13 Haziran 2013 Perşembe

TAKSİM GEZİ’DE ÜÇ BEŞ AĞACA ENDEKSLİ ULUSAL KIPIRDANIŞIN FATURALARI ÇOK YAKINDA…

TAKSİM GEZİ’DE ÜÇ BEŞ AĞACA ENDEKSLİ ULUSAL KIPIRDANIŞIN FATURALARI ÇOK YAKINDA…
 
Taksim Gezi Parkı’nda üç beş ağaca endeksli bir ulusal kıpırdanış oldu da taşlar biraz da olsa yerli yerine oturdu. Halk uzun suskunluk orucunu bozdu ve konuşmaya başladı. Beyler, ağalar ve paşalar zor da olsa kendine geldi.
 
Bundan sonrasında tanış heyeti temsiliyeler, bölgesel referandum açılımları, çapsız çare ve çözümler bir yana, her telden siyasilerin seçimlere kadar “oku” emrine uyarak Taksim Gezi Parkı’nı iyi okumaları gerekir.
 
Eksikleri ve fazlalıkları adabında konuşarak çok gezen mi bilir, çok okuyan mı bilir ilkokul münazarasından vazgeçip, Taksim Gezi Parkı’ndakileri anlamaya çalışmaları ülke yararına sonuçlar getirir. Çünkü cesaret akıldan gelir ise cesarettir, bilgisizlikten gelir ise cehalettir. Zaten cahili cühela cesaretinin akıllı anahtarı olmaz...
 
Şu iki-üç hafta halkın bunca yıl sessiz kalışının bir şey bilmemek anlamına hiç gelmeyeceğini, susuluyorsa bir nedeni olduğunu da apaçık gösterdi. Gösterilerden ve gösterilenden vazife çıkaran iktidar yanlıları ise bu toplumsal uyanışı geçmişteki örneklerle destekleyerek, eskiyi yeren yeniyi yedirmeyen afişlerle eskiye bağladılar.
 
Oysa eskiden bilenler bildiklerini akıl vermeye kalkışmadan anlatırdı. Her anlatılan ise kesin doğrudur sanılmazdı. O kadar iyi dinlenirdi ki tüm şirinsel nutuklar, körü körüne aldanışlar hiç gerçekleşmezdi. Çünkü çok konuşmanın çok bilgiç olmayı, bilmişliği ve bilgiyi göstermediği inancı ile davranılırdı şiirci natıklara. Ekmeğe katık bulamama pahasına izan-mizana inanırdı o eskiler.
 
Hiçbir ciddi çözüm önermese de, apaçık eylemsizliğe gömülünse de, tavırsız kalınsa da korkmadan, çekinmeden konuşulurdu eskiden. Kuşku yüklü hayat bağları, yanan yürekler, acılar ve azap veren değerlerden koparılmalar içtenlikle hissedildiğinden çekinmeden konuşulurdu her yerde, her alanda ve her platformda. Belki derinden derine, inceden inceye düşünülmezdi meselelerin üzerinde ama ortak hüzün ve sancılar konuşarak paylaşılır, konuşarak azaltılırdı.
 
Her zümre çaresizliğin adres değiştirmeyeceği bilinci, inancı ve yarınlarda başı dik tutma gerekliliği ve kıvancı ile birilerinin rahatını bozacak diye kelimeler sarf etmekten asla çekinmezdi. Hükümetlere en sert muhalefet yöntemleri tartışılır, yılmadan bir bir uygulanırdı hükümranlığın sona ermesi için.
 
bu günkü ileri demokrasiden çok geri diye serzenişte bulunulan o dönemler sanki şimdikinden daha demokratikti. Adaletin kazan kafalılarına kazan kaldırmanın biçimleri ayrıntıları ile belirlenirdi politika kazanına dönüşen açık, yarı açık ve kapalı oturumlarda. Yalan yanlışa taviz verilmezdi asla.
 
Açık örtülü F tipli, oligarşik baskı ve kıyımlar bile geri adım attıramazdı eskiden o eskileri. Eskiye tıpa tıp benzeyen adına müdahale denilen bugün ileride nasıl anımsanacak bakacağız. Çünkü her şey gibi konuşmak da anlamını yitirdi bu ülkede. İçi boşaldı hitapların, konuşmanın yerini tutabilecek yazılar da, yazanlar da kıskaca alınınca. Zapturapt altında ise ülke, Ülkede öbek öbek sorunlar çoğalıyor ise, barış masallarıyla halk artık uyutulamıyor ise artık, geleceğe hala belirsizlik egemen ise onurlu ve yurtsever insanların susmasını beklemek kabaca iyimserlik olur.
 
Bölgesel ve yerel coğrafyada içine kayılan kaos, günlük şiddet dozu ayarsız tedbir, tatbikat ve müdahalelerle görünmez kılınmaya çalışılıyor. Konu komşunun iç kavgalarına ve dırdırlarına müzevirlik, hır gür üzerine harala gürele gitmekten medet ummak, barışa ve savaşsızlığa dair kısır döngüleri de içerince kilit kolayca çözülmez. Görüş alışverişleri yapılmadan, ortak söylem tarzı geliştirilmeden, çözüm önerileri ve projeleri önemsenmeden, siyasal kimlikliliğe has dayılanmalar gün olur devran döner ve artık tutmaz.
 
Zaafları çoğaltarak, ütopyaları toplum katmanlarına yaymanın ve kamplaşmaları siyasal malzeme yapma histerisinin sonu dört koldan ateşe körükle gitmektir. Çember genişledikçe muhteşem iktidar muhteşem bir yok oluş karnavalına sürüklenir.
 
Ve üç beş çapulcu çıkar yeter, birbiri peşine bağlanan illet konular, çoğaldıkça kendi kendini zehirleyen dinamizmini kaybetmiş hikmet ve güven bunalımına girmiş hükümet, içten içe erimeyi belirleyen ve önleyemeyen iktidarı muhalefeti ile buraya kadar, yeter der Gezi Parklarında.
 
Ortalama iki yılda bir seçimlere yönelik politika güdenler ise stratejik manevra yanlışlarına bakmadan, halkın taleplerine aldırmadan “eskiye bağlarlar” üç beş ağaçlık meseleyi.
 
Koltuk sevdasını engelleyen bir sihirli değnek gibi araya girer ve en ücraya değer “Park direnişi”. Ve Gezi Park yaprak dükümü yaşanması muhtemel siyaset arenasında politik liderliğe soyunmuşların da hevesini kursağında koyar. Çokbilmişliğin ve kibrin beceriksizliğidir aslında tüm yaşananlar. Geç de olsa merkez televizyonlarda da seyredilen sonuçlarının, etkisinin sonradan görüleceği ama faturasının yine halka çıkarılacağı, mağduriyet ipine sarılacaklar için ise eskimeyen bir filmdir.
 
Maalesef asıl konuşulması gerekenler konuşulmuyor. Hoş sohbet meclislerinde gönül eğlemek modasına uymuşların, işin içinden bir çırpıda nasıl sıyrılacağı konuşuluyor sadece. Birlemeyen, ikiliği gündemde tutan, ikiliğe zemin hazırlayan, bilimdışı hurafelerin peşinde koşan, bölen parçalayan olan,  bananeler ve bahaneler üreten, dedikodular ile geçinen, çağa ayak uyduramayışın ağırlığı altında ezilen bir iktidar ile muhalefetin umut olma yolunda çok, çok geç kalmışlığını hiç kimse konuşmuyor.
 
Halk bir başına kalmış gençlerine sahip çıkabilmenin yollarını arıyor. Alternatifsizliğini kanıtlamaya çalışan bir siyasal hegomanya ile alternatifliğini algılayamayan siyasal tavrın açmazında, üç beş aykırı pankart açıldı diye ülke dünyaya açılıyor. Sonra o bilindik, tanıdık mesajlar, eskiden şöyleydi, böyleydi.
 
Eski öyleydi, böyleydi, şöyleydi ama eskiden hiç değilse konuşulurdu. Eski camlar bardak oldu; Şimdi korku dağları bekliyor. Şimdi Konuşmak ne kelime, yazmak ne, susmak ne kelime.  Taksim Gezi’de üç beş ağaca endeksli ulusal kıpırdanışın faturaları bazı evlere çok yakında postalanmaya başlar.
 
Allahtan şu Taksim Gezi Parkı’nda üç beş ağaca endeksli bir ulusal kıpırdanış oldu da taşlar biraz da olsa yerli yerine oturdu heyecanıyla, üç beş ağaca dayanan çevreci mantıkla başlayan ve ülkeye dağılan süreçte,  iki üç haftalığına da olsa denizde, karada, çevrede, kıyı köşe konuşan, okuyan, yazan, çizen kim varsa, smokinli politikacılara yandaş penguenler belgeseli izlemeye hazırlanabilir…

Hiç yorum yok: