bana akan gönüldük
Bir yağmur damlası olduk, erken kuruduk
Sarhoşluğuna sarılıp uyuyacağım şimdi.

Öyle ki


Öyle istedin diye
Sol memenden emdim
Tam gitmek üzereyken sen
Koca şehrin sarsak ışıklarını
Depremlere belendi yaz başı işte
Mis kokan gerdanda korkulu yakarışlar
Uzakta bir hayat dile
Ben sağ memenden daha yakın
Kaçak şehrin sarımtırak ışıklarından da
Dilenirken seni lodostan ısrarla
Öyle arzuladım ki delice
Sol memenden emmeyi
Tam ölmek üzereyken zaman
Doğanın en taze cevherine
Yaşamak adına tek çare içime
Kırmızı ışıklı kavşak çayır çimen yoksunu
Beton grisi kokuyor çıplak sokaklar
Kör, sağır ve dilsiz çatışması
Uzakta bir hayatı bile
Sol memenden emdim
Öyle istedin diye …

Menekşe gözlüm


Menekşe gözlüye kim aşık olmaz
Melekler körfezinde tuzağa takılıp
İnsan olan nasıl düşmez.
Kıyılarını alev sarmış kördövüşün
Şimdi uyuyan güzeli öpme zamanıdır.
Sen benimdin hani sonsuz gazabım
Şeffaf kulede tutkulu dokunuşlar bitmesin
Artık vicdanımın sesi ikmale kalmış çocuğun ki
Mor bulutların altındaki yuvasız kadın
Yuvamı yaptın o kayıp günde
Yasemini güneşe tırmandırdın öykülerle
Ve uykum kaçtı aşıkane
Bıkıp usanmadan nefesini dinledim
Göğsündeki iki göze aldırmadan
Gece yarısı fısıltılarına armağanım olsun sesim
Uzun sözün kısası menekşe oldum
Buz dağları kıskacındayım, kükreyemem
Eşsiz kütüphaneler kentinde aşklar
Menekşe gözlerde çalıntı cilve
Estirenler köprüsünde ayrılık hüznü var
Surlarda kusursuz kadın korkusu
Korkarım gün olur sana yetmem
Dolu dolu yaşayamadan bağımlılığım biter
Menekşe gözlerine aşkla kimler bakmaz.

Pera perisi


Günlerden pera
Peşpeşe
Dünde peraydı
Baş başa çıldırttık saatleri
Bugün tanışsak da
Seni yıllarca yine severdim
Allah’tan öncesi var
Ne sevişmiştik ama delicesine deyip
Her hafta pera
Pürneşe
Dünyam peraydı
Peri masalları dinlerdik saatlerce
Göğe sevdalı binaların dibinde
Kahve telvesiyle yazdım tabure masaya
Seni yıllarca delice seveceğim diye
Allah’tan incesin yar
Bende bende deyiverdin
Aşıklardan pera
Hergece
Aşkım peraydı
Gözgöze ışıttık deryayı
Bugün sarılmasak da
Senede bir gün olsun pera aşkına
Yarın pera.

Ellerin önünde


Ellerin nerelerde geceledi
Hayasız şehrin
Hangi aymaz sokağında
Kimin sıcağını avuçladı
Arkamda sarsak güneş
Önüm sıra sırıtıyor gölgem
Esiri olduğum sır eğri büğrü gölgeli
Havasız şehrin
Elleriyle yaktığı kandil kaidesinde
Sabah uykusu özür diliyorum senden
Gecenin gözü ellerime geceledi
Yemin ederim kimsenin görmediklerini gördüm
Ay şehrin üstüne ondörtlüsünü boşaltırken
İstersen bulursun İstanbul
Hilafsız katilini.

Kadersiz


Bilinmeyen zevkleri uyarladım kaderime
Parlak ve olgun ve şehvetli ve sıcak
Kırmızı kapıdan geçerken geçkin bakire
Tekrarlar yaşıyor belleğim, bedenim, elim
Kadınlar hapishanesinde tutsak erim
Düşmüş aklımın bir köşesine hürriyet aşkı
Açık açık geçmişe sitemkarım şu an
İçimde guguk kuşu ötmekte acıyla
Dokunamadığım aşık capone kollu
Çiçekli elbisesinde sereserpe güneş
Kaçmak istiyorum bu şehirden hemen
Tanrıkent diye bir yer var düşötesinde
Kadınım bekliyor kalbi titreşimde
Zor vedalaşırım ben kameradaki yüzle
Her şeyin yitirildiği anda uyarlama kader.

Şehr-i yar


Bu şehir sensin yavrum
Kavrulduğum hasret bu diyemeden
Şehir şehir gezelerim.
O şehirde sensin canım.
Canına can katamadığım canan
Kaç şehir oldu sensiz gecelerim.
Adını hecelerim denize, dağa taşa
Ay dönmüş şehrime yüzünü.
Pırıldayan o çehre sendin güzelim.
Savrulduğum hayata dur diyemeden
Şehir şehir taşındın.
O şehirlerde benim canım.

Opal gemi


Aşikane repliklerle uyandı doğa
El ele oyalanırken el, elalem
Şen kahkahalar köprüsünde şenlik
Yok yok, ne ararsan köpürmekte kümbette
Nekesçe yüzüyor onur sırılsıklam
Başkaldırmış şenliğin altında şelale
Nakaratların peşinde anasonlu bir oya gibi
İskeleye döndü yüzünü kırmızımsı
Taklit gemi paylanıyor oluruna olmazına
Kendinden emin geçitlerde arsızca
Opal parlaklığında repliklerle tersanede
Narin gövdesinde eksik yazılmış bir duyuru
Duyan duymayan bir olsun dillensin
Reddediyorum nadasa bırakılmış aşkları diye
Parkama gizliyorum tartışılmaz güneşi, eşimi
Itırlara boğuyorum nefsimi ese ese estikçe esinti
Esenlikler dileğim aşikane replikli
Esenler’de uyurken doğa, uyanıyorum.

Nisan nişanı


Nisan yağmurlarıyla yolladım seni
Geceleri sırt çantana sığdırıp
Dağlarına pus vurmuş Sivas
Pusu kurarsan puştsun Garip’e
Yaktığın canlar yanmadı bilesin
İçimde ne naz ne de yas
Bir garip yolcuyadır gizli gözyaşlarım
Aksulara vurmuşum geleceğimi
Döneceğini bile bile yüreğimi dağlarım.
Dağlarında turna sürüleri türkünü söyler
Sürgün vermiş nisan yağmurlarıyla doğa
Doğayı sığdırıp sırt çantana
Bir gece vakti uğurladım Sivas’a
İçimde ne yaz ne de kış köşesi
Bir garip yolcuyadır gülçiçek baharlar.

Şikayet


Bu şehrin taşına toprağına sinmişsin
Mahallelerin yüreğine
Güneşin tepseren günlüğüne
Kapanmadan köprüler Galata’da
Müzmin yara gibi kanadıkça dünyam
Bir sahil kasabasından denize bırakılan
Gün batımında açılan mektuplara
Okuryazarlık sonrası isyana
Sığmıyorsun sevda kokan sokaklara
Büyük boy yalnızlıklara da
Nakış nakış salınan düşlerin açığına
İpuçları yüreğimde turluyorum seni
Taşına toprağına sindiğin şehir suretsiz.

Niyetsiz liman


Rüyalarımı ısıtıyor veda niyetine
Tabutlara gömülü limanlar
Her limanda yuvaya dönüş şarkıları
Baştan çıkışın tutuklandığı gece üşüyorum
Suskunluğun koğuşunda rüyalarımı satacağım
Deniz kıyısı ıssızlığına vedalarımı
Yüzler gölgelerin ardına gizlenmiş
Güller ısıtıyor gönlümü aşk niyetiyle
Taşlara mahkum limanlar
Yuvaya dönüş şarkılarını yutuyor
Baştan çıkışa tutulduğum gece titriyorum
Sapkınlığın kovuğunda anılarımla ısınacağım
Sahil boyu ıssızlıkta nidalarınla
Gizler gölgelerin eteğine sarılmış
Yüzümde ayın parlayan aşığı
Rüyalarımdan sıyrılıyorum niyetsiz edayla.

Acı kahve dili


Karşılıklı oturup sabahın köründe
Acı kahve dilinde
Duman duman tütüyoruz
Aç bakışlı ama tok
Sigara nemli, fincan sıcak
Hayra alamet değil de ne?
Düşman şehrimi bombalamış fevkalade saygıyla
En üst basamaktan gıcırdıyorum şehir yönüne
Yüzümüze çarpan çıplak kaval yelleri açık
Ve ötmeden bakıyor acılı baykuş
Öylece oturmuşuz sabahın tahtına körlemesine
Kulak kesilmiş ömrü biten gece
Acı kahve dilinde
Fısfıs her şeyleri gizliyoruz ondan
Laf gamlı, lafazanlar sıcak
Hayra alamet değil de ne?
Nefessiz yaşıyoruz
Dudaklarının kırmızısında bombalanmış şehir yanıyor
Karşılıklı oturup sabahın körüne
Kör sağır birbirimizi ağırlıyoruz
Düşman fevkalade saygılı
Şehrimin bacası dostluğa tütüyor
Acı kahve elimde
Darma dumanım en üst basamakta.

Baştan başa


Başın sağolsun, doğumda öldün yine
Bu yaşlı şehir artık ağlamaz boş yere
Gözlerinde buz gibi hayat tılsımı
Defalarca üşüsem de kalkarım üşenmeden
O sessiz sokaklarını arşınlarım boş yere
Başım kopsa da kurtulsam düşüncelerden
Taş yağmurları ıslatıyor göğsümü
Bu yaşlı şehir yasımı tutmasın istiyorum
Yasaklar boğuyor düşlerimi
Başım sağolsun, doğum günümde öldüm yine.
Bu sene bu şehirde kalamam gibi
Düştüğüm yerden bu kez kalkamadım.

Züğürt sultan


Züğürt sultan alemi sırtladı
Boğazı enine geçti el aman
Kulaç kulaç, anaç balina tarzında
Dalgalar köpük köpük ağladı tazeye
Kız Kulesi’nde karaya salladı salı
Kıyıda dağlanmış dağılmalar salınırken
Alem sırtlan, ziyafet yalan
Gürler enine geçilen boğaz gülle gibi
Rekor rekor üstüne cimri sofrasında
Self servis tepsisinde müşteriler paylanır
Alanda satanda aldandı yok pahasına
Züğürt sultan eline kına yaktı.

Güneşin oğlu


Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi’nde haykırır
Karakalpaklı kalpaklılar
Büyüklere oyunlar.
Güneşin oğlu kurtuluşa açtı gözlerini
O kutsanmış savaş yeni bitti.
Dünyayı durdurdu o eşsiz armağan
“ Aynaya bak gör alınyazını “ dedi.
Derin izler taşır soğuktan kavrulmuş yüzler
Küçüklere oyuncaklar
Güneşimin oğlu yumdu gözlerini kurtuldu
O kutsal harcanış boşa gitti.
Dünyayı döndürdü o eşsiz çağlayan
Maziye bak gör Ege kışının Karşıyaka’ya haykırışını.


Hiç yorum yok: