GÖZLERİM MÜEBBETE MÜPTELA 3
Çalışma masası
Bütün mutluluklar çalışma masamda, karmakarışık
Nur seli inmiş cesaretime pranga
gibi
Bağımsızlığıma açılan köprüler
kapalı
Ben sana kavuşmaya tutkun
Merasimler asılmış gerdanına
pırlanta gibi
Gırtlak gırtlağayım kavga
şehriyle aç gözlüce
Balıkçıl kuşlar ölür ben kör
kalırım
Suni solunumlarda solak şehir
Büyük gürültülerle yaklaşıyor
korku Salı
Zehri dilimin ucunda şeker gibi,
horoz şekeri
Didişmekten yorgunum ve uzaktayım
Rüzgara hasret yel değirmeni
modunda dumanlı
Oksijen ve temiz hava garibiyim
Bütün umutlarım çalışma masamda
uluorta
Çiçek toplamayı ve resmetmeyi
öğrenicem çarçabuk
Bu salak şehir kavgaya yenildi
çünkü
Kapıvermişsin beni görgüsüzce,
incindim
Dost seçerken dikkatliyim de
Ah dostum düşmanımı seçemem ki
Bir gece boyu tuza yatırılmış
mumum sanki
Islak bir sabun dolaşır vücut
dokumu şimdiden
Bilsen nelere gebeyim üçten
dokuza
Nerde o asil kavganın şehlası,
şehir alacası
Dokun da bin ah işit ey çalışma
masam.
Kıskançlığa
Ayın ondördü gibi ışıl ışıl
Işısın yüreğin
Ay kıskansın seni doğmadan
Ey doğup büyüdüğüm şehir
Sevgilim sana armağan olsun
Isıtsın yüreğini.
Aşkın döndürdü beni ışığa,
güneşe,
Yüreğim yanmakta.
En büyüyüp öleceğim şehir
Ne sevgiler gördün
Ayın ondördü gibi şubat şubat …
Duasız şehir
Kaldırım taşına takılıp düşen
fikirlerle
Gündüz buluşmalarına binlerce
bahane
Kaba saba ellerde şekilleniyor
duyarsızlık
Doğuyor duymadan o ilk çığlığı
bebek
Ve atmadan, kıçına inen
şaplaklarla
Akşam üstleri işgale uğrar şehir
Loş ışıkta utanır tombalak ev
sahibesi
Merdivenlerden inen o tatlı
serinlikte
Gökyüzüne sırnaşır lacivert
kanatlı ürperti
Ve içini boşaltır hayal meyal
kaldırımlara
Kaç fasıl öldürücü salvolarla ve
aşık
Hayal kırıklığı cesareti öperken
alnından
Sıkıca yumulan ellerde soluk
resim
Mengene başıma sıkarken zevk
tarlasındaydım
Arta kalanlarla yetiniyor
dulların siteleri
Deryalara dalan susamışlık
karanfilli
Zevke göre zevce fikri kalpazan
ruhlarda
Ruhsuz bir şehir musalla taşında
duasız.
Gecikme
Geç kalmışım epeyce
Savunusu alt üst olmuş yaşam
öykümün
Hayatıma talimatla yüklenmiş
borçlar
Diyetteyim sanki ipince.
Gerdanlığına asılı kanıtlar sahte
Suluboya resimlerde uykusuz halim
Avutucu düşlerim gerçek dışı
Beni duyuyor musun, bir adam
ağlıyor
Altı şapkada da ayni düşünce
Çok şeyler bekliyorum sanki
üşenmeden
Vücudunu keşfettiğim gemi battı
Gırtlağıma kadar taşmış Karadeniz
Boğazın sularında konaklıyorum
İçimdeki çocuk bahçe çiçeklerini
suluyor
Yok yere itiraf sıkıntısı
Kurutuyorum laleler şehrini
içimde
Geç kalmışım epeyce.
Kent şarkısı
Hergün benden biraz daha uzağa
Karnımda ince bir ağrı bırakarak
Şehrin tüm ışıkları karartılmış
Benim içimdekileri yanık tutarak
Say ki bi öğlen üstü gömülmüşüm
Yunmadan namazı kılınmadan
talkınsız
Senden bin adım uzağa sahipsiz
İçim boşaldı şehrin yanan bağrına
Haykırışlarımı duymuyor kent
orkestrası
Tiz sesli solist kız şarkımı
söylüyor zorla
Birgün sende beni seveceksin diye
başlayarak
Çok geç garipler sokağında arasan
da
Kaleye çıkan tüm yollar kararsız
Ansızın karşına çıkamayacağım
artık
Büyük Otogardan el
sallayamayacağım
Işıksız şehirde hafif sağına
dönük yatarım
Duy da bir gece yarısı ağlama
Dev gibi bir şehir çökmüş üstüme
Yolcu yolunda gerek, biraz daha
yakınına.
Sultası sustalı
Kaç kadeh sonraydı ayılamadım
Horlamana hele, hiç
Hayıflandım
Horlandığımca Fransız kaldım
İki saatim elli pare
Elimde Pera Palas tarifesi
Emirler yağdı siperlere saatlerce
Çevresini dolandığım saha göktaşı
çukuru
Kaç kadim dost sordu, aydınlatamadım
Mendireğe uzanmış aykırılıkları
harlıyorum
Harına hele hiç
Yanmadım
Yanmadımsa da yaranamadım
Beş para etmez saltanat bitti.
Çamlar devrildi
Kutulara sinmiş kokunu çektim
içime
Kayıp bir şehir anısıydı teninden
süzülen
Büyülü kokular aşıladı aşkın
yüreğime
Bu şehir çam çam kokar işte
Boğaz manzaralı malikanelerde
muamma
Hakikatli bir deniz aşkı sarar
benliğimi
Kaç kez baktım Marmara’ya boş
gözlerle
Martı sürüleri taşıyor şehrimi
uzaklara
Kar altında diz çöken kadınım ağlarken
Kim bilir şehrin hangi kuytusuna
sinmiştir kokusu
Saçlarına karışan güneşi kimlerle
paylaşır
Bu çamlar şehir kokar işte
Hayal kırıklıkları büyütür
korkuyu yüreğimde
Az öteme vurmuş çam kokan isyan.
Ayna kırığı
O sırada ayna kırıldı
Ele avuca sığmıyor yüzyıllık
miras
Adı kırmızı çalıyordu.
Kuşbazlar can veriyor alt
kanatlara da
Bir cam kutu içinde günlük
hayatlar saklı
Molaya hoşgeldiniz yazılı
Hadi bana öyküler anlat
Ege’de sonbaharı
Deniz aşırı dönüşler yalnızlığı
hecelerken
Aykırı yaşamak gülün kalbine
sığmaz
Gecikmiş düşleri yazdım kırık
aynaya
O şehrin en eski yolcusu benim,
bendim
Kapıdan kovulsa bacadan giren
Direncin busesi dudağımda
Hadi şiirler oku bana
Karşıyaka’da günbatımını.
Hayıflanmasan ne yazar
Hayıflandım dersem bil ki yalan
Bi güzel o ritmi yakalamışken
Bakışlar en güzel şarkıyı
bakarken
Yürüyüşler omuzlardan aşağı
yollanmışken
Aşklar bir öpüş uzağındayken
Mesafeler elinden tutulmuş
çocukken
Kendini kendince nasıl öylesine
gökyüzüne
Ve kıçı çıplak, kapkara, yoz
caddelere
Tatlı saatler baraj aşırmışsa
tattan
Uzaklarda bi diyarda geçen
romanın ilk sayfasında
Hayat yokuşunda budalaca cümleler
Ve ilk kez burcu burcu kokan
yıldızlı
Güncesi zehirli nefes haberci
gecelerde
O uzak şehrin aşkını haber
ediyorsa
Hayıflanmadım dersem bil ki
yalan.
Tuhaf veda
Tuhaf bir terk-i diyar bu
Sabah ola hayrola
Ayrılsak da zirvede buluşuruz,
yağan yıldızlarda
Şansa bak başka yer yok
Veda şarkısı çınlıyor boş kubbede
Yoluna serdim düşüncelerimi,
idare et
Tuhaf bir terk ediş bu yar
Yar elinde telef olmak da varmış
O tertemiz bir dokunmadır kutsal
direnişe
Tuhaf bir tufandı, vurdu geçti
Buluşsak da zirvede ayrılırız
kayan yıldızlarla
Rastgele heyamola
Tuhaf bir aşk-ı gerçek bu.
Süt liman
Mantıksız bir kalp taşıyor o
limanlar
Dost gemilerin sığındığı
Dalga dalga işliyor ruhuma açlık
Apayrı sığınmalar da var fakirin
dünyasında
Değişiyorsa zamanla aşk aşk mıdır
ki misali mesela
Böcek ısırıkları gibi telaşla
yakıyor zaman
O limanlar ana yüreği gibi
affedici
Uçurumun dibinde daima o alaysı
şehir
Noksanlığı aşıyor çoğu an o dost
gönüller
Seviyorsak eğer gerçekten, gün
dönmeden değişebiliriz
Sığındığım limanda gemiler
Kalp kalp taşıyorlar dolu dolu
Mantığın bittiği yerde gereksiz
boşalmalar
Değse de değmese de gözlerime o
liman doluyor
Limanda yapayalnız biniyorum
dalgalara
Bambaşka sevmeler de var fakirler
diyarında
Ölümden korkmamak gibi asil ve
hiç aldırmadan öl
Kalp gözüm ağrıyor açık açık,
aklım sırılsıklam
Dost gemilerin sığındığı o
limandayım.
Geri sayım
Geri sayım
Bazen aç bazen susuzum ve yolsuz
Esmeyince rüzgar,
fırtınalaşamayınca düşünceler
Hep saldırı hep saldırı sembolsüz
Tapınma arzulu hayal uğruna sonsuzum.
Hem tok hem doluyum, hem aç hem
açık
Farklı farklı dillerde iftiralara
inat
Sımsıkı sarılıyorum ıssızlığa
sözsüz.
Zirvede içime süzülen zorlama
ışığa inat
Hangi uyarlama dilde
anlatılıyorsa dinliyorum
Az anlıyorum çok geziniyorum
üstünde.
Hayata dair ne varsa hayat
diyarında
Bazen aç bazen susuz ve sonsuz.
Boynu devrilesi
Giydirdin beni bedavaya İstanbul
Kararmış günü ısmarlama ışıkla
Deniz mavisi renkte ısrarla.
Kırk ambara doldurdun askılarımı
Asık yüzümde kırık gülümsemeyi de
Gözyaşlarımı süsledin İstanbul
Sararmış gülü isyanlarıma aşkla
Buz mavisi gönlümde zaman aşımı
Topuzu kaçmış kırık kantarda
tarttın aşkımı
Aşkın yüzünden kasıp kavruldum ya
Hayallerimi besledin İstanbul
Sönmüş külü toprağıma serpip
Gök mavisi derinlikte yatarım
Kırk kapıdan geçtim hepsi de asma
kilitli
Anahtar sözünde durdum, vuruldum
Devirdin beni bu davaya İstanbul.
Konstantini mini
Konstantiniye’de
Parçalı güneş tutulması
Attığın gülleler ellerimi yakıyor
Gül sandım.
Hiçe inmiş farkında olmadım
kaygılar
Yağmurlar gözden uzaklara
Korunmasız bir yol kenarı
kuyusunda
Hangi ipe tutunduğumu bilmeden
Çıktım doksan dokuz bela kapısına
Güneşe bakarak sağa sola
emanuele’ye
Her yöneltide Gülşen, Lalezar
Kardeşlerime vasiyetim var
Başkasının ayıbına bakmayın asla
Ayıp bendim, işte kitaplarım
Uzadıkça sivrilir boş sözler
Düz sandım.
İntikam ipine tutunacağınıza
hemen kesin
Vazgeçseydim hiç demedim güzün
Vız gelir hırs geçer
Ağzım kavruluyor tutuk güneşli
Konstantiniye’de
Teşekkürler ışığım
Gün batıyor ışıl ışıl
Ey İstanbul ne çok hüzünlüyüm
bilsen
Gönlümde hep bu akşam saatleri
baskısı
Ve bir günü daha devirdim
çelişkilerle
Gidiyoruz iki katlı doğacak
güneşe
Şefik öğretmenle yolculuğum ne
hoştu
Sarılmış bedenime, kucağımda
uyutuyorum onu
Biraz önce yıkıldı duvar, altında
kaldı yavrum
İstanbul doğuyor ışıl ışıl
Seviyorum seni ey yaşanılmaz
şehir, yaşıyorum
Gün olur uzaklaşırsam eğer senden
Asla unutmayacağım muhabbetini,
vallahi
Unutmam tek bir taşını, kaşını
gözünü, aşığınım
Seni yaşamak ne zor bilsen, ne de
eziyetli ama tatlı
Yine de seviyorum yedi tepesiyle
seni
Anımsattıkların için sonsuz
teşekkürler
Kızma sana değil, gün ölüyor diye
küskünüm
Gecikmiş sevgini, bu dünya ve
sonrası zevkle taşırım
Binlerce kez teşekkürler ey
İstanbul
Bu dizeler en can, canıma ait,
affeyle aşığını.
Gün sönüyor ışık ışık.
Kartozları
Pencereleri kartozları dövüyor
Sigara dumanı üfürdüğün delikten
görebiliyorsun alemi
Uçuşuyor kelimeler gecelere ancak
Gözbebeğinde sırrını çözdüğün
şehir
Gece mavisinin üstüne süt
dökülmüş gibi maviş
Kül tablasındaki izmarit benzeri
sokaklara da
Pembe beyaz telaşlı dolaşmalar
sinsi pusa yenilmiş
Kimseler duymaz kartozları geceyi
döverken seni
Kuş uçmaz kervan geçmez bir sunak
sanki
Sundukça suç listesi kabarmış,
susmuş sustalı
Tenhalara şehrin şaşkın uğultusu
sinmiş
Sigara dumanına boğulmuş ucu sıra
yanan şehir
Boğaza dalıyorsun dumanı
üfürdüğün yarım ayna buğudan
Ağaçsız boz bir tepede sulu
sepken ve tütün pası
Derken buluşuyor kelimeler
geceyle ancak
Penceresi soluk ışıklı yalıda
konuk kartozlarıyla
Zor ve uzun soluklu bir eğlence
bu tozutur
Sabah ezanı ile uyanan sabık
şehir gibi hulyalı
Çığlık çığlığa donarken martılar
zihninde
Buz mavisi öksürüyor seni sırtlayan
şehir
Her hapşırıkta selama duruyor
kalbim sana
Uzun samsunu içime boru gibi
çekerek unutuyorum.
Duman duman üflüyorum sırtlan
şehrini
Duman soğuğu kartozları
pencereleri dövüyor
Sanki benim o soğukta dayak yiyen
yasaklı
Uçuşuyorum külliyen gecelere
beyaz kelebekler gibi
Kelimeler gecelerin kuşu,
uyumadan yazabiliyorsun alemi
Pencereleri kartozları dövüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder