Giresin düşlerime!
Ben önce benim. Ya sonra? Sonra benden içeri başka bir ben.
Sanki bensizlikle iç içeyim. Veya nice beni olan bir yanardağ, volkanik bir
dağım. Her patlayışta başka bir yanım belirir, kızgın kor alev lavlarımda.
Kızıl alev renginde arzın merkeziyim. Soğumaya yüz tutmuş yer tabakanın
bilinmezliğinde acayip bir katmanım. Bilinirliğim belirsizliğe tutsak, kabuk
içinde sert kabuğum. Kabuklarımı çatlatıp, tüllerini araladığım penceremden
sesli sedalı acımasız yaşamı izleyenim. Benim hepsi de hangi ben. Bilmiyorum
açıkçası benim işte. Meltemlerle şuh içinde uçuşan perdeler ardındaki ben.
Demir mazgallı pencere sürgünü ben. Düşünüyorum da neyim aslında, neydim?
Kimim?
Dörtbin yıllık şenliğim ben. Eski takvim uyarınca mayıs
yedisinde kutlanan bir şenlik. Önce insanlar aksunun denizle uluorta öpüşen
ağzında toplanırlar. Ardından kemençe gıygıylarının konçertoları eşliğinde
şölen başlar. Ok yaydan çıkmıştır artık, ben başlarım. Kayıklara takalara
doluşan çoluk çocuklu katılımcılar siyah ürkütücü denizin biricik adasına
yollanırlar. Dalgalar yol gösterir onlara yunuslar dalga geçerler. Küçük bakir
adacıkta martılar eşliğinde devam ederler eğlenceye. Serüven üç gün dört gece
sürer gider.
Çocuksuzlar, ya da uşak evlat arzulayanlar o umudu kırıklar
daha gönüllü, hoyrat asılırlar küreklere. Sandallar ada doğrultusunda
dalgalarla boğuşurken su yarılırken, düş bolluğu ve özlem kabartır gönülleri.
Köpük köpük uzaklaşılır kısır döngüden. Tekdüzeliğe isyan edilir içtenlikle ve
tek bir ağızdan. Delikanlılar genç kızlara hava basmak için, adaya kadar
yüzerler, ciddiyetle yarışırlar. Elma yanaklı kızların hiçbiri öyle kolayca
tava gelmezler. Cakalara aldırmazlar. İlgisiz görünür sır yükü nazlanırlar.
Utangaç tavır maskeleri ardında varlıklarını sinsice çıldırmış ateş gibi
hissettirirler. Birbirlerini gözlerine kestirenler büyüklerin kıskacından
kaçılacak. Köşe bucak aranırlar, bulan da bir çırpıda sıvışırlar. Şenlik
bahanedir onlara, işte o bahane benim. Bir bahaneyim ben, o şenlik benim. Dört
kere bin yıl yaşında bir şenliğim.
Ben önce benim, sonra şenlik, peşinden isa doğmadan sekiz
yüzyıl önce miletosluların kurduğu bir kentim. İsayı meryeme doğurtan güç adına
o şehir benim. Şimdi kocaman bir yarımada olarak anılıyorsa bu cennet ülke,
işte ben o ülkenin kuşkusuz küçük yarımada yavrusuyum. Yarımada ülkenin
yarımadacık özevladıyım. Ben bu ülkenin bölünmez bir parçasıyım. Bu ülke de
herkes kadar benim. Parsel parsel sahiplenilse de koca vatan, inadımız inat ben
yarımada o şehirim. Hürriyetim elimde, o şehir benim. Ben o şehirim. Yarini
şehla gözlerinden sımsıcak öpen. Asla beni terk etmeyen, seven sevdiren o
tükenmez sevdayım.
Yüksek tepelere salınarak tırmanır, gül gibi biçimlenirim.
Göğe doğru uzadıkça uzarım. Selvi boyum eski kale kalıntılarında son bulur.
Eski kent artığı çapkın ihtiyarla yasak aşkım başlar. Ve doğuya ve batıya yeşil
yeşil yayılırım cömertçe. Engebeli arazi yüzünden deniz kıyısına yalı boyu
hapsedilsem de, yüzyirmi kilometre denizle sevişerek avunurum. Hapisliğimin en
güzel yanıdır bu. Ancak önemli köy ve kasabalarımın çoğunun kıyı boyunca
kurulması bu yasak sevdanın ürünüdür. Yani aşka doymazlığa kesilen cezadır bire
bir yalı boyu dağınıklığım. Acıklı bir kopuş yaşarım denizden içeri köylerimle,
kasabalarımla. Onlar üvey evlatlarımdır. Mahpusluğumun meyveleridir ve benden
utanır uzaklaşıp da uzaklaşırlar. Onlar kaçar ben kovalarım anlayacağınız.
Küçük öbekleşmeler halinde, yalnızlığı ve yoksunluğu tadarlar her an. Atasız
olmanın arkasız olmanın ezikliği içinde günden güne yoksullaşırlar. Ve ben
yavrularımı gereğince anaç kucaklayamam. Kanatlarımın altına alıp kollayamam,
koruyamam, etrafımda toplayamam. Güzel bir şehirim evet, iyi bir ana iyi bir
baba mıyım bilemem. Sizi delicesine seviyorum demeye korkar, çekinirim. İşin
aslı utanırım böyle gördüğümüzden. Kendimi onlara adamaktan ne hikmet ise
sakınırım sanki. Büyüklüğümü gösteremem alenen, engin şevkatimi arada sırada.
Oysa uzaktan severim onları, koklarım dokunamam, çok arlanmaz uslanmazım. Dar
ve küçük körfezler yerine kıyı boyu göze çarpan kumsallarda denizle öpüşmekten
alıkoyamam kendimi. Geniş koylarda güneşlenir, denize açık yamaçlarda saçlarımı
kuruturum. Tuzlu bedenimi sunarım sıkça rüzgarlara. Siyah denizin rengi
hiddetinden ve kıskançlıktan bir kat daha koyulaşır. Bile bile aldatırım onu,
zevkle,isteyerek. Yaptıklarım ezelden beri töreye aykırı olsa da ettiklerim az
bile derim ona. Çünkü bana kızdıkça kararır ve Karadeniz olur. Ve evlerimden,
ocaklarımdan, kızgın denizin derin maviliği, deli dalgaları, korkunç
fırtınaları seyredilir aylarca. Karadenizin hırçınlığının artmasından,
azdırılmasından korkularak gözler kaçırılır binlerce yıldır. Sadece gizliden
gizliye ve kuşkulu koyu lacivert bakışlar yeğlenir.
Deniz aşılması güç yalçın dağlarla birlikteliğime imrenerek,
işin özü bozularak daha sinirli, kıskanç, hoyrat ve dayanılmaz ivmeyle vurur
kıyılarıma. Un ufak olurum çılgın dalgalarla. Geçitsiz sıradağlar beni her
dakika her an hırpalayan aşağılayan denize sitemler yağdırır. Birbirlerine husumet
beslerler apaçık. Boğaz boğaza gelirler her fırsatta. Didşirler, yarışırlar,
itişip kakışırlar. Ve inanılmaz güzellikte yeşil ile mavi harmanlanır. Böylece
aradaki kinden habersizler denizle dağların kucaklaştığını sanır, kanarlar.
Yemyeşil ve masmaviye aldanırlar.
O dağlar ki; varolduklarından bu güne yüzbinlerce
milyonlarca yıldır hep bitki örtüsü kaplı ve nefti yeşildirler. O deniz ki; su
kürenin en koyu, en kara renklisidir. Ve dağlar denizin gözlerini yeşertir.
Aradaki it dalaşı asla bitmez. Sürer gider, sürüp geldiği gibi ve itler susar.
Tanrıların nurlu elleri bana erişemez. Tanrısız korlar beni.
Himayelerine almaz hiçbir vakit himaye etmedikleri gibi. Küçük yarımada beni ve
yavrum adacığı siyah denizin kollarına iterler. Sapık dalgalarla bizi çırılçıplak
baş başa bırakırlar. Biraz da onların suçudur, tecavüzlere uğramışlığım.
Onların suçudur tacizlerin biteviye sürmesi, sürdürülmesi. Onlardır zinaya
neden. Madem koruyamacaklardı beni ne yüzle, hangi akla hizmet ilahım oldular.
Tek başınalığımı, çaresizliğimi ne vakit giderecekler. Başka tanrı yok mu diye
düşünsem günahım ne, niye haneme yazılsın tüm bu suçlar. Görmüyormusunuz
azdıkça azan terbiyesizi. Siyah deniz aşikarane hinoğlu hin paralayanım ise
cankurtaranım siz değimlisiniz. Sevaplarıma günah katmadan uzatın ellerinizi.
Artık kafdağında sinkaflamasam kömür gözlümü. Yetin ne olur, yetti artık bulun
aramızı…
Denizle beraberliğime gelince bir sevda değil bizimkisi. Aşk
meşk hiç değil…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder