2 Mart 2014 Pazar

GÖZLERİM MÜEBBETE MÜPTELA

Yedi şiddetinde işaret


Yedilik depremler yaşarım
Yıkılır, dökülür, ölür
Enkaz gibi olur
Es kaza şiirlerde
Yaşarım.
Kalmasa İstanbul, sen, ben
Kalmasak hiç
Her gülen yüzde biz
Güz gibi güzel
Es kaza isyanlarda
Yaşarım
Kalmasa memleket, ten, ben
Kalmasak hiç
Her gülen yüzde sen
Kız gibi kız
Vız gelir ölüm, arşa sığmam
Yedilik depremlere şaşarım.

Pederşahi


Pederimin asasına
Validemin gözünün karasına
Bacımın özverisine
Büyük biraderimin tuttuğu sıfır üç sıfır beş nöbetine
Küçüğünün desteğine
Ahretliğimin inceliğine
Ömrümü adasam azdır, ömürler gerek bana
Ömürler gerek bana
Pederimin alesesine
Validemin biricik göz damlasına
Bacımın üzüntüsüne
Büyük ve küçük biraderlerimin umuduna
Ahretliğimin ahretine
Ömürler gerek bana ömrüm adamak için
Bir ömrüm var yüz ömre bedel
Tanrının yasasına
Pederimin, validemin dünyasına
Kardeşlerimin rüyasına
Ahretliğimin ahına
Peşinen adarım, azdır ama gönüller gerek bana.

Yaver


Yaver anlat bakalım İstanbul’ u
Karpuz sergisinde Diyarbekirli’yi
Semt tulumbacılarının tatlı yiyişini
Koyun koyuna uyuyan cumbaları
Esmeden hava gürleyen çadır yangınlarını
Fındık, fıstık, çitlembik gecelerini
Çocuk gözüyle seyrettiğin sinemaları
Filmlerdeki sevinci, ihtişamı, gizemi
Demek İstanbul eskidi, eskidendi şehirlilik
Yarı sökülmüş dekorlar önünde kostümlüyü
Perde arkasından vuran ölgün ışığı, ölüyü
Sarı parlaklıkta uzayan nazik elleri
Yüksek kaldırımlarda dalgalanan renkli çamaşırları
Anlat ki zayıf hafızam gözlerini açsın
Önümde kırıtıp giden benim güzel İstanbulum mu?
Bir haller olmuş yaşamıyor cumartesileri
Kağıt üstünde hayıflanışın yalan
Peki sonra benimle yatar mısın İstanbul?
Ne demeliyim son söz yerine özellikle sen
Övgüler hayatımın devamını hüzne çeker
Çile nar renginde bir ufuk resmini
Denizde yakamozla söyleşen sima eski bir dosta ait
Tanışıklık vermesen de olur karşıdan karşıya
Yarım yüzyılımın İstanbul’ u, seni tanıyamıyorum
Kırk merdivenle çıkılan içtenlikteyim
Ya anlat ya ver bakalım şahbaz İstanbullu’yu

Kendi halindeki şehir


Kendi halime bırak beni
En akıl almaz insafsızlığa terk et
Kaçışların kucağına it merasimlerle
Temiz havaya yıllarca hasret bırak hayatımı
Adını hatırlıyorum umudu kül olan, kadını
İri yeşil gözlerini, kızıl saçlarını
Bizbize kalsak bir daha geri dönmesek deyişini
Ellerimde gecikmiş hayat var.
Yine o şehre gitmek istiyorum
Seni okyanuslar yıkarken
Dünyanın burasında ikimiz için durdum
Kendi halime bırak beni diorum.
Bir adım öne çık ve bir şenlik günü terk et
Haykırışın kollarına git altın sarısı
Maskesiz çehrene yıllarca hasret bırak
O leylak kokusunu hissediyorum, kuruyan leylayı
İri yeşil gözlerini, kızıl saçlarını
Kıyamet kopsa sabırla son rüya gözlenir
Ellerimizde salkım salkım kararmış hayat
Yine o şekilde beklemek istiyorum.


Kocaman düş


Küçücük bir kitabevi açmayı düşlermişin
Okuyup okuyup satarmacasına
Çiçekevi gibi kokan
Beyoğlu’nda.
İstiklalin sol tarafı olsun bari
Moda simitevlerinin birinin yanında,
Kitapçılara yaptığın çörekleri ikram edersin
Ev yapması, el işi, emekten yüce
Kırılmaz camdan tezgahında.
Açtığım küçücük kitabevine hergün düşermişim
Gün gün teker sayfa okumacasına
Ederini ödemeden kasaya
Yazdıklarını hatmederim ben, kızma yok
Beyoğlu’nda.
Çiçek gibi kokan,
Tenini hissedersem sol tarafımda
Beri dönemem yüzümü, meğer ne çok istermişin
Kitap seven bir kadın
Sıradanmışçasına küçücük elli canıma okuyan.
Sırılsıklam ışıkları teras katında açan.
Küçücük bir kitabevi açma düşünü,
Beyoğlu’nu, İstiklal’in solunu
Ve çiçek çiçek kokan soluğunu
Meğer dünyalar kadar kocaman severmişim.


Ateş dansı


Anadolu’dan başladı ise ateş
İstanbul’uda yalar yutar
Kollarımda ölmüşse de vatan
Küllerinden doğar inan
İşgale uğramış limanda bir çift mavi yürek
Kuklalar yüklenmiş gümüş gemilere
Martıların şaşkınlığı kanatlarında gizli
Kıyıya vuran dalgalar rüya rüya
Kara örnekler istemiyorum artık
Baştan çıkaran eğreti tabirleri de
Devrilmişim öz evladımın kucağına
Şakağıma dayalı öpüşler kupkuru
Anadolu’ ya başladı ise yolculuk
İstanbul’dan akan sular, yollar
Kollarımda ölmüşse de sevdan
Karadeniz’den çağlar topal topal.


Unutkanlığıma


Seni neden unutamadığımı biliyorsun
Biliyorsun bende kalan yanını
Armağanların en değerlisini sundun ya
O gün bugün hep sustum. Yarın da.
Yarım ağız ayaklandırdın canımı
Darmadağın günlerimi süsledin
Kızamıyorum sana, kendime, ait olmadığım şehre
Seni soluyorum diye katlanıyorum biliyorsun
Biliyorsun bu şehre dayanamadığımı
Dört yıl geçmiş aklıma elin değeli
O gün bugün her dostum yakında
Yaşım otuz küsür, dellendirdin canımı
Darmadağınık gönlümü süsledin
Doğduğum şehre, sana, kendime ait olamıyorum
Seni söylüyorum diye horlanıyorum biliyorsun
Biliyorsun bu şehre doyamadığımı
Sana doyamadığımdan unutamadığımı biliyorsun.

Çılgın şarkı


En çılgın gökyüzü sende İstanbul
Yedi tepene çakılan haberler bulut mavisi
Jenerikte o bilge ses, hıçkırıklı
Caen’de, Dublin’de, Riga’da gecikmiş nefesler
Uzak diyarların şenliği Çınaraltı’nda çaylıyor
Nargile fokurtulu, tarihi hamamlı çarşı
Türk lokumlu, şiş kebaplı, yeni rakılı
Çiçeklere boğuluyor Taksim
Üst üste insanlar ayni şarkıda
Bu kabına sığmaz öfke senin İstanbul
Ödülümü arkadaşlarım alsın, öldüm ben
Mayıs sıkıntısı vurmuş gecelere arsızca
Kısıtlama ay şehrimi zamansız ölümler
En kırmızı yalnızlık sensin, aşk kırmızısı lakin
Şimdi festival zamanı, balayı, nikah, nişan
Olası her yol denendi, dilsizim
Binbirgeceden çılgın seni gidi İstanbul.


Oralara isim lazım


Kusursuzca ismini koydum oralara
İmkansızca derinliğini hissederek
İnceliğine tanımlamak en zor yaklaşım olur
Çalgılar eşliğinde turladım isim isim
Güz akşamlarını benden sayarak
Bir ziyaret ki senin için bestelenmiş hüzün
İdeal bir bağlılığı içermekte isimsiz kayıtlar
Gençliğimde tasarladığımı ihtiyarlığıma yakın
Yetiştiğimde dönmüş olacaksın oralardan
Sonra yaşanılan döneme özgü davetler
Minyatür aşklar yaşandı bitti, izleri ortada
İzlenimlerim hatırlanması gereken dolulukta
Virtüöz gibi harmanladım ismini tuşlara
Şafakla çağlayan gaye dolunaya küstü.
Tıknaz uzun ömürlü bir iletken, bir hayaldi
İsmi kusursuzluğun dağlarında kazılı
Oralarda bir ben yokum isimsiz.


Unut gitsin


Unutmuşum o diyarlarda kendimi
Gerçeğe yoksunlaşırken dilim damağım
İçime danışmam gerek kabuslarımı
Sokaklarına sihirli değnek değmiş yarimin
Üstelik peşimde şehir eşkiyaları
Yaşadığım aşklar çözümsüz ikilemler
Unutmuşum o geçici hevesleri
Artık yorgunum ve dinlenmek istiyorum
Gözlerimde tomurcuklanır o diyarlar
Eksilmişim, içim bomboş, dışım kor
Oysa bir fiskeyle dağlar devirirdim
Sağım solum unutulmuşlar mezarlığı
Ve oralar hariçten gazellerle avunur
Bir yabancılaşma salınır şehrin karanlık yüzünde
Nerden bilmiyorum ama iyi tanıyorum
Köklerinde milyonlarca yıllık evrim
Unutmuşum insan sıcağını, unutulmuşum
Aşırı kalabalıklaşan sövgü yüzyüze görüşmelerde.

istanbul’da Karşıyakalı


İstanbul’da doğdum
Anamdan yirmi yıl sonra
Anam kırkdörtlü
Babamdan
Otuz
İyi okullarda okudum
Oruçgazi, Pertevniyal, Marmara
Onca yoksulluğa rağmen
Oniki eylülden önce de sonrada
Belki de ondan
Hayata dilediğimce atılamadım sanki
Dikbaşlılıktan veya tecrübesizlikten
Şiirler yazarım öyküler
Ve roman aklımda hazır
Kitapsızım Allah’ına kurban
Öyle işte
Dert etmiyorsam namerdim
Bitmiş seyahatlarimi
Sevdalarımı
Epey geciktim
Ne yazık ki vapur o limana uğramıyormuş
Karşıyakaya.


Kapı kuluyum


Yarımda ayrılacağım neslimden
Tamama ermemişlik serde, şahım kul köle
Sövmekle eşdeğer savruklukta kapı da
Kavurdukça perçemimi kara sesli rüzgar
Üşümekten beter sevgisizliğe ağlayacağım
Biraz daha birliktelik şehrin uzak bahçelerinde
Bu kent soluklanmaz sensiz solar, susar
Yanımda olmayacağını bile bile kavga yorar
Muhabbetin son deminle çınlıyor acı kahkaha
Sahibini biliyorsun, nefessiz solak yazar
Mavi atlastan biçilmiş derme çatma evde
Yüklüğünde üzerinde sevişilmiş çarşaflar
Saklı kentte sebepsiz sarılmalar yanar söner
Saat gece yarısını az geçe neslim
Yazılarımla oyalanacaksın ben yerine
Güle güle gül ve katıl
Bir yenileniş busesi dudaklarımda, kor
Çağlar sel gibi delilik, uslanır çağ
Akıllım senelerce yaşayabilsem bu ruhla
Yanımda yürüyor sırnaşık şehrin ara sokakları
Ayılıyorum yarım yamalak yarımda
Bir yanım koca şehir, bir yarım sen
Tamama ermemişlik başta, şanım kapıkulu.


Ölü doğumlar


İstanbul’da yaşadım
Doğduktan bugüne
Burada doğdum
Bu saate, bu cümlelere
Dizelere burada
Şehirli romantiklerden olamadım hiç
Koca bir köyde tek başınayım yani
Köylüyüm
Solumda ince hasar
Mutsuzum demeli miyim?
Ama sarışın severim, hem mavi gözlü
Ve bir çift can veren söz
Yeşiline varamadığım cennet vatandayım
Mavisine yatamadığım
Ata evinde yalnız
Ödüllere boğulmuş yüreğimde sürgün
Çavusoğlu’yum Aksu’da yüzen
Güneş dahi doğmadan er vakit
Tren raylarında karar vermişliğin
Rengi sırlı
O sırra erişemedim hani
Gün olur belki
Giresun’da ölebilirim.

Şehri yar


Şehrin çıplak ayaklarına yüz sürdüm
Yüksünmedim öptüm
O şehirde sen vardın
Öptün, çarpıldım.
Çarpık bir kentsin ey fakir
Önce ona sonra sana taptım
Öldüm öldüm yine dirildim.
Yüzüstü bıraktın gittin çıplak mıplak
Top patlasa uyanmazdım
Göz kapaklarım kavuşmaya hasret
Şehrin pörsük göğsüne kıvrılıverdim
Kırılmadım öyküm
O şehri de sen yazdın
İpten alındım.


İpince ayrılık


Şimal sen kokuyor
Haftanın her günü ölüm
Ve yaşamak tek çare, tek nefes
O ipince sergiye serilirse öyküler
Ufukta benzersiz sevişmeler
Sözleşmeler imzasız mühürsüz
Planlanmış ayrılık dalga dalga
Kolayca dilek tutuyor gençliğine
İpler kopmadan evvel
Teninde şimal şavkı.


yüz görümlüğü


Hiç yüz vermedin bugün bana
Çok işim vara takıldın
Kuru bir eyvallahla
Kim bilir hangi semte savruldun
Yanına yakışmıyorumdur belki de.
Bu koca şehir benden
Ben bu koca şehirden utanırım
Üç kullüvalla bi elhamla
Nicelerini yolculadım engine.
Nereye dersen ne bileyim derim
Bir avuç toprakla boğuldu bu şehir
Hiç yüz vermedim bugün ona
Çok seneler var yalnız geçen
Takmadım kafama bu kadar gerçi
Kuralsızlığın sınırındayım maazallah
Çok işim olacak seninle
Sakın peşime düşme şehir gülü
Kim bilir ben hangi şehre
Hangi şehir bana düşmandır
Burası neresidir sorarsan
İstanbul’dan başka İstanbul yok derim
Bin gün sana bu gün bana
Bir gül bana bin gül sana
Hiç yüz vermeden valla olm

Yaprak yaprak


Yaprakların sakladığı çinko çatılı konak
Haddimize değil belki ama
Ne yazık ki konuklarınız
Ve dinleyeceksin yağmuru, çınlamayı
Damla damla rüzgarı, uğultuyu
Çıtlak atıyor aşenede ateş çıtlağı
Tütüyor baca durmadan doğaya
Duman duman Çavuşoğlu’yuz
Aksuya çivileme dalan eroğlu
Çinko çatılı konak bir doğan besliyor
Mereğinde merak, çöteninde çotanak
Yapraklar saklıyorum Musaf arasında
Sararmış fotoğraflarda seni
Haddime değil belki

Ahşap masal


Ecdadın hayaletleri koklar ahşap evi
Zorlu yiğitler harcını karmışlar
Esen rüzgar bi garip sesli eser
Yaşanmış bir yudumda ömür
Mantar döşeli yollardayım.
Kervan olur pınarda konakladığında
Ece kız şimşek gibi çarpmış ustayı
Yıldırım düşmüş ocağına, kucağına
Zerafet kendine özgü kıvraklıkta
Mısralar kısrak hızı Beydağı’na
Bal ormanda ilk ışıkla maniler söylenmiş
Kirvo tetiği çekme bekle ayvazını
Ayazda bir çift turna Allah emriyle
Deniz ahtapotu sarmalında ata hikayesi
Yanardağ alevleri taşlaşmış sert poyrazlarla
Kekik kokusu tahtalara sinmiş
Üşüyorum ben yine de, er vakit öldüm
Dualarım ecdad için, doğanlara
Ergeç yıkılacak sal köprülerle
Çoktan ayrılmış yollar birlenir ahşap eve.

Mavi sır


Yine o mavi atlası giymişsin
Kalçanı geniş göstereni
Üstüne de yıldızları çekmişsin
Ey İstanbul yine baştan çıkardın beni
Sahil sahil uzaklaşırsın da
Kızamam sana asla, asla
Poşetimde bugün ki gasteler
Keserim resimlerini ıslak ıslak
Ve o ıslığı çalan da sensiz
Çiğdemler düşmüş yola ize
Kulağım duymaz artık
Gözlerimde katarakt
Geniş kalçalarını sallayışını göremem
Duyamam azgın çağlayışlarını
Yıldızlar yüzümü ışıtsa da körüm
Ey İstanbul baştan başa dolaştım seni
Yine o mavi duman en içime.

Kolonist tepkime


Kolonya şişelerinde körelttim
Zevkle, hünerli ellerdeyim
Bilsen ki muzırca vazgeçişlerimi
Ertelediğim ne varsa yarına ait
Yılan kıvraklığında bakışlarla
Her haltı içinde ve çıplaklık
Porselen dişlerin tıkırtısında gizli
Lavanta kokulu hoppalıkları da gizle
Çığlık çığlığa tepki Taksim Meydanı’nda
Kolonya şişelerinde köreldim.


Çengi


Kucağımda çengi ihaneti
Yüksek kaldırımdan Sulukule’ye emanet
Can dostum köşe bucak öldürücü ihtilal
Gizli hayatlar tükendi.
Gözlerimi kapatıp tesadüflere atılacağım
Dinleyeceğim kıvrak bedenleri
Zilin şırıldayan titreyişini
Semt semt sadakatsizliğin peşindeyim.
Kucağımda olgun hayaller
Hayal tacirlerine söveceğim
Satır aralarında kalırsam eğer çocuğum olmasın
Gelmiş geçmiş ilahi aşklar yeter bana
Hatıralarım ilk ağızdan sahnelensin
Nasılsa tebessümlerle anlaşırız mizah tarlasında
Benzeşiriz kucak kucağa çengisiz
Kulağımda şairin vedası.

Üçlerdim özledim


Üçledim sana ait aykırılığı
Yakamozlara armağan ederek cenneti
Alkışlarla uğurlanamayacağım
Bile bile bu akşam seni bekliyorum
Tapacağım hiç mi hiç tartışmadan
Sana aitim, aykırılıklara ve özledim.
Kaçıyorum bu şehirden bu gece
Marmara’da bir ada varya, oraya
Ninenin mezarını görmeye hazırım
Güller dikmiştim kucağına seneler önce
Dualarla uğurlamıştık cennete
Bile bile o akşam rakı içmiştim
Havai fişekli bir geceyi çekmiştim üstüme
Kulağımda dalgaların ağlayışlarını
Gözüme uyku girmemişti gecelerce
Sanki ninenin mezarına gömülmüşüm
Kaçıyorum bu şehirden bu gece
Üçlediğim aykırılıklardan ve sanaitlerden
Yakama taktığın karanfile emanetim artık
Kime aitim sahiden bilmiyorum.
Bu şehir ve Marmara’daki ada çok bekler
Badanalanmış bir gökyüzüne sığınıyorum
Üfledim sana ait aydınlığı.

Vergisiz harçsız


Motorlu taşıtlar vergini öde
Yaşa ve hacme göre
İki taksitte
Ve ödediğince yaşa ve gör hacmini
Sicilime işlenmişsin denizsiz limanda
Kaptı kaçtı kayıtlar silinirken
Sen ebedi tarih sahicisin
Gerçek kişilik bizzat sahipsiz
Dairemde koyu bantlı itiraflarım
Çekeceğim benzersiz dertler var
İstiap haddime göre yaşanmamışlıklarım
Kırmızı meşin para peşin
Motor bozuk, taşıt hurda, hayat veresiye
Ödedim ödedim bitmedi günahlarım.


Son veda haklılığı


İkinizde hakkınızı helal edin
Yarın yokum ve dönemeyebilirim
Gittiğim deniz ortası kentten
Kendim ettim kendim buldum evet
Kaç yıl var ki boşa harcamışım
Diz boyu günah tövbesi zor
Bu gece yanınızdaki son gecem
Yatıya kalsın çocuklar dilediğince
Yıkıldığını görmek çok acı, bu kaçıncı
Yıkıldığımı görme diye bu kaçışım
İkimiz hakkınca yaşayamadık sevdamızı
Kulağı çınlasın ara sokakların
El ele yürüyemedikten sonra son defa
Fileye dolmuşuz bir öğlen sıcağında
Kahvelerimiz getirilmemiş üstelik
Hakkın var üstümde helal et
Denize güven olmaz ortasındaki kente de
Yarın yokum ve dönemeyebilirim
Bağır çağır kaç yıldan sonraydı
Kendi kendime düşman oldum bu kentte
Gıcırdayan merdivenleri çıkıyorum
Bu tırmanış aklımdaki son tırmanış
Bu gece yanınızdaki son gecem.



Gölgelerle


Gölgesi düşmüş üstüme
Üstüme gölgesi
Çalkalanmış söylentiler yüreğime
Erkeği, kadını, velhasıl halkı çıplak
Gölgeler kıyafetleri
Dilden düşmez öykülerle
Gizemli, yekpare mermerden tiril tiril
Anıtsal vücutlar
Gölgelenmiş üstüme
İçimde bin yıllık yangın uyanmış
Su gibi akıyor zaman oyalanıyor
Orağın izi boynumda asılı
Taptaze ve derin ve ateş
Sönmüyor güneş
Suya doğuyorum
Gölgeye sığınmışım üst üste
Üstesinden gelemiyorum
Gölgedeyim.
Taş plakete adı yazılı gölgenin
Üstelik göremiyorum
Güneşte bir yer.



Kitap bitince


Bu kitap da bitti.
Üç tane üç yan yana dizildi
Yazdım, okudum, düzelttim hoş
Dört dörtlük olması çok zor
Bir garip insanım çünkü.
Yine sen varsın içlerde bir yerde
Sen, sen, sen, sen de ve ben
Hiçbirinize kıyamam.
Bu kitapla biten
Diğerlerinde başlar panoyu işlemeye
Arka planda dört köşeyim.
Teraslı köşkler boğaza karşı
Boğazımı tıkar ağır yüklü gemiler
İçimdeki deniz hiç yanmamış ki böyle
Bir garip insanım ben.
Dört dörtlük olmam çok güç
Yazarım, okurum, düzeltirim boş
Üç tane üç baş başa kaldı
Bu kitap da bitti.


Sebep


Herkesin bir sırrı var
Tamamlayamadığı eksiği gediği
Birbirine söyleyemediği giz, his
Ellerde bir dünya gezinir küp gibi
Kimselerin uzanamadığı, uzatamadığı
İsyanların çocuksuluğuna hapis şehirde
Üçte ikisi suyla kaplı bir metada
Fezaya uzatılan ellerde sıla
O bilindik marka harcanışlarla gül gibi
Yoldaş sinemde yıldızlar kayar
Dileğin dileğimdir herkes bilsin
Duysun inanmasa da pişmanlıklarımı
Genzimden kopup gelen ses zaten sarhoş
Buz su depolarında yetmişlik zulalarla
Zeldirediğim sokaklar yosun koku
Ayyaşsam bir sebebi var.



Laptop


Laptopuna gizledim aşk mesajımı
Kucağına alıp açtığında gör diye
Gül gibi kızaran benim
Aç bakalım gönül gözümü, aç
Ve sonra at bi köşeye
Demek böyle başlıyormuş inatlaşmalar
Hırsımı kimden çıkarayım, kıyamam sana ki
Laptopuna gizlenmiş aşk meleği
Gülen ayva ağlayan nar masalı
Masadan kalkmadan içiyorum seni
Ve sonra bir şişe daha, bir şişe daha
Adı bile güzel mavi Marmara
Gül gibi kızardı güneş
Sor bakalım bu gönül kimi sever
Kucağına alıp açtığında gördüğünse
Benden göreceğin en son parçadır
Ve sonra at bi köşeye
Demek şehir aşkları böyle olurmuş
Kupon kupon biriktirilirmiş zaman
Bitti derken başlarmış körü körüne
Kördüğüm oldum anlasana.
Laptopunu elledim gizlice
Aç bakalım gönül gözünü.


Tütün içine


Vardiyalarda tütün içilir
Uyku defolu fosur fosur
Duman altı sen
Duman duman ciğerime oturursun
Ellerimde baston
Dizlerimde yaralı derman
Boynumda eski yazı, ferman
Gözlerimde kalın çerçeveler
Kanımda sen
Vardı ya bi sevgilim bi içim su
Hatıra hatıra dolaşır ararım
Kaç dubleden sonrasın bilmeden
Pangaltı’da öğlen
Bu şehir seni tanımıyor kız
İçmiş içmiş o’da kudurmuş
Tutun yakamdan
Zaman zaman cigara tüttürdüm
Dumandan hayalin beni
Vardiyalarda tütün içilir…


Asi yaşlı


Kalk bakalım yerinden dinliyorum
Yaşlanmışsın asi çizgilerde
Belli etmemeye çalışıyorsun
Ve şakaya vuruyorsun
Biliyorum içinden geçenleri
Ve bu şehir artık benim değil
Onun için aramadım sokak sokak
Talimatlarla küçüldüm çünkü
Ve kapımda bekliyor asi yoldaş
Hep onun yüzünden kaybettim
Yaşlanmışım asi çizgilerden, belli
Yeminler ettim cilalı odada
Sessiz sessiz konuştum
Sordum dinamizm nerde diye
Burada burada dediler beşyüz kişi
Biliyorum yalandı bu şehir
İstiklal tahta perdeli lokal
Ve vurmuşum rakının beline
Yaslanmışım hayaline ne çare
Yoksun aradım durak durak
Kimseye anlatmadığımı biliyorsun
Ve ben bu şehirde misafirim
Onun için hoşça kal dedim sana
Anlamamışsın bende geç kaldım
Sessiz sakin gidiyorum inan
Yaşlanmışsın, yaşlanmışım asice.

İrikıyım denge


Öğütleri içiyorum pür dikkat
Öğütmeden beni çarkıfelek
Çiğnemeden, yutmadan cellat
Yakınmadan hazımsızlığa
Çalıları resmediyorum hazla
Hız sınırını aşmış dizelerimi
Düşmüşüm, düşkünüm, düşünmüşüm
Düşlerde ağlıyorum nazla
Soyadım en berrak akan su
Düşleri içiyorum pür dikkat
Üşüyorum ama düşmekten korkmuyorum
Yaksın beni çarkıfelek
Haliç’in donması dün gibi aklımda
Halsizim içgüveysinden hallice
Karşıdan karşıya Karşıyaka’ya delice
İrikıyım manzaralı sarı ışıklı köşke
Buz üstünde yürüyorum
Hız sınırını aşmış dizlerim
Dizeleri denkliyorum zorla
Düş yorgunuyum, yolsuzum, vurgunluyum
Yollarda ağlıyorum
Adım göklere en erken düşen, doğan
Maviyi içiyorum o saat
Pençesinde nefessiz laflar
Özlüyorum ama öğütlerden korkmuyorum.


Taşlı tarla


Kendime yasaklar edindim
Kuaförden aradığında saç rengine meraklandım
Hızla düştüm yola, Taşlıtarla’daydım
Kaç saat sürecek bu yol kaç
Kaç dakika sonra göreceğim
Saçlarının kızılına vurmuş akşam güneşini
Sevaptır güzelim garip sevindirmek
Üstüne titreyemiyorum artık
Kendime yasaklarım var
Kuaförden çıktığında aramadın, meraklandım
İşim var dedin kısaca işlerim
Demek bunca çabam boşunaymış
Hiç kızmadım sana inan, hayatına fazlayım
Fazlayım biliyorum çekinmem ondan
Yaptığın hatayı pek yakında göreceksin
Kendini yasaklara adayacaksın
Kızıl saçlarını savur akşam güneşine
Kaç yıl sonraydı kaç asır
Hakikattir güzelim bugün gibi hatırlarım
Kuaförden aradığında merakım kalmamıştı
Hızla düştüm yola Taşlıtarla’daydım
Kendimce yasaklara direndim.

Akşam sırrı


Akşama kalamayacağım
Aşka dair her şeyi emanete bıraktım
Gül şehrinde Karşıyakalıyım
Yakamda gül ender
Güler güler ağlarım
Mayıs, mayıs, mayıs gelmeyecek mi?
Deryaya karşı bir oturuşta deniz
Ay doğmuş akşamdan ihalesiz
İhlallerle sarmaş dolaş
Martılar sarhoş
Ben hoş, sen hoş
Sana dair her şeyi emniyete aldım
Tek atışta altın boynuzdan
Dalgalarla bakıştım
Alınyazımda sır
Sırra kelam sırıdım
Akşama kalamayacağım.

Kapı duvar


Bir yokuşta durduk
Sırtına dokunup gözlerimi kaçırıyorum
Aznavur Kapısı, Beyoğlu Han
Öğlen sonu hava ayaza kesiyor
Özlediğim sen bu sen değildin
Çekik gözlü delikanlı darbuka çalıyor
Bileklerindeki deri künye
Üzerinde el yazıyla üzüldün mü yazıyor
Klasik çizim pantolonu enine taşlanmış
Boğazında mavi ışıklı kolye
Ardınız sıra sürükleniyorum.
Beklediğim ben bu ben değildim
Çakır gözlü efecan dümbelek çalıyor
Belleğinde geri dönme çağrısı, dönme
Korkarım kızıp gideceğim bir öğlen sonu
Beyoğlu İstiklali, Aznavur Kapıda bırakıp ikinizi
Dümbeleği çala çala bileklerim yoruldu.
Çekik çakır gözlü çocuk ağlıyor
Afallıyorsun, sarsılıyorum
Sallanıyor Beyoğlu Aznavur Kapıda.
Az çok tanıyorum seni, bu iş bitti.
Özlediğin son bu son değil miydi? Söyleme.
Darbukatör ramazan davulcusuna kaçtı
Akşamüzeri çiçek pasajına düşüyorum.
Keman sesi Arnavut kaldırımları cilalar
Özlediğim sarhoşluk elimin altında
Bir dikişte iniyorum.

Al gülüm ver gülüm


Al beni ver bana
Ver ama şöyle bir dolaştır İstanbul’u
Köy beşiğine bele, kuma yatır sonra ver.
Hanımeli kokuyor sokaklar ve
Sürekli gece yaşıyorum nasılsa
Al gülleri ver gülü
Ver ama şöyle bir kokla İstanbul’u
Vay başıma, yazıklar olsun, o korkuya ver
Şehrin anahtarı belimde suya yatarım
Yosun kokuyor rıhtımlar ve
Sürekli denize ağlıyorum kara yasla
Kendine pay çıkarma, paydamsın
Pay ama şöyle bir hakça İstanbul’u
Al benden verme bana.

Cefakara pera


Rakı sofrasında öptüm Pera’yı
Alenen, belki de pervasızca ama içten
Ama kadehimin kenarıyla, usulca
Muzip gözlerdeki ışığa şerefe diyerek
Ciddiyetle fitilledim cin gibi aklımı
Çiğnediğim meze, gaflet ve ihanet
Garson bir duble daha hemen palas pandıras
Rüzgar yönüne çekeceğim kafayı uysalca
Yüzsuyu hürmetine nihayet kurşun gibi
Kasıp kavuran sevdanın alnına şak diye
Pera’yı örttüm üstüme İstanbul cefasında.

Üçgen


Üç kelimede ikna oldum.
Genç, etkili ve serbestim.
Aklımdan çıkmıyor gitme zamanın oysa
Parmağımı oynatamadım, dondum kaldım
Eli açık patronumdun
Kaybettim.
İkimizin arasında kaldı dünyalıklar
Eşyalarını toplamadan kaçışın fazla
Sen kendini ne sandın.
Gözü kör işçindim
Öç kentinde yasa boğuldum
Göçemedim aklımdaki kelimelere
Bu boş sokaklarda kalıcı etkini arıyorum hala
Gençliğimin sırrını
Serbestsin
Üçümüzün arasında kelime oyunu bitti.
Topla kıçını aramıza giren şehir.



Hiç yorum yok: