1 Mart 2014 Cumartesi

açlık hikayesi



 AÇLIK HİKAYESİ

-          AÇLIĞIM LEZZET TANIMAZ, NE ÇIKARSA BAHTIMA
-          MAYMUN İŞTAHLILIK YANİ.
-          ÖYLE VEYA BÖYLE
-          ÜÇ BOYUTLU ETKİ HEMDE
-          EVET ÇÜNKÜ BUNLARA DEĞERİM.


Devam edip giden sohbet bir merhaba ile başlamıştı, sıcacık bir merhaba. Tekrarı bolca gereken, dostluğu yücelten, tek taraflı açılan parantezlerle sürüp gidiyordu şimdilik. Gücünü denediğin bu yürek bir ölçü sonra ayarını bozar diyemeden. Fazla söze gerek yok sözleniyor muyuz kıvamına hiç gelmeden.

Kırçıllı adam telefonu çaldırdı bıraktı. Fırsatını bulduğunda ne yapar eder arardı meçli kız. Oldukça yoğundu demek ki açmadığına göre. Bu hafta konuşacak çok şeyleri vardı. Geçen hafta örselenmişti duyguları her ikisinin de. Bedenleri kızıl ordu orkestrası eşliğinde kıvranırken, beyinleri politbüro ciddiyetindeydi. Uzaktan bunların başı ne kadar dertte görüntüsü çizmişlerdi. Farklılıkları nefesler yaklaştıkça yok oldu. Sıcak buğular soğuk camları alt etmişti. Zaman mekan delirmiş, gerçek dışı çıplaklığı alnından öpmüştü. Alınteri dökmeden ne kazanıldıysa gün gelir elden çıkardı, yavru kuş yuvadan nasıl uçarsa.

Kırçıllı adamın telefonu çaldı melodisi kendisinin bestelediği ayrıcalıkla. O melodi meçliğe aitti. Ona dinletmesi gerektiğini düşündü.

-          Efendim
-          Merhaba, efendiler götürsün seni
-          Seni kimler
-          Aramışsın, kalite kontroldaydım yanıtlayamadım, nasılsın?
-          Duymadım deme
-          Yok yok, valla bak

İyiyim mi demeliydi bilemedi kırçıllı adam. Başka laf sıkıştırdı araya. Gelirsen iyi olucam demek gelmişti içinden. Ne biçim alışmaktı bu, hiç umulmadık anda akla en son getireceği birine alışmak istiyordu doyasıya. Kupkuru düşünceleri alev alevdi artık. Sesindeki tınıya vurulmuştu. Söyleyemedikleri bunca zamanda dağ gibi birikmişti. Ağzını yormadan, diyebileceklerini diyebilseydi bir çırpıda, rahatlayacaktı. Yazıp mı verseydi yoksa. Bu devirde. Devri mevri yok bu işin. Çıngıraklar sallayıp sokak sokak gezen bozacı gibi sesi boğum boğum yol aldı uyduya. Yazlıkları çıkaralı, kışlıkları dolabın en kuytusuna depeli henüz gerçekleşmişti. O günlerdi işte.

-          Sen
-          Ben iyiyim, iyiyim, işler çok yoğun, yeni bir ihracat postasına üretimdeyiz. Bazı departmanlarda yenilendi, oturması da zor, biraz zaman alacak gibi.

Meçli kız devam edip gidecekti. Birden sustu. Allah’ım noluyor bana dedi içinden. Adama brifing veriyorum, ona ne işimden. Tutamıyordu kendini bu adamın ssesini duyunca, kendini görünce. Rahatlıyordu açık açık bu adamla olunca. Fazla rahatlık hafifliği de taşır mıydı özünde. Aman, özüm sözüm bir diye rahatlattı içini. Ne yapayım hiç böyle biri değil iken kendi kendimi tanıyamadığım bir insan olup çıkıyorum. Kadı kızı değilim ya ...

-          Anladım, işlerin çok yani
-          Evet, yalnızca bir günlük bir yoğunluk değil, yanlış anlama sakın gerçekten çok işim var, boğulmak üzereyim.
-          Teklifim eline ulaştı mı?
-          Evet evet ama incelemeye inan ki vaktim olmadı. En kısa zamanda değerlendireceğim.
-          Sonuçtan haberim olur değil mi?
-          Şaka mı bu, elbette olacak.
-          Kuru kuruya konuşmak hiç zevk vermiyor, yesek, içsek ...
-          Alo, ben bu cümleyle başlayan görüşmenin sonunu biliyorum.
-          Öyle olsun bakalım bilmiş.

Karşılıklı susmaları, yaşadıklarının yanında çok acayip tecrübeler yaşamaya hazır olduklarını hissetmeleriydi. Bir gereklilikti sanki bir araya gelmeleri. Önü alınmaz istekle ilk kim olacağını bekliyorlardı, bir davet olsa da işkence bitse diye. Akıllarını toplayarak en makul arzunun nasıl ortaya koyulacağını, bir çırpıda söylenebileceğini planlıyorlardı. Kırçıllı adam dayanamadı;

-          Akşama bekliyorum.
-          Nereye?
-          Nereye olursa, gel de.
-          Gelemeyebilirim, şimdiden söz veremem.
-          Senden söz değil gelmeni istiyorum, lütfen.
-          Biliyorsun ama işlerim ...
-          Biz mi bitireceğiz dünyanın işini.
-          Biter mi?
-          Bitmez.
-          O halde.
-          Hale yola koy ve gel.
-          Davetsiz misafirin olayım yani;
-          Tanrı misafiri desek.
-          İnanır mısın?
-          İnanırım, inançlıyımdır. Şu an gelmeyi ne çok istediğine inandığım gibi.
-          Bilmiş, çok bilmişsin.
-          Senden öğreneceğim çok şey olduğuna da bütün kalbimle inanıyorum.
-          Kalbimizde var yani.
-          Var elbet ne sandın, henüz tam makineleştirilemedik, biraz duygumuz kaldı.
-          Akşama gelmeyi çok istiyorum.
-          Biliyorum.
-          Nereye demiyeceğim, eve.
-          Sevinirim.

Meçli kız girişimciliğinin en hortlak anında, idealize etmeye çalıştığı herşeyi, etik metik bir kenara koyup kendini şaşırttığı o ortak misafirliği uzun yıllar beklemişti. Birbirlerini nasıl da yiyecekmiş gibi kesmişlerdi. Onca yer, mekan, memleket dolaşmıştı. Şu kesişmek nevi mantığa yada mantıksızlığa düşmemişti. Sığ bir ayrıntıydı bu kesişme, bize özgüydü. Elin adamı da klark çekerdi ama başka şeydi yani. Her kim gönlünden neyi geçiriyorsa, söyleyebilirdi karşısındakine. Baktı oda kesiyordu inceden. Denese miydi. Şöyle karşısında tam endamıyla hazır olda dikilip, gel bakalım kırçıllı bi tadına bakıcam izninle, ne bal şeysin sen öyle. Valla olmazdı bu denli cüretkarlık. Oysa tabuları birlikte kolayca yıkacağı, çekinmeyeceği biri izlenimi alıyordu, veriyordu. Özel nemlendiricili pürüzsüz yumuşaklığını şakır şakır gözüne sokmak istiyordu. Ellerine baktı, tırnakları temiz ve bakımlıydı. O ellerin oralarında buralarında dolaşması içini titretir miydi acaba. Bu işlerin uzmanına benziyordu. Hayatını yaşamayı en birinci gayesi etmişlere benziyordu. Düşüncelerle cebelleşmektense ki sonu ayıba kaçıyordu yavaş yavaş, yan yan yanaşmalıydı. Bir anda olup bittiye getirmeli ve içindeki gizliliği hortlatmalıydı.

-          Aç değilsiniz galiba.
-          Yook açım, fil gibi açım hem de.
-           Yemiyorsunuz da hiçbir şey, gözüme takıldı.
-          Açlığım lezzet arar, ne olursa ne çıkarsa bahtıma demem asla.
-          Soluk soluğa bi damak zevki ararsın yani.
-          Hayır, fazla soluğum kesilsin istemem.
-          Tadına bakmadan nasıl anlarsın?
-          İyi gözlem yaparım, tadından çok görüntüsü de önemlidir.
-          Ya ruhunu katmışsa suya, görünümü şöyle veya böyle ilgi çekmese de gerçekten nefisse tadı.
-          Nefsimi köreltmek değil ki amacım, doymak. Tek çeşit yemekten hoşlanırım.
-          İştah açar ama.
-          Açı büfe biçimi göz doyurur belki ama aç kalmamak için beğendiğini arar durursun.
-          Her kuşun eti yenmez çekincesi mi?
-          Yediğim martıları ne körpe tavukmuş diye övmedim hiç, basbaya martı işte balçık kokar dedim.
-          Baharat sevmem deme.
-          Rahat, geniş, iki kişilik masalar ve unutulmuş bize özgü yemekler tercihimdir.
-          Tabak elde dolaşmak beni de sıkar, hem içeceğini koyacak yerde bulamazsın.
-          Tıka basa doymadan önce hafif içki alma taraftarıyım.yediğinin tadı böylece daha iyi çıkar ve zevk almayı hücrelerinde hissedersin.
-          Self servis olsa.
-          Self de olsa bu kez hem lezzet, hem görüntü, hem de geniş tepsi ararım.
-          Rüyadayım sanki şık bir restoranda.
-          Rüya görmem.
-          Restorana gider misin?
-          Yabancı dilde söylenen şarkılara nasıl tempo tutulur bilmem. Şarkı bitince nasıl alkışlayacağımı da bilmem.
-          Buralı mısın?
-          Artık buralıyım.
-          Aç mısın?
-          Açım.
-          Birlikte yemeliyiz bir gün.
-          Davet mi, bu sözler.
-          Söz.

Kırçıllı ile meçli bu merkezde sözleştiler. Vee ... bu günkü telefon konuşmasına kadar davetli davetsiz, aman efendim kimler gelmiş geyiği yapmadan birbirlerini ağırladılar, ağırlandılar. Tartıya çıktıkça kilolardan memnun kalıyorlardı. Sehpanın üstünde birikmiş tozlara beni sil kırçıllı yazıp karşılıklı utanmışlardı. Beni meçli yazacak yer aramaktansa, kırçıllı evin kokusuna alışmaya çalışıyordu. Lezzet, tat, görüntü filan ama koku da çok önemliydi. Meçli de koklamayı öğrendi. Evleri o ana kadar cansız bir otel odasıydı. İmdi canlanmış onları izliyordu. Evler de paylaşılmayı istercesine ikisini yuttu. Bu güne dek kadın ve erkek vücudu saklayan, kapısı kilitli, penceresi örtülü, perde gerisiyken şimdi öne çıkmıştı.çift kapılı gardroplar kulağını kapıya dayamıştı. Yarın akşam, öbür akşam denerek akşamları akşamlara eklemeleri dinliyordu. Elbet sıra salondan buraya da gelecek diye arkadaşlarını yüreklendiriyordu. Evlerin tanışıklığı öne çıkan eşyaları bu değişimden hoşnuttular. Diğer sıra bekleyen oda ve müdavimleri fasılalarda iç geçirerek, birbirlerinin midelerini doyurma savaşı veren bu iki akıllıya akıl vermek istiyorlardı. İstiyorlardı istemesine de elden ne gelir, meçli ve kırçıllı lezzet arama hummasına tutulmuşlardı. Dayanılmaz duyguları su gibi içerek, içmeden sarhoş olup, tabakların tadına banmak için, birbirlerine sıralarını verip akşamlardan geceye saklanıyorlardı. Seni gidi seni korkusuzluğuyla aşkı ninnileyemiyorlardı. O kendi kendine büyüyordu. Kırçıllı meçli en kaliteli ve rengarenk yakıştırmalarla hayat daha bir sıkı yapışıyorlardı. Çifat kompenantlı olmuşlaradı.

O ilk davete üstüne hafif bol ketenden yazlık elbise ile icabet etmişti meçli. Göreceği ilk yalnızlık eviydi burası. Kırçıllıya özgü ve az beğenilesi değildi hani. İnce bir zevkle döşendiği ulu orta haykırıyordu. O zevk haykırışı kulaklarına doldu. Dolu doluydu ev, ne ararsan bulurdun bir köşesinde. Ama yarı tok bir cazibesi vardı odalarının. İçi cız ediyordu insanın gördüğü zevk abidesi biblolara. Duvarda irili ufaklı tablolarda zevk fışkırıyordu dört yana. Zevkle oturdu koltuğa, cazibesi silik kaldı. Çifte kavrulmuş kahvenin kıvamına hayran, dilinin üstünde çevirirken lezzetine.Beyaz kaldığını hissetti. İnce kılcal damarlarının yeşili ve bembeyaz bir ten. Beyaz ama sütun gibi bacaklarını altına aldı, koltuğa iyice yerleşti. Koşuşturup duran mutfaktan.

Fransız krallarının kullanıp kullanıp attığı masaya benzer masaya lezzet kırçıllıya dizkapakları göz kırpıyordu. En sevdiği yeri, vücudunu beğenirdi ama dizkapaklarıydı. Tvde izlemişti siyah beyaz, kadının dizkapağı çok önem arz eder benim için demişti. Hayranı olduğu bir orta yaş erkeği meşhur, şimdi mezarında meşhurdu. O da meşhur kırçıllı mutfağına davetliydi ve dizkapakları çıplak ayrıca da yeterince açıktı.

Meçli neler anlatmıştı neler. Karnı doydukça çenesi acıkmıştı. İlk defa böylesine rahattı. Farklı duygularla iç içeydi ve taşıp gidiyordu kolayca. Esiri olduğu ne varsa ördüğü duvarlar mesela, sıvalarından çatlamaya başlamıştı. İnatlaşmadan olmazdı ama. İnadına çökmüştü sanki mezar. Hiç uğraşıp didinmeden yakalayacağı muhteşemlik masaya serilmişti. Tuttu ucundan koluyla sonra cesaretle kavradı. Madem davet etti, davetkar biçimde masayı topladı. Çok güzeldi herşey. Arasıcağa,sıcağa aldırmadan en sona geldi. Ağzı tatlanmıştı. Kaymaklı ekmek kadayıfından sonraydı sırtına kadar doyduğu. Kaç yıl aradan sonraydı bu sıcak temas veya kaç yılda sadece bir kez ve bu. Bu işte. İçi yandı, içi üşüdü, ürperdi, ısındı, soğudu, terledi, soluklanmayı unuttu bi ara, teni koyuldu. Karnındaki şişkinlik iner gibi oldu, yediğini hazmediyordu demek ki. Oburca saldırmıştı ziyafet sofrasına, aç gözlülüğünden utandı. Utana sıkıla olmazdı, bıraktı kendisini o eşsiz rahatlamanın, doymuşluğun kollarına.

-          Çok iyisin sen, evet çok iyi.
-          Senin iyiliğin.
-          Güzel bi yemekti, krallara layık.
-          Kraliçelere.
-          Aç mısın?
-          Deli misin tıka basa doydum.
-          Sevindim.
-          Sen.
-          Ahçı benim , yaparken atıştırdım.
-          Akıllı bir ahçı.
-          Senin ahçılığını da görmek isterim.
-          Ne zaman istersin?
-          Sen bilirsin.
-          Benim istediğim zaman desek.
-          Hiç farketmez.
-          Senin kadar usta olmayabilirim.
-          Denemeden karar verilmez.
-          Özellikle arzuladığın varsa.
-          Sen bana neyi uygun görürsen.
-          Aç kalabilirsin ama.
-          En iyi yaptığın bir şey vardır mutlaka.
-          Deneyeceğim.
-          Tadacağım.
-          İçmek istiyorum.
-          Ne istersin.
-          Seni.
-          Davet mi var?
-          Birlikte içelim o zaman.
-          Davet işte bu sözler.
-          Söz.

Sözün bittiği yerde davet vardı evet. Kim ne yapar ne eder, ne der hiç farketmez, uyur mu gezer mi değişmez. Horul horul.kendine geliyordu çok derinlerde gizlenmiş fırtına, bir kez kopmuştu. Hangi yasak ne yasak bilmedençarpmıştı suratına damla damla. Ne korku ne endişe, dişe diş bir paylaşım çökmüştü usa. Kime rağmen neye rağmendi bu iş. Olacaksa olsundu ve olmuş ve bitmişti. Davet sürüyordu.

Kırçıllı meçlinin yüzünü okşadı, saçlarını öptü sonra. Burnunu, gözlerini, yanağını. Dudağı başka bir renk, başka bir olgun, başka bir lezzetti. Elbise kaydı önce, önce ipeklinin üstünden sonra işte o ipek kısımları. Titremeleri sarıyordu kollarıyla, avuçlarında eriyordu dalından koparılmayı bekleyen nimet. Beynine emretti ve. Ve ters yüz oldu tabak çanak. İçlerinde ne varsa üstlerine döküldü. Meçli oluşan dağınıklığı vurdumduymaz bir arzuyla derlemeye toplamaya başladı. İlk kez birini öpüyordu sanki meçli. Ve bir ilki yaşıyordu kırçıllı. Kendini zevk pınarının sularına bıraktı. Usul usul içti bedenin her hücresi bu şerbeti. Bir kız ve bir adam savruldular aynadaki şarkıya. Şarkılar her yanı kapladı. Gözleri bir açık bir kapalı birbirlerini süzdüler sırlı camda. Yarı açık anı yakalamak için göz gözeliği sürdürdüler. Elleri her kıvrıma haz, her yalnızlığa saz oldu. Vazgeçilmez ayrıntıda gizli cevheri bulup, yaydılar sergiye. Binlerce ton ağırlıktan kurtulup, ezilmemişçesine hafifleyerek bütün oldular.içtenlikli bir yumuşamayla birbirlerini taşıdılar sırtlarında. Desteklediler hiç zorlanmadan düşlerini, vücutları biriken sırlarını çözüyordu. Anlamadan anlaşmış uyumla dağılmışlardı surlara.

Yitirdi kendini, yitirdim kendimi, düşleri açılmıştı sonsuza. Tüm güzellikleriyle yaşanan dakikalar yılları zorlayacaktı. Sonra geç bulunan o mutluluk sarhoşluğu, hep o anı kovalayacaktı. Erdikçe başlar göğe gökyüzü kızaracaktı. Dalın en ucundaki, ulaşılamadığı için kendi halinde olgunlaşıp düşen meyve toprağa karışacaktı. Ele sığmaz yorgunluklar fiziksel heyecanla doruğa ulaşacaktı. Dillendikçe suskunluklar dinlenilecekti. Emdikçe hayatın özünü iştahla, rüyalar meydanlara sığmayacaktı. Sonu belki de açıktan açığa bir düştü, geldi geçti. Bittiye varacak bu yoğunlukta olgunlaşılacaktı. Olduğunca birbirine sığındılar meçli ve kırçıllı.

-          Lütfen.
-          Lütfen ne.
-          Lütfen hiç kırma beni.
-          Asla.
-          Çok yıllar var kendim olamamıştım. Sağol.
-          Ben teşekkür ederim asıl.
-          Ne için?
-          Mükemmeldin, yeniden canlandım.
-          Sende.
-          Korkuyorum
-          Niye
-          Her kazandığımda kaybedeceğimden.
-          Çok mu kaybettin?
-          Çok.
-          Hayat bir kumar yani.
-          Hayat bir cani.
-          Nasıl?
-          Kıyar gözünü kırpmadan sevgiye.
-          Lütfen.
-          Öyle ama.
-          Lütfen üzme beni, bırak doyasıya mutlu kalayım.
-          Özür dilerim.
-          Aç mısın?
-          Açmışım evet, şimdi doydum. Bırak tokluğumu saf günlere inat yaşayayım.
-          Yaşatayım mı?
-          Yaşat.
-          Açlığım aradığı tadı buldu.
-          Lütfen.
-          Lütfen ne.
-          Dalga geçme rica ederim.

Yıllarca aç bilaç dolaşmak ne zordur, yaşamak  lazım, sonra yeyip yeyip çatlamak. Yıllar boyu bir lokma bir hırka hırpalanmak, yıpranmak bağıra çağıra aranmak, bulduğunu sanıp aldanmak. Zordur bu uğurda çaba. Başa durduk yerde açılan işlere, araların bozulmasına soğumasına göğüs germek. Hiç birşeye karışmıyorum deyip, her derde çare aramak, işleri daha da karıştırmak. Hep açlıktan açı açına telefonlara çıkmak, çıkmamak ve daha da acıkmak. Ortalık biraz sakinleştiğinde az iş, az aş zamanı aşka tutsak kalmak. Azdınsa izi süremezsin, it gibi acıkırsın. Yıllarca böyle sürer gider işte. Zordur hakkınca beslenmek. Besleme gibi. Aç gözlerle önünde pişenlere dalarsın, iştahla yalanırsın, önüne bir tas dolusu bile sürülmez, açlıktan süzülürsün görülmez. Görülsen değer verilmezsin. Doğarsın ve ölürsün. Araya tat, haz der birşeyler sıkıştırırsın ve aç açına gözün açık gider. Çünkü ölüm meleği de açtır, yer yer doymaz, doydukça kusar ve oburca açım der.

Kaç çılgın gün, hafta, ay yaşandıktan sonra bitecek şehvetli hikayeler bilinmez. Yıllarca gittiği de olur ancak mutlaka acı tatlı bir sona ulaşır. Hikaye hikayeadir. Yaşadığım roman denilen türden. Yaşayanlar yazamazlar kendi romanlarını ama hiç yaşamadan yazar denilen birileri belki de asla o tadı tatmadan hikayeye hikayeler ekleyerek tefrika ederler.okumaya aç biri de alır içine düşer, hayret eksik bir şey var der. Çünkü o tokluğu yaşamıştır. Doyabildiğince doymuştur hayatta ama yazmaya açtır. Kaç doygun an sıraya girse de insanın önünde hep o en tatmin olunmuş an çok çok eskilerde kalmış olsa da en ince ayrıntısına anımsanır. Dudaklar yarı aralık, gözler şehla, yüzde hafif hınzır bir gülümseme yeniden yaşanır. Sen kaç paralık adamsın veya kadınsın diye en ağırından bitse de hikaye o monologlar hafızalara ister istemez bir kere kazınmıştır. Yok edilemez ve asla unutulamaz. Şimdi en değerli anılar bile beş paraya. Hayatımı ortaya koydum yine de olmadı denildiğinde hayat boşa geçmiştir. Saklamaya hiç gerek yok.Deliliğe yatkınlık derecesinde bir gerginlik, tedirginlik yalar düşünceleri.iştahla yalar yutar bu günü. Güvenin simgesi her ne ise onu mideye indirir. Canını canına güvenemez ve hayata kuşku egemendir. Kaç gül soldu bu uğurda.

Hayat uğruna, doğa küpünü doldursun diye carettalar Dalyan’ a yumurta bırakırlar ve koruma altındadırlar. Nöbetlere dönüşmüş ikazlara rağmen doldurursan siperi hayat şekillenir. Bugün yine şekli bozuk çizgideysen yanlış anlaşılacak hesaplarla başbaşaysan mutlaka açsındır. Son zamanlarda arada bir doysan da yılların açlığı kolayca giderilemez.

Bir ömür bekledim sseni, bir ömür sen kimi boşveriyorsan beklemeye değer. Kırçıllı ardında bıraktığı kadınlara, eğlendiği, eğlendirdiği kadınlara, büyümüş adam tavrıyla yanaşmıştı hep. Tavsiyelere uymamış içindeki büyümez adamı mahkum etmişti kendine. Dışa vuramadığı iştah arayışında hep o mahkumun açlığı öne çıkmıştı. Genç kızlara ağıra gelmiş, olgun hanımlara ise toy kalmıştı. Ortasını bulamadığı bir yolculukta sağa sola savrulmamış ama içi solmuştu. Kuruyan damarlarında delice dolaşacak hayat öpücüğü arıyordu. Meçlinin öpücüğü hayat değerdi.

Bir ömür verdim sana, başka ömrüm yok ki. Anladıysan güzel. Meçli karnı doymuş, ağırdan alan gayet kibar erkekler beş dakika sonra aşk meşk diye tutturacaklar endişesi ile hep aç yatmıştı. Temkini elden bırakmayışı erkeğin de aç yatmasıyla orantılıydı. Aç açına yatılırdı yatılmasına ama uyunamazdı. İçindeki genç kız çok oburdu oysa. Dışa vuruğu doygun tavır, tok görünme hastalığı bedenini kemiriyordu. Teni ilaca hasretti yüksek dozda almalıydı. Kırçıllının çıtası hayat kadar yüksekti.

-          Bütün kaslarım ağrıyor. Pelte gibiyim.
-          Ben de.
-          Yaşlılıktan benimkisi, senin ki zevk.
-          Aşk olsun, bu yaşta ihtiyarlamak.
-          Bedenim değil belki, beynim.
-          Beynini aç bana.
-          Beynim aç sana.
-          Beyimiz görmüş geçirmiş okumuş ya vücuduna kafayı  takıyor.
-          Hayır, senin vücuduna.
-          Nasılmışım?
-          Kıvrım kıvrım kıvrandıkça sen dipdiri taptaze, alt dudağın titredikçe kırmızı kırmızı bal gibi.
-          Sonra .
-          Sonrası, korkuyorum.
-          Ama neden?
-          Saçma sapan gelecek, belki aptalca.
-           Evet  gelecek, lütfen sus.
-          Neren ağrıyormuş göster bakalım öpeyim geçsin, öpeyim iyileşsin.
-          Masaj istiyorum.
-          Mesaj anlaşılmıştır.
-           Biliyor musun senin zarif, kıvrımlı, inkar edilemez şahaneliğini.
-          Evet.
-          Bende ne var sanki seni çeken.
-          Vücudumu övüyordun.
-          Ele geçmez bir terkedilmişlik akıyor vücudundan, tam tutacağım anda avucumdan kayıyorsun, o kayışı seviyorum.
-          Yoruyorum yani seni.
-          Hayır, acıktırıyorsun.
-          Evet şimdi yemek zamanı, doy ve doyur.
-          Mis kokulu vakitler çaldım senden, sıhhatini, tadını, lezzetini,hırsını hayal ürünü emanetlerini ezbere, hafifçe ve keyifle.
-          Tecrübelerini meze ettim kendime, iç dünyamın kısırlığını yok ettim bedeninde,en sağlam delilleri kaybettim dehlizlerinde ve sen hala  ...
-          Evet hala, hale yola koydun beni, dert ortağım olsun.
-          Hayır, seni dertlerime ortak ettim.
-          Yersiz üzülüyorsun, hoş yanlarına baksana.
-          Ne yana bakayım. Ne yana baksam koskoca sen, üstüme üstüme yıkılıyorsun.  Yüreğim küflü benim. Lafı nerden nereye getireceğimi bilemez pişmanlıklardayım.
-          Pişmansın yani benle.
-          Sakı yanlış anlama keyfine varamıyorum. Yaşını başını almış gibi bir dünyaya düştüm. Düşkün bir sevgiliyim uzaktan kumandası bozuk.
-          Uzaktan kumandan idare eder, kanalları iyi zaplıyor ve sen iyi bir zapçısın.
-          Kanal kanal dolaşıp en iyisini aramak yordu beni, çağrısı boş ,tuşları silik penceresi, kitabı boş yoksul bir ruhum ben, halim yok.
-          İki çift laf edeceğim ve görüntü kaymayacak iyi dinle,  seni seviyorum ve ben de.
-          Ben de değil, seni seviyorum demeyi öğreneceksin artık, herşey sevmekle başlar ve açım.
-          Aç mısın?


Gençlik resimlerini göstereceğin kutuyu açacaksın önce. Dışarıya açılan gözetleme ve gözetlenme deliği budur. Çekinmeden tüm çelişkileri fotoğraf fotoğraf dökeceksin kucağına. Resimlere karşılık gençliğini isteyeceksin. Çekiciliği bir kenara koyup sonra yaşamını çekeceksin en iyi verdiği pozla. Ve o poza bakıp büyüyecek, büyüteceksin. Okutacaksın kıyamayıp atamadıklarını. Boyayacaksın siyah beyaz resimleri. Al dudaklı gelin sen olacaksın genişlemiş dünyama deyip, hiç aklına gelmeyecek biçimde getiremediğince rahatlayıp rahatlatacaksın döne döne bakacağım, yana yakıla okuyacağım artık sensin, diyeceksin gençlik resimleri kutusunu açtığına. Ve ne süslü kilitlerle kitlenmiş kutular açılacak önüne. Hep tek başına olanları seçip bir albüm hazırlayacaksın kendine. Şahsa özel tapulu maldırdan çıkaracaksın hayatın gerçeklerini, gerçekten acıkıyorsan eğer doğru yoldasın. Acıkmayı öğreten, açlığı birebir yaşamaktır.




-          Açım.
-          Ben de açım.
-          Birlikte sofra hazırlamalıyız bir gün.
-          Kimin evinde?
-          Farketmez.
-          Artık farkeder, farketmeli.
-          Aç mısın diye sormadın.
-          Evet.
-          Direkt açım dedin.

Kırçıllı adam ve meçli kız sözlere dayalı dayanışmayı tezgahlarından kaldırdılar. Üçlü  çekişmelerin galibi henüz ortaya çıkmamıştı. Şimdilik birbirlerinin kalmaya yemin ettiler. Bir ilk yaşanmış, iftiharlık olmuşlar, seyir defterine kaydetmişlerdi. Sevinç, şaşkınlık ve gurur kol kolaydı. Gözleri yaşaracaktı gecenin doğru karar olduğu ıspatlanana dek. Yıldızlar bir bir çökerken gecenin ümüğüne keşke diyeceklerdi keşke. Önemsiz görülen kazanımlar önemlendiyse performansı da açıkça etkilerdi. Koşmak istenip de koşamayınca cinsi latifelere sığınmak da işi çözemezdi. Türkçe’ yi iyi ve güzel kullanarak nasıl stres atılamıyorsa. Biraz terbiyesizlik şart. Kırçıllı ile meçli yarışı. Uzak ara birlikte kazanabilirler. Önemli olan birinin diğerinden pos pos farkı olmaması. Eğer ödünç alınmışsa yaşamlar, doya doya yaşanacaksa şuh modelin yüzündeki karamsarlıklar ikisinin de yüzü ışıyacaktı. İçleri dışına varacaktı güzel güzel. İyi niyetli duygular öndeyse ve yıllar içinde hevesler şıp diye değişmeyecekse gözleri gülecekti gecenin.

-          Sakın içme.
-          İçmeyi bıraktım biliyorsun.
-          Ödülümü eşimle birlikte almalıyım.
-          Tek kelimeyle de açıklanabilir yaşam.
-          Harikasın gözüm açık gitmeyecek.
-          Gitmeyeceksin demek.
-          Karşıtlığın kazandı yani.

Kariyerde dümdüz direnmek de var, direndikçe ve diledikçe hedefe ulaşılır. İnsan olarak anlaşılmak en iyisi yine de. Kör düğüm ayrılıklarda var kaderde. İç içe geçmişsindir içtenlikle ama bütünleşemezsin. Tamlayamazsın macerayı. O hüzünlü, en hüzünlü saatlerin gelgitleriyle kopuk düşersin anılardan. Bulutları seyrederken hayatından bunalıp sıkıcı ve pısırık olamaya isyan edersin. Nasıl oldu da hayatı taklit ederek romantik ilişkileri bozdum dersin. Hayatın zevklerine duyulan aşırı iştahı ölene kadar taşırsan eğer, ölüm gecikir. İlk geceden sonra her gece tencereler dolusu lezzete ısrarla kaşık sallarsın. Savrulduğun kabuslar açsan eğer ve eşlik edecek açlığa sınır tanımadan deva olacak bir masalcı bulursan kabus olmaktan çıkacak. Hasret duyulan bir kucaklaşma ile yeni bir hikaye başlayacak. Çünkü uzun zamandır haber alınamayan bir yaren gelirse yaralar kapanır. Geleceği üstüne tahminler bile eğlenceli olabilir, sürprizler kapıları zorlar, gözde büyütülen yaşam kolaylaşır ve zihinsel üretkenlik kafatasını yoklar. Belki sorunlar çözülemez ama birini ikna etmek en güzel şeydir, zordur evet ancak ikna edemezsen o soruyu asla o kadar içten, doğal ve reddi zor bir teklif gibi soranı bulamazsın.

-          Aç mısın?

Hiç yorum yok: