Yedilik depremler yaşarım
Yıkılır, dökülür, ölür
Enkaz gibi olur
Es kaza şiirlerde
Yaşarım.
Kalmasa İstanbul, sen, ben
Kalmasak hiç
Her gülen yüzde biz
Güz gibi güzel
Es kaza isyanlarda
Yaşarım
Kalmasa memleket, ten, ben
Kalmasak hiç
Her gülen yüzde sen
Kız gibi kız
Vız gelir ölüm, arşa sığmam
Yedilik depremlere şaşarım.
Pederşahi
Pederşahi
Pederimin asasına
Validemin gözünün karasına
Bacımın özverisine
Büyük biraderimin tuttuğu sıfır
üç sıfır beş nöbetine
Küçüğünün desteğine
Ahretliğimin inceliğine
Ömrümü adasam azdır, ömürler
gerek bana
Ömürler gerek bana
Pederimin alesesine
Validemin biricik göz damlasına
Bacımın üzüntüsüne
Büyük ve küçük biraderlerimin
umuduna
Ahretliğimin ahretine
Ömürler gerek bana ömrüm adamak
için
Bir ömrüm var yüz ömre bedel
Tanrının yasasına
Pederimin, validemin dünyasına
Kardeşlerimin rüyasına
Ahretliğimin ahına
Peşinen adarım, azdır ama
gönüller gerek bana.
Yaver
Yaver anlat bakalım İstanbul’ u
Karpuz sergisinde Diyarbekirli’yi
Semt tulumbacılarının tatlı
yiyişini
Koyun koyuna uyuyan cumbaları
Esmeden hava gürleyen çadır
yangınlarını
Fındık, fıstık, çitlembik
gecelerini
Çocuk gözüyle seyrettiğin
sinemaları
Filmlerdeki sevinci, ihtişamı,
gizemi
Demek İstanbul eskidi, eskidendi
şehirlilik
Yarı sökülmüş dekorlar önünde
kostümlüyü
Perde arkasından vuran ölgün
ışığı, ölüyü
Sarı parlaklıkta uzayan nazik
elleri
Yüksek kaldırımlarda dalgalanan
renkli çamaşırları
Anlat ki zayıf hafızam gözlerini
açsın
Önümde kırıtıp giden benim güzel
İstanbulum mu?
Bir haller olmuş yaşamıyor
cumartesileri
Kağıt üstünde hayıflanışın yalan
Peki sonra benimle yatar mısın
İstanbul?
Ne demeliyim son söz yerine özellikle
sen
Övgüler hayatımın devamını hüzne
çeker
Çile nar renginde bir ufuk
resmini
Denizde yakamozla söyleşen sima
eski bir dosta ait
Tanışıklık vermesen de olur
karşıdan karşıya
Yarım yüzyılımın İstanbul’ u,
seni tanıyamıyorum
Kırk merdivenle çıkılan içtenlikteyim
Ya anlat ya ver bakalım şahbaz
İstanbullu’yu
Kendi halindeki şehir
Kendi halindeki şehir
Kendi halime bırak beni
En akıl almaz insafsızlığa terk
et
Kaçışların kucağına it
merasimlerle
Temiz havaya yıllarca hasret
bırak hayatımı
Adını hatırlıyorum umudu kül
olan, kadını
İri yeşil gözlerini, kızıl
saçlarını
Bizbize kalsak bir daha geri
dönmesek deyişini
Ellerimde gecikmiş hayat var.
Yine o şehre gitmek istiyorum
Seni okyanuslar yıkarken
Dünyanın burasında ikimiz için
durdum
Kendi halime bırak beni diorum.
Bir adım öne çık ve bir şenlik
günü terk et
Haykırışın kollarına git altın
sarısı
Maskesiz çehrene yıllarca hasret
bırak
O leylak kokusunu hissediyorum,
kuruyan leylayı
İri yeşil gözlerini, kızıl
saçlarını
Kıyamet kopsa sabırla son rüya
gözlenir
Ellerimizde salkım salkım
kararmış hayat
Yine o şekilde beklemek
istiyorum.
Kocaman düş
Küçücük bir kitabevi açmayı
düşlermişin
Okuyup okuyup satarmacasına
Çiçekevi gibi kokan
Beyoğlu’nda.
İstiklalin sol tarafı olsun bari
Moda simitevlerinin birinin
yanında,
Kitapçılara yaptığın çörekleri
ikram edersin
Ev yapması, el işi, emekten yüce
Kırılmaz camdan tezgahında.
Açtığım küçücük kitabevine hergün
düşermişim
Gün gün teker sayfa okumacasına
Ederini ödemeden kasaya
Yazdıklarını hatmederim ben,
kızma yok
Beyoğlu’nda.
Çiçek gibi kokan,
Tenini hissedersem sol tarafımda
Beri dönemem yüzümü, meğer ne çok
istermişin
Kitap seven bir kadın
Sıradanmışçasına küçücük elli
canıma okuyan.
Sırılsıklam ışıkları teras
katında açan.
Küçücük bir kitabevi açma düşünü,
Beyoğlu’nu, İstiklal’in solunu
Ve çiçek çiçek kokan soluğunu
Meğer dünyalar kadar kocaman
severmişim.
Ateş dansı
Anadolu’dan başladı ise ateş
İstanbul’uda yalar yutar
Kollarımda ölmüşse de vatan
Küllerinden doğar inan
İşgale uğramış limanda bir çift
mavi yürek
Kuklalar yüklenmiş gümüş gemilere
Martıların şaşkınlığı
kanatlarında gizli
Kıyıya vuran dalgalar rüya rüya
Kara örnekler istemiyorum artık
Baştan çıkaran eğreti tabirleri
de
Devrilmişim öz evladımın kucağına
Şakağıma dayalı öpüşler kupkuru
Anadolu’ ya başladı ise yolculuk
İstanbul’dan akan sular, yollar
Kollarımda ölmüşse de sevdan
Karadeniz’den çağlar topal topal.
Unutkanlığıma
Seni neden unutamadığımı
biliyorsun
Biliyorsun bende kalan yanını
Armağanların en değerlisini
sundun ya
O gün bugün hep sustum. Yarın da.
Yarım ağız ayaklandırdın canımı
Darmadağın günlerimi süsledin
Kızamıyorum sana, kendime, ait
olmadığım şehre
Seni soluyorum diye katlanıyorum
biliyorsun
Biliyorsun bu şehre
dayanamadığımı
Dört yıl geçmiş aklıma elin
değeli
O gün bugün her dostum yakında
Yaşım otuz küsür, dellendirdin
canımı
Darmadağınık gönlümü süsledin
Doğduğum şehre, sana, kendime ait
olamıyorum
Seni söylüyorum diye horlanıyorum
biliyorsun
Biliyorsun bu şehre doyamadığımı
Sana doyamadığımdan unutamadığımı
biliyorsun.
Çılgın şarkı
En çılgın gökyüzü sende İstanbul
Yedi tepene çakılan haberler
bulut mavisi
Jenerikte o bilge ses, hıçkırıklı
Caen’de, Dublin’de, Riga’da gecikmiş
nefesler
Uzak diyarların şenliği
Çınaraltı’nda çaylıyor
Nargile fokurtulu, tarihi hamamlı
çarşı
Türk lokumlu, şiş kebaplı, yeni
rakılı
Çiçeklere boğuluyor Taksim
Üst üste insanlar ayni şarkıda
Bu kabına sığmaz öfke senin
İstanbul
Ödülümü arkadaşlarım alsın, öldüm
ben
Mayıs sıkıntısı vurmuş gecelere
arsızca
Kısıtlama ay şehrimi zamansız
ölümler
En kırmızı yalnızlık sensin, aşk
kırmızısı lakin
Şimdi festival zamanı, balayı,
nikah, nişan
Olası her yol denendi, dilsizim
Binbirgeceden çılgın seni gidi
İstanbul.
Oralara isim lazım
Kusursuzca ismini koydum oralara
İmkansızca derinliğini hissederek
İnceliğine tanımlamak en zor
yaklaşım olur
Çalgılar eşliğinde turladım isim
isim
Güz akşamlarını benden sayarak
Bir ziyaret ki senin için
bestelenmiş hüzün
İdeal bir bağlılığı içermekte
isimsiz kayıtlar
Gençliğimde tasarladığımı
ihtiyarlığıma yakın
Yetiştiğimde dönmüş olacaksın
oralardan
Sonra yaşanılan döneme özgü
davetler
Minyatür aşklar yaşandı bitti,
izleri ortada
İzlenimlerim hatırlanması gereken
dolulukta
Virtüöz gibi harmanladım ismini
tuşlara
Şafakla çağlayan gaye dolunaya
küstü.
Tıknaz uzun ömürlü bir iletken,
bir hayaldi
İsmi kusursuzluğun dağlarında
kazılı
Oralarda bir ben yokum isimsiz.
Unut gitsin
Unutmuşum o diyarlarda kendimi
Gerçeğe yoksunlaşırken dilim
damağım
İçime danışmam gerek kabuslarımı
Sokaklarına sihirli değnek değmiş
yarimin
Üstelik peşimde şehir eşkiyaları
Yaşadığım aşklar çözümsüz
ikilemler
Unutmuşum o geçici hevesleri
Artık yorgunum ve dinlenmek
istiyorum
Gözlerimde tomurcuklanır o
diyarlar
Eksilmişim, içim bomboş, dışım
kor
Oysa bir fiskeyle dağlar
devirirdim
Sağım solum unutulmuşlar
mezarlığı
Ve oralar hariçten gazellerle
avunur
Bir yabancılaşma salınır şehrin
karanlık yüzünde
Nerden bilmiyorum ama iyi
tanıyorum
Köklerinde milyonlarca yıllık
evrim
Unutmuşum insan sıcağını,
unutulmuşum
Aşırı kalabalıklaşan sövgü
yüzyüze görüşmelerde.
istanbul’da Karşıyakalı
İstanbul’da doğdum
Anamdan yirmi yıl sonra
Anam kırkdörtlü
Babamdan
Otuz
İyi okullarda okudum
Oruçgazi, Pertevniyal, Marmara
Onca yoksulluğa rağmen
Oniki eylülden önce de sonrada
Belki de ondan
Hayata dilediğimce atılamadım
sanki
Dikbaşlılıktan veya
tecrübesizlikten
Şiirler yazarım öyküler
Ve roman aklımda hazır
Kitapsızım Allah’ına kurban
Öyle işte
Dert etmiyorsam namerdim
Bitmiş seyahatlarimi
Sevdalarımı
Epey geciktim
Ne yazık ki vapur o limana
uğramıyormuş
Karşıyakaya.
Kapı kuluyum
Yarımda ayrılacağım neslimden
Tamama ermemişlik serde, şahım
kul köle
Sövmekle eşdeğer savruklukta kapı
da
Kavurdukça perçemimi kara sesli
rüzgar
Üşümekten beter sevgisizliğe
ağlayacağım
Biraz daha birliktelik şehrin
uzak bahçelerinde
Bu kent soluklanmaz sensiz solar,
susar
Yanımda olmayacağını bile bile
kavga yorar
Muhabbetin son deminle çınlıyor
acı kahkaha
Sahibini biliyorsun, nefessiz
solak yazar
Mavi atlastan biçilmiş derme
çatma evde
Yüklüğünde üzerinde sevişilmiş
çarşaflar
Saklı kentte sebepsiz sarılmalar
yanar söner
Saat gece yarısını az geçe neslim
Yazılarımla oyalanacaksın ben
yerine
Güle güle gül ve katıl
Bir yenileniş busesi
dudaklarımda, kor
Çağlar sel gibi delilik, uslanır
çağ
Akıllım senelerce yaşayabilsem bu
ruhla
Yanımda yürüyor sırnaşık şehrin
ara sokakları
Ayılıyorum yarım yamalak yarımda
Bir yanım koca şehir, bir yarım
sen
Tamama ermemişlik başta, şanım
kapıkulu.
Ölü doğumlar
İstanbul’da yaşadım
Doğduktan bugüne
Burada doğdum
Bu saate, bu cümlelere
Dizelere burada
Şehirli romantiklerden olamadım
hiç
Koca bir köyde tek başınayım yani
Köylüyüm
Solumda ince hasar
Mutsuzum demeli miyim?
Ama sarışın severim, hem mavi
gözlü
Ve bir çift can veren söz
Yeşiline varamadığım cennet
vatandayım
Mavisine yatamadığım
Ata evinde yalnız
Ödüllere boğulmuş yüreğimde sürgün
Çavusoğlu’yum Aksu’da yüzen
Güneş dahi doğmadan er vakit
Tren raylarında karar vermişliğin
Rengi sırlı
O sırra erişemedim hani
Gün olur belki
Giresun’da ölebilirim.
Şehri yar
Şehri yar
Şehrin çıplak ayaklarına yüz
sürdüm
Yüksünmedim öptüm
O şehirde sen vardın
Öptün, çarpıldım.
Çarpık bir kentsin ey fakir
Önce ona sonra sana taptım
Öldüm öldüm yine dirildim.
Yüzüstü bıraktın gittin çıplak
mıplak
Top patlasa uyanmazdım
Göz kapaklarım kavuşmaya hasret
Şehrin pörsük göğsüne
kıvrılıverdim
Kırılmadım öyküm
O şehri de sen yazdın
İpten alındım.
İpince ayrılık
Şimal sen kokuyor
Haftanın her günü ölüm
Ve yaşamak tek çare, tek nefes
O ipince sergiye serilirse
öyküler
Ufukta benzersiz sevişmeler
Sözleşmeler imzasız mühürsüz
Planlanmış ayrılık dalga dalga
Kolayca dilek tutuyor gençliğine
İpler kopmadan evvel
Teninde şimal şavkı.
yüz görümlüğü
Hiç yüz vermedin bugün bana
Çok işim vara takıldın
Kuru bir eyvallahla
Kim bilir hangi semte savruldun
Yanına yakışmıyorumdur belki de.
Bu koca şehir benden
Ben bu koca şehirden utanırım
Üç kullüvalla bi elhamla
Nicelerini yolculadım engine.
Nereye dersen ne bileyim derim
Bir avuç toprakla boğuldu bu
şehir
Hiç yüz vermedim bugün ona
Çok seneler var yalnız geçen
Takmadım kafama bu kadar gerçi
Kuralsızlığın sınırındayım
maazallah
Çok işim olacak seninle
Sakın peşime düşme şehir gülü
Kim bilir ben hangi şehre
Hangi şehir bana düşmandır
Burası neresidir sorarsan
İstanbul’dan başka İstanbul yok
derim
Bin gün sana bu gün bana
Bir gül bana bin gül sana
Hiç yüz vermeden valla olm
Yaprak yaprak
Yaprak yaprak
Yaprakların sakladığı çinko
çatılı konak
Haddimize değil belki ama
Ne yazık ki konuklarınız
Ve dinleyeceksin yağmuru,
çınlamayı
Damla damla rüzgarı, uğultuyu
Çıtlak atıyor aşenede ateş
çıtlağı
Tütüyor baca durmadan doğaya
Duman duman Çavuşoğlu’yuz
Aksuya çivileme dalan eroğlu
Çinko çatılı konak bir doğan
besliyor
Mereğinde merak, çöteninde
çotanak
Yapraklar saklıyorum Musaf
arasında
Sararmış fotoğraflarda seni
Haddime değil belki
Ahşap masal
Ahşap masal
Ecdadın hayaletleri koklar ahşap
evi
Zorlu yiğitler harcını karmışlar
Esen rüzgar bi garip sesli eser
Yaşanmış bir yudumda ömür
Mantar döşeli yollardayım.
Kervan olur pınarda
konakladığında
Ece kız şimşek gibi çarpmış
ustayı
Yıldırım düşmüş ocağına, kucağına
Zerafet kendine özgü kıvraklıkta
Mısralar kısrak hızı Beydağı’na
Bal ormanda ilk ışıkla maniler
söylenmiş
Kirvo tetiği çekme bekle ayvazını
Ayazda bir çift turna Allah
emriyle
Deniz ahtapotu sarmalında ata
hikayesi
Yanardağ alevleri taşlaşmış sert
poyrazlarla
Kekik kokusu tahtalara sinmiş
Üşüyorum ben yine de, er vakit
öldüm
Dualarım ecdad için, doğanlara
Ergeç yıkılacak sal köprülerle
Çoktan ayrılmış yollar birlenir
ahşap eve.
Mavi sır
Yine o mavi atlası giymişsin
Kalçanı geniş göstereni
Üstüne de yıldızları çekmişsin
Ey İstanbul yine baştan çıkardın
beni
Sahil sahil uzaklaşırsın da
Kızamam sana asla, asla
Poşetimde bugün ki gasteler
Keserim resimlerini ıslak ıslak
Ve o ıslığı çalan da sensiz
Çiğdemler düşmüş yola ize
Kulağım duymaz artık
Gözlerimde katarakt
Geniş kalçalarını sallayışını
göremem
Duyamam azgın çağlayışlarını
Yıldızlar yüzümü ışıtsa da körüm
Ey İstanbul baştan başa dolaştım
seni
Yine o mavi duman en içime.
Kolonist tepkime
Kolonya şişelerinde körelttim
Zevkle, hünerli ellerdeyim
Bilsen ki muzırca vazgeçişlerimi
Ertelediğim ne varsa yarına ait
Yılan kıvraklığında bakışlarla
Her haltı içinde ve çıplaklık
Porselen dişlerin tıkırtısında
gizli
Lavanta kokulu hoppalıkları da
gizle
Çığlık çığlığa tepki Taksim
Meydanı’nda
Kolonya şişelerinde köreldim.
Çengi
Kucağımda çengi ihaneti
Yüksek kaldırımdan Sulukule’ye
emanet
Can dostum köşe bucak öldürücü
ihtilal
Gizli hayatlar tükendi.
Gözlerimi kapatıp tesadüflere
atılacağım
Dinleyeceğim kıvrak bedenleri
Zilin şırıldayan titreyişini
Semt semt sadakatsizliğin
peşindeyim.
Kucağımda olgun hayaller
Hayal tacirlerine söveceğim
Satır aralarında kalırsam eğer
çocuğum olmasın
Gelmiş geçmiş ilahi aşklar yeter
bana
Hatıralarım ilk ağızdan
sahnelensin
Nasılsa tebessümlerle anlaşırız
mizah tarlasında
Benzeşiriz kucak kucağa çengisiz
Kulağımda şairin vedası.
Üçlerdim özledim
Üçledim sana ait aykırılığı
Yakamozlara armağan ederek
cenneti
Alkışlarla uğurlanamayacağım
Bile bile bu akşam seni
bekliyorum
Tapacağım hiç mi hiç tartışmadan
Sana aitim, aykırılıklara ve
özledim.
Kaçıyorum bu şehirden bu gece
Marmara’da bir ada varya, oraya
Ninenin mezarını görmeye hazırım
Güller dikmiştim kucağına seneler
önce
Dualarla uğurlamıştık cennete
Bile bile o akşam rakı içmiştim
Havai fişekli bir geceyi
çekmiştim üstüme
Kulağımda dalgaların
ağlayışlarını
Gözüme uyku girmemişti gecelerce
Sanki ninenin mezarına gömülmüşüm
Kaçıyorum bu şehirden bu gece
Üçlediğim aykırılıklardan ve
sanaitlerden
Yakama taktığın karanfile
emanetim artık
Kime aitim sahiden bilmiyorum.
Bu şehir ve Marmara’daki ada çok
bekler
Badanalanmış bir gökyüzüne
sığınıyorum
Üfledim sana ait aydınlığı.
Vergisiz harçsız
Vergisiz harçsız
Motorlu taşıtlar vergini öde
Yaşa ve hacme göre
İki taksitte
Ve ödediğince yaşa ve gör hacmini
Sicilime işlenmişsin denizsiz
limanda
Kaptı kaçtı kayıtlar silinirken
Sen ebedi tarih sahicisin
Gerçek kişilik bizzat sahipsiz
Dairemde koyu bantlı itiraflarım
Çekeceğim benzersiz dertler var
İstiap haddime göre
yaşanmamışlıklarım
Kırmızı meşin para peşin
Motor bozuk, taşıt hurda, hayat
veresiye
Ödedim ödedim bitmedi günahlarım.
Son veda haklılığı
İkinizde hakkınızı helal edin
Yarın yokum ve dönemeyebilirim
Gittiğim deniz ortası kentten
Kendim ettim kendim buldum evet
Kaç yıl var ki boşa harcamışım
Diz boyu günah tövbesi zor
Bu gece yanınızdaki son gecem
Yatıya kalsın çocuklar
dilediğince
Yıkıldığını görmek çok acı, bu
kaçıncı
Yıkıldığımı görme diye bu kaçışım
İkimiz hakkınca yaşayamadık
sevdamızı
Kulağı çınlasın ara sokakların
El ele yürüyemedikten sonra son
defa
Fileye dolmuşuz bir öğlen
sıcağında
Kahvelerimiz getirilmemiş üstelik
Hakkın var üstümde helal et
Denize güven olmaz ortasındaki
kente de
Yarın yokum ve dönemeyebilirim
Bağır çağır kaç yıldan sonraydı
Kendi kendime düşman oldum bu
kentte
Gıcırdayan merdivenleri çıkıyorum
Bu tırmanış aklımdaki son
tırmanış
Bu gece yanınızdaki son gecem.
Gölgelerle
Gölgesi düşmüş üstüme
Üstüme gölgesi
Çalkalanmış söylentiler yüreğime
Erkeği, kadını, velhasıl halkı
çıplak
Gölgeler kıyafetleri
Dilden düşmez öykülerle
Gizemli, yekpare mermerden tiril
tiril
Anıtsal vücutlar
Gölgelenmiş üstüme
İçimde bin yıllık yangın uyanmış
Su gibi akıyor zaman oyalanıyor
Orağın izi boynumda asılı
Taptaze ve derin ve ateş
Sönmüyor güneş
Suya doğuyorum
Gölgeye sığınmışım üst üste
Üstesinden gelemiyorum
Gölgedeyim.
Taş plakete adı yazılı gölgenin
Üstelik göremiyorum
Güneşte bir yer.
Kitap bitince
Bu kitap da bitti.
Üç tane üç yan yana dizildi
Yazdım, okudum, düzelttim hoş
Dört dörtlük olması çok zor
Bir garip insanım çünkü.
Yine sen varsın içlerde bir yerde
Sen, sen, sen, sen de ve ben
Hiçbirinize kıyamam.
Bu kitapla biten
Diğerlerinde başlar panoyu
işlemeye
Arka planda dört köşeyim.
Teraslı köşkler boğaza karşı
Boğazımı tıkar ağır yüklü gemiler
İçimdeki deniz hiç yanmamış ki
böyle
Bir garip insanım ben.
Dört dörtlük olmam çok güç
Yazarım, okurum, düzeltirim boş
Üç tane üç baş başa kaldı
Bu kitap da bitti.
Sebep
Herkesin bir sırrı var
Tamamlayamadığı eksiği gediği
Birbirine söyleyemediği giz, his
Ellerde bir dünya gezinir küp
gibi
Kimselerin uzanamadığı,
uzatamadığı
İsyanların çocuksuluğuna hapis
şehirde
Üçte ikisi suyla kaplı bir metada
Fezaya uzatılan ellerde sıla
O bilindik marka harcanışlarla
gül gibi
Yoldaş sinemde yıldızlar kayar
Dileğin dileğimdir herkes bilsin
Duysun inanmasa da
pişmanlıklarımı
Genzimden kopup gelen ses zaten
sarhoş
Buz su depolarında yetmişlik
zulalarla
Zeldirediğim sokaklar yosun koku
Ayyaşsam bir sebebi var.
Laptop
Laptopuna gizledim aşk mesajımı
Kucağına alıp açtığında gör diye
Gül gibi kızaran benim
Aç bakalım gönül gözümü, aç
Ve sonra at bi köşeye
Demek böyle başlıyormuş
inatlaşmalar
Hırsımı kimden çıkarayım, kıyamam
sana ki
Laptopuna gizlenmiş aşk meleği
Gülen ayva ağlayan nar masalı
Masadan kalkmadan içiyorum seni
Ve sonra bir şişe daha, bir şişe
daha
Adı bile güzel mavi Marmara
Gül gibi kızardı güneş
Sor bakalım bu gönül kimi sever
Kucağına alıp açtığında
gördüğünse
Benden göreceğin en son parçadır
Ve sonra at bi köşeye
Demek şehir aşkları böyle olurmuş
Kupon kupon biriktirilirmiş zaman
Bitti derken başlarmış körü
körüne
Kördüğüm oldum anlasana.
Laptopunu elledim gizlice
Aç bakalım gönül gözünü.
Tütün içine
Vardiyalarda tütün içilir
Uyku defolu fosur fosur
Duman altı sen
Duman duman ciğerime oturursun
Ellerimde baston
Dizlerimde yaralı derman
Boynumda eski yazı, ferman
Gözlerimde kalın çerçeveler
Kanımda sen
Vardı ya bi sevgilim bi içim su
Hatıra hatıra dolaşır ararım
Kaç dubleden sonrasın bilmeden
Pangaltı’da öğlen
Bu şehir seni tanımıyor kız
İçmiş içmiş o’da kudurmuş
Tutun yakamdan
Zaman zaman cigara tüttürdüm
Dumandan hayalin beni
Vardiyalarda tütün içilir…
Asi yaşlı
Kalk bakalım yerinden dinliyorum
Yaşlanmışsın asi çizgilerde
Belli etmemeye çalışıyorsun
Ve şakaya vuruyorsun
Biliyorum içinden geçenleri
Ve bu şehir artık benim değil
Onun için aramadım sokak sokak
Talimatlarla küçüldüm çünkü
Ve kapımda bekliyor asi yoldaş
Hep onun yüzünden kaybettim
Yaşlanmışım asi çizgilerden,
belli
Yeminler ettim cilalı odada
Sessiz sessiz konuştum
Sordum dinamizm nerde diye
Burada burada dediler beşyüz kişi
Biliyorum yalandı bu şehir
İstiklal tahta perdeli lokal
Ve vurmuşum rakının beline
Yaslanmışım hayaline ne çare
Yoksun aradım durak durak
Kimseye anlatmadığımı biliyorsun
Ve ben bu şehirde misafirim
Onun için hoşça kal dedim sana
Anlamamışsın bende geç kaldım
Sessiz sakin gidiyorum inan
Yaşlanmışsın, yaşlanmışım asice.
İrikıyım denge
İrikıyım denge
Öğütleri içiyorum pür dikkat
Öğütmeden beni çarkıfelek
Çiğnemeden, yutmadan cellat
Yakınmadan hazımsızlığa
Çalıları resmediyorum hazla
Hız sınırını aşmış dizelerimi
Düşmüşüm, düşkünüm, düşünmüşüm
Düşlerde ağlıyorum nazla
Soyadım en berrak akan su
Düşleri içiyorum pür dikkat
Üşüyorum ama düşmekten
korkmuyorum
Yaksın beni çarkıfelek
Haliç’in donması dün gibi aklımda
Halsizim içgüveysinden hallice
Karşıdan karşıya Karşıyaka’ya
delice
İrikıyım manzaralı sarı ışıklı
köşke
Buz üstünde yürüyorum
Hız sınırını aşmış dizlerim
Dizeleri denkliyorum zorla
Düş yorgunuyum, yolsuzum,
vurgunluyum
Yollarda ağlıyorum
Adım göklere en erken düşen,
doğan
Maviyi içiyorum o saat
Pençesinde nefessiz laflar
Özlüyorum ama öğütlerden
korkmuyorum.
Taşlı tarla
Kendime yasaklar edindim
Kuaförden aradığında saç rengine
meraklandım
Hızla düştüm yola,
Taşlıtarla’daydım
Kaç saat sürecek bu yol kaç
Kaç dakika sonra göreceğim
Saçlarının kızılına vurmuş akşam
güneşini
Sevaptır güzelim garip
sevindirmek
Üstüne titreyemiyorum artık
Kendime yasaklarım var
Kuaförden çıktığında aramadın,
meraklandım
İşim var dedin kısaca işlerim
Demek bunca çabam boşunaymış
Hiç kızmadım sana inan, hayatına
fazlayım
Fazlayım biliyorum çekinmem ondan
Yaptığın hatayı pek yakında
göreceksin
Kendini yasaklara adayacaksın
Kızıl saçlarını savur akşam
güneşine
Kaç yıl sonraydı kaç asır
Hakikattir güzelim bugün gibi
hatırlarım
Kuaförden aradığında merakım
kalmamıştı
Hızla düştüm yola
Taşlıtarla’daydım
Kendimce yasaklara direndim.
Akşam sırrı
Akşam sırrı
Akşama kalamayacağım
Aşka dair her şeyi emanete
bıraktım
Gül şehrinde Karşıyakalıyım
Yakamda gül ender
Güler güler ağlarım
Mayıs, mayıs, mayıs gelmeyecek
mi?
Deryaya karşı bir oturuşta deniz
Ay doğmuş akşamdan ihalesiz
İhlallerle sarmaş dolaş
Martılar sarhoş
Ben hoş, sen hoş
Sana dair her şeyi emniyete aldım
Tek atışta altın boynuzdan
Dalgalarla bakıştım
Alınyazımda sır
Sırra kelam sırıdım
Akşama kalamayacağım.
Kapı duvar
Bir yokuşta durduk
Sırtına dokunup gözlerimi
kaçırıyorum
Aznavur Kapısı, Beyoğlu Han
Öğlen sonu hava ayaza kesiyor
Özlediğim sen bu sen değildin
Çekik gözlü delikanlı darbuka
çalıyor
Bileklerindeki deri künye
Üzerinde el yazıyla üzüldün mü
yazıyor
Klasik çizim pantolonu enine
taşlanmış
Boğazında mavi ışıklı kolye
Ardınız sıra sürükleniyorum.
Beklediğim ben bu ben değildim
Çakır gözlü efecan dümbelek
çalıyor
Belleğinde geri dönme çağrısı,
dönme
Korkarım kızıp gideceğim bir
öğlen sonu
Beyoğlu İstiklali, Aznavur Kapıda
bırakıp ikinizi
Dümbeleği çala çala bileklerim
yoruldu.
Çekik çakır gözlü çocuk ağlıyor
Afallıyorsun, sarsılıyorum
Sallanıyor Beyoğlu Aznavur
Kapıda.
Az çok tanıyorum seni, bu iş
bitti.
Özlediğin son bu son değil miydi?
Söyleme.
Darbukatör ramazan davulcusuna
kaçtı
Akşamüzeri çiçek pasajına
düşüyorum.
Keman sesi Arnavut kaldırımları
cilalar
Özlediğim sarhoşluk elimin
altında
Bir dikişte iniyorum.
Al gülüm ver gülüm
Al beni ver bana
Ver ama şöyle bir dolaştır
İstanbul’u
Köy beşiğine bele, kuma yatır
sonra ver.
Hanımeli kokuyor sokaklar ve
Sürekli gece yaşıyorum nasılsa
Al gülleri ver gülü
Ver ama şöyle bir kokla
İstanbul’u
Vay başıma, yazıklar olsun, o
korkuya ver
Şehrin anahtarı belimde suya
yatarım
Yosun kokuyor rıhtımlar ve
Sürekli denize ağlıyorum kara
yasla
Kendine pay çıkarma, paydamsın
Pay ama şöyle bir hakça
İstanbul’u
Al benden verme bana.
Cefakara pera
Rakı sofrasında öptüm Pera’yı
Alenen, belki de pervasızca ama
içten
Ama kadehimin kenarıyla, usulca
Muzip gözlerdeki ışığa şerefe
diyerek
Ciddiyetle fitilledim cin gibi
aklımı
Çiğnediğim meze, gaflet ve ihanet
Garson bir duble daha hemen palas
pandıras
Rüzgar yönüne çekeceğim kafayı
uysalca
Yüzsuyu hürmetine nihayet kurşun
gibi
Kasıp kavuran sevdanın alnına şak
diye
Pera’yı örttüm üstüme İstanbul
cefasında.
Üçgen
Üç kelimede ikna oldum.
Genç, etkili ve serbestim.
Aklımdan çıkmıyor gitme zamanın
oysa
Parmağımı oynatamadım, dondum
kaldım
Eli açık patronumdun
Kaybettim.
İkimizin arasında kaldı
dünyalıklar
Eşyalarını toplamadan kaçışın
fazla
Sen kendini ne sandın.
Gözü kör işçindim
Öç kentinde yasa boğuldum
Göçemedim aklımdaki kelimelere
Bu boş sokaklarda kalıcı etkini
arıyorum hala
Gençliğimin sırrını
Serbestsin
Üçümüzün arasında kelime oyunu
bitti.
Topla kıçını aramıza giren şehir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder