“ALTI UMDEYE BASACAĞIZ O ŞEREFLİ MÜHRÜ…”
Yarın yerel seçim var...
Yerel seçime bir kala, seçim propaganda sürecini ilçe siyasi partileri açısından değerlendirmeye hiç de gerek yok diye düşünüyoruz. Çünkü özellikle ilçelerde, illerde ve memlekette yerel seçimi yok sayan, bir ahali ahvali varlığı ve genele nazar eden bir eğilim gözlemledik. Şu garipleştirilmiş ilçede yerel İktidarın değişmeyeceği beklentisiyle ve o kadar ayıba kayba karşın genel iktidarın değişmemesi gayretkarlığına arka çıkılırcasına kimse dokunamadı dokunulmazlara, asıl dokunulması gereken şeylere. Sanki hükümetin izin verdiği kadarıyla yetinildi, tivit, yutub kapandı seçim süreci bitti, gitti.
Yarın yerel seçim, önce ses kısıldı, sonra soluklar kesilir, daha sonra hesap kesilir, daha daha sonra Allah’ın yüce adaleti tecelli eder ve saltanat biter…
Bu yerel seçimde haksızca tüm yapılanlar, edilenler muhakkak ve mutlaka bir şekilde karşılığını bulacak. Alakasızca ve pervasızca güzel işler yapıldı, bal tutan parmağını yalar deyip duran, haddini, hududunu aşan yanaşmalar da bir şekilde layığını bulacak. Yani sessiz çoğunluk belirleyecek her şeyi, partizan kılıklı amigolar değil. İktidar destekleri ve imkânlarından faydalananlar bu yerel seçimlere son noktayı koymaya çalışacaklar ise de, pek öyle görünmüyor bu kez, ne ilçelerde ne İstanbul’da, ne de memlekette.
Yerel seçim yarın; Diyelim ki, Yedi uyuyanlardan beter bir kör uyku sarmış beyinleri ve bu yerel seçim uyanma zamanı…
Baskıya, kıskaca alınan ve sansürlenen; toylar, boylar, düğünler, dernekler, vakıflar, sendikalar, federasyonlar, işadamları, işkadınları, sanatçılar, işçiler, işsizler, öğrenciler, engelliler, erler, kadınlar, köylüler, kentliler, taşralılar varoşlar, çiftçiler rençperler, evliler, evsizler, yerliler, yabancılar, bu kötü gidişe yol verip vermemek, bozguna talana yalana çalana yataklık edip etmemek için bu kez topluca firesiz sandığa gidecekler gibi.
Ve alabildiğine mutlular veya yaşamdan tamamen umudunu kesmişler, hâkim düşüncenin tutsağı olmak yerine, yüreklerini kemiren kuşkulara Olur ya, ya olmuşsa endişesiyle geleceğe yön verecek bir manevra yapacaklar gibi görünüyor bu yerel seçim.
Tüm dünyanın kilitlendiği yasaklara, yalanlara ve talanlara alenen duyarsız kalınıyor her neden ise. Ve korku tüneline girilmişçesine yağ kandilleriyle aydınlanıp, saklanılıyor kıyı kuytu köşelerde. İzahı, mizanı, meali olmayan bir durum ama bu saklambaç oynamalar ve sinmişlik yerel seçim geçer, pazartesinden itibaren sonuçlara göre seçilen başkanın peşinde yılışık koşuşturmalar başlar. Başlar ama iş işten geçmiş, bir fırsat daha maalesef tepilmiştir.
Yalan yanlış ve haksız tüm yaptıklarına hatırlı tanık, hayırlı sanık arayan iktidar için, idareyi değiştiremiyorsak irademizden vazgeçtik döneminden, şimdi güçlü irade modası reklamlarına geçildi. Çünkü saçıp savrulan, kutulanıp kasalanan zenginlikten, ilk elden son ele, baştan bacağa tezelden aktarım sürdürüldükçe pay kavgası yerel seçim kavgasının önüne geçiverdi.
Yani tüm bu olumsuz olayları görmezden gelenler arttıkça sürdürülen hayat tarzı bohemleşiyor. Görmezden gelenler arttıkça artırıldıkça modernizmin içten içe, içten dışa bastırılmasını, para-iktidar ve ihtiras hırsını ve açgözlülüğünü tetikliyor. Kara paranın yanı sıra aşırı israf edilen beşeri ilişkiler de sosyal ve siyasal yaşamın yozlaşmasına eklenince hatırlı ve hatırşinas tanıdıkların bile “kitaba” rağmen kitapsızlığa meyil ettikleri ortaya çıktı.
Bu menfi meyledenlere meyletmişler de sandığa gidecekler gitmesine ama bu kez boşuna her türlü yüzdesel oran. Çünkü evrenin derinliklerinde gizli kalmış ne kadar ukde uhde, ahde vefa, akde veda varsa sunuldu seçim arenasına ve akla kara görüldü. En titiz matiz davranmayı düstur edinmişler bile kumpas, montaj veya paralel şey yakıştırmalarına inanmaz oldular. Sosyo-politik denge çöreklenmeler ve çekememezlikler dengesizliği üzerine kurulunca, diğer nasırlaşmış tüm unsurlar da bu çarpık anlayıştan desteğini çekti. Anlaşma bozulunca bu kadar da olmaz denilenlere her gün başka şeyler de eklenince, İktidar bu dengesizliğe densizce çanak tutarak kan kaybetmeyi önleyeceğini umdu ve gereksiz söylemlerle seçim önü kirletildi.
Yarın yerel seçim; Görülen o ki genel seçim havasına sokulan bu yerel seçimde iktidar partisi beklediğini bulamayacak. Çünkü çanak antenler bu sefer gerçekten ikiye bölündü, çanak çömlek patladı, patlatıldı…
Şeffaf sandıklar yarın okullarda kuruluyor. Yarınlar büyük, ihtişamlı, muhteşem, dev, devasa çılgınlıklara gebe görünse de, günlerdir yankılanıp duran olaylara, yalanlara ve yalanlamalara dur denilmedikçe başka idari modeller rejime montelenir bir anda ve hissedilmeden oylar kayar ve kaynar kazan. Sözde ülke yenilenecek ve rejim kökten realize edilecekti, halkının tüm anayasal özgürlüklerini sanal ve sosyal arenalarda engelleyen, banal bir dengesel kör döngü ve kör dövüşü yaşatan bu iktidar partisiyle buraya kadar.
Daha beter şeyler varmış, daha beter şartlar oluşacakmış öngörüsü ve endişesiyle ikinci düzenbaz fısıltının uğursuzluğunu uğrulara bırakarak, içlerinde fısıldayan o ilk lahuti sese göre tavır alacaklar, rey atacaklar da var Allah’tan.
Seçmenler belki de bu yerel seçimlerde verecekleri oylar ile yerel seçim olmasına rağmen on iki yıllık iktidardan bu ülkeyi kurtarabilecekleri bir fırsatla karşı karşıya. Seçmenler bu kez kötü söz ve yararsız kelimelerden medet umanları, başkanlık, cumhurbaşkanlığı düşüyle yatıp kalkanları, iktidar-hükümet-belediye nimetlerinden en aşırısıyla ve haksız nemalandıkça, faydalandıkça halkı unutanları, köhnemişliğin, kirlenmişliğin içinden temizleri, ulusu ve vatanı var eden temel değerlerden uzaklaşanlar ile hakiki vatanseverleri, velhasıl birçok şeyi eli varır yürekleri yeterse birbirinden ayıklayacaklar sanki.
Yerel seçim yarın ve durum bu; “ Seçmek ve seçememek işte bütün mesele bu”. Aslında tüm mesele seçilmişler diktasına doğru giden bu eğri büğrü, bol virajlı ve sonu uçurum olan bu yolda her halükarda yolunu bulmak değil doğru bir yol bulmak meselesidir. Eninde sonunda onlar doğru yolu bulacaklardır masalına da aldanmamak gerekir seçmek ve seçememek bağlamında. Çünkü dostlar gün olur değişir ama aldanışlar baki kalır.
Zinhar sakın ha arzuladığınız tablo gerçekleşince yıktı geçti, yıktık geçtik biçiminde gizli hülyalar içeren azgınlıklara ve böbürlenmelere de girişmeyin, sakının ve geri durun. İşte tüm tembihlere uymayan adam olamayan adamlara o zaman sorarlar en harbi sualleri, yanıtı en zor soruları. Seçmenin veya seçememenin sevabı günahı tek cümlede gizlidir aslında; kazanılan harbin gazisi çok olur belki ama kaybetmeyi de göze almak gerekir, yiğitçe mertçe.
Ok yaydan çıktı bir kere. Bedeli tek tip hükümlülük olsa bile biz, savruk-kavruk hükümran yasaklamalardan baskılardan asla korkmadan, Toprağın üstünü de altını da düşünerek, iki cihanda muzaffer olmak için, selahiyeti ehline, işi erbabına vermek için;
“ O şerefli mührü Altı Umdeye basacağız …”
28 Mart 2014 Cuma
27 Mart 2014 Perşembe
SEÇİME ÜÇ GÜN…
SEÇİME ÜÇ GÜN…
Bu gün seçim-metre üçü vuruyor...
Sadece üç gün kaldı halkın inanmak istemediği, ötelediği gerçeklerle yüzleşmesine. Beş yıl önce davul zurna eşliğinde başlamıştı heyecan mezara kadar değil pazara kadar sürecek ve bitecek. Acı ve karartılmak istenen gerçekleri ananlar, sayanlar, görenler namert ve paralel, görmezden gelenler, duymaz ve dilsizvari takılanlar aslan parçası bir seçim atmosferi.
Üç gün sonra görüşülecek nasılsa…
Kalan ömrümüzün sonuna kadar yaşayamayacağımız bir seçim önü yaşadık. Derin dondurucularda yıllarca saklanmış hesaplaşmak adına ne varsa bir bir mutfak tezgâhına döküldü ortalık kirlendi. Ancak yine de Matbaa makinesi icadından bu güne, bu pislikler bu kadar iktidara hizmet etmemiştir.
Keskin bir viraj bir dönüm noktası olarak görülen bu seçim, maalesef sona yakın rayından çıkarılmaz ise eski tas eski hamam havasında seyrediyor. Tivit mivitlerle, kasetlerle, telkinlerle ve tehditlerle doludizgin menzile ulaşmak üzereyiz. Türkiye bu yol ayrımlarını çok yaşadı, bazısına da biz tanıklık ettik. 12 Eylül faşist darbesi sonucundaki palazlanmalar bu günün kamufle edilmiş baş aktörlerini hortlatmış ve eğitmiş desen suç ama öyle bir yaklaşım sürülüyor probaganda cephesine.
Yıkılmaz krallığı ilan etmeye ramak kalmışken devran döndü; Türkiye’de çığır açtı, Türkiye’ye çağ atlattı denilenler ya çamura battılar ya da çamur oldular. Öyle bir dünya ki bu dünya kimsenin yaptığı yanına kar kalmıyor. Tarih baba her daim iş başında. Her şeyi yok sayıp ve unutup yepyeni bir hayata fırça sallasan bile bu işin kurtuluşu yok. belirlenemeyen nedenlerle saltanatı ve zevki sefayı erken terk edişler bu olsa gerek.
Velakin defalarca da yapılmaz ki ayni hata. Öyle her aileye üç çocuk salık vermekle kişi başına düşen borç azalmaz, artarmış o da görülmüş oldu. Boş cigara paketi koleksiyonu yapılarak da tütün bırakılmazmış ayan beyan belli oldu. Bu er kişi tarihi de iyi bildiğini söyler. Madem biliyorsun; tarih tekerrür eder ve bir gün herkesin başına hiç gelmeyecekmiş görünenler de gelebilir. Ayrıca çocuk istediğin gibi değil emek verdiğince yetiştirdiğin gibi şekillenir. Velhasılı tablo ortada.
Çok aşırı derecede yanlı ve hatalı bir iktidar portresi var önümüzde. Başarılarını bizim kıstaslamamız uygun düşmez, memleketin alimi hocası var yaparlar. Bu yaşıma başarısızım diyeni de görmedik daha ama kişisel gelişimini tam tamamlamamış bir kabineyle bakan ve bakmayanları ile karşı karşıya kaldığımız ortada. Bu kabineciler kendilerden kombine bilet almayanlara; bakarsınız acil zirvelerin kurulacağı günler gelir, umutlarınız başka bahara kalır diye azarlama peşine düşmüşler.
Paranın ağa babası para babası da olsan yırtamazsınız vay o gariplere, vay hallerine. Bir korkutma senaryosu ki filmi izleyen pısıyor, tırsıyor, kalıyor. Kalıyor ama oy kabinine girenlerin vereceği kararla ileride sadece olağanüstü bir ilkyaz günüydü diye anımsanmasını dilemek istiyor insan, 30 Martı.
Seçim bu sefer başka olacak görünen o ki hiç bir şey ayni kalmayacak. Kimse öyle devrim falan da beklemesin. Zaten seçime kadar üç koldan saldırmalar sallamalar devam edecek. Ayakları yerden kesecek vaatlerle, çılgın projelerle oy avcılığı bu kez prim yapmayacak. Bakanı bakmayanı bilcümle, Belediye başkanları, bizimkisi de dâhil düşmüş yollara ev ev abi, abla dolaştırsa da bu başka bir seçim. Biz bu oyunları, replikleri çok gördük, kanmayız ve de yutmayız diyecek. Diyebilecek mi 30 mart akşamı göreceğiz.
Global ve küresel hesaplara hiç uymayan, kendi iç pazarında iç hesaplaşmaya sahne olan bir seçim önü süreci yaşadık ve bitmesine üç kaldı. Gerçek dışı görülebilecek ne varsa gördük.
Söz bu söz; “ Akıllılar içlerinde korkuyu büyütmezler. Korkuyu içlerinden söküp atarlar, “ gerçekleşse de bu kez bu seçimlerde dünyada sadece Türkiye’ye özgü bir aklanış yaşanmasa bari…
Bu gün seçim-metre üçü vuruyor...
Sadece üç gün kaldı halkın inanmak istemediği, ötelediği gerçeklerle yüzleşmesine. Beş yıl önce davul zurna eşliğinde başlamıştı heyecan mezara kadar değil pazara kadar sürecek ve bitecek. Acı ve karartılmak istenen gerçekleri ananlar, sayanlar, görenler namert ve paralel, görmezden gelenler, duymaz ve dilsizvari takılanlar aslan parçası bir seçim atmosferi.
Üç gün sonra görüşülecek nasılsa…
Kalan ömrümüzün sonuna kadar yaşayamayacağımız bir seçim önü yaşadık. Derin dondurucularda yıllarca saklanmış hesaplaşmak adına ne varsa bir bir mutfak tezgâhına döküldü ortalık kirlendi. Ancak yine de Matbaa makinesi icadından bu güne, bu pislikler bu kadar iktidara hizmet etmemiştir.
Keskin bir viraj bir dönüm noktası olarak görülen bu seçim, maalesef sona yakın rayından çıkarılmaz ise eski tas eski hamam havasında seyrediyor. Tivit mivitlerle, kasetlerle, telkinlerle ve tehditlerle doludizgin menzile ulaşmak üzereyiz. Türkiye bu yol ayrımlarını çok yaşadı, bazısına da biz tanıklık ettik. 12 Eylül faşist darbesi sonucundaki palazlanmalar bu günün kamufle edilmiş baş aktörlerini hortlatmış ve eğitmiş desen suç ama öyle bir yaklaşım sürülüyor probaganda cephesine.
Yıkılmaz krallığı ilan etmeye ramak kalmışken devran döndü; Türkiye’de çığır açtı, Türkiye’ye çağ atlattı denilenler ya çamura battılar ya da çamur oldular. Öyle bir dünya ki bu dünya kimsenin yaptığı yanına kar kalmıyor. Tarih baba her daim iş başında. Her şeyi yok sayıp ve unutup yepyeni bir hayata fırça sallasan bile bu işin kurtuluşu yok. belirlenemeyen nedenlerle saltanatı ve zevki sefayı erken terk edişler bu olsa gerek.
Velakin defalarca da yapılmaz ki ayni hata. Öyle her aileye üç çocuk salık vermekle kişi başına düşen borç azalmaz, artarmış o da görülmüş oldu. Boş cigara paketi koleksiyonu yapılarak da tütün bırakılmazmış ayan beyan belli oldu. Bu er kişi tarihi de iyi bildiğini söyler. Madem biliyorsun; tarih tekerrür eder ve bir gün herkesin başına hiç gelmeyecekmiş görünenler de gelebilir. Ayrıca çocuk istediğin gibi değil emek verdiğince yetiştirdiğin gibi şekillenir. Velhasılı tablo ortada.
Çok aşırı derecede yanlı ve hatalı bir iktidar portresi var önümüzde. Başarılarını bizim kıstaslamamız uygun düşmez, memleketin alimi hocası var yaparlar. Bu yaşıma başarısızım diyeni de görmedik daha ama kişisel gelişimini tam tamamlamamış bir kabineyle bakan ve bakmayanları ile karşı karşıya kaldığımız ortada. Bu kabineciler kendilerden kombine bilet almayanlara; bakarsınız acil zirvelerin kurulacağı günler gelir, umutlarınız başka bahara kalır diye azarlama peşine düşmüşler.
Paranın ağa babası para babası da olsan yırtamazsınız vay o gariplere, vay hallerine. Bir korkutma senaryosu ki filmi izleyen pısıyor, tırsıyor, kalıyor. Kalıyor ama oy kabinine girenlerin vereceği kararla ileride sadece olağanüstü bir ilkyaz günüydü diye anımsanmasını dilemek istiyor insan, 30 Martı.
Seçim bu sefer başka olacak görünen o ki hiç bir şey ayni kalmayacak. Kimse öyle devrim falan da beklemesin. Zaten seçime kadar üç koldan saldırmalar sallamalar devam edecek. Ayakları yerden kesecek vaatlerle, çılgın projelerle oy avcılığı bu kez prim yapmayacak. Bakanı bakmayanı bilcümle, Belediye başkanları, bizimkisi de dâhil düşmüş yollara ev ev abi, abla dolaştırsa da bu başka bir seçim. Biz bu oyunları, replikleri çok gördük, kanmayız ve de yutmayız diyecek. Diyebilecek mi 30 mart akşamı göreceğiz.
Global ve küresel hesaplara hiç uymayan, kendi iç pazarında iç hesaplaşmaya sahne olan bir seçim önü süreci yaşadık ve bitmesine üç kaldı. Gerçek dışı görülebilecek ne varsa gördük.
Söz bu söz; “ Akıllılar içlerinde korkuyu büyütmezler. Korkuyu içlerinden söküp atarlar, “ gerçekleşse de bu kez bu seçimlerde dünyada sadece Türkiye’ye özgü bir aklanış yaşanmasa bari…
DÖRT ÇEKERLİLER İLE DERT ÇEKENLER SEÇİMİ "AKP DÜŞÜYOR CHP YÜKSELİYOR"...
DÖRT ÇEKERLİLER İLE DERT ÇEKENLER SEÇİMİ "AKP DÜŞÜYOR CHP YÜKSELİYOR"...
Yerel seçime dört kala, dört çekerler veya dört çekerliler hayat boyu dert çekenlerle son sürat yarışıyor…
En başta herkes AKP’yi iktidara taşıma reçeteleri peşindeydi. Seçime dört kala on yıllarca hazırlanan senaryolar ters tepti, reçeteler hasta etti memleketi. Bu yerel seçimler halkı tamamen zaptu rapt altına alma seçimi iken, bakanlar bakamayanlar baştan ayağa çarşafa dolanınca gezide, kasada orada burada birden içten dıştan esen estirilen deli rüzgarlarla yön değiştirdi seçim trendi.
Velhasıl işin kimyası bozuldu renk değiştirmeye başladı Türkiye, renk vermedi nüfuz kullananlar.
Tablo da acayip renkli; Hükümet hükmünü kaybetmiş, en atik bakamayanlar faka basınca istifayı basmış, tüm kalan bakiye bakanlar yollara düşmüş bakanlık nimetlerini yerel yönetici seçilme ve seçtirebilme adına babalarının malıymışçasına kullanıyorlar kullandırtıyorlar.
Hay Allah yine de AKP düşüyor CHP yükseliyor. Amenna, Düşmez kalkmaz bir Allah.
Yüksek Seçim Kurulu açıl sandık açıl dediğinde parsayı toplayanlar, parayı hiç edenler ile risk yönetimini iyi uygulayanlar belli olacak. Kırmızı halıda yürüyenler ve yakalarına altın rozetler takanlardan kötü işten sıyrılmak maksatlı seçim vagonuna binmişlerin hali ondan sonra izana mizana çekilecek. Çünkü herkesler inecek 30 Mart akşamı o son peronda, o seçim treninden.
Yerel seçime dört kala, şarampole yuvarlanıyor dört çekerler veya dört çekerliler ile hayat boyu dert çekenler…
Yerel seçimin nabzını tutmaya da gerek kalmadı bu zamandan sonra. Neşteri vuracak, kalemin ucunu dokunduracak heves de kalmadı hiçbir apolitik-ekonomik meseleye. Bakalım bu kara büyülü, kapkara örtülü zifiri ayaz daha ne kadar devam edecek. Kim ne yüzdeyle oy alırsa alsın vesikalaşacak tescillenmişlikleri asla gidermez bu saatten sonra.
Bu dalkavuklar diyarında yer yerinden oynatılsa da nafile. Birilerinde Koku ve Korku bacayı sarmış olduğu halde eğrisi doğrusu şaştı bu seçmece işlerinin, yapanın yanına kar kalıyor her şey. Karpuz kabak çıksa da maalesef kan tatlı, bal şeker deniliyor. Mertlik bizde kalsın ama ‘ AKP’liysen mertsin CHP’liysen, oysan, buysan namertsin. Benden olanlar mert, olmayanlar namert. Müsvetteler mert, muhalefetteler namert, yandaş yazanlar mert, doğruyu kazıyanlar namert. Hes severler mert, has tirleyenler namert şeklinde uzar gider liste tersine ve yere çakıldı, çakılacak en nihayetinde.
Peki, o zaman ne olacak; El mi yaman bey mi yaman görülecek zahir.
Her şeyin içi çıktı ve mert-namert olayının da iyice cılkı çıktı. Çekirdeksiz sızma zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkanlar, dişçi koltuğuna oturmaktan elbette korkarlar. Çünkü hep tarihten örnekler vererek, amfi tiyatrallar sergileyerek tarafgillere gülücükler dağıttıklarından unuttular besbelli zamanında berberlerin de diş çektiğini. Ve kayıkçı kavgasına döndürdüler yerel seçimleri zevatı mevatı, ganimet sayılmış malı melalı kurtarmak için…
Yerel seçime dört kala, şarampole yuvarlanıverince dört çekerler veya dört çekerliler, hayat boyu dert çekenler sayesinde yıllardır ilk kez AKP düşüyor CHP yükseliyor. Amenna, Düşmez kalkmaz bir Allah.
Yarın tarih bahçesinde siyasetin izlerini takip eden çocuklarımızın aklı karışmasın diye bu lügata enderundan hükmedişimiz. Bu saldırgan lakırdılardan epilepsi nöbetlerine tutulacak bu söz-kavram kargaşasından yolunu izini şaşırıyor insanlar. Maazallah işin içinden siyaset bilimciler de çıkamayacaklar 31 Martta. Kantarın topuzu kaçmış bir kere, kaçırılanın haddi hesabı yok. Ayrıca “Devlet adamlarına gargara yapmak da hiç yakışmaz.” Bu karasal renk cümbüşünde, bakalım kim bayram edecek ezilen halk mı, halka rağmen zenginleşen birileri mi?
İnceden helalleşme turları atsa da başbakan gidecekmiş gibi görünüyor. Muhalefet ile makas daraldıkça alanlarda bir şiddet bir celal, hepten mağdur edebiyatı, reklamlarda tecimsel beyefendilik, vallahi helal. Kafa kola alınmış sivil toplum örgütleri ve ülke burjuvazisi bu son dört günde çark edip AKP lehine taraf olmaz ise, tüm tehditlere korkutmalara baskılara rağmen CHP’den ve muhalefetten yana bir yerel seçime gebe Türkiye.
Nasıl bilirdiniz bu kalbi ile dili farklı çalışan, yüzündeki çirkinliği gizleyemeyen, gücü yettiğine Allah yarattı demeyen, Dini imanı para olan, paraya para demeyen siyasi merhumları ve merhumeleri; Allah bilir.
O halde bu kör dövüşüne aldanmadan bu merhum ve merhumeleri iyi tanı, tanı da büyü, yürü ve diren ve dahi uzak dur bir kez olsun bu ölmüşlerden. Sonra, sonrası malum. Hevesleri kursakta kalsın hayali sükut olsun hayalleri. Her hayal gerçek olacak değil ya. AKP’ye dümen kıranlar azaldıkça işin yükünü CHP’liler çeker maalesef, bırak çeksinler.
Çünkü Yerel seçime dört kala, hayat boyu dert çekenler sayesinde şarampole yuvarlanıverince dört çekerler veya dört çekerliler, birileri kralı eleştirenin kellesi düşer diye kralın kulağına mutlaka fısıldamıştır. Olsun varsın.
Ve sol tahlilde, sessiz çoğunluk kararını çoktan vermiş gibi 30 Mart sabahını bekliyor. Ve kimsenin vaatlere ve projelere aldırdığı da yok, varsa yoksa ülkeyi yıllardır kahreden partizanlık ve lidere tapıcılık başköşede.
Ve son tahlilde sülale aile boyu oy veriliyor bu memlekette. Madem ki böyledir tevatür biz de mührü aile boyu vuracağız altılı cemeğin böğrüne….
Yerel seçime dört kala, dört çekerler veya dört çekerliler hayat boyu dert çekenlerle son sürat yarışıyor…
En başta herkes AKP’yi iktidara taşıma reçeteleri peşindeydi. Seçime dört kala on yıllarca hazırlanan senaryolar ters tepti, reçeteler hasta etti memleketi. Bu yerel seçimler halkı tamamen zaptu rapt altına alma seçimi iken, bakanlar bakamayanlar baştan ayağa çarşafa dolanınca gezide, kasada orada burada birden içten dıştan esen estirilen deli rüzgarlarla yön değiştirdi seçim trendi.
Velhasıl işin kimyası bozuldu renk değiştirmeye başladı Türkiye, renk vermedi nüfuz kullananlar.
Tablo da acayip renkli; Hükümet hükmünü kaybetmiş, en atik bakamayanlar faka basınca istifayı basmış, tüm kalan bakiye bakanlar yollara düşmüş bakanlık nimetlerini yerel yönetici seçilme ve seçtirebilme adına babalarının malıymışçasına kullanıyorlar kullandırtıyorlar.
Hay Allah yine de AKP düşüyor CHP yükseliyor. Amenna, Düşmez kalkmaz bir Allah.
Yüksek Seçim Kurulu açıl sandık açıl dediğinde parsayı toplayanlar, parayı hiç edenler ile risk yönetimini iyi uygulayanlar belli olacak. Kırmızı halıda yürüyenler ve yakalarına altın rozetler takanlardan kötü işten sıyrılmak maksatlı seçim vagonuna binmişlerin hali ondan sonra izana mizana çekilecek. Çünkü herkesler inecek 30 Mart akşamı o son peronda, o seçim treninden.
Yerel seçime dört kala, şarampole yuvarlanıyor dört çekerler veya dört çekerliler ile hayat boyu dert çekenler…
Yerel seçimin nabzını tutmaya da gerek kalmadı bu zamandan sonra. Neşteri vuracak, kalemin ucunu dokunduracak heves de kalmadı hiçbir apolitik-ekonomik meseleye. Bakalım bu kara büyülü, kapkara örtülü zifiri ayaz daha ne kadar devam edecek. Kim ne yüzdeyle oy alırsa alsın vesikalaşacak tescillenmişlikleri asla gidermez bu saatten sonra.
Bu dalkavuklar diyarında yer yerinden oynatılsa da nafile. Birilerinde Koku ve Korku bacayı sarmış olduğu halde eğrisi doğrusu şaştı bu seçmece işlerinin, yapanın yanına kar kalıyor her şey. Karpuz kabak çıksa da maalesef kan tatlı, bal şeker deniliyor. Mertlik bizde kalsın ama ‘ AKP’liysen mertsin CHP’liysen, oysan, buysan namertsin. Benden olanlar mert, olmayanlar namert. Müsvetteler mert, muhalefetteler namert, yandaş yazanlar mert, doğruyu kazıyanlar namert. Hes severler mert, has tirleyenler namert şeklinde uzar gider liste tersine ve yere çakıldı, çakılacak en nihayetinde.
Peki, o zaman ne olacak; El mi yaman bey mi yaman görülecek zahir.
Her şeyin içi çıktı ve mert-namert olayının da iyice cılkı çıktı. Çekirdeksiz sızma zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkanlar, dişçi koltuğuna oturmaktan elbette korkarlar. Çünkü hep tarihten örnekler vererek, amfi tiyatrallar sergileyerek tarafgillere gülücükler dağıttıklarından unuttular besbelli zamanında berberlerin de diş çektiğini. Ve kayıkçı kavgasına döndürdüler yerel seçimleri zevatı mevatı, ganimet sayılmış malı melalı kurtarmak için…
Yerel seçime dört kala, şarampole yuvarlanıverince dört çekerler veya dört çekerliler, hayat boyu dert çekenler sayesinde yıllardır ilk kez AKP düşüyor CHP yükseliyor. Amenna, Düşmez kalkmaz bir Allah.
Yarın tarih bahçesinde siyasetin izlerini takip eden çocuklarımızın aklı karışmasın diye bu lügata enderundan hükmedişimiz. Bu saldırgan lakırdılardan epilepsi nöbetlerine tutulacak bu söz-kavram kargaşasından yolunu izini şaşırıyor insanlar. Maazallah işin içinden siyaset bilimciler de çıkamayacaklar 31 Martta. Kantarın topuzu kaçmış bir kere, kaçırılanın haddi hesabı yok. Ayrıca “Devlet adamlarına gargara yapmak da hiç yakışmaz.” Bu karasal renk cümbüşünde, bakalım kim bayram edecek ezilen halk mı, halka rağmen zenginleşen birileri mi?
İnceden helalleşme turları atsa da başbakan gidecekmiş gibi görünüyor. Muhalefet ile makas daraldıkça alanlarda bir şiddet bir celal, hepten mağdur edebiyatı, reklamlarda tecimsel beyefendilik, vallahi helal. Kafa kola alınmış sivil toplum örgütleri ve ülke burjuvazisi bu son dört günde çark edip AKP lehine taraf olmaz ise, tüm tehditlere korkutmalara baskılara rağmen CHP’den ve muhalefetten yana bir yerel seçime gebe Türkiye.
Nasıl bilirdiniz bu kalbi ile dili farklı çalışan, yüzündeki çirkinliği gizleyemeyen, gücü yettiğine Allah yarattı demeyen, Dini imanı para olan, paraya para demeyen siyasi merhumları ve merhumeleri; Allah bilir.
O halde bu kör dövüşüne aldanmadan bu merhum ve merhumeleri iyi tanı, tanı da büyü, yürü ve diren ve dahi uzak dur bir kez olsun bu ölmüşlerden. Sonra, sonrası malum. Hevesleri kursakta kalsın hayali sükut olsun hayalleri. Her hayal gerçek olacak değil ya. AKP’ye dümen kıranlar azaldıkça işin yükünü CHP’liler çeker maalesef, bırak çeksinler.
Çünkü Yerel seçime dört kala, hayat boyu dert çekenler sayesinde şarampole yuvarlanıverince dört çekerler veya dört çekerliler, birileri kralı eleştirenin kellesi düşer diye kralın kulağına mutlaka fısıldamıştır. Olsun varsın.
Ve sol tahlilde, sessiz çoğunluk kararını çoktan vermiş gibi 30 Mart sabahını bekliyor. Ve kimsenin vaatlere ve projelere aldırdığı da yok, varsa yoksa ülkeyi yıllardır kahreden partizanlık ve lidere tapıcılık başköşede.
Ve son tahlilde sülale aile boyu oy veriliyor bu memlekette. Madem ki böyledir tevatür biz de mührü aile boyu vuracağız altılı cemeğin böğrüne….
21 Mart 2014 Cuma
SEÇİM MONOTONLUĞU MARATONU ‘TİVİTİ’…
SEÇİM MONOTONLUĞU MARATONU ‘TİVİTİ’…
Yerel seçime sekiz gün kaldı, yani yaklaşık bir hafta…
‘Tivit mivit’ derken kapkara bir karanlık çöktü sıradan gri hayatlarımıza ve yabancı bir ülkede yaşıyormuşuz izlenimiyle yabancılaşıyoruz, yabancılaştırılıyoruz her şeye. Normal yaşam formlarına formsuz yakalanmak eforsuzluğu bu olsa gerek; karart ve kurtul. Hırsı kibre, aklı yele, idealleri sele, el paralarını dosta-eşe veren arsız değişmelerin yepyeni kurgularla, teslimiyeti tescillediği şu günlerde tek kelimeyle sustuk kaldık, susturulduk. Çele, belleğe faşist müdahale var açıkça, bilince ambargo, ilence yasak uygulaması var. Yorulduk, bezdik, usandık dolayısıyla dillerde, hafızalarda, gönüllerde kırgınlıklar, onarılması zor kırılmalar var pek de saklanamayan, saklandıkça şiddetlenen ve artan...
Yergiyi çoğaltacak, tedirginliği azaltacak, tedbirsizliği atacak, kötü hatıralardan dolayı işit, dokun, hisset kararlılığı var sanki seçmende. Günyüzü’ne çıkan yolsuzca yol bulmaların yarattığı tartışmaların netten gökyüzüne asıldığı bir süreç yaşanıyor. Ve tiridine banıldı ve kapandı tivit…
Aklından başından geçmeyen bilmez hesabıyla hesapsız kaldırmalar, saldırmalar ve karşıtlıklar içeren istasyonlara uğruyor zift karası tren. Ak dumanlar kararınca Demirden korksak trene binmezdik diyenler çoğalıyor sanki geçen her gün. Şu fani dünyayı köşeleri dönmekten, köşeleri tutmaktan, köşelerde kıvırmaktan ibaret görenler ve sananlar suni gündemler yaratmaya çalışıyorlar taşıma değirmen suyuna mitinglerde. Ebeveyne, beyne, göze ve kulağa hitap etmeyen bu ahlak ve bilinç bozukluğu, hali vakti yerinde olanlara özgü bir karahumma şeklinde çöküyor pirinç tabletlere ve yalancı manşetlere.
Elitlere seçkinlere sunulan dünyalar, yoksullara gelince ne verirsen onu alıyorlar izmiyle, hizbiyle, baştan ayağa, bakan bakmayan izniyle yandaşlar haricinde üçüncü dünya ülkesi hayatına ve öykülerine dönüştürülüveriyor. Hal ve gidişat böyle olunca elbette çok derinleşmese de bir yara var sinemizde ve sürekli kanıyor. Çiğ, kimliksiz hafızalardan, kabak muhafız ezbercilerden değiliz ki, Aralık tufanından sonra kafaya takılan soru işaretlerini sayfalara kenar süsü bezeyip, karşı komplo, paralel avara varsayıp, bertaraf edelim, bi taraf geçiştirelim. İktidar miktidar korkusuna tapınmayı din saymayanlardanız ve aralık tufanına kapı aralanmıştır gerçeğini iyi bilenlerdeniz.
Öyle ki seçim finaline doğru işler iyice kızışacak, delaletler delice birbirine karışacak, hazımsız fırsatçılar ve sanal fırsatlar yaygarası zirve yapacak. Şimdilik karaya çalan harfler ve yalancı figürleri final seti sonrasına bıraktık. Çok iyi biliriz oysa iç içe geçmiş küflü-naif-süflü öykülerdeki şifreyi çözüp, ana fikrini çıkartmayı…
Deli dembelek peşinden sürüklenilecek korku-gerilim filmi izlememek için asla örnek alınamayacak şehirsel dönüşümleri hapsettik şimdilik beynimize. Baba ocağı hatırına yine sürdük ayaklarımızı tozlu yollara. Çünkü kıt kanaat önümüze serilen adaylaşmaları ve seçimleri ardı sıra hep ıskaladıkça, ıskalandık. Merakla izlendik belki ama yetmez, ne gelirse başa karakter zırvalamalarından geliyor çünkü. Hayatımızın hiçbir evresinde teknoloji casusluğu yapılırcasına kopyala yapıştır projelere, ayni seçmeni dolaplayan bildirilere, ayni terane beyannamelere bel bağlamadık, bağlanmadık hiç ve kanmayız da. Şimdilik pür dikkat pür telaşları izliyoruz sadece. On yıllardır süregelen ayazı, marazı, mayasızlığı ve soğukluğu bunlar mı, bunlarla mı ısıtacağız deyip bambaşka enstrümanlara savrulanlara da söylenecek tek kelime yok. Bu tarz felsefeyle olmayacağını bile bile feylesof mu kesilelim şimdi, beyazım deyip durup, koltuklara oturup caka satan ve iç karartanlara, tivit karartanlara, beytül malı gizli kasalara, kutulara en olmaz kaplara kapatanlara. Kime kızalım şimdi, kendimizden başka kime, yerel seçime sekiz gün kalmış, yani yaklaşık bir hafta kalmış şu günlerde daha ne yapalım.
O akıl sınırını zorlayan bir noktadan sonra, daha da çok can sıkıcı her şey, her çıkış, her tırıs. Yaşanan öyle tuhaf bir durum ki tırsmasan da sanalı, kanalı birkaç tutamlık söz serpiştirip yakayı kurtarmak da zorlaşıyor her mene şeyden. Ancak öyle bir virüs ki dürüstlük; sevinçlere veya hüzne sıvattı kollarımızı yine. Mikroskop-mercek altına alınıp söylenemeyen, yazılamayanları seyre değer ve etkin bir sürecin emrine sunan sanalnet-sosyal aleme de inince kör tırpan, boynumuz kıldan ince demek de olmuyor, olmaz artık.
O güzelim seçim yarışları eskidenmiş diyerek ömründe hiç tarafımız olmamışlarla yerelciler olarak birlikte kürek çekiyoruz bulandırılan, karanlıklaştırılan sularda. Başarı böyle kazanılır deniliyorsa ve inanılıyorsa, modernizmin simgesi olalım bari den öteye geçmeyen bir tutum ama tutuldu bir kere ucundan. Yeter ki bunlar salınmasınlar sağlakça podyumlarda hesabıyla mizanlar tutuldu. Merkez sarımsağın buharlaşmasıyla tepemize damlayan soluk damlaların karaktere göre değil, adaptöre göre sivrilenlerinin diyet borcunu ödememek için hesap gününü seçim ertesine erteledik. Tivitler başka bahara…
Birileri gibi şeri, meri, şeriatı, feryadı bir yana ehveni şer de olsa hayâ-li dünyalar kurmadık ki ondan, bundan, sanaldan, kanaldan, kendimizden kaçalım, tivitlerden korkalım. Kasılan ve basılan, sarsılan ve hiçleşen adaylaşmalar sandukaya yansır veya yansımaz, bahise hiç gerek yok ama dönüş başlamıştır bir kerre ‘sırça akkor şişesinden’. Çünkü samimi ve içtenlikli talepler evrile, çevrile, devrile büyür ve ve’sini de herkes bilir…
Uzaya uydular gönderip övünmeyle, uzaya gönderilen tivitlere dövünmeler kara kuytuda kesişince, nafiledir her şey. Kesilir frekanslar, tıkanır damarlar, kararır ekranlar ama akacak kan damarda durmaz. Vakti zamanı dolunca herkes sus pus edilse, susmaya zorlansa ve sussa da, her arsız-sessiz, hır-gür ve sır-bidar konuşmalar ve uydusal kozmik titreşimler dünyaya döner, döner ve ilahi huzurda yalancı, talancı, dolancı sahiplerinden tillah hesap sorar...
Yerel seçime yaklaşık bir hafta kala, huzursuz azalar, umursuz kazalar diyarına salınan bu tivitsel yersiz yurtsuzlaştırma, karartma hamlesi dengeleri değiştiremez. Dengesizlik kurulmuş inceden. Bu denge bozucu son delilenişte yeni uydulaşmalar nereye dönerler, karantinaya mı alınırlar sekiz gün sonra hep beraber göreceğiz.
Ancak ne kadar karartırsan karart ‘tivitler tiridine banar’ ve yakana yapışanlardan, paçana bulaşanlardan kurtulamazsın, ne zamana kadar; sözün gelişi hiçbir zaman…
Yerel seçime sekiz gün kaldı, yani yaklaşık bir hafta…
‘Tivit mivit’ derken kapkara bir karanlık çöktü sıradan gri hayatlarımıza ve yabancı bir ülkede yaşıyormuşuz izlenimiyle yabancılaşıyoruz, yabancılaştırılıyoruz her şeye. Normal yaşam formlarına formsuz yakalanmak eforsuzluğu bu olsa gerek; karart ve kurtul. Hırsı kibre, aklı yele, idealleri sele, el paralarını dosta-eşe veren arsız değişmelerin yepyeni kurgularla, teslimiyeti tescillediği şu günlerde tek kelimeyle sustuk kaldık, susturulduk. Çele, belleğe faşist müdahale var açıkça, bilince ambargo, ilence yasak uygulaması var. Yorulduk, bezdik, usandık dolayısıyla dillerde, hafızalarda, gönüllerde kırgınlıklar, onarılması zor kırılmalar var pek de saklanamayan, saklandıkça şiddetlenen ve artan...
Yergiyi çoğaltacak, tedirginliği azaltacak, tedbirsizliği atacak, kötü hatıralardan dolayı işit, dokun, hisset kararlılığı var sanki seçmende. Günyüzü’ne çıkan yolsuzca yol bulmaların yarattığı tartışmaların netten gökyüzüne asıldığı bir süreç yaşanıyor. Ve tiridine banıldı ve kapandı tivit…
Aklından başından geçmeyen bilmez hesabıyla hesapsız kaldırmalar, saldırmalar ve karşıtlıklar içeren istasyonlara uğruyor zift karası tren. Ak dumanlar kararınca Demirden korksak trene binmezdik diyenler çoğalıyor sanki geçen her gün. Şu fani dünyayı köşeleri dönmekten, köşeleri tutmaktan, köşelerde kıvırmaktan ibaret görenler ve sananlar suni gündemler yaratmaya çalışıyorlar taşıma değirmen suyuna mitinglerde. Ebeveyne, beyne, göze ve kulağa hitap etmeyen bu ahlak ve bilinç bozukluğu, hali vakti yerinde olanlara özgü bir karahumma şeklinde çöküyor pirinç tabletlere ve yalancı manşetlere.
Elitlere seçkinlere sunulan dünyalar, yoksullara gelince ne verirsen onu alıyorlar izmiyle, hizbiyle, baştan ayağa, bakan bakmayan izniyle yandaşlar haricinde üçüncü dünya ülkesi hayatına ve öykülerine dönüştürülüveriyor. Hal ve gidişat böyle olunca elbette çok derinleşmese de bir yara var sinemizde ve sürekli kanıyor. Çiğ, kimliksiz hafızalardan, kabak muhafız ezbercilerden değiliz ki, Aralık tufanından sonra kafaya takılan soru işaretlerini sayfalara kenar süsü bezeyip, karşı komplo, paralel avara varsayıp, bertaraf edelim, bi taraf geçiştirelim. İktidar miktidar korkusuna tapınmayı din saymayanlardanız ve aralık tufanına kapı aralanmıştır gerçeğini iyi bilenlerdeniz.
Öyle ki seçim finaline doğru işler iyice kızışacak, delaletler delice birbirine karışacak, hazımsız fırsatçılar ve sanal fırsatlar yaygarası zirve yapacak. Şimdilik karaya çalan harfler ve yalancı figürleri final seti sonrasına bıraktık. Çok iyi biliriz oysa iç içe geçmiş küflü-naif-süflü öykülerdeki şifreyi çözüp, ana fikrini çıkartmayı…
Deli dembelek peşinden sürüklenilecek korku-gerilim filmi izlememek için asla örnek alınamayacak şehirsel dönüşümleri hapsettik şimdilik beynimize. Baba ocağı hatırına yine sürdük ayaklarımızı tozlu yollara. Çünkü kıt kanaat önümüze serilen adaylaşmaları ve seçimleri ardı sıra hep ıskaladıkça, ıskalandık. Merakla izlendik belki ama yetmez, ne gelirse başa karakter zırvalamalarından geliyor çünkü. Hayatımızın hiçbir evresinde teknoloji casusluğu yapılırcasına kopyala yapıştır projelere, ayni seçmeni dolaplayan bildirilere, ayni terane beyannamelere bel bağlamadık, bağlanmadık hiç ve kanmayız da. Şimdilik pür dikkat pür telaşları izliyoruz sadece. On yıllardır süregelen ayazı, marazı, mayasızlığı ve soğukluğu bunlar mı, bunlarla mı ısıtacağız deyip bambaşka enstrümanlara savrulanlara da söylenecek tek kelime yok. Bu tarz felsefeyle olmayacağını bile bile feylesof mu kesilelim şimdi, beyazım deyip durup, koltuklara oturup caka satan ve iç karartanlara, tivit karartanlara, beytül malı gizli kasalara, kutulara en olmaz kaplara kapatanlara. Kime kızalım şimdi, kendimizden başka kime, yerel seçime sekiz gün kalmış, yani yaklaşık bir hafta kalmış şu günlerde daha ne yapalım.
O akıl sınırını zorlayan bir noktadan sonra, daha da çok can sıkıcı her şey, her çıkış, her tırıs. Yaşanan öyle tuhaf bir durum ki tırsmasan da sanalı, kanalı birkaç tutamlık söz serpiştirip yakayı kurtarmak da zorlaşıyor her mene şeyden. Ancak öyle bir virüs ki dürüstlük; sevinçlere veya hüzne sıvattı kollarımızı yine. Mikroskop-mercek altına alınıp söylenemeyen, yazılamayanları seyre değer ve etkin bir sürecin emrine sunan sanalnet-sosyal aleme de inince kör tırpan, boynumuz kıldan ince demek de olmuyor, olmaz artık.
O güzelim seçim yarışları eskidenmiş diyerek ömründe hiç tarafımız olmamışlarla yerelciler olarak birlikte kürek çekiyoruz bulandırılan, karanlıklaştırılan sularda. Başarı böyle kazanılır deniliyorsa ve inanılıyorsa, modernizmin simgesi olalım bari den öteye geçmeyen bir tutum ama tutuldu bir kere ucundan. Yeter ki bunlar salınmasınlar sağlakça podyumlarda hesabıyla mizanlar tutuldu. Merkez sarımsağın buharlaşmasıyla tepemize damlayan soluk damlaların karaktere göre değil, adaptöre göre sivrilenlerinin diyet borcunu ödememek için hesap gününü seçim ertesine erteledik. Tivitler başka bahara…
Birileri gibi şeri, meri, şeriatı, feryadı bir yana ehveni şer de olsa hayâ-li dünyalar kurmadık ki ondan, bundan, sanaldan, kanaldan, kendimizden kaçalım, tivitlerden korkalım. Kasılan ve basılan, sarsılan ve hiçleşen adaylaşmalar sandukaya yansır veya yansımaz, bahise hiç gerek yok ama dönüş başlamıştır bir kerre ‘sırça akkor şişesinden’. Çünkü samimi ve içtenlikli talepler evrile, çevrile, devrile büyür ve ve’sini de herkes bilir…
Uzaya uydular gönderip övünmeyle, uzaya gönderilen tivitlere dövünmeler kara kuytuda kesişince, nafiledir her şey. Kesilir frekanslar, tıkanır damarlar, kararır ekranlar ama akacak kan damarda durmaz. Vakti zamanı dolunca herkes sus pus edilse, susmaya zorlansa ve sussa da, her arsız-sessiz, hır-gür ve sır-bidar konuşmalar ve uydusal kozmik titreşimler dünyaya döner, döner ve ilahi huzurda yalancı, talancı, dolancı sahiplerinden tillah hesap sorar...
Yerel seçime yaklaşık bir hafta kala, huzursuz azalar, umursuz kazalar diyarına salınan bu tivitsel yersiz yurtsuzlaştırma, karartma hamlesi dengeleri değiştiremez. Dengesizlik kurulmuş inceden. Bu denge bozucu son delilenişte yeni uydulaşmalar nereye dönerler, karantinaya mı alınırlar sekiz gün sonra hep beraber göreceğiz.
Ancak ne kadar karartırsan karart ‘tivitler tiridine banar’ ve yakana yapışanlardan, paçana bulaşanlardan kurtulamazsın, ne zamana kadar; sözün gelişi hiçbir zaman…
SEÇİM, MAVİDE GİZLİ ÖZGÜRLÜĞÜ GÖRMEKTİR…
SEÇİM, MAVİDE GİZLİ ÖZGÜRLÜĞÜ GÖRMEKTİR…
Son yıllarda her seçim dönemi ayni kinli, kinci gayretler. Zaten karakter zaaflarına dikkatlerden kaçan hayâsızlık, terbiyesizlik ve ideolojisizlik de eklenince tüm mükemmellikler ve mükemmeliyetçilik de berhava olur. Nitekim öyle oldu. Zaman içinde açılan yaraların sarılacağı, boşlukların tamamlanacağı miting miting söylense de koca bir yalandır aslında. Bu dünya iyilik ve güzellik üzerine kurulu deniliyorsa da her fırsatta şerrinden korkulacak fütursuzluklar umulanın aksine yeniden baş gösterir, korku imparatorluklarında.
Bağıra çağıra kavga ve gürültüyle, hırs satın alınarak, öfke satılarak yapılan her eksik tanıtım efsaneyi bozar ve ustalığı zedeler. Sağlıklı ve zinde her çıkış sinir bozucu kavramlara sürüklenince usulden renklerin ustası ve kelimelerin hastası olmak da zevatı mevatı da kurtaramaz.
Her seçim geldiğinde neler oluyor diye başlayan bir ekmekle de olsa sadaka vermelerle rey avcılığı da bir yere kadar süner. Eski alışkanlıklarda ısrar etmeyle ve en geniş rahatlığa sır taşımayla yüzsüzlük de bir yere kadar sürer. Öyle günler yaşanıyor ki ülkede fukaralık biter göze kuvvet gelir, göze çomak batar toprak çoraklaşır ve en bariz saptamalar sarkar sakarlığa manşetlerden.
Ayrıca bela musibet musallat olur, sabır yok olur ve kahırlanılır her seçimde. Ve seçim her şeyin önüne geçer dürüstlüğün, doğruluğun, adaletin ve insanlığın bile önüne geçer, oy şereftir yavanlaştırmasıyla. Habisler sınıfında sınıfta kalmak yüzlerde maskeyle dolaşılsa da işin özünde önlenemez bir düşüştür. Gerçekleri anlamaya çalışmadan, talanı görmezden gelerek gaza gelip getirilip muhik ayaklanmalara zıtlaşmak ise haddini aşan davranışlar potasında erir her seçim sonrası evrede.
Sözcükler arkasına gizlenmeye hiç mi hiç gerek yok. Bilen ve yapan profesyonel geçinenlere, bilen ama yapmayan atalet sahipleri eklenince işini amatörce yapan ama yaptığını bilmeyenler aslan kral kesilir veya acemi prensler de arada geçinirler. Ve hakkınca ve yerinde yapmayı kata bilmeyenler ortaya çıkar ve başarısızlık, iradesizlik olabilecek kısıtlı başarıyı da kasıtlı sabote eder…
Böyledir işte her seçim dönemi. Derdi maişet içinde halk bu vurdumduymazlıkta zikri, fikri, hakikati ve felaketi birbirine karıştırır. Üşengeç, ertelegeç, boşversel sıyrılma mantıksızlığı yiğitlikten vazgeçmeyi yakar baba ocağındaki mangalda. Görünüşe ve şöhrete aldırmadan basiret ve feraset sahibi olmak önemli görünse de iş olacağına varır. Felsefesi bir yana her seçimde büyük haylazlıların peşinde koşar tüm küçük hayalistler. Hayat tarzına göre dekore edilen atmosferde sencilik bencilik ve kapitalist bencillik etrafında kümelenen isimlerle arşınlanır kuytu köşeler. Elbette hayat ertelendikçe hızlı hızlı akar zaman. Zırıl zırıl sızlandıkça benmerkezciler büyür şükürler, şükranlar ama nihayetinde gırla gider sitemler.
Oysa varlığını yok sayıldıkça hissettiren birileri takılıverir canlı sohbet odalarına. Ve pişmanlık hissiyle bağdaşmayan geriye dönüşler, gerilimli düşüşler palazlanır. Herkes yanlışa düşer belki ama ısrar etmez, bu başka bir yanlış ve devasa bir faydasızlık ısrar ondan her halde. Sonu yok veya sonu belli besbelli bir gidiştir bu seçimlerle başlayan ondandır belki de bu kahır ediş…
Sözü sert, göğsü yumuşak zihin vulgarlığıyla açıktan açığa birileri dadanı verir erken uyarı levhalarına ve ikaz sehpalarına. Bu seçimler ısrar etmek veya etmemek arası hedefe ve mutluluğa ulaşmayı güçleştiren bir yoldan geçiyor, o yüzden bu kesintisiz kuyrukçuluklar.
Peşi sıra seçim dönemlerinde hayata dair daima alarmlar çalarken beklenen şarkı çalınmadı kulaklara. Ama bu sefer siyasetin efendileri elveda edecekler, fani dünyanın gayri fedakâr çırpınışları da işe yaramayacak gibi görünüyor. Çünkü kolay en kolay biçimde hedefe ulaştıkça önce karakterler zayıflar, sonra insaf unutulur, en sonra insanlık onuru yutulur. Ve son terennüm başarmak ve yücelmek adına iblise kelepir fiyata ruh satışları başlar, kamuya verilen zararla tamuya yakınlaşılır.
İşte tam burada güldüğünü çoğu kez unutursun ama ağladığını acaba deyip soru işareti koyarlar cümlenin sonuna.
Her seçim dönemi cümlesi cümlesine, cemi cümlesi uygun adım benzer veya az benzer, aynı veya benzersiz, eşsiz ve denksiz kurgularla yarışılır. Pinti vasiyetler, bol kepçe antlar ve akıl sıçratan vaatler, çıta yükselten anıtlar maharetle sıralanır. Yağcılık öteden beri var olandır ama mekânsız lümpenler damında fahiş sözler balyalanır. Ballı ekmeği başkalarının yediği bilinir ama yine de, son gün son saate kadar sıraya girer seçmenler ve tasdik mührünü basarlar alâmetifarikalara. Her yerde olmak ve hiçbir yerde olmamak işte budur aslında…
Seçim buyruğu, buyurgan savurgan tavırlarla özgür dünyayı yönetmeye zorlanmaktır aslında. Ama seçmen kuyruğu uzadıkça devrik şiirleri devirenlerin her seçim dönemi ertesinde diğer seçimi beklemeye koyulduğunu hissedebilmektir seçmek. Yerelde genelde, incesi kalını, korusu koyusu, akı karası bir yana bu kez korkmadan mavi rengi çok seviyorum diyebilendir seçmen. Yani Mavide gizli özgürlüğü görmektir seçim…
Son yıllarda her seçim dönemi ayni kinli, kinci gayretler. Zaten karakter zaaflarına dikkatlerden kaçan hayâsızlık, terbiyesizlik ve ideolojisizlik de eklenince tüm mükemmellikler ve mükemmeliyetçilik de berhava olur. Nitekim öyle oldu. Zaman içinde açılan yaraların sarılacağı, boşlukların tamamlanacağı miting miting söylense de koca bir yalandır aslında. Bu dünya iyilik ve güzellik üzerine kurulu deniliyorsa da her fırsatta şerrinden korkulacak fütursuzluklar umulanın aksine yeniden baş gösterir, korku imparatorluklarında.
Bağıra çağıra kavga ve gürültüyle, hırs satın alınarak, öfke satılarak yapılan her eksik tanıtım efsaneyi bozar ve ustalığı zedeler. Sağlıklı ve zinde her çıkış sinir bozucu kavramlara sürüklenince usulden renklerin ustası ve kelimelerin hastası olmak da zevatı mevatı da kurtaramaz.
Her seçim geldiğinde neler oluyor diye başlayan bir ekmekle de olsa sadaka vermelerle rey avcılığı da bir yere kadar süner. Eski alışkanlıklarda ısrar etmeyle ve en geniş rahatlığa sır taşımayla yüzsüzlük de bir yere kadar sürer. Öyle günler yaşanıyor ki ülkede fukaralık biter göze kuvvet gelir, göze çomak batar toprak çoraklaşır ve en bariz saptamalar sarkar sakarlığa manşetlerden.
Ayrıca bela musibet musallat olur, sabır yok olur ve kahırlanılır her seçimde. Ve seçim her şeyin önüne geçer dürüstlüğün, doğruluğun, adaletin ve insanlığın bile önüne geçer, oy şereftir yavanlaştırmasıyla. Habisler sınıfında sınıfta kalmak yüzlerde maskeyle dolaşılsa da işin özünde önlenemez bir düşüştür. Gerçekleri anlamaya çalışmadan, talanı görmezden gelerek gaza gelip getirilip muhik ayaklanmalara zıtlaşmak ise haddini aşan davranışlar potasında erir her seçim sonrası evrede.
Sözcükler arkasına gizlenmeye hiç mi hiç gerek yok. Bilen ve yapan profesyonel geçinenlere, bilen ama yapmayan atalet sahipleri eklenince işini amatörce yapan ama yaptığını bilmeyenler aslan kral kesilir veya acemi prensler de arada geçinirler. Ve hakkınca ve yerinde yapmayı kata bilmeyenler ortaya çıkar ve başarısızlık, iradesizlik olabilecek kısıtlı başarıyı da kasıtlı sabote eder…
Böyledir işte her seçim dönemi. Derdi maişet içinde halk bu vurdumduymazlıkta zikri, fikri, hakikati ve felaketi birbirine karıştırır. Üşengeç, ertelegeç, boşversel sıyrılma mantıksızlığı yiğitlikten vazgeçmeyi yakar baba ocağındaki mangalda. Görünüşe ve şöhrete aldırmadan basiret ve feraset sahibi olmak önemli görünse de iş olacağına varır. Felsefesi bir yana her seçimde büyük haylazlıların peşinde koşar tüm küçük hayalistler. Hayat tarzına göre dekore edilen atmosferde sencilik bencilik ve kapitalist bencillik etrafında kümelenen isimlerle arşınlanır kuytu köşeler. Elbette hayat ertelendikçe hızlı hızlı akar zaman. Zırıl zırıl sızlandıkça benmerkezciler büyür şükürler, şükranlar ama nihayetinde gırla gider sitemler.
Oysa varlığını yok sayıldıkça hissettiren birileri takılıverir canlı sohbet odalarına. Ve pişmanlık hissiyle bağdaşmayan geriye dönüşler, gerilimli düşüşler palazlanır. Herkes yanlışa düşer belki ama ısrar etmez, bu başka bir yanlış ve devasa bir faydasızlık ısrar ondan her halde. Sonu yok veya sonu belli besbelli bir gidiştir bu seçimlerle başlayan ondandır belki de bu kahır ediş…
Sözü sert, göğsü yumuşak zihin vulgarlığıyla açıktan açığa birileri dadanı verir erken uyarı levhalarına ve ikaz sehpalarına. Bu seçimler ısrar etmek veya etmemek arası hedefe ve mutluluğa ulaşmayı güçleştiren bir yoldan geçiyor, o yüzden bu kesintisiz kuyrukçuluklar.
Peşi sıra seçim dönemlerinde hayata dair daima alarmlar çalarken beklenen şarkı çalınmadı kulaklara. Ama bu sefer siyasetin efendileri elveda edecekler, fani dünyanın gayri fedakâr çırpınışları da işe yaramayacak gibi görünüyor. Çünkü kolay en kolay biçimde hedefe ulaştıkça önce karakterler zayıflar, sonra insaf unutulur, en sonra insanlık onuru yutulur. Ve son terennüm başarmak ve yücelmek adına iblise kelepir fiyata ruh satışları başlar, kamuya verilen zararla tamuya yakınlaşılır.
İşte tam burada güldüğünü çoğu kez unutursun ama ağladığını acaba deyip soru işareti koyarlar cümlenin sonuna.
Her seçim dönemi cümlesi cümlesine, cemi cümlesi uygun adım benzer veya az benzer, aynı veya benzersiz, eşsiz ve denksiz kurgularla yarışılır. Pinti vasiyetler, bol kepçe antlar ve akıl sıçratan vaatler, çıta yükselten anıtlar maharetle sıralanır. Yağcılık öteden beri var olandır ama mekânsız lümpenler damında fahiş sözler balyalanır. Ballı ekmeği başkalarının yediği bilinir ama yine de, son gün son saate kadar sıraya girer seçmenler ve tasdik mührünü basarlar alâmetifarikalara. Her yerde olmak ve hiçbir yerde olmamak işte budur aslında…
Seçim buyruğu, buyurgan savurgan tavırlarla özgür dünyayı yönetmeye zorlanmaktır aslında. Ama seçmen kuyruğu uzadıkça devrik şiirleri devirenlerin her seçim dönemi ertesinde diğer seçimi beklemeye koyulduğunu hissedebilmektir seçmek. Yerelde genelde, incesi kalını, korusu koyusu, akı karası bir yana bu kez korkmadan mavi rengi çok seviyorum diyebilendir seçmen. Yani Mavide gizli özgürlüğü görmektir seçim…
16 MART`IN ANIMSATTIKLARI VE 18 MART’LARIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ…
16 MART`IN ANIMSATTIKLARI VE 18 MART’LARIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ…
Yorgun belleğimizde haksız kovalamacalar bulunsa da; 12 Eylül faşist darbesi ile sonuçlanan o süreçte karanlıkta kalan tam 36 yıl önceki "16 Mart Beyazıt katliamı" için derin devletin en girift planlamalarındandı diyor kirlenmiş afişler…
Liseye başladığımız yıllardı 1977–1978 yılları. O yıllarda liselerin ve üniversitelerin açıldığı gün olaylar başlar ve sene sonuna kadar da artarak sürerdi. Okulların boykot ve işgaliyle geçen günlerde, sağlı sollu saldırılar arasında öğrencilik ve siyasetçilik birlikte harmanlanırdı. Gençler olası bir saldırı tehlikesine karşı okullarına topluca girer ve topluca çıkarlardı.
Liseler bir yana özellikle üniversitelerde fakülteler arasında karşılıklı kamplaşmalar nedeniyle azınlıkta kalan öğrenciler için polis refakatinde okul çıkışları yaşanırdı. Solcu öğrencilere polbirliler, sağcı öğrenciler ise polderliler refakat ederdi her nedense.
Sıklıkla karşılıklı kavga düzeni alındığında araya yine polisten barikatlar kurulurdu, adı `toplum` olanlarından. Ülkücüler "Allahsız gomonistler Moskova`ya" diye saldırır, ilerici-devrimci öğrenciler ise " Yolumuz devrim yolu-Yurda faşist dolmuş" diye gardını alırdı.
Karşılıklı atılan sloganlar heyecanı artırırdı, bu bulanık ortamda. Kurtarılmış bölgeler, kurtarılmış okullar vardı ülkenin dört bir yanında. Ortada kalan veya kurtarılmak istenen okullarda ve bölgelerde ise ağır çatışmalar hiç eksik olmazdı. Çoğunlukta olan hangi siyasi görüş ise diğerlerini baskı altına alır, kendilerinden olması için sert tavır ve yaptırımlar sergilerlerdi.
Belki ortaokullar, liseler ve üniversitelerde ve ülkede yaşananlar, o yıllarda kısaca buydu işte. Taraf olmamak mümkün değildi öğrenciliği devam ettirmek adına. Doğaldır ki bizde taraf olduk aklımızdan zorumuz varmış gibi o yıllarda. O dünya görüşümüzü aynen devam ettiriyoruz, asla bırakmadık her sıkıntıya karşın. Ancak 16 marta ilişkin bir olayı gündeme taşırken tamamen tarafsız davranacağız. Laf bir yerlere kaçarsa kaçar, ona da yapacağımız bir şey yok. Yüzümüze yüzümüze kıpkızıl kafir de dendi ama firavunu da kızıl denizin yuttuğunu iyi bilenlerdeniz.
O kirli senaryoya göre tam 36 yıl önce; 16 Mart 1978 perşembe günü, saat 13.45’civarında İstanbul Üniversitesi merkez binasından topluca çıkan solcu öğrencilere, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde, açılan ateş ve bombalı saldırı sonucu 7 ilerici-devrimci öğrenci ölmüş, 60’a yakın öğrenci de yaralanmıştı. 1978 yılı 16 Mart günü,`Bomba`diye haykırışlarının peşine müthiş bir patlama sesi duyulmuş ve silah sesleriyle taranmayla birlikte tarifsiz acı çığlıklar göğe yükselmişti. O gün, düdüklü şeytan patladığında; “Beyazıt komünistlere mezar olacak” sloganı gerçek olmuştu.
Gariptir refakatçi polisler nedense o gün üniversite dışına öğrencilerle çıkmazlar. Dışarıda görev yapan yedi polis ise öğrencilerin arasında ya barikat olamaz ya da çoğunluğun sesine uyar o gün. Beyazıt Meydanı’nda resmen bir katliam yaşanır, kılıç sırtında. Birileri için ise gerisingeri yaslanıp zevkle izledikleri trajik bir film kalır o günden geriye. Yalımlı yalanlar uçuşur ortalığa yıllarca. Dikiz aynasında affedilmeyecek günahlar belirir o günden sonra. Bu aleni katliamı hakkıyla dikizlemek, irdelemek, araştırmak ve hesap sormak kimsenin aklına düşmez.
Seksen 12 Eylül darbesinden sonra Beyazıt Katliamı`na ilişkin İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi’nde açılan dava 1982 yılında beraat ile sonuçlandırılır. Bu katliam davası da aradan geçen 36 yıla ve açılan tüm davalara karşın benzer faili meçhul dosyaları gibi rafa kaldırılır. Ve failleri her kimse cezasız kalırlar. Ayrıca, 16 Mart davasına Yargıtay 1. Ceza Dairesi; İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 20 Ekim 2008’de verdiği "zamanaşımı" kararını yerli yerinde bulup onar.
Böylece Türk hukuk tarihinin en uzun süren davalarından biri olan "16 Mart Davası" ikinci kez kapanır.
İlle de “Bomba atılacağı biliniyordu” cümlesi 36 yıldır dillerde dolaşır, kulaktan kulağa fısıldanır. Emir cümleleri esnemiş olsa bile gerçek budur. Sessiz sinemada üç maymun filmi oynatılır. Kurşun bir levhaya rastgele harflerle, güzellikleri doğrayan faşist darbeye hazırlıklardan biri işte böyle yazılır. Kim ne der ise desin meselenin özü de budur.
Ve 1977 lerden 80 on iki eylülüne ve oradan bu günlere çemberin pek dışına düşmeden bu acı olayları canlı canlı yaşadık, ama tek bir anını bile asla unutmadık. Ve hep bir şeyler eksik kaldı içimizde. Yazmaya anlatmaya kelimeler kifayetsiz çekilen eziyeti. Kabına sığmayan bir gençlik vardı o yıllar deyip geçebiliriz.
Ama hayatımızdan kaç yıl çalındı hesaplamayı çoktan bıraktık...
Ve tam 99 yıl önce 98 yıl önce, Tarihin en büyük siper savaşı başlarken 19. Tümen komutanı Mustafa Kemal Mehmetçiğe süngü taktırıp; “Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum.” Dedi. Ve Yaklaşık 250.000 şehit verildi, vatan toprağı verilmedi.
Emperyalist güç birliği donanmaları 3 Kasım 1914 yılında Çanakkale boğazı açıklarına demirlediler. Kıyasıya Deniz savaşı 18 Mart 1915’e kadar sürdü. Egemen güçler emellerine denizden ulaşamayacaklarını anlayınca Kara Savaşı başlatmak için 25 Nisan 1915’te alaca karanlıkta Gelibolu yarımadasına, “toplama askerlerini” çıkardılar. 9 Ocak 1916 yılına dek sürecek mesafesi dokuz on metre olan siper savaşları böylece başlamış oldu. Vatan evladı, Kadını erkeği siperlerde yan yana işgal kuvvetleri ile çarpıştı, Sonu zafer olan…
“18 Mart Çanakkale Zaferi” Anadolu’ya “ Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve başka komutanlar geçebilir.” Diyen Büyük Kurtarıcıyı armağan etti. Emperyalist paylaşımcıların İzmir’de denize dökülmesiyle biten Kutsal savaşın, habercisidir “18 Mart Çanakkale zaferi”…
Ve 142 yıl önce, 18 Mart 1871’de “Yaşasın Komün” naralarıyla sabahın kör saatinde sallandı Paris. Bu kez geçmişte benzeri olmayan bir isyana, İşçi ve halk ayaklanmasına tanıklık edecekti. 18 Mart dünyanın ilk “İşçi Devleti’nin” meşalesinin yakıldığı gün olarak tarihe geçti. 72 gün sürdü barikatlarda direnen “Paris komünü”. Özgürlüğün kelepçelendiği, kıyım ve katliamın kol gezdiği bir karşı devrimi yaratarak da sona erdirildi…
Resmi Tarih, Her 18 Mart geldiğinde siperlerde ve barikatlarda verilen o altın yürekli direnişi hatırlatır bize; 18 Mart’lardan biri, küllerinden doğacak bir devleti muştulamış, diğerinin ise üstü küllenmişti, 16 Mart ise…
Yorgun belleğimizde haksız kovalamacalar bulunsa da; 12 Eylül faşist darbesi ile sonuçlanan o süreçte karanlıkta kalan tam 36 yıl önceki "16 Mart Beyazıt katliamı" için derin devletin en girift planlamalarındandı diyor kirlenmiş afişler…
Liseye başladığımız yıllardı 1977–1978 yılları. O yıllarda liselerin ve üniversitelerin açıldığı gün olaylar başlar ve sene sonuna kadar da artarak sürerdi. Okulların boykot ve işgaliyle geçen günlerde, sağlı sollu saldırılar arasında öğrencilik ve siyasetçilik birlikte harmanlanırdı. Gençler olası bir saldırı tehlikesine karşı okullarına topluca girer ve topluca çıkarlardı.
Liseler bir yana özellikle üniversitelerde fakülteler arasında karşılıklı kamplaşmalar nedeniyle azınlıkta kalan öğrenciler için polis refakatinde okul çıkışları yaşanırdı. Solcu öğrencilere polbirliler, sağcı öğrenciler ise polderliler refakat ederdi her nedense.
Sıklıkla karşılıklı kavga düzeni alındığında araya yine polisten barikatlar kurulurdu, adı `toplum` olanlarından. Ülkücüler "Allahsız gomonistler Moskova`ya" diye saldırır, ilerici-devrimci öğrenciler ise " Yolumuz devrim yolu-Yurda faşist dolmuş" diye gardını alırdı.
Karşılıklı atılan sloganlar heyecanı artırırdı, bu bulanık ortamda. Kurtarılmış bölgeler, kurtarılmış okullar vardı ülkenin dört bir yanında. Ortada kalan veya kurtarılmak istenen okullarda ve bölgelerde ise ağır çatışmalar hiç eksik olmazdı. Çoğunlukta olan hangi siyasi görüş ise diğerlerini baskı altına alır, kendilerinden olması için sert tavır ve yaptırımlar sergilerlerdi.
Belki ortaokullar, liseler ve üniversitelerde ve ülkede yaşananlar, o yıllarda kısaca buydu işte. Taraf olmamak mümkün değildi öğrenciliği devam ettirmek adına. Doğaldır ki bizde taraf olduk aklımızdan zorumuz varmış gibi o yıllarda. O dünya görüşümüzü aynen devam ettiriyoruz, asla bırakmadık her sıkıntıya karşın. Ancak 16 marta ilişkin bir olayı gündeme taşırken tamamen tarafsız davranacağız. Laf bir yerlere kaçarsa kaçar, ona da yapacağımız bir şey yok. Yüzümüze yüzümüze kıpkızıl kafir de dendi ama firavunu da kızıl denizin yuttuğunu iyi bilenlerdeniz.
O kirli senaryoya göre tam 36 yıl önce; 16 Mart 1978 perşembe günü, saat 13.45’civarında İstanbul Üniversitesi merkez binasından topluca çıkan solcu öğrencilere, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde, açılan ateş ve bombalı saldırı sonucu 7 ilerici-devrimci öğrenci ölmüş, 60’a yakın öğrenci de yaralanmıştı. 1978 yılı 16 Mart günü,`Bomba`diye haykırışlarının peşine müthiş bir patlama sesi duyulmuş ve silah sesleriyle taranmayla birlikte tarifsiz acı çığlıklar göğe yükselmişti. O gün, düdüklü şeytan patladığında; “Beyazıt komünistlere mezar olacak” sloganı gerçek olmuştu.
Gariptir refakatçi polisler nedense o gün üniversite dışına öğrencilerle çıkmazlar. Dışarıda görev yapan yedi polis ise öğrencilerin arasında ya barikat olamaz ya da çoğunluğun sesine uyar o gün. Beyazıt Meydanı’nda resmen bir katliam yaşanır, kılıç sırtında. Birileri için ise gerisingeri yaslanıp zevkle izledikleri trajik bir film kalır o günden geriye. Yalımlı yalanlar uçuşur ortalığa yıllarca. Dikiz aynasında affedilmeyecek günahlar belirir o günden sonra. Bu aleni katliamı hakkıyla dikizlemek, irdelemek, araştırmak ve hesap sormak kimsenin aklına düşmez.
Seksen 12 Eylül darbesinden sonra Beyazıt Katliamı`na ilişkin İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi’nde açılan dava 1982 yılında beraat ile sonuçlandırılır. Bu katliam davası da aradan geçen 36 yıla ve açılan tüm davalara karşın benzer faili meçhul dosyaları gibi rafa kaldırılır. Ve failleri her kimse cezasız kalırlar. Ayrıca, 16 Mart davasına Yargıtay 1. Ceza Dairesi; İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 20 Ekim 2008’de verdiği "zamanaşımı" kararını yerli yerinde bulup onar.
Böylece Türk hukuk tarihinin en uzun süren davalarından biri olan "16 Mart Davası" ikinci kez kapanır.
İlle de “Bomba atılacağı biliniyordu” cümlesi 36 yıldır dillerde dolaşır, kulaktan kulağa fısıldanır. Emir cümleleri esnemiş olsa bile gerçek budur. Sessiz sinemada üç maymun filmi oynatılır. Kurşun bir levhaya rastgele harflerle, güzellikleri doğrayan faşist darbeye hazırlıklardan biri işte böyle yazılır. Kim ne der ise desin meselenin özü de budur.
Ve 1977 lerden 80 on iki eylülüne ve oradan bu günlere çemberin pek dışına düşmeden bu acı olayları canlı canlı yaşadık, ama tek bir anını bile asla unutmadık. Ve hep bir şeyler eksik kaldı içimizde. Yazmaya anlatmaya kelimeler kifayetsiz çekilen eziyeti. Kabına sığmayan bir gençlik vardı o yıllar deyip geçebiliriz.
Ama hayatımızdan kaç yıl çalındı hesaplamayı çoktan bıraktık...
Ve tam 99 yıl önce 98 yıl önce, Tarihin en büyük siper savaşı başlarken 19. Tümen komutanı Mustafa Kemal Mehmetçiğe süngü taktırıp; “Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum.” Dedi. Ve Yaklaşık 250.000 şehit verildi, vatan toprağı verilmedi.
Emperyalist güç birliği donanmaları 3 Kasım 1914 yılında Çanakkale boğazı açıklarına demirlediler. Kıyasıya Deniz savaşı 18 Mart 1915’e kadar sürdü. Egemen güçler emellerine denizden ulaşamayacaklarını anlayınca Kara Savaşı başlatmak için 25 Nisan 1915’te alaca karanlıkta Gelibolu yarımadasına, “toplama askerlerini” çıkardılar. 9 Ocak 1916 yılına dek sürecek mesafesi dokuz on metre olan siper savaşları böylece başlamış oldu. Vatan evladı, Kadını erkeği siperlerde yan yana işgal kuvvetleri ile çarpıştı, Sonu zafer olan…
“18 Mart Çanakkale Zaferi” Anadolu’ya “ Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve başka komutanlar geçebilir.” Diyen Büyük Kurtarıcıyı armağan etti. Emperyalist paylaşımcıların İzmir’de denize dökülmesiyle biten Kutsal savaşın, habercisidir “18 Mart Çanakkale zaferi”…
Ve 142 yıl önce, 18 Mart 1871’de “Yaşasın Komün” naralarıyla sabahın kör saatinde sallandı Paris. Bu kez geçmişte benzeri olmayan bir isyana, İşçi ve halk ayaklanmasına tanıklık edecekti. 18 Mart dünyanın ilk “İşçi Devleti’nin” meşalesinin yakıldığı gün olarak tarihe geçti. 72 gün sürdü barikatlarda direnen “Paris komünü”. Özgürlüğün kelepçelendiği, kıyım ve katliamın kol gezdiği bir karşı devrimi yaratarak da sona erdirildi…
Resmi Tarih, Her 18 Mart geldiğinde siperlerde ve barikatlarda verilen o altın yürekli direnişi hatırlatır bize; 18 Mart’lardan biri, küllerinden doğacak bir devleti muştulamış, diğerinin ise üstü küllenmişti, 16 Mart ise…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)