AÇ MISIN???
-
AÇLIĞIM
LEZZET TANIMAZ, NE ÇIKARSA BAHTIMA
-
MAYMUN
İŞTAHLILIK YANİ.
-
ÖYLE
VEYA BÖYLE
-
ÜÇ
BOYUTLU ETKİ HEMDE
-
EVET
ÇÜNKÜ BUNLARA DEĞERİM.
Devam edip giden sohbet bir merhaba ile
başlamıştı, sıcacık bir merhaba. Tekrarı bolca gereken, dostluğu yücelten, tek
taraflı açılan parantezlerle sürüp gidiyordu şimdilik. Gücünü denediğin bu
yürek bir ölçü sonra ayarını bozar diyemeden. Fazla söze gerek yok sözleniyor
muyuz kıvamına hiç gelmeden.
Kırçıllı adam telefonu çaldırdı bıraktı.
Fırsatını bulduğunda ne yapar eder arardı meçli kız. Oldukça yoğundu demek ki
açmadığına göre. Bu hafta konuşacak çok şeyleri vardı. Geçen hafta örselenmişti
duyguları her ikisinin de. Bedenleri kızıl ordu orkestrası eşliğinde
kıvranırken, beyinleri politbüro ciddiyetindeydi. Uzaktan bunların başı ne
kadar dertte görüntüsü çizmişlerdi. Farklılıkları nefesler yaklaştıkça yok
oldu. Sıcak buğular soğuk camları alt etmişti. Zaman mekan delirmiş, gerçek
dışı çıplaklığı alnından öpmüştü. Alınteri dökmeden ne kazanıldıysa gün gelir
elden çıkardı, yavru kuş yuvadan nasıl uçarsa.
Kırçıllı adamın telefonu çaldı melodisi
kendisinin bestelediği ayrıcalıkla. O melodi meçliğe aitti. Ona dinletmesi
gerektiğini düşündü.
-
Efendim
-
Merhaba,
efendiler götürsün seni
-
Seni
kimler
-
Aramışsın,
kalite kontroldaydım yanıtlayamadım, nasılsın?
-
Duymadım
deme
-
Yok
yok, valla bak
İyiyim mi demeliydi bilemedi kırçıllı adam.
Başka laf sıkıştırdı araya. Gelirsen iyi olucam demek gelmişti içinden. Ne
biçim alışmaktı bu, hiç umulmadık anda akla en son getireceği birine alışmak
istiyordu doyasıya. Kupkuru düşünceleri alev alevdi artık. Sesindeki tınıya
vurulmuştu. Söyleyemedikleri bunca zamanda dağ gibi birikmişti. Ağzını
yormadan, diyebileceklerini diyebilseydi bir çırpıda, rahatlayacaktı. Yazıp mı
verseydi yoksa. Bu devirde. Devri mevri yok bu işin. Çıngıraklar sallayıp sokak
sokak gezen bozacı gibi sesi boğum boğum yol aldı uyduya. Yazlıkları çıkaralı,
kışlıkları dolabın en kuytusuna depeli henüz gerçekleşmişti. O günlerdi işte.
-
Sen
-
Ben
iyiyim, iyiyim, işler çok yoğun, yeni bir ihracat postasına üretimdeyiz. Bazı
departmanlarda yenilendi, oturması da zor, biraz zaman alacak gibi.
Meçli kız devam edip gidecekti. Birden sustu.
Allah’ım noluyor bana dedi içinden. Adama brifing veriyorum, ona ne işimden.
Tutamıyordu kendini bu adamın ssesini duyunca, kendini görünce. Rahatlıyordu
açık açık bu adamla olunca. Fazla rahatlık hafifliği de taşır mıydı özünde.
Aman, özüm sözüm bir diye rahatlattı içini. Ne yapayım hiç böyle biri değil
iken kendi kendimi tanıyamadığım bir insan olup çıkıyorum. Kadı kızı değilim ya
...
-
Anladım,
işlerin çok yani
-
Evet,
yalnızca bir günlük bir yoğunluk değil, yanlış anlama sakın gerçekten çok işim
var, boğulmak üzereyim.
-
Teklifim
eline ulaştı mı?
-
Evet
evet ama incelemeye inan ki vaktim olmadı. En kısa zamanda değerlendireceğim.
-
Sonuçtan
haberim olur değil mi?
-
Şaka
mı bu, elbette olacak.
-
Kuru
kuruya konuşmak hiç zevk vermiyor, yesek, içsek ...
-
Alo,
ben bu cümleyle başlayan görüşmenin sonunu biliyorum.
-
Öyle
olsun bakalım bilmiş.
Karşılıklı susmaları, yaşadıklarının yanında
çok acayip tecrübeler yaşamaya hazır olduklarını hissetmeleriydi. Bir
gereklilikti sanki bir araya gelmeleri. Önü alınmaz istekle ilk kim olacağını
bekliyorlardı, bir davet olsa da işkence bitse diye. Akıllarını toplayarak en
makul arzunun nasıl ortaya koyulacağını, bir çırpıda söylenebileceğini
planlıyorlardı. Kırçıllı adam dayanamadı;
-
Akşama
bekliyorum.
-
Nereye?
-
Nereye
olursa, gel de.
-
Gelemeyebilirim,
şimdiden söz veremem.
-
Senden
söz değil gelmeni istiyorum, lütfen.
-
Biliyorsun
ama işlerim ...
-
Biz
mi bitireceğiz dünyanın işini.
-
Biter
mi?
-
Bitmez.
-
O
halde.
-
Hale
yola koy ve gel.
-
Davetsiz
misafirin olayım yani;
-
Tanrı
misafiri desek.
-
İnanır
mısın?
-
İnanırım,
inançlıyımdır. Şu an gelmeyi ne çok istediğine inandığım gibi.
-
Bilmiş,
çok bilmişsin.
-
Senden
öğreneceğim çok şey olduğuna da bütün kalbimle inanıyorum.
-
Kalbimizde
var yani.
-
Var
elbet ne sandın, henüz tam makineleştirilemedik, biraz duygumuz kaldı.
-
Akşama
gelmeyi çok istiyorum.
-
Biliyorum.
-
Nereye
demiyeceğim, eve.
-
Sevinirim.
Meçli kız girişimciliğinin en hortlak anında,
idealize etmeye çalıştığı herşeyi, etik metik bir kenara koyup kendini
şaşırttığı o ortak misafirliği uzun yıllar beklemişti. Birbirlerini nasıl da
yiyecekmiş gibi kesmişlerdi. Onca yer, mekan, memleket dolaşmıştı. Şu kesişmek
nevi mantığa yada mantıksızlığa düşmemişti. Sığ bir ayrıntıydı bu kesişme, bize
özgüydü. Elin adamı da klark çekerdi ama başka şeydi yani. Her kim gönlünden
neyi geçiriyorsa, söyleyebilirdi karşısındakine. Baktı oda kesiyordu inceden. Denese
miydi. Şöyle karşısında tam endamıyla hazır olda dikilip, gel bakalım kırçıllı
bi tadına bakıcam izninle, ne bal şeysin sen öyle. Valla olmazdı bu denli
cüretkarlık. Oysa tabuları birlikte kolayca yıkacağı, çekinmeyeceği biri
izlenimi alıyordu, veriyordu. Özel nemlendiricili pürüzsüz yumuşaklığını şakır
şakır gözüne sokmak istiyordu. Ellerine baktı, tırnakları temiz ve bakımlıydı.
O ellerin oralarında buralarında dolaşması içini titretir miydi acaba. Bu
işlerin uzmanına benziyordu. Hayatını yaşamayı en birinci gayesi etmişlere
benziyordu. Düşüncelerle cebelleşmektense ki sonu ayıba kaçıyordu yavaş yavaş,
yan yan yanaşmalıydı. Bir anda olup bittiye getirmeli ve içindeki gizliliği
hortlatmalıydı.
-
Aç
değilsiniz galiba.
-
Yook
açım, fil gibi açım hem de.
-
Yemiyorsunuz da hiçbir şey, gözüme takıldı.
-
Açlığım
lezzet arar, ne olursa ne çıkarsa bahtıma demem asla.
-
Soluk
soluğa bi damak zevki ararsın yani.
-
Hayır,
fazla soluğum kesilsin istemem.
-
Tadına
bakmadan nasıl anlarsın?
-
İyi
gözlem yaparım, tadından çok görüntüsü de önemlidir.
-
Ya
ruhunu katmışsa suya, görünümü şöyle veya böyle ilgi çekmese de gerçekten
nefisse tadı.
-
Nefsimi
köreltmek değil ki amacım, doymak. Tek çeşit yemekten hoşlanırım.
-
İştah
açar ama.
-
Açı
büfe biçimi göz doyurur belki ama aç kalmamak için beğendiğini arar durursun.
-
Her
kuşun eti yenmez çekincesi mi?
-
Yediğim
martıları ne körpe tavukmuş diye övmedim hiç, basbaya martı işte balçık kokar
dedim.
-
Baharat
sevmem deme.
-
Rahat,
geniş, iki kişilik masalar ve unutulmuş bize özgü yemekler tercihimdir.
-
Tabak
elde dolaşmak beni de sıkar, hem içeceğini koyacak yerde bulamazsın.
-
Tıka
basa doymadan önce hafif içki alma taraftarıyım.yediğinin tadı böylece daha iyi
çıkar ve zevk almayı hücrelerinde hissedersin.
-
Self
servis olsa.
-
Self
de olsa bu kez hem lezzet, hem görüntü, hem de geniş tepsi ararım.
-
Rüyadayım
sanki şık bir restoranda.
-
Rüya
görmem.
-
Restorana
gider misin?
-
Yabancı
dilde söylenen şarkılara nasıl tempo tutulur bilmem. Şarkı bitince nasıl
alkışlayacağımı da bilmem.
-
Buralı
mısın?
-
Artık
buralıyım.
-
Aç
mısın?
-
Açım.
-
Birlikte
yemeliyiz bir gün.
-
Davet
mi, bu sözler.
-
Söz.
Kırçıllı ile meçli bu merkezde sözleştiler.
Vee ... bu günkü telefon konuşmasına kadar davetli davetsiz, aman efendim
kimler gelmiş geyiği yapmadan birbirlerini ağırladılar, ağırlandılar. Tartıya
çıktıkça kilolardan memnun kalıyorlardı. Sehpanın üstünde birikmiş tozlara beni
sil kırçıllı yazıp karşılıklı utanmışlardı. Beni meçli yazacak yer aramaktansa,
kırçıllı evin kokusuna alışmaya çalışıyordu. Lezzet, tat, görüntü filan ama
koku da çok önemliydi. Meçli de koklamayı öğrendi. Evleri o ana kadar cansız
bir otel odasıydı. İmdi canlanmış onları izliyordu. Evler de paylaşılmayı
istercesine ikisini yuttu. Bu güne dek kadın ve erkek vücudu saklayan, kapısı
kilitli, penceresi örtülü, perde gerisiyken şimdi öne çıkmıştı.çift kapılı
gardroplar kulağını kapıya dayamıştı. Yarın akşam, öbür akşam denerek akşamları
akşamlara eklemeleri dinliyordu. Elbet sıra salondan buraya da gelecek diye
arkadaşlarını yüreklendiriyordu. Evlerin tanışıklığı öne çıkan eşyaları bu
değişimden hoşnuttular. Diğer sıra bekleyen oda ve müdavimleri fasılalarda iç
geçirerek, birbirlerinin midelerini doyurma savaşı veren bu iki akıllıya akıl
vermek istiyorlardı. İstiyorlardı istemesine de elden ne gelir, meçli ve
kırçıllı lezzet arama hummasına tutulmuşlardı. Dayanılmaz duyguları su gibi
içerek, içmeden sarhoş olup, tabakların tadına banmak için, birbirlerine
sıralarını verip akşamlardan geceye saklanıyorlardı. Seni gidi seni
korkusuzluğuyla aşkı ninnileyemiyorlardı. O kendi kendine büyüyordu. Kırçıllı
meçli en kaliteli ve rengarenk yakıştırmalarla hayat daha bir sıkı
yapışıyorlardı. Çifat kompenantlı olmuşlaradı.
O ilk davete üstüne hafif bol ketenden yazlık
elbise ile icabet etmişti meçli. Göreceği ilk yalnızlık eviydi burası. Kırçıllıya
özgü ve az beğenilesi değildi hani. İnce bir zevkle döşendiği ulu orta
haykırıyordu. O zevk haykırışı kulaklarına doldu. Dolu doluydu ev, ne ararsan
bulurdun bir köşesinde. Ama yarı tok bir cazibesi vardı odalarının. İçi cız
ediyordu insanın gördüğü zevk abidesi biblolara. Duvarda irili ufaklı
tablolarda zevk fışkırıyordu dört yana. Zevkle oturdu koltuğa, cazibesi silik
kaldı. Çifte kavrulmuş kahvenin kıvamına hayran, dilinin üstünde çevirirken
lezzetine.Beyaz kaldığını hissetti. İnce kılcal damarlarının yeşili ve bembeyaz
bir ten. Beyaz ama sütun gibi bacaklarını altına aldı, koltuğa iyice yerleşti.
Koşuşturup duran mutfaktan.
Fransız krallarının kullanıp kullanıp attığı
masaya benzer masaya lezzet kırçıllıya dizkapakları göz kırpıyordu. En sevdiği
yeri, vücudunu beğenirdi ama dizkapaklarıydı. Tvde izlemişti siyah beyaz,
kadının dizkapağı çok önem arz eder benim için demişti. Hayranı olduğu bir orta
yaş erkeği meşhur, şimdi mezarında meşhurdu. O da meşhur kırçıllı mutfağına
davetliydi ve dizkapakları çıplak ayrıca da yeterince açıktı.
Meçli neler anlatmıştı neler. Karnı doydukça
çenesi acıkmıştı. İlk defa böylesine rahattı. Farklı duygularla iç içeydi ve
taşıp gidiyordu kolayca. Esiri olduğu ne varsa ördüğü duvarlar mesela,
sıvalarından çatlamaya başlamıştı. İnatlaşmadan olmazdı ama. İnadına çökmüştü
sanki mezar. Hiç uğraşıp didinmeden yakalayacağı muhteşemlik masaya serilmişti.
Tuttu ucundan koluyla sonra cesaretle kavradı. Madem davet etti, davetkar
biçimde masayı topladı. Çok güzeldi herşey. Arasıcağa,sıcağa aldırmadan en sona
geldi. Ağzı tatlanmıştı. Kaymaklı ekmek kadayıfından sonraydı sırtına kadar
doyduğu. Kaç yıl aradan sonraydı bu sıcak temas veya kaç yılda sadece bir kez
ve bu. Bu işte. İçi yandı, içi üşüdü, ürperdi, ısındı, soğudu, terledi,
soluklanmayı unuttu bi ara, teni koyuldu. Karnındaki şişkinlik iner gibi oldu,
yediğini hazmediyordu demek ki. Oburca saldırmıştı ziyafet sofrasına, aç
gözlülüğünden utandı. Utana sıkıla olmazdı, bıraktı kendisini o eşsiz
rahatlamanın, doymuşluğun kollarına.
-
Çok
iyisin sen, evet çok iyi.
-
Senin
iyiliğin.
-
Güzel
bi yemekti, krallara layık.
-
Kraliçelere.
-
Aç
mısın?
-
Deli
misin tıka basa doydum.
-
Sevindim.
-
Sen.
-
Ahçı
benim , yaparken atıştırdım.
-
Akıllı
bir ahçı.
-
Senin
ahçılığını da görmek isterim.
-
Ne
zaman istersin?
-
Sen
bilirsin.
-
Benim
istediğim zaman desek.
-
Hiç
farketmez.
-
Senin
kadar usta olmayabilirim.
-
Denemeden
karar verilmez.
-
Özellikle
arzuladığın varsa.
-
Sen
bana neyi uygun görürsen.
-
Aç
kalabilirsin ama.
-
En
iyi yaptığın bir şey vardır mutlaka.
-
Deneyeceğim.
-
Tadacağım.
-
İçmek
istiyorum.
-
Ne
istersin.
-
Seni.
-
Davet
mi var?
-
Birlikte
içelim o zaman.
-
Davet
işte bu sözler.
-
Söz.
Sözün bittiği yerde davet vardı evet. Kim ne
yapar ne eder, ne der hiç farketmez, uyur mu gezer mi değişmez. Horul
horul.kendine geliyordu çok derinlerde gizlenmiş fırtına, bir kez kopmuştu.
Hangi yasak ne yasak bilmedençarpmıştı suratına damla damla. Ne korku ne
endişe, dişe diş bir paylaşım çökmüştü usa. Kime rağmen neye rağmendi bu iş.
Olacaksa olsundu ve olmuş ve bitmişti. Davet sürüyordu.
Kırçıllı meçlinin yüzünü okşadı, saçlarını
öptü sonra. Burnunu, gözlerini, yanağını. Dudağı başka bir renk, başka bir
olgun, başka bir lezzetti. Elbise kaydı önce, önce ipeklinin üstünden sonra
işte o ipek kısımları. Titremeleri sarıyordu kollarıyla, avuçlarında eriyordu
dalından koparılmayı bekleyen nimet. Beynine emretti ve. Ve ters yüz oldu tabak
çanak. İçlerinde ne varsa üstlerine döküldü. Meçli oluşan dağınıklığı
vurdumduymaz bir arzuyla derlemeye toplamaya başladı. İlk kez birini öpüyordu
sanki meçli. Ve bir ilki yaşıyordu kırçıllı. Kendini zevk pınarının sularına
bıraktı. Usul usul içti bedenin her hücresi bu şerbeti. Bir kız ve bir adam
savruldular aynadaki şarkıya. Şarkılar her yanı kapladı. Gözleri bir açık bir
kapalı birbirlerini süzdüler sırlı camda. Yarı açık anı yakalamak için göz
gözeliği sürdürdüler. Elleri her kıvrıma haz, her yalnızlığa saz oldu.
Vazgeçilmez ayrıntıda gizli cevheri bulup, yaydılar sergiye. Binlerce ton
ağırlıktan kurtulup, ezilmemişçesine hafifleyerek bütün oldular.içtenlikli bir
yumuşamayla birbirlerini taşıdılar sırtlarında. Desteklediler hiç zorlanmadan
düşlerini, vücutları biriken sırlarını çözüyordu. Anlamadan anlaşmış uyumla
dağılmışlardı surlara.
Yitirdi kendini, yitirdim kendimi, düşleri
açılmıştı sonsuza. Tüm güzellikleriyle yaşanan dakikalar yılları zorlayacaktı.
Sonra geç bulunan o mutluluk sarhoşluğu, hep o anı kovalayacaktı. Erdikçe
başlar göğe gökyüzü kızaracaktı. Dalın en ucundaki, ulaşılamadığı için kendi
halinde olgunlaşıp düşen meyve toprağa karışacaktı. Ele sığmaz yorgunluklar
fiziksel heyecanla doruğa ulaşacaktı. Dillendikçe suskunluklar dinlenilecekti.
Emdikçe hayatın özünü iştahla, rüyalar meydanlara sığmayacaktı. Sonu belki de
açıktan açığa bir düştü, geldi geçti. Bittiye varacak bu yoğunlukta olgunlaşılacaktı.
Olduğunca birbirine sığındılar meçli ve kırçıllı.
-
Lütfen.
-
Lütfen
ne.
-
Lütfen
hiç kırma beni.
-
Asla.
-
Çok
yıllar var kendim olamamıştım. Sağol.
-
Ben
teşekkür ederim asıl.
-
Ne
için?
-
Mükemmeldin,
yeniden canlandım.
-
Sende.
-
Korkuyorum
-
Niye
-
Her
kazandığımda kaybedeceğimden.
-
Çok
mu kaybettin?
-
Çok.
-
Hayat
bir kumar yani.
-
Hayat
bir cani.
-
Nasıl?
-
Kıyar
gözünü kırpmadan sevgiye.
-
Lütfen.
-
Öyle
ama.
-
Lütfen
üzme beni, bırak doyasıya mutlu kalayım.
-
Özür
dilerim.
-
Aç
mısın?
-
Açmışım
evet, şimdi doydum. Bırak tokluğumu saf günlere inat yaşayayım.
-
Yaşatayım
mı?
-
Yaşat.
-
Açlığım
aradığı tadı buldu.
-
Lütfen.
-
Lütfen
ne.
-
Dalga
geçme rica ederim.
Yıllarca aç bilaç dolaşmak ne zordur,
yaşamak lazım, sonra yeyip yeyip
çatlamak. Yıllar boyu bir lokma bir hırka hırpalanmak, yıpranmak bağıra çağıra
aranmak, bulduğunu sanıp aldanmak. Zordur bu uğurda çaba. Başa durduk yerde
açılan işlere, araların bozulmasına soğumasına göğüs germek. Hiç birşeye
karışmıyorum deyip, her derde çare aramak, işleri daha da karıştırmak. Hep
açlıktan açı açına telefonlara çıkmak, çıkmamak ve daha da acıkmak. Ortalık
biraz sakinleştiğinde az iş, az aş zamanı aşka tutsak kalmak. Azdınsa izi
süremezsin, it gibi acıkırsın. Yıllarca böyle sürer gider işte. Zordur hakkınca
beslenmek. Besleme gibi. Aç gözlerle önünde pişenlere dalarsın, iştahla
yalanırsın, önüne bir tas dolusu bile sürülmez, açlıktan süzülürsün görülmez.
Görülsen değer verilmezsin. Doğarsın ve ölürsün. Araya tat, haz der birşeyler
sıkıştırırsın ve aç açına gözün açık gider. Çünkü ölüm meleği de açtır, yer yer
doymaz, doydukça kusar ve oburca açım der.
Kaç çılgın gün, hafta, ay yaşandıktan sonra
bitecek şehvetli hikayeler bilinmez. Yıllarca gittiği de olur ancak mutlaka acı
tatlı bir sona ulaşır. Hikaye hikayeadir. Yaşadığım roman denilen türden.
Yaşayanlar yazamazlar kendi romanlarını ama hiç yaşamadan yazar denilen
birileri belki de asla o tadı tatmadan hikayeye hikayeler ekleyerek tefrika
ederler.okumaya aç biri de alır içine düşer, hayret eksik bir şey var der.
Çünkü o tokluğu yaşamıştır. Doyabildiğince doymuştur hayatta ama yazmaya açtır.
Kaç doygun an sıraya girse de insanın önünde hep o en tatmin olunmuş an çok çok
eskilerde kalmış olsa da en ince ayrıntısına anımsanır. Dudaklar yarı aralık,
gözler şehla, yüzde hafif hınzır bir gülümseme yeniden yaşanır. Sen kaç paralık
adamsın veya kadınsın diye en ağırından bitse de hikaye o monologlar hafızalara
ister istemez bir kere kazınmıştır. Yok edilemez ve asla unutulamaz. Şimdi en
değerli anılar bile beş paraya. Hayatımı ortaya koydum yine de olmadı denildiğinde
hayat boşa geçmiştir. Saklamaya hiç gerek yok.Deliliğe yatkınlık derecesinde
bir gerginlik, tedirginlik yalar düşünceleri.iştahla yalar yutar bu günü.
Güvenin simgesi her ne ise onu mideye indirir. Canını canına güvenemez ve
hayata kuşku egemendir. Kaç gül soldu bu uğurda.
Hayat uğruna, doğa küpünü doldursun diye
carettalar Dalyan’ a yumurta bırakırlar ve koruma altındadırlar. Nöbetlere
dönüşmüş ikazlara rağmen doldurursan siperi hayat şekillenir. Bugün yine şekli
bozuk çizgideysen yanlış anlaşılacak hesaplarla başbaşaysan mutlaka açsındır.
Son zamanlarda arada bir doysan da yılların açlığı kolayca giderilemez.
Bir ömür bekledim sseni, bir ömür sen kimi
boşveriyorsan beklemeye değer. Kırçıllı ardında bıraktığı kadınlara, eğlendiği,
eğlendirdiği kadınlara, büyümüş adam tavrıyla yanaşmıştı hep. Tavsiyelere
uymamış içindeki büyümez adamı mahkum etmişti kendine. Dışa vuramadığı iştah
arayışında hep o mahkumun açlığı öne çıkmıştı. Genç kızlara ağıra gelmiş, olgun
hanımlara ise toy kalmıştı. Ortasını bulamadığı bir yolculukta sağa sola
savrulmamış ama içi solmuştu. Kuruyan damarlarında delice dolaşacak hayat
öpücüğü arıyordu. Meçlinin öpücüğü hayat değerdi.
Bir ömür verdim sana, başka ömrüm yok ki.
Anladıysan güzel. Meçli karnı doymuş, ağırdan alan gayet kibar erkekler beş
dakika sonra aşk meşk diye tutturacaklar endişesi ile hep aç yatmıştı. Temkini
elden bırakmayışı erkeğin de aç yatmasıyla orantılıydı. Aç açına yatılırdı
yatılmasına ama uyunamazdı. İçindeki genç kız çok oburdu oysa. Dışa vuruğu
doygun tavır, tok görünme hastalığı bedenini kemiriyordu. Teni ilaca hasretti
yüksek dozda almalıydı. Kırçıllının çıtası hayat kadar yüksekti.
-
Bütün
kaslarım ağrıyor. Pelte gibiyim.
-
Ben
de.
-
Yaşlılıktan
benimkisi, senin ki zevk.
-
Aşk
olsun, bu yaşta ihtiyarlamak.
-
Bedenim
değil belki, beynim.
-
Beynini
aç bana.
-
Beynim
aç sana.
-
Beyimiz
görmüş geçirmiş okumuş ya vücuduna kafayı
takıyor.
-
Hayır,
senin vücuduna.
-
Nasılmışım?
-
Kıvrım
kıvrım kıvrandıkça sen dipdiri taptaze, alt dudağın titredikçe kırmızı kırmızı
bal gibi.
-
Sonra
.
-
Sonrası,
korkuyorum.
-
Ama
neden?
-
Saçma
sapan gelecek, belki aptalca.
-
Evet
gelecek, lütfen sus.
-
Neren
ağrıyormuş göster bakalım öpeyim geçsin, öpeyim iyileşsin.
-
Masaj
istiyorum.
-
Mesaj
anlaşılmıştır.
-
Biliyor musun senin zarif, kıvrımlı, inkar
edilemez şahaneliğini.
-
Evet.
-
Bende
ne var sanki seni çeken.
-
Vücudumu
övüyordun.
-
Ele
geçmez bir terkedilmişlik akıyor vücudundan, tam tutacağım anda avucumdan
kayıyorsun, o kayışı seviyorum.
-
Yoruyorum
yani seni.
-
Hayır,
acıktırıyorsun.
-
Evet
şimdi yemek zamanı, doy ve doyur.
-
Mis
kokulu vakitler çaldım senden, sıhhatini, tadını, lezzetini,hırsını hayal ürünü
emanetlerini ezbere, hafifçe ve keyifle.
-
Tecrübelerini
meze ettim kendime, iç dünyamın kısırlığını yok ettim bedeninde,en sağlam
delilleri kaybettim dehlizlerinde ve sen hala
...
-
Evet
hala, hale yola koydun beni, dert ortağım olsun.
-
Hayır,
seni dertlerime ortak ettim.
-
Yersiz
üzülüyorsun, hoş yanlarına baksana.
-
Ne
yana bakayım. Ne yana baksam koskoca sen, üstüme üstüme yıkılıyorsun. Yüreğim küflü benim. Lafı nerden nereye
getireceğimi bilemez pişmanlıklardayım.
-
Pişmansın
yani benle.
-
Sakı
yanlış anlama keyfine varamıyorum. Yaşını başını almış gibi bir dünyaya düştüm.
Düşkün bir sevgiliyim uzaktan kumandası bozuk.
-
Uzaktan
kumandan idare eder, kanalları iyi zaplıyor ve sen iyi bir zapçısın.
-
Kanal
kanal dolaşıp en iyisini aramak yordu beni, çağrısı boş ,tuşları silik
penceresi, kitabı boş yoksul bir ruhum ben, halim yok.
-
İki
çift laf edeceğim ve görüntü kaymayacak iyi dinle, seni seviyorum ve ben de.
-
Ben
de değil, seni seviyorum demeyi öğreneceksin artık, herşey sevmekle başlar ve
açım.
-
Aç
mısın?
Gençlik resimlerini göstereceğin kutuyu
açacaksın önce. Dışarıya açılan gözetleme ve gözetlenme deliği budur.
Çekinmeden tüm çelişkileri fotoğraf fotoğraf dökeceksin kucağına. Resimlere
karşılık gençliğini isteyeceksin. Çekiciliği bir kenara koyup sonra yaşamını
çekeceksin en iyi verdiği pozla. Ve o poza bakıp büyüyecek, büyüteceksin.
Okutacaksın kıyamayıp atamadıklarını. Boyayacaksın siyah beyaz resimleri. Al
dudaklı gelin sen olacaksın genişlemiş dünyama deyip, hiç aklına gelmeyecek
biçimde getiremediğince rahatlayıp rahatlatacaksın döne döne bakacağım, yana
yakıla okuyacağım artık sensin, diyeceksin gençlik resimleri kutusunu açtığına.
Ve ne süslü kilitlerle kitlenmiş kutular açılacak önüne. Hep tek başına
olanları seçip bir albüm hazırlayacaksın kendine. Şahsa özel tapulu maldırdan
çıkaracaksın hayatın gerçeklerini, gerçekten acıkıyorsan eğer doğru yoldasın.
Acıkmayı öğreten, açlığı birebir yaşamaktır.
-
Açım.
-
Ben
de açım.
-
Birlikte
sofra hazırlamalıyız bir gün.
-
Kimin
evinde?
-
Farketmez.
-
Artık
farkeder, farketmeli.
-
Aç
mısın diye sormadın.
-
Evet.
-
Direkt
açım dedin.
Kırçıllı adam ve meçli kız sözlere dayalı
dayanışmayı tezgahlarından kaldırdılar. Üçlü
çekişmelerin galibi henüz ortaya çıkmamıştı. Şimdilik birbirlerinin
kalmaya yemin ettiler. Bir ilk yaşanmış, iftiharlık olmuşlar, seyir defterine
kaydetmişlerdi. Sevinç, şaşkınlık ve gurur kol kolaydı. Gözleri yaşaracaktı
gecenin doğru karar olduğu ıspatlanana dek. Yıldızlar bir bir çökerken gecenin
ümüğüne keşke diyeceklerdi keşke. Önemsiz görülen kazanımlar önemlendiyse
performansı da açıkça etkilerdi. Koşmak istenip de koşamayınca cinsi latifelere
sığınmak da işi çözemezdi. Türkçe’ yi iyi ve güzel kullanarak nasıl stres atılamıyorsa.
Biraz terbiyesizlik şart. Kırçıllı ile meçli yarışı. Uzak ara birlikte
kazanabilirler. Önemli olan birinin diğerinden pos pos farkı olmaması. Eğer
ödünç alınmışsa yaşamlar, doya doya yaşanacaksa şuh modelin yüzündeki
karamsarlıklar ikisinin de yüzü ışıyacaktı. İçleri dışına varacaktı güzel
güzel. İyi niyetli duygular öndeyse ve yıllar içinde hevesler şıp diye
değişmeyecekse gözleri gülecekti gecenin.
-
Sakın
içme.
-
İçmeyi
bıraktım biliyorsun.
-
Ödülümü
eşimle birlikte almalıyım.
-
Tek
kelimeyle de açıklanabilir yaşam.
-
Harikasın
gözüm açık gitmeyecek.
-
Gitmeyeceksin
demek.
-
Karşıtlığın
kazandı yani.
Kariyerde dümdüz direnmek de var, direndikçe
ve diledikçe hedefe ulaşılır. İnsan olarak anlaşılmak en iyisi yine de. Kör
düğüm ayrılıklarda var kaderde. İç içe geçmişsindir içtenlikle ama
bütünleşemezsin. Tamlayamazsın macerayı. O hüzünlü, en hüzünlü saatlerin
gelgitleriyle kopuk düşersin anılardan. Bulutları seyrederken hayatından
bunalıp sıkıcı ve pısırık olamaya isyan edersin. Nasıl oldu da hayatı taklit
ederek romantik ilişkileri bozdum dersin. Hayatın zevklerine duyulan aşırı
iştahı ölene kadar taşırsan eğer, ölüm gecikir. İlk geceden sonra her gece
tencereler dolusu lezzete ısrarla kaşık sallarsın. Savrulduğun kabuslar açsan
eğer ve eşlik edecek açlığa sınır tanımadan deva olacak bir masalcı bulursan
kabus olmaktan çıkacak. Hasret duyulan bir kucaklaşma ile yeni bir hikaye
başlayacak. Çünkü uzun zamandır haber alınamayan bir yaren gelirse yaralar
kapanır. Geleceği üstüne tahminler bile eğlenceli olabilir, sürprizler kapıları
zorlar, gözde büyütülen yaşam kolaylaşır ve zihinsel üretkenlik kafatasını
yoklar. Belki sorunlar çözülemez ama birini ikna etmek en güzel şeydir, zordur
evet ancak ikna edemezsen o soruyu asla o kadar içten, doğal ve reddi zor bir
teklif gibi soranı bulamazsın.
-
Aç
mısın?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder