ASRİ
TATİL…
En
ALLAH ‘ sız kavgalarda sağa sola savruldum. Hoyratça uykusuzluğa ve yollara.
Ummazdım asla, umursamazdım gecelerin bedduasının bu kadar tutacağını, gelip
geçenlere bahçemdeki biberleri göstererek, öylesine yeşil öylesine kırmızı,
dualarını almayı. O eşine az rastlanır kavga büktü boynumu.
Boğaza
karşı günaha bulandığım utançla başbaşayım şimdi. Boğaz o denli küsmüş ki bana,
altın boynuzlarında dönüyor dünya. Dünya o eki halinde dünya değil. Boynuzlar
battıkça kıçına gözleri faltaşı. Bir olmuşlar ve beni yargılıyorlar balçık
sularda. Karanlığı denize emanet edip yüzmüyorum asla yıldızların parıltısında.
Yıldızlar hala benim. Evet değiştim ve yaşlandım, yaşlanıyorum veya. En genç
halimde hissedip yaşayamadığım o ince mütevazilikteyim. Nişanı hala bende
saklı, nişanlı köprüde. Geçmek üzereyken geçemediğim. Hep iki oda, aynı tuzlu
sular ve aynı değişmez ikili. Düşlerim hala o kaosa takılı. Huzuru özlüyorum,
tıka basa hayatıma sokmayı. Bitkin gözlerinden öptüğüm uykulu geceleri, üstünü
öptüğüm korkuyu, pişmanlığımı ve yüzemediğim denizi seviyorum. Seviyorum en
canlı kanlı kavgaları. Canım seni istiyor, belki sende beni. Aynı kavganın
tarafı hiç olmadık çünkü kavga bizdik, bilmiyorum, hiç bilmiyorum. Ezbere
yaşadım kaç on yıl bilsen, yakışıyor desinler diye, öylece, nasıl olursa,
sakınmadan. Test kitabında ıslandığımız gün yazılı ondan sonra neler neler. Dün
gibi aklımda onca şey ama yeterince anlatamayacağımı biliyorum. Yeşil yeşil
yansıyor aynalara yüzün kendiliğinden ve buğular içinde o gözlere takılıyorum,
yeşil. Kıpkırmızı yanmış vücudun, dudağın kuru ve yarı açık. Hep o büyüleniş.
Unutmak isteyip tam da unuttum derken bardaktan boşanırcasına yağıyorsun
üzerime. Suç suç inliyorsun beynimin kıvrımlarında. Akıl gözüm test kitabını
sürüyor önüme, testislerimde aç açık bir ağrı, ağrıyorum. Sensiz şehrin doğma
büyüme hemşehrisiyim. Ne aranıyorum ne sorgulanıyorum. Kavgalarda ölmüş sen de.
Canlı fasıl gecelerde, o uzak kır şehrinde elimi tutup meydana çekelediğin
doğuyor içime. Tip bir kız kokusu da değişik deyip ardın sıra sürüklendiğimi.
Üstü kontraplak bir açılır kapanır masa aldığımızı. Şimdi o masalardan var
mıdır acaba. Çay bahçelerinin tahta masalarında canlandığımı, candan gülüşünle
sandalyeme mıhlandığımı görüyorum. Sonra kara beyaz sakallı, kanser sarısı bir
yüzle giriyor anılara, meyhane kuşu çarpılmışlığı sinmiş gözlerine ve görüntülerim
siliniyor. Ama hayatı sende özlediğim gerçeğini bilmiyor, hissettirmiyorum ona.
Radyodaki
o nihavent şarkı gece gündüz aklımda çalıyor. Kelepçesiz bağlıyım gecelere ve
aramıza uyku yatıyor. Hınzırca sağına soluna dönenip bir seni bir beni süzüyor.
Elimi süremiyorum sana, çırılçıplak düşler kızıyor ve canım yanıyor.
Bir
yağmur alacasında buluyorum seni kaç yıl sonra bilemiyorum, şemsiyeden süzülen
sular ensemden sıcak sıcak, hissetmiyorum. Senden ayrıldığımda sırtım üşüyor,
üşüyorum. Titriyorum hatboyunda, boynundaki fuların desenlerini beynime
kazımışım renk renk, şaşırıyorum. Sonra her akşam sen, alışverişi öğreniyorum
senden, gönlünce gezip tozmayı, işten artan zamanın değerlendirilişini,
özlemeyi, okuyorum o sıra başka birlikteliklerin sıradanlığını. Ve sıra
çırılçıplak düşlere yatacağımız kıyılara vurmaya geliyor. Alelacele
hazırlanıyorum, yıllar var yalnızım ve içimde özüm akıyor, Marmara dar geliyor,
dağılıyorum Ege’ye Akdeniz’e. Uzun ve klas bir yolculuktan sonra bir sıcaklık
vuruyor başıma, sen deneyimlisin bir gün süren yanılgımız yat gezisinde son
buluyor. Bolca içiyor ve dans ediyorsun yıldızlarla. Yerlere saçılmış
sevişmeleri izliyorsun, sevişemiyorsun. Yatma vakti geciktikçe gecikiyor. Su
kemerlerine ılımış sular yürüyüşe geçecek yarın, biliyorsun. Hayal kırıklığı
içinde seni kaybediyorum.
-
Dön arkanı
soyunacağım !
Dönmektense sırtımı dışarı
çıkarıyorum.
Soyunuyor, giyiniyor yeterli süre bekliyorum, ilk
ayrılık. Yağmalanmış duygularla dönüyorum. Bilincim intiharın eşiğinde, istenmiyorsun.
Parmaklarım tutuk acemi bende değişiyorum. Memleket kadar yorgun ve çaresizim,
isteksiz ve karar değiştiren bir vaziyetteyim, yol yarenliğim baştan saçma geç
anlıyorum. Denize dalıp gözlerimi dinlendiriyorum. Başka çare yok katlanmam
gerek. Dalga dalga deliriyorsun ben sessiz sakin izliyorum.sana sarhoşluk
bulaştı, suç üzerine suç işletiyor ben uyumalıyım. Şimdi karşıma çıkıp bu
kaçıncı sarhoşluğumdu dersen söylemem. Ne ilk ne son derim, koynuma sızan
lambalar sönmüş, güneşe sır vermek olmaz. Gittikçe gündüzüm gecem sana benziyor
demek yeter. Çerçeveye sığmayan kalede çekilen tatlı gülüşün hala sıcacık.
Donmuşsun dudağındaki ışıltıyla desem, o sarhoşlukta bana yeter. Pırlanta çocuk
anası ve babası bu yaz masmavisin, maviye vurdun beni. Ismarlama beyaz bembeyaz
dalgalarla alt alta üst üste. Sabaha ulaşırken masumiyet toz içinde bir
yolculuk düşünmemiştim hiç. Beni aştı kıvrıla dökülen yollar. Bozdu dengemi
sancı oturdu yüreğime, otel perdelerinde ağlaşıyor yabancılaşma, yürek o eski
yüreğim değil. Denizin koyuluğu uyutuyor içimde çıldıran zamanı ve zaman
ninnileniyor.
- Çık dışarı giyineceğim !
Bence seninde ilk sahiplenme arayışındı, telaşlısın.
Hoşça kal demek üzereyken son bi gayret sessiz sulara dalmak istemişsin. Mavi
derinliğe ulaşabilirsin ama. Bağışla beni aklımda aldırmazlık çiçeği. Göze
alamadığın ayrılıklar tenini zorluyor apaçık belli. Islak uçuşlar nefesleniyor
bedeninde kesik kesik. Dev ateşlere varacak bu yolun sonu. Karşı duramıyorsan
eğer bırak isyan kumdan kalelerde bastırılsın. Rehineyim sanki şaşırıp kaldım.
Kime ne için yaranayım bilemiyorum. Yazılmışım göreve biri kollarını uzatır
diye. Aşksız zordur umuda yolculuk ama sevgiyle bakan rengarenk boyanacak
tuvaller var. Canlanan tüm sırlar görünesi. Her zaman bütünüyle hazırlıklı ol
ve yüzüne yansısın deniz, gökyüzünde bavulunu toplamış yıldızlar. Acayip bir
yankı bu sanki yüzyıl beklenmiş. İnsanı ortak ediyor hemen içine katıyor
sıkıntılı akşamüstlerinin günün son ışıkları kıpkızıl denize düşüp kaybolurken
kurtulamıyorum sinsi ve kasvetli odada. Hiç tereddütsüz yaşayabileceğim
hakimiyeti çoktan yitirmişim ışıl ışıl vitrinlerde. İlişkileri anımsatan
uçuruma son sürat kıvrılarak inen o sözlere karşı koyamadım. Hala gözümüm önüne
gelir dura kalka devam eden yolculuğumda yolun uçurumsuz yanındaki yosun yeşili
kayalara tutunuşum. Düşen taşları görmezden gelir ve asla durmam. Karşılıklı
homurdanmalar devri çoktan tehlikeyi farketmiştir ancak dışarı çıkmasam
giyinemeyecek misin diye soramayacak kadar toydum. Ya da giyinip soyunmasına
yardım edebilmeyi hissettiremeyecek kadar ilgisiz. En güzel filmleri görmüştüm
evet, etkisinden kurtulamadığım nice filmde oynatmıştım kendimi. En iyi
eleştirisi olan kitapları okumuştum. Sevda yüklü romanlara gömmüştüm kederimi,
fiyaka ile pipo tüttürürdüm. Karikatür dergilerine, belgeli mecmualara
bakardım. Adeta dünyamı yıkar yeniden kurardım ama o öyküye bir türlü
başlayamadım. İliğime kemiğime kadar dayanan gergin onca gayret sarfıma rağmen
terketti beni türkçe. Tek bildiğim dildi, tam bilmesem de yarım yamalak. Günlük
konuşma düzeyim güven vericiydi ama temas kuramadım vefalı dostla. Anlardı
müzikten sesi de fena sayılmazdı. Nerden çıktı bu pertev diyemeden aryalar
sustu. Şarkı merakı muhatap aradı ve ilk çekilen fotoğrafa kaynadı. Filmlerin
lüks banyolu sahnelerine köpük köpük dağıldı, başka sefalara satılmıştı
çilingir sofraları. Karanlık basmıştı ve mayınlardan atlaya atlaya sefaletin
kucağına varış başka sefere kalıyordu. Biliyorum cevaplama yetkisi ayrılıştan
sonraya idi. Yinede yaşadıklarımız en iyi şiirim olacaktı. Eh iyisi ve
söyleyecektim yaşamın bir noktasında geçmişimden söz eder gibi. Belleğimin
karanlığında çakan bir pırıltıymışçasına. Oysa her kesişmenin anıları sarması
ve günyüzüne çıkarmasıydı. Dönemsel kazaları, birden küllerini havaya savuran,
denk düşünülmeyip değişilmeyen bedenlerdi. İçi boşalmıştı, acıyla sevda
karışmıştı tene, o an ve durum kimin kimi beklediğine anlaşmaz, anlaşılmaz
yanıtlar buluyordu uyarılmaz bedenlere.
Nefes nefeseydim asıl öykülerde. Dahası belleğimde
sloganlar çırpınıyordu. Ne kadar alçak gönüllü idi yaşamı keyifle aktaran
tarih. Karınca kararınca çevirmişim yüzümü nankör uğraşılara. Bizatihi kötü iz
bırakmış anılara. Kırlara kaçtın, takip ettim, sanki sen de beni, kırmızı
elbiseli iki parçadan oluşan ve hiç memesi yokmuş zannı veren bikiniliğini,
kiraz dudağının kulağıma doluşunu unutamadım. Çekirdeği boğazıma takılmıştı,
tek nefes tökezledim. Değerlendirilmeyi hak
eden bir neferdim bence. Tabi ki en yakın ve huysuz veya sevimsiz
dostun. Satır satır yatırırken şimdi sarı yapraklara teşekkürlerimi, şöyle
içerlerime saklanmış, sözcüklerle oynamayı sevişim ve kılıktan kılığa değişen
sevişmeler çıkıyor duygu paralarcasına. Metnini yoğurmak alışılmadık dilde kazara kucağıma alıp havalandırmak istiyorum
yazıları. O yazı bol miktarda kuralsızlık serpiştirerek temposuna yeniden ve
hıphızlı, yeniden yaşamak. İsyankar ama samimi bambaşka hülyalarla ama
mantıkla. Kılavuzlar sokağından geçerken yine sen gözüme ilişesin, kulağıma
küpe iltifatların dozu hiç önemli değil. Belli bir akışı olmasın olayların. Kaç
çalkantı geçireceğini düşünmeden kafalardan tamamlansın ödül. Ne kadar suçlu
olunduğu kendi kusurlarında saklıdır insanın. Çok şeyi sarsmadan insanı zaaf
deyip uzun vadede ipuçları şimdiyi ve geleceği oluşturur savına inanılır. Bu
yüzden bir araya gelemeyişler, başkalarına başkasının gözüyle anlatmalar, doğal
bir patlamaymış. Karışık bir dağılmaymış gibi çok kişili tanık aramalar.
Affetmez bir katılık dökülüyor yaşama dair yorumlardan. İşte o zaman kasırgalar
güçlü ve şiddetli sırf duygulara vuruyor münasebetsizliğini. Ahlaki başkaldırı
fazla yüzeysel ve bön sonuçlara gebe. Kimseleri fazlaca zorlamayan yalanlarla
yüceliyor içiçeleşen mahremiyet. Bitişik nizam odalarda yükselen ses pınarı
avluyu dolduruyor, yankılanıyor kuytu duvarlarda ve en ALLAH’ sız aşklar ve
sevişmeler yaşamak isterdim diyemiyorum. Gel gelelim basit yaşamımın sınırını o
gün aştığımı hiç kimseye itiraf edemedim. En ufak bir tepkiye göğüs geremezdim.
Pişkinliğe vuruyor, duymuyor ve sallamıyordun. Geri dönüşü olmayan yolda hüzün
bulaştı düşlerime, soğuk ve kirli bir ayrılık gölgesi düştü düş bahçeme.
Ömrümün kalanını usulca başkalarının sevgilerine adadım ve o işi de
beceremedim. Sayfalar boyunca pençesinden kurtulamadım düş macerasına dönüşen
heveslerimin. Ufuk açayım derken yalpaladım, aslına bakarsanız onun çağrısına
ayak uyduramadım. Oysa içine içine çekiyordu beni o ses. Pespayeliği silip
atamadım bilincimi tam güzelliğiyle ipe serip. Kanımca bu sayede şimdi fazla
iyilik etmeye kalkardım. Ama bütün iyiliklerin bedeli ödenmez, hesap açık
kalır, kavanoz dipli çatlağında sevişmeler sessizliğe gömülür çünkü.
Her türlüsünden zevk verme ve alma ve sevgiyi
sergileme düşü öteki yazlara kalmıştır. Olağanüstü yazı gücünden damlayan
sevişmeler yapıtını üretirken yapanları yapıtsız bırakmıştır. Tarihin
çöplüğünde takdir edilmeyi bekleyerek daha çok beklenecektir. Kağıttan
kayıklara binbir çeşit hakediş dokundur ve serin, sığ lacivert sulara bırak,
sırt üstü yüzen hayatı eksik yaşamış asla dönüp bakmayacaktır.o kendine rakı
şişesinde balık hissetmektedir ve zıt kutbunda yaşar maceranın.
- Çıkıyorum soyunacaksan !
Üzerine basa basa sözcüklerin alıştım. Emir kipi
saçmalıkları, dilek kipi çaresizliğe dönüştü. Varoluşumun sırrını sorgulamadım.
Bu yüzden günahla sevabı apaçık öğrenemedim.bana düşen kapıyı vurup çıkmak
sandım. Bu sorular hep duraksama anında soruldu. Oysa tatildi ve herşey
mubahtı. Sevilmeye değer ne varsa hava, su, deniz, güneş kadar ihtiyaçtı. Acele
etmek lazımdı. Açık saçık düşler kurarak seçkinci davranılan günler her yaşanan
fırtınada ateşe atılacaktı. Besbelli hiç akla gelmeyecekti ter ve korku içinde
çırpınmalar. Belki o parlak tüylü korku da yalandı ve okşanmak istiyordu.
Alafranga bir rüya kendini en diri bulduğu bir gece yaldızlı çiçekli fuzuli
yüklerinden sıyrıldı gözünü kırpmadan. Benden hiçbir şey istemedi. Çok gizli
tuttu adresi, soramazdım.
Böyle böyle bir filozof olacakken kendimi öldürtmüşüm
meğer. İşte odur burnumdaki öfke. Soluyorum her yenilenişte heyecandan yoksun.
Bunca sene safça yaşamışım. Genzim yanıyor, utanmasam yana döne ağlayacağım.
Çiçeklerim yere dağıldığında kırmızı çinili ve kırık aynalı banyoda şarabından
bir yudum içeceğim. Saçlarında dolaşan ateşin çıtırtısına gözlerimdeki muzip
pırıltıyı ekleyeceğim ve al yanağından gülerken ayıp olmasın korkusunu, bir
yudum şarap daha ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder