29 Haziran 2013 Cumartesi

ASRİ TATİL…

ASRİ TATİL…

En ALLAH ‘ sız kavgalarda sağa sola savruldum. Hoyratça uykusuzluğa ve yollara. Ummazdım asla, umursamazdım gecelerin bedduasının bu kadar tutacağını, gelip geçenlere bahçemdeki biberleri göstererek, öylesine yeşil öylesine kırmızı, dualarını almayı. O eşine az rastlanır kavga büktü boynumu.

Boğaza karşı günaha bulandığım utançla başbaşayım şimdi. Boğaz o denli küsmüş ki bana, altın boynuzlarında dönüyor dünya. Dünya o eki halinde dünya değil. Boynuzlar battıkça kıçına gözleri faltaşı. Bir olmuşlar ve beni yargılıyorlar balçık sularda. Karanlığı denize emanet edip yüzmüyorum asla yıldızların parıltısında. Yıldızlar hala benim. Evet değiştim ve yaşlandım, yaşlanıyorum veya. En genç halimde hissedip yaşayamadığım o ince mütevazilikteyim. Nişanı hala bende saklı, nişanlı köprüde. Geçmek üzereyken geçemediğim. Hep iki oda, aynı tuzlu sular ve aynı değişmez ikili. Düşlerim hala o kaosa takılı. Huzuru özlüyorum, tıka basa hayatıma sokmayı. Bitkin gözlerinden öptüğüm uykulu geceleri, üstünü öptüğüm korkuyu, pişmanlığımı ve yüzemediğim denizi seviyorum. Seviyorum en canlı kanlı kavgaları. Canım seni istiyor, belki sende beni. Aynı kavganın tarafı hiç olmadık çünkü kavga bizdik, bilmiyorum, hiç bilmiyorum. Ezbere yaşadım kaç on yıl bilsen, yakışıyor desinler diye, öylece, nasıl olursa, sakınmadan. Test kitabında ıslandığımız gün yazılı ondan sonra neler neler. Dün gibi aklımda onca şey ama yeterince anlatamayacağımı biliyorum. Yeşil yeşil yansıyor aynalara yüzün kendiliğinden ve buğular içinde o gözlere takılıyorum, yeşil. Kıpkırmızı yanmış vücudun, dudağın kuru ve yarı açık. Hep o büyüleniş. Unutmak isteyip tam da unuttum derken bardaktan boşanırcasına yağıyorsun üzerime. Suç suç inliyorsun beynimin kıvrımlarında. Akıl gözüm test kitabını sürüyor önüme, testislerimde aç açık bir ağrı, ağrıyorum. Sensiz şehrin doğma büyüme hemşehrisiyim. Ne aranıyorum ne sorgulanıyorum. Kavgalarda ölmüş sen de. Canlı fasıl gecelerde, o uzak kır şehrinde elimi tutup meydana çekelediğin doğuyor içime. Tip bir kız kokusu da değişik deyip ardın sıra sürüklendiğimi. Üstü kontraplak bir açılır kapanır masa aldığımızı. Şimdi o masalardan var mıdır acaba. Çay bahçelerinin tahta masalarında canlandığımı, candan gülüşünle sandalyeme mıhlandığımı görüyorum. Sonra kara beyaz sakallı, kanser sarısı bir yüzle giriyor anılara, meyhane kuşu çarpılmışlığı sinmiş gözlerine ve görüntülerim siliniyor. Ama hayatı sende özlediğim gerçeğini bilmiyor, hissettirmiyorum ona.

Radyodaki o nihavent şarkı gece gündüz aklımda çalıyor. Kelepçesiz bağlıyım gecelere ve aramıza uyku yatıyor. Hınzırca sağına soluna dönenip bir seni bir beni süzüyor. Elimi süremiyorum sana, çırılçıplak düşler kızıyor ve canım yanıyor.

Bir yağmur alacasında buluyorum seni kaç yıl sonra bilemiyorum, şemsiyeden süzülen sular ensemden sıcak sıcak, hissetmiyorum. Senden ayrıldığımda sırtım üşüyor, üşüyorum. Titriyorum hatboyunda, boynundaki fuların desenlerini beynime kazımışım renk renk, şaşırıyorum. Sonra her akşam sen, alışverişi öğreniyorum senden, gönlünce gezip tozmayı, işten artan zamanın değerlendirilişini, özlemeyi, okuyorum o sıra başka birlikteliklerin sıradanlığını. Ve sıra çırılçıplak düşlere yatacağımız kıyılara vurmaya geliyor. Alelacele hazırlanıyorum, yıllar var yalnızım ve içimde özüm akıyor, Marmara dar geliyor, dağılıyorum Ege’ye Akdeniz’e. Uzun ve klas bir yolculuktan sonra bir sıcaklık vuruyor başıma, sen deneyimlisin bir gün süren yanılgımız yat gezisinde son buluyor. Bolca içiyor ve dans ediyorsun yıldızlarla. Yerlere saçılmış sevişmeleri izliyorsun, sevişemiyorsun. Yatma vakti geciktikçe gecikiyor. Su kemerlerine ılımış sular yürüyüşe geçecek yarın, biliyorsun. Hayal kırıklığı içinde seni kaybediyorum.


-          Dön arkanı soyunacağım !

Dönmektense sırtımı dışarı çıkarıyorum.

Soyunuyor, giyiniyor yeterli süre bekliyorum, ilk ayrılık. Yağmalanmış duygularla dönüyorum. Bilincim intiharın eşiğinde, istenmiyorsun. Parmaklarım tutuk acemi bende değişiyorum. Memleket kadar yorgun ve çaresizim, isteksiz ve karar değiştiren bir vaziyetteyim, yol yarenliğim baştan saçma geç anlıyorum. Denize dalıp gözlerimi dinlendiriyorum. Başka çare yok katlanmam gerek. Dalga dalga deliriyorsun ben sessiz sakin izliyorum.sana sarhoşluk bulaştı, suç üzerine suç işletiyor ben uyumalıyım. Şimdi karşıma çıkıp bu kaçıncı sarhoşluğumdu dersen söylemem. Ne ilk ne son derim, koynuma sızan lambalar sönmüş, güneşe sır vermek olmaz. Gittikçe gündüzüm gecem sana benziyor demek yeter. Çerçeveye sığmayan kalede çekilen tatlı gülüşün hala sıcacık. Donmuşsun dudağındaki ışıltıyla desem, o sarhoşlukta bana yeter. Pırlanta çocuk anası ve babası bu yaz masmavisin, maviye vurdun beni. Ismarlama beyaz bembeyaz dalgalarla alt alta üst üste. Sabaha ulaşırken masumiyet toz içinde bir yolculuk düşünmemiştim hiç. Beni aştı kıvrıla dökülen yollar. Bozdu dengemi sancı oturdu yüreğime, otel perdelerinde ağlaşıyor yabancılaşma, yürek o eski yüreğim değil. Denizin koyuluğu uyutuyor içimde çıldıran zamanı ve zaman ninnileniyor.

- Çık dışarı giyineceğim !

Bence seninde ilk sahiplenme arayışındı, telaşlısın. Hoşça kal demek üzereyken son bi gayret sessiz sulara dalmak istemişsin. Mavi derinliğe ulaşabilirsin ama. Bağışla beni aklımda aldırmazlık çiçeği. Göze alamadığın ayrılıklar tenini zorluyor apaçık belli. Islak uçuşlar nefesleniyor bedeninde kesik kesik. Dev ateşlere varacak bu yolun sonu. Karşı duramıyorsan eğer bırak isyan kumdan kalelerde bastırılsın. Rehineyim sanki şaşırıp kaldım. Kime ne için yaranayım bilemiyorum. Yazılmışım göreve biri kollarını uzatır diye. Aşksız zordur umuda yolculuk ama sevgiyle bakan rengarenk boyanacak tuvaller var. Canlanan tüm sırlar görünesi. Her zaman bütünüyle hazırlıklı ol ve yüzüne yansısın deniz, gökyüzünde bavulunu toplamış yıldızlar. Acayip bir yankı bu sanki yüzyıl beklenmiş. İnsanı ortak ediyor hemen içine katıyor sıkıntılı akşamüstlerinin günün son ışıkları kıpkızıl denize düşüp kaybolurken kurtulamıyorum sinsi ve kasvetli odada. Hiç tereddütsüz yaşayabileceğim hakimiyeti çoktan yitirmişim ışıl ışıl vitrinlerde. İlişkileri anımsatan uçuruma son sürat kıvrılarak inen o sözlere karşı koyamadım. Hala gözümüm önüne gelir dura kalka devam eden yolculuğumda yolun uçurumsuz yanındaki yosun yeşili kayalara tutunuşum. Düşen taşları görmezden gelir ve asla durmam. Karşılıklı homurdanmalar devri çoktan tehlikeyi farketmiştir ancak dışarı çıkmasam giyinemeyecek misin diye soramayacak kadar toydum. Ya da giyinip soyunmasına yardım edebilmeyi hissettiremeyecek kadar ilgisiz. En güzel filmleri görmüştüm evet, etkisinden kurtulamadığım nice filmde oynatmıştım kendimi. En iyi eleştirisi olan kitapları okumuştum. Sevda yüklü romanlara gömmüştüm kederimi, fiyaka ile pipo tüttürürdüm. Karikatür dergilerine, belgeli mecmualara bakardım. Adeta dünyamı yıkar yeniden kurardım ama o öyküye bir türlü başlayamadım. İliğime kemiğime kadar dayanan gergin onca gayret sarfıma rağmen terketti beni türkçe. Tek bildiğim dildi, tam bilmesem de yarım yamalak. Günlük konuşma düzeyim güven vericiydi ama temas kuramadım vefalı dostla. Anlardı müzikten sesi de fena sayılmazdı. Nerden çıktı bu pertev diyemeden aryalar sustu. Şarkı merakı muhatap aradı ve ilk çekilen fotoğrafa kaynadı. Filmlerin lüks banyolu sahnelerine köpük köpük dağıldı, başka sefalara satılmıştı çilingir sofraları. Karanlık basmıştı ve mayınlardan atlaya atlaya sefaletin kucağına varış başka sefere kalıyordu. Biliyorum cevaplama yetkisi ayrılıştan sonraya idi. Yinede yaşadıklarımız en iyi şiirim olacaktı. Eh iyisi ve söyleyecektim yaşamın bir noktasında geçmişimden söz eder gibi. Belleğimin karanlığında çakan bir pırıltıymışçasına. Oysa her kesişmenin anıları sarması ve günyüzüne çıkarmasıydı. Dönemsel kazaları, birden küllerini havaya savuran, denk düşünülmeyip değişilmeyen bedenlerdi. İçi boşalmıştı, acıyla sevda karışmıştı tene, o an ve durum kimin kimi beklediğine anlaşmaz, anlaşılmaz yanıtlar buluyordu uyarılmaz bedenlere.

Nefes nefeseydim asıl öykülerde. Dahası belleğimde sloganlar çırpınıyordu. Ne kadar alçak gönüllü idi yaşamı keyifle aktaran tarih. Karınca kararınca çevirmişim yüzümü nankör uğraşılara. Bizatihi kötü iz bırakmış anılara. Kırlara kaçtın, takip ettim, sanki sen de beni, kırmızı elbiseli iki parçadan oluşan ve hiç memesi yokmuş zannı veren bikiniliğini, kiraz dudağının kulağıma doluşunu unutamadım. Çekirdeği boğazıma takılmıştı, tek nefes tökezledim. Değerlendirilmeyi hak  eden bir neferdim bence. Tabi ki en yakın ve huysuz veya sevimsiz dostun. Satır satır yatırırken şimdi sarı yapraklara teşekkürlerimi, şöyle içerlerime saklanmış, sözcüklerle oynamayı sevişim ve kılıktan kılığa değişen sevişmeler çıkıyor duygu paralarcasına. Metnini yoğurmak alışılmadık dilde  kazara kucağıma alıp havalandırmak istiyorum yazıları. O yazı bol miktarda kuralsızlık serpiştirerek temposuna yeniden ve hıphızlı, yeniden yaşamak. İsyankar ama samimi bambaşka hülyalarla ama mantıkla. Kılavuzlar sokağından geçerken yine sen gözüme ilişesin, kulağıma küpe iltifatların dozu hiç önemli değil. Belli bir akışı olmasın olayların. Kaç çalkantı geçireceğini düşünmeden kafalardan tamamlansın ödül. Ne kadar suçlu olunduğu kendi kusurlarında saklıdır insanın. Çok şeyi sarsmadan insanı zaaf deyip uzun vadede ipuçları şimdiyi ve geleceği oluşturur savına inanılır. Bu yüzden bir araya gelemeyişler, başkalarına başkasının gözüyle anlatmalar, doğal bir patlamaymış. Karışık bir dağılmaymış gibi çok kişili tanık aramalar. Affetmez bir katılık dökülüyor yaşama dair yorumlardan. İşte o zaman kasırgalar güçlü ve şiddetli sırf duygulara vuruyor münasebetsizliğini. Ahlaki başkaldırı fazla yüzeysel ve bön sonuçlara gebe. Kimseleri fazlaca zorlamayan yalanlarla yüceliyor içiçeleşen mahremiyet. Bitişik nizam odalarda yükselen ses pınarı avluyu dolduruyor, yankılanıyor kuytu duvarlarda ve en ALLAH’ sız aşklar ve sevişmeler yaşamak isterdim diyemiyorum. Gel gelelim basit yaşamımın sınırını o gün aştığımı hiç kimseye itiraf edemedim. En ufak bir tepkiye göğüs geremezdim. Pişkinliğe vuruyor, duymuyor ve sallamıyordun. Geri dönüşü olmayan yolda hüzün bulaştı düşlerime, soğuk ve kirli bir ayrılık gölgesi düştü düş bahçeme. Ömrümün kalanını usulca başkalarının sevgilerine adadım ve o işi de beceremedim. Sayfalar boyunca pençesinden kurtulamadım düş macerasına dönüşen heveslerimin. Ufuk açayım derken yalpaladım, aslına bakarsanız onun çağrısına ayak uyduramadım. Oysa içine içine çekiyordu beni o ses. Pespayeliği silip atamadım bilincimi tam güzelliğiyle ipe serip. Kanımca bu sayede şimdi fazla iyilik etmeye kalkardım. Ama bütün iyiliklerin bedeli ödenmez, hesap açık kalır, kavanoz dipli çatlağında sevişmeler sessizliğe gömülür çünkü.

Her türlüsünden zevk verme ve alma ve sevgiyi sergileme düşü öteki yazlara kalmıştır. Olağanüstü yazı gücünden damlayan sevişmeler yapıtını üretirken yapanları yapıtsız bırakmıştır. Tarihin çöplüğünde takdir edilmeyi bekleyerek daha çok beklenecektir. Kağıttan kayıklara binbir çeşit hakediş dokundur ve serin, sığ lacivert sulara bırak, sırt üstü yüzen hayatı eksik yaşamış asla dönüp bakmayacaktır.o kendine rakı şişesinde balık hissetmektedir ve zıt kutbunda yaşar maceranın.

- Çıkıyorum soyunacaksan !

Üzerine basa basa sözcüklerin alıştım. Emir kipi saçmalıkları, dilek kipi çaresizliğe dönüştü. Varoluşumun sırrını sorgulamadım. Bu yüzden günahla sevabı apaçık öğrenemedim.bana düşen kapıyı vurup çıkmak sandım. Bu sorular hep duraksama anında soruldu. Oysa tatildi ve herşey mubahtı. Sevilmeye değer ne varsa hava, su, deniz, güneş kadar ihtiyaçtı. Acele etmek lazımdı. Açık saçık düşler kurarak seçkinci davranılan günler her yaşanan fırtınada ateşe atılacaktı. Besbelli hiç akla gelmeyecekti ter ve korku içinde çırpınmalar. Belki o parlak tüylü korku da yalandı ve okşanmak istiyordu. Alafranga bir rüya kendini en diri bulduğu bir gece yaldızlı çiçekli fuzuli yüklerinden sıyrıldı gözünü kırpmadan. Benden hiçbir şey istemedi. Çok gizli tuttu adresi, soramazdım.

Böyle böyle bir filozof olacakken kendimi öldürtmüşüm meğer. İşte odur burnumdaki öfke. Soluyorum her yenilenişte heyecandan yoksun. Bunca sene safça yaşamışım. Genzim yanıyor, utanmasam yana döne ağlayacağım. Çiçeklerim yere dağıldığında kırmızı çinili ve kırık aynalı banyoda şarabından bir yudum içeceğim. Saçlarında dolaşan ateşin çıtırtısına gözlerimdeki muzip pırıltıyı ekleyeceğim ve al yanağından gülerken ayıp olmasın korkusunu, bir yudum şarap daha ...

Ört bas edeceğim yemişlerin ortaya saçılışını. Ertesi gün ben uyurken odaya durmadan girip çıkışını, onca güzel izleyeceğim. Altın sarısı vücudunu

Hiç yorum yok: