Kevser suyundan içti iktidara
geldim.
Efendiler sabah olunca kim ne
yana dağılırsa dağılsın. Dengesi bozulmuş doğanın, üst tabakası yanmış, ölü
bölgede yaşıyorum. Hafif kızarıklıklarla gün yüzüne çıkan sedef izi bırakıyor.
Ve sen gelmiyorsun, içi su dolu irin dolu keselerle yaşamayı bileceksin. Hatta
büzüşeceksin hiç kimsenin yaşamadığı topraklara, derin derin, ön yargıyı
dikerek daima şüphe biçeceksin çayırdan. Akıllanmak ne dersen, akıllı
görünebilme çabasından uzaklaşmak derim. Minicik mantosuna sarılmaktır ümidin.
Etrafta imha edilişin bölük pörçük hatırlana ama asla hatırlanmak istenmeyen
ipuçları var.bıraktığında kabuslara kaçışı, söz edersin doyasıya. Taleplerin
iyice azaldığında ilişkinin çok normal olduğunu varsayarak, daha fazla ailevi
neden ararsın. Bu direklerde sallandırılası hayat senindir ama aile başkasının.
Diğer araç gereçlerle ikiye bölsen de dünyayı, bölünmemişlik kısır döngüye
vatan olmuştur. Güncel denemeler kime yar olacaksa olsun artık kökeninde mülk
sorunu var nasılsa. Ben kevser suyundan içtim, iktidardan oldum.
Doğruları korumak adına özür
diliyorum. Sakın korktuğumu sanma. Yaralar nasıl sarılacak bilemiyorum. Af
dileyişim ondan. Yılların ardından eski dost buluşması sevinçleri yaşamak
istiyorum artık. Ne yapacağı belli olmayan meydan okur tavrı bitmiş, darbeci
bira baş ağrısına tutulmuş dostlarımla kucaklaşmak. Geri döndüklerinde
iktidardayım, hala ordayım demek. Müthiş dokunaklı bir söylevden sonra ilk
askeri darbe ne zamandı diye sormak, sıra dışı devam etmek sonra; boş yere
rahatsızlandım. Öksürüklerle tıkandım. Boğazım zedelendi. Sinirlerim gergin ucu
iltihaplı, şurubumdan içtim, ilaç draje draje. Hemşireye delice bağlandım,
güçlükle yürüyordum. Bir imsak vakti şehir şehir avare dolandım, zihnim
yolculuğa çıktı. Sonra geri dönmeyişleri sorguladım. Cevaplar ıssız bir
adadaydı. Kendimi ona adadım, vahşi ormanların güzalliğine, mavi göllerin
gizemine hayran kaldım. Süs kabullendim erkek kılığında dolaşmayı. Gücenmeden,
güçlük çekmeden üstesinden geldim güçlüklerin. Tuhaftı herşey, bu boyut bakırdı.
Tarafsız gözle önümde uzayan vicdansızlığı izledim. Gözlerime katarakt indi,
kulağım ağır işitiyor. Eşyanın tabiatına aykırı ama bir öğle vakti hiç ummazken
başardım. Başımda ıslak bir ağrı kuru kuruya ağladım. Hatalardan dönüş altıma
yattı, özür dilerim sizleri bulamadım.
Gül mevsimi belgratkapıdan yola
çıktım. Şehrin bütün müzelerini gezdim. Arzuları kısıtlayıcı bir anahtar vardı
elimde, emelim üç öğüde de katıksız uymaktı. Gençtim, güzeldim, acemiydim
demedim afişler astım. Kasten yaşadım o geceyi, bilmeyen kalmasın. Umutsuzca
direndim çünkü kendimi dışlanmış hissettim. Tasarım dışı bir güzelliğe uyandım,
evet o an dostlarım acı çekmeye başladı, tarihte bugün ne var desen, uzun
yıllardan beri diye başlarım. Ne hakimiyetler gördüm ve bağımsızlığa yamandım.
Artık büyümüştüm, sevgime karşılık veremeyen dünyalar küçülmüştü. Olayları
iyice hafife alan donmuş dünya, gelecekle ilgili umutlarını, egsoz dumanı kusan
şehirlere bırakmıştı, kusursuz ama şımarık günlerdi. Geleneksel kavramları un
ufak eden suçlulukla ilgili absürd bir komediydi havai mirasçımız. Öldürücü
detaylarla övülen biyografiler döktürmekte ısrarcı gizli hayranlar çıktı ortaya
birer birer. Canımı sıkan sahtekar iddialar fikrimi değiştirdi. Beklenmedik
çapraşık üçlemeler, o günle olan garip bağımı kopardı. Çeviriler yaparak
amaçsız, tüyle ürperten karanlığa dümen kırdım. Ağır ve tanımlanması zor devrin
ihtişamı etkisini yitirmekteydi. Uydurmacaya işte o zaman son verdim. Kirli
aldatmacalar su yüzüne yeni yeni çıkıyordu. Ayırt edilemez sahtecilik midemi
bulandırdı. Doğum günümü hatırlayan bile yoktu. Eşsiz becerilerimi
gösteremeden, yavaş yavaş göz yaşartıcı hikayelerin içinde ölüyordum. Herşey
yolunda seyrederken ne olmuştu bize.
Çitlerden atladım. Peynir
gemisini şen şakrak yürüten laflara kemik attım. Gemi söz denizine demirledi.
Sindirimi zor vefatlarla yeniden doğdum. Gül mevsimi çifte gökkuşağının altında
istilaya uğradı. Hiçbir şey insanoğlu kadar yükselemezdi ve alçalamazdı.
Haberleştiğim dünyalar kasten izlerini karıştırdı. Antlaşmalar alakasız
meşalelerin arkasından yürüdü. Meselelerle aleyhte uğraştı vasiler. Son bir
sınavdı, sınav heyecanı hiç yaşanmadı, nane şekeri emilmedi. Ilık suyla gargara
yaptım. Önce ağzımdaki yabancı şekerin boyası çıktı, tadı şekerden şeker oturdu
kaldı mideme. O hizaya asla yükselemeyecektim, inandım ve mönüde ne varsa tatlı
tatlı yaladım. Sahibi olduğum birkaç parça anı bile elimden alındı. Herşeyimle
bu gidişi durdurmak isterken, tabiat için kolay lokma oldum. En nihayet
görünmez bir kazada, duyularım sonrasını ve öncesini hatırlayamaz oldu. Oysa
terketmeye hazırlanıyormuşum erkeği erkek yapan şeyleri. Esas aşağılanma ondan
sonra bitirecekmiş bunca emeğimi. Hayret edilesi biçimde uyandım. Maruz
kaldığım muameleler dünya utanılasıdır, dünya utanç içindedir. Adaletsizliğini
vurdu yüzüme, kırkına yanaşmış bu kibar sessizlik, her dileğin hayatta
olamayacağını ancak öğretmişti.aradaki uçurumu cesaretle atladım. İki yüzlü bir
darbe daha yemeyecektim. Manşetlerde biriken kılık kıyafeti perişan umutsuzluğu
bu sayede okumayacaktım.
Sorunlar arttıkça sana
bağlılığım azaldı. Filizkıran fırtınalarına direncim de. Hizmetler sattım,
hizmetler satın aldım. Dört yanım patates kafalarla kuşatılmıştı. Şahsi
eşyalarım çantamın içindekilerden ibaretti. Beşiğim, kafesim, saksılarım
paramparçaydı. Yerel yolculukların arefesinde alışkanlıklarımdan başka hiç
eşyam kalmamıştı. Islah resminde yaşamaya mahkumdum sanki. Doğanın vicdansız
doğası, bu dünyaya ilişkin büyük düşlerimi çalmıştı benden. Bozgunu atlatınca,
ümidi yarım yolculuğumda kötü huylar edinmeden, en ayıp sundurmalara uzandım.
Görgüsüzce yüklendim gizli sözlerin gizini çözmek için. Duymak için asla eşik
gibi oturmadım. Önümde ne varsa yetindim, masa benden fakirdi. Kapı dinlemedim
yani, şahidim vicdanım. İlkbahar yaz, sonbahar kış, dört mevsimi de zerafetle
karşıladım. Huşu içinde varoluşumu sağlayanlara, a dan ataya kadar
büyülenmişçesine dua ettim. Mevsimlerin gücünü, gülüşünü içime sindirerek hayat
direnmeyi öğrendim. Bağlandığım azalma hangi mevsimleri nasıl yaşarsa yaşasın.
Uyanış mevsimi açıldı dünyama, ayalma günlerim takip etti ayarsız duygularımı,
şaşılası biçimde rahatlamıştım. Artık pek fazla gülemesem de içim ay
aydınlıktı. Sırtıma konan tas küfesi, benimle aynı kaderi paylaşıyordu ama
hoşnuttu. Hoş, bu dingin ve farklı öyküde, meselelerden toptan sıyrılmışlık da
yok. Kimsenin kimseye bağışıklığı da yok. Uçurumdan aşağı itmeden önce tutkuyu,
dokundurmalar var sadece.
Enfarktüse yakalanmışsam, damar
sertliğim varsa, aruz vezniyle hece veznini harmanlamışsam, kolestrol oranım
yüksekse, kahve, çay molasındaysam gün boyu şekersizinden, mezun olamamışsam
hayattan, rüyalarım varsa gerçekleşmemiş, tertemiz hava şehit olmuşsa bu zalim
şehirde, anmaya gün, yazmaya günce kalmadıysa seni, Türkçe resmi dil kabul
edildiyse, her gençlik haftasında bir o kadar ihtiyarlamışsam, yerli haftasında
bir o kadar yabancıysam, en kestirme yolu söyler misiniz bana? Kırk basamakla
çıktığım teras katında ters yüzüm. Uyumak uyanmak, uyumak uyumamak istiyorum
artık, yardım eder misiniz bana? Görüyorum semada şarap renkli sevdalar. Basit
el kol hareketleriyle anlatın bana, sıra dışı müzisyenlerin çaldığı müzik
eşliğinde. Çarpıcı görüntüler ekleyin en can alıcısına varıncaya kadar, duvar
yazılarını da kullanın cezbedici. Mesajlarla tıka basa dolu mekanları da
kullanın, tuhaf tipler serpiştirin oraya buraya, nükteci kisvesine bürünmüş
kahramanlar da olsun. Ülkenin her köşesinden getirilmiş birer denek dursun
karşımda, yalnız başına yolculuğu sevenlerden birkaç adet. Sevmeye, sevilmeye
acıkmışları da unutmayın, çıplak durup ilk gün sevişmem diyenler de bulun,
mağaza vitrinlerini sadece izlemekle yetinen bir grup daha, kabuğuna çekilmiş
ama günü gelip gözünü kırpmadan kıracak bir kız, bir oğlan.
Daha ne olsun, bulun işte
bulabildiğiniz kadar. Siz anlatmayı bırakın sonra. Onlar bana doğaçlamalarla
anlatırlar. Biraz sohbet çekiyor canım. Yolu bir yerde bir şekilde
kesişeceklerin ihaneti yada intikamı deyin veya ne derseniz deyin çekilin.
Minik ressam, boya bakalım sevgiyi ne renk istersen. Ödün kopuyor fırçalarından.
Korkma, en geniş ve en yumuşağını seç. Boya bakalım beni. Sizler anlatın
faniler, boya çocuğum sen. Alçak masanda resim taslaklarının arasında bir zarf
var, içinde bomboş dünyam, ne bir telkin, ne bir isyan. Sadece ısrarınla
renklendir hasretimi. Minik ressam, göğsüme şarap renkli sevdalar çiz ve boya,
durma ...
“ VEREN EL, ALAN ELDEN YÜCEDİR.
“
Mevsimsiz soğuklara batmış
denizim. İçin için kaynamakta üçlü buluşma. Yollar kesişmiş, yollar kesilmiş,
mavi kandiller suikasta uğramış. Kıyıya demirlemiş gemi, denize sinmiş zırhlı,
başarabilecekler mi? Karanlıkta yabancı gemi şarkısını taşır mevsimsiz
rüzgarlar. Torpille öğretilmiş geceye, iki dakikada bir başa sarar duygular.
Soğuk ama akılcı. Bu çelişki niyedir sorgulanmaz. Gerçek üstülük gülünçleşir ve
o gün doğum günümdür. Sürpriz partiler istemem. Terfi etmişim gayet baştan
çıkarıcı hapsoluşlara. Veririm, almam, yücelirim aksaklıklara, hatalara rağmen.
Başıma silah dayanmıştır, aldırmam. Minik ressam nasıl olsa boyar ...
Bu durgunlukta kim paylanmış.
Asırlardır beklediğim kılınç, o keskin kılıç, ruhsuz bie ışıkla aydınlatılmış.
Gerisin geri usta manevralarla savuşturulur öldürücü hamle. Kalkan parçalanmış.
Gürzü indirdiğinde yoksulluk afallar. Kurtulduğun darbe bir sonrakini
beklemektir. Türk evlerindeki sıkıntı aynı sıkıntı. Gönül evine sunduğun
armağanlar, çam sakızı çoban armağanı, demir
kestanelerle yarışırsın da olmaz. En etkili seçim ne dersen, her gün
yeniden doğmaktır derim. Bir gün anlarsın yorgun, yıpranmış görünüp üstelik
kötüysem, geçimsiz biriysem, çekilmezsem kınama. Şahidim vatanım. Minik ressam,
yoksulluğa karşı varsılı çiz renk renk , desen desen, bir bakışta anlaşılmaz
biçimde boya. Boya ki yaşayayım. Varsay ki ölümü yaşıyor ve yaşamak istiyorum.
Basit bir yaşam sürmeye davet edildiğimde sen yaşlardaydım. Farklı cinsler
tanımamıştım daha. İnce duygu oyunlarının hiç farkında değildim. Toplumsal
kurallara uymak zorunda hissederdim kendimi. Aşkın ve dostluğun deneyimini
içimde saklı tuttuğumu asla bilmeden. Bir gün en etkileyici biçimde dışarı
kaçıverdi bastırılmış arzularım, duygularım. Reşit olmadan daha en aykırı
mahremiyetin sıcaklığında doğdum. Kusursuz çiftleşmenin hevesle peşinde
dolanarak büyüdüm. Bir geceliğine de olsa yaşanacak başka hayatlar buldum.
İşler iyice karıştı. Elimden gelse durgunluğumu paylaşmazdım.
İyi göründüğüme aldanma, iyi
olduğuma inan yeter, inanın. Bugün neden bayram sorma. Fıkralar niye neşe saçar
diye de. Derinlikli bira miras bu, kaderi yönlendirebilmeyi ele alıyor. Herşeye
sırt çevirilerek iflastan kurtulunamayacağını ele veriyor. Dolambaçlı yolları,
alakasız bağlantıları değil. Sınanan duygular tesadüfler eseri sevgiyi bulur,
kaçamaklar ayrılmayı tetikleyiverir. Yollar bir kesişip, bir ayrılır, hayatlar
aynen, bir daha asla o meyveye dokunmam çekingenliğiyle, hızlı ve zekice ama
karakterli devam eder. Asla kötümserlik olmaz. Gecikmişim yoluna kurban, geçmiş
gitmiş bizden ustam özgüveniyle duygular ifade bulur. Horto da doğmuş, asma
kilitsiz kapısuzda ölmüş derler ve hemencek oraya defnederler. İşte fıkra bu
kadar.
Defne yaprağı limon kabuğu
takviyeli. Ne hazırladıysan yerim son nefeste bile. Öleceğimi öğrensem, şu
vakit diye kabullenirim. Eşlik etmeni katıyyen istemem. Öldürücüyü, bir yaz
başı kasvete kapılmadan, bir deniz sahilinde beklemek isterim. Güpe gündüz ve
denizin kıvranışını seyrederek. Gece ölümleri bozara beni, yorar. Bedenimdeki
izlerini bir bir yok ederim, çöküşünü hızlandırırım vücudumun. Kollarımda,
bacaklarımda, el ve ayaklarımda uyuşmaların başlamasını önemsemem ama
vahşiliğin yakamdan tutup, boşluğa iteceği beynimdeki uyuşmayı ve üşümeyi asla istemem. En inanılmaz kaynaklara
inanılır da, bu terkediş destanına güvenilmez. Kaç yıl yıkılmadan hüküm sürer
ki şatafat. Yüz yılı bulan kaç kişidir allaseversen. Şatafatı bulmak için de,
hükümdar kızıyla illa da evlenilmez ki. Şairler hep yalan söyler, inanın yalan.
Latin harflerinin aslını da inkar etmesi boş. Alfabe asıl ehliyetsiz,
liyakatsız ellerde bozulur. Şairle birlikte o da ölür. Kırılır karlı dağların
beli. Söz cevheri yataklarında amele olunur. Cana yakın ve çarpıcı etki uğruna,
ömürler heba edilir, doyumsuz ilişkilerle sallantının geçmesine duacı olunur.
Üstelik varsayılan muhabbete ulaşamayınca uzuvlar, büsbütün kızılır. Hararetle
dövülen demir o geceyi atlatmak üstüne, alet edavattır. Yolculuğun sonu
başlanılan yere dönmektir.gencinden yaşlısına bu nankör oyun oynanır ve kadife
perde usuletle iner. Yalan ne dersen en gerçek hazine derim. Dünya dolusu
iyilik, güzellik, mücevherat, büyük İstanbul depreminde cenaze merasimi yapılmadan
gömülen şiirler dipdiri. Şiir ne dersen, can derim, canan, ölüm ne dersen, şiir
gibi yaşamak. Göğün altında ara sıra bulutları tıkanarak, denize karşı, düş
tanrısının gözü içine, küçük kaçamakları gece yolculuğuna çıkararak, sevişmek,
yeniden sevişmek, kucağında kelebekler, şölene gider gibi sevinçli, bu gök bana
yetmez diyerek bekleme, sıfır noktasındasın, vakit yok, bahisler kapandı, masal
treni son yolcusunu arıyor, güvenilmez öldürücü yanı başında.
Ortasına fıstıklı karışım
konulan şekerpare tadında kurulmuşum. Ne söylerseniz kabulümdür. Ey şair söyle,
minik ressam çiz, fıkracı güldür, öldürücü sen şöyle dur. Sözcük dünyasını
fethinizi alkışlayayım, tablonuza en tumturaklı bravoyu çekeyim.katıla katıla
güleyim sululuklara. Biliniz ki ellerim ikinci dereceden yanık, diş macunu
sürmüşüm ellerime. Artık göremiyor, göremeyince de gülemiyorum. İşitmiyorum
dilimin söylediğini.
Talaş böreği yiyorum telaşla.
Yağsız dana etli. Kısık ateşte pişmiş, nemli tepsiye yerleştirilip üstüne
yumurta sürülmüş ve orta ateşte fırına yerleştirilmiş, hayat işte bu dünyadaki
işlevim tamam. Oysa kızım olursa şu ismi, oğluma bu ismi takacağım diye daha
çocuklukta isimlerden isim beğenmiştim. Belleğimde el ele tutuşan iki çocuk,
aynı seçtiğim isimleri bağırıyorlar ve beni çağırıyorlar. Gideceğim mekan
şahsıma müjdelenmedi ama dünyayı önemseme, sırtına saracak kadar zenginlik
yeter sana diye öğütlenmişti kulağıma. Öğüdü sıkı sıkıya tuttum, tuttuğuma
inanıyorum, kabulümdür herşey. Gecikmeye kızgınım sadece. Evet, talaş böreğimi
bitirir bitirmez yok olacağım, gittim gideceğim. Ellerim yanık demiştim ya o da
senin sıcaklığının eseri, benimle yolcu. Balkonda duran bambu koltuğa şöyle
iştah kabartarak yaslanacağım. Baharı daha bi sevin söz mü, sunduğu özel
fırsatları yeniden gözden geçirin. Evinizi, odanızı renklendirin. Taksit taksit
yaşamaktan vazgeçin. Zevkinize göre dilediğiniz rengi yaşayın, yaşayın ki
baharlar küsmesin. Garantisi yok küçük evinize dolan sürprizlerin
sürekliliğinin. Göz ötesindeki yaşamı keşfedin ve keşfettirin. Sanatsal
seçicilik bir yana tümüyle fransız kalmayın bütünleşmeye. Bütün bütün en üst
seviyede yaşayın ve yaratıcılığınızı kullanın, bir nebzede olsa hepimizin
içinde var. Evet, bambu koltuğa yaslandım. Gelecek öldürücü dosta tok karnıma
merhaba diyeceğim gözüm tok gitmek için.
Bir parça pamukla aklım
tıkansın istemiyorum. Aksın suyum koya, denize. Selin önünde duramazdım ki bir
başıma. Sayım suyum yok ama gelecek bahar hatırlanmak en baba dileğim. İstersen
olurmuş, istiyorum. Yaz başı güneşlenmeyi telaşın bittiği günlerin sarı
sıcağında her gölge altına sinerek sivriliyorum. Bir sivri dilli ölmüş
diyecekler. Oldun varsın. Ev halkı ne derse desin iptalimi istiyorum çifte
minarelerden. Taputumu havada asılı tutan hürmeti, kerevete sığmayan
mahremiyeti. Adam olana çok bile.
Kevser suyundan içtim, iktidarı
göremedim, itibarım zedeledim. Dostlarım cenaze görsün gözünüz. Efendiler
ardımdan ne derseniz deyin. Sabah olunca kim ne yana düşer, dağılır anlarsınız.
Dengesi bozulmuş doğanın renkleriyle harmanlanır çamlıklar ve bendeniz dört bi
yana dağılmış yakarılarla, çiçek çiçek güneşe dönerim soluk yüzümü ...
“ SIFIR İKİ OTUZ
YAŞ KEMALE ERMİŞ OTUZDOKUZ
BEN VARIM
SENLE BEN VARSAK BİLE YOKUZ
KARIŞSA DA KOKULARIMIZ
BAKIŞMALARIMIZ YASAK
BEDENLERİMİZ KAVRULSA DA
PARMAK UCU FELÇLİ
SEN NARIM
NARDENKLER SUNDUN YATAĞIMA
YATAĞIMDA İLENÇ
UÇ MAYIS BÖCEĞİ UÇ ... “
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder