SEN…
Okuduğum her öyküde sen
varmışsın da haberim yokmuş. Algı eksikliğimde yoktur ama öylem işte.
Okuyamamak deyip geçivermek de elde değil. Aslı hesaplayamamak ıstırabı. Kimse
senden güzel olamaz, söz verdik bir kere. Şakacıktan yatmalar sırılsıklam
yazılara dağılmış. Ne çare, ne söylesem boş okumasam da...
Her yazdığımda da sen varmışsın.
Ya seni karalamışım farkında olmadan beyaz gecelere, her boş sayfaya. Asayiş
bozulmuş. “ Canım kardeşime sevgilerle “ diye başlıyor zaman. Hiç
gönderemeyeceğim mektupların anlaşışı zor ahenginde titreyen el yazısısın.
Titrek mum alevinde sevgiyi kutsala yakın yaşatan pırıltılı bakış. Bir
şiirmişsin de aruz vezni ile yazılmışından, yeni Türkçe ile çözememişim hakkını
vererek. Çökmüş içime satır satır kimsesizliğim. Yarınlar ah yarınlar bugünden
sarhoş ediyor hevesimi.çocukluğuma esir gençliğim. Sefaleti sunmuş gökyüzünün
ve yeryüzünün tüm mavileri. Kahverengi gözlerimde cesur ve yalnız bir resim. O
gözler ki kelime kelime seni aramaktan yorulmuş. Gözyaşlarımda aşk nidaları
saklanmış. Dünya yaşlandıkça duyulamayacak veya hiç duyulmamış. Bir sen bir ben
dalga dalga kucaklaştığımızda kulaklarımıza kimin fısıldadığı belli olmayan
türden yakınlaşma hastalığı. Sokak lambaları altında titreşen sokak
canlılarının cesaretiyle soyunan kısır sözcüklerle çarpıntı yapan
hesaplılıktan. Çıplak kokulu ama aşk için
yaratılmış. Aşka hazır. Aşkın dansı tangoya, kızıl kızıl bütün
girdaplara dağılan, herşeye uluorta kızmalara rağmen vücudumuzun şakağına
vuran, rüyaların ateşinde yetim ama soylu, cansiperhane avallıkta, seni
seviyorum diye haykıran. O senmişsin
meğer. Orda bir yerlerde sımsıcak saran bir kopya gibi. Kopya bir tablo ama
orijinali ile yarışan. Ne yarışırmışsın kapısız dünyama.ne yaramaz düşüncelerle
savrulmuş kavruk rüzgarlar hangarına. Savunamıyorum kendimi, savunamıyorum
ziftli dumanı ciğerlerimden. Sarmaşık gibi sarmış seferi düşünceler aklımı.
Yüreğimde an ve an o arsız yara kanıyor, arsız, yarsız, yarınsız şiirlerin
şirretliğinden “aklımı seveyime “ulaşıyor o zahmetli muamma. Maalesef canımın
içi, karma karışığım. Neyi kime niçin anlatıyorum. Her kar yağışında ve ter
içinde yürüyorum eskiterek günleri. Yedi kat yer dibinde yedi tepeli şehre
sulanıyorum bilemeden, niçin?
Oturduğum bilinmezlikte ne
kadar süredir bilinirlikteyim süzemiyorum, koynumda büyüyor arkasızlık. Sürmeli
gözlerdeki üzüntülerim bir başına her ekim günlerinde sırıtır durur. Çivi
yazısı ile yazılmış, itina ile tutulmuş çeteleler asılır aklımın duvarına. Tül
perde ayrılıklar esintilerle oynaşır camı kırık penceremde. İşte orada sokağın
alacasını izleyerek oturan yıllar boyu taze senmişsin, görememişim. Cama asılı
al mendil hiç inmemiş ise pusuda bekler aşk. Ben yarım yamalak aklımla hep bu
masala inanmışım, anlatanı olmamış dinlememişim. Nice pahalı inançların
eşiğinden dönmüş, döndürülmüşüm. Beşiğimde büyüyen dişe tırnağa dokunmaz aksi
Türklük göklere satılmış. Kaç baskı görmüş insanlığın kitabı, sana kaç hediye
sunmuşum ey korsan ruhlu mevsim kaçkını.
Salmışım kendimi süt beyazı kollarına. Kaç mevsim yaşattınsa bana an an
yaşamışım. Asılmışım dar ağacında, asalağınım. Birini asla yaşayamadım. Özgün
isimler bulmaya çalışıyorsam karanlığa, serilmişse tüm hünerim ayaklarının
dibine, nafile. Sıra sıra önüne dizilmişimde ne olmuş. Adı meçhulde bir
barınak. Adresim eski bir palas. O bildik parkın ordaki, tanıdık. Palsın adının
taşıyan varya hani. Sakız gibi birbirimize yapıştığımız ikinci kattaki daire, a
bloktaki. İletişimin önünde tüm engelleri kaldırdığımız, asansörde
kapaklandığımız, canımızın özüne dokunan yaylım ateşlerle vurulduğumuz park
palas, a blok ikinci kat dördüncü daire, işte makam o makam. Tarih çok eski
değil. İçinde nicedir yorgunum tınısı olan melodiler gibi, hatırlanabilir.
Birlikte dinlediğimiz, dinlediğimiz, işte zaman o zaman. Bir haliç düşü
yaşarken kalemler, üstümüzü örtmüştü kaos.o karmaşada kimsemiz yoktu el uzatan.
Sokak çocuklarıydık sanki, eğitimlisinden. Sokaklar çiğ çiğ yutacaktı
meltemleri. Sabah pususunda ayıldığımız börekçi hemen yanıbaşındaydı parkın.
İçimizi üşütmüştü çıplak sandalyeler. Kapıdan girememişti hani, yakasını tutan
kurşundan sıyrılıp. Sıcak sıcak akmıştı eşikten içeri deli boran. Neredeyse
kucağımıza düşmüştü ateş. Alev gibiydi kızıl saçlarıyla, aşka hazır.
Nicedir başım ağrıyor ve hoş
görmediğim ne kadar anım varsa üzerime çullanıyor. Kutlu olsun aykırılığımız,
avaz avaz yüreğim. Evvel zaman içinde pire berber iken diye başlayan masallar
bitmeden öleceğim. Son arzum sadece seni öpeyim istiyorum, sende beni. Vedalar
istemiyorum. Al işlemeli ipek mendile çıkınladığımla yetinirim. İçimde
okyanuslar taşıyor köpük köpük, nerdeyim bilemiyorum. Kimim, ruhumun rengi
alaca. Kopmuşum pencereme vuran eylül güneşinden ama korkmamışım. Yaprak yaprak
yarınlara dökeceğim hasretimi. Sen dahil deli gönlümün aşk bitkini, bitmeyecek
görecek ve düşüneceksiniz yıllarca. Hadi şimdi uzat kendini bu yorulmuşluğun
ısrarcı kırılganlığına. Susmuşsam koca bir nedeni var, say ki evimi özlemişim.
Kolay mı? Arka bahçelerde saklanıyorum. Günler sorgu meleği. Boşa, boşu boşuna
soruyorum seni. Melekler dört bi yanımda maskeli. Gözbağımda ismin yazılı. Koca
yazgıyı yüreğimde saklıyorum. Tüylerimi yoluyor ıslak saatler. Tren öperken
rayları meğer mekanik bir gıcırtıyla ben senden uzaklaşırmışım. Ey yorgun yüzlü
şair, sırı bakalım uzaklara düşen bu gülleyi. İskelede tutamadığım balıklar
yerine oltama takılmış zalim zaman. Ben çoktan es geçmişim bu sevgisiz kenti.
Seni seviyorum diye haykıramadım mavinin en karanlığına. İçime boşaltamayacaksam
dalgalara, başımda keskin ağrılar. İşte bu yüzden derin su balıkların mavisine
kaçmışım. Yaz bakalım ay yüzlü şair, kaçmış de, kaçırmış ...
Ekmek arası aklımı yiyorum.
Nasıl bir saf aşksızlık bu, bitkinim. Bu gece bütün o yalnız geceleri bitiriyorum.
Kendi kendime yolcuyum ben, kara tren yolcusu. Dumanı görüyorum, aşktan
tutuşmuş yüreğimin dumanını, düdüğü öttürüyor beynim. Unutulmuş bir garda trene
al bayrağını sallıyor görevli, bu yolculuk tuttu. Kimsin sen, ne zamandan beri
takiptesin, ben kimim? Kimim ne zamandan beri, neyim, niye peşimdesin. Bir
bunalım artığımıyım, akıl kaçkını mıyım. Evet aklım ne renk, ruhum asla satılık
değil, sen kaçasın, biraz yazarım bu gece, biraz alabalık. Yazdığın her öyküde
ben, okunması zor belki ama. Her okuduğun ben. Bırak artık ardıma düşmeyi,
ardışığım.
Dümene geç gecelerin şiircisi,
demir alma vakti. Karta tren gemiye yüklendi. Ellerimde seyri zor şehir
ışıkları paramparça. Kederli bir son sefer yaz mavilere, kaderi. Beni yok say.
Hoppa kıvrak bir kuzey türküsü dolanmış dilime. Çarket kuzeye. Gamzesinden
içtiğim hayat, boşa geçen günlerimin ilacı. Bu kent bize haram. Motorlara güç
ver, yol ver makinelere, ileri. Hiç zor değil ama ağlamak, yazılsın sebepsiz
ayrılıklara yepyeni masallar. En başında yanyana üç kelime, ağlamamalıyım ve üç
nokta ...
Salıncakta tek kişilik ölüm.
Tahterevallinin bir ucunda oturuyor terkedilmişlik. Bir uçta kocaman bir
hasret. Bir kısır denge oluşturulmuş, birlikte sallanıyoruz yolu yok gecelerde.
İçimde aşk dolaplarının camları kırılmış, akvaryumdaki süs balıkları ölmüş
hırsımdan.yabancı bir öyküye bile bile sızlıyor yüreğim. Meğer, meğerse her ani
yolculuk yalanmış. Sen en büyük yalancı kasıtsız söyle, nerde başladı nerde
bitecek bu yaz. Yanlış adreslerde mi boğulacak nefes, aşıkları bu şehri
terkederken, cehenneme kadar yolun var, gir koynuma aklında cinayet artığı
heves, şiirsiz gecelerde. Cesaretle gözlerindeki yangını öpeyim, dudaklarım
tutuşsun içimi sızlatan uçurumlara tanıksız. Tek başına yuvarlansın bedenim.
Kaç şehir ağlar halime, kaç
şehre kaçtım bu yaşıma. Kaç kadın, kaç erkek bir gecede bir kalemde bulaştı
yaşantıma. En tenha yüreklerde günahsız aşklar. Utanılacaksa eğer birlikte
utanalım. Gemi ilerliyor bak, öksüzlüğümüze utanalım. Simsiyah dalgalar dövüyor
şiirleri, dümensiz yarıyoruz göğü, yüzüyorum kendi halinde aşkın müebbet
hapsine. Saçlarımdaki beyazlar köpük köpük imkansızlığı işledi doğama. Dantel
dantel vuruyorum beynimin kıyısına. Acılarım deniz renkli, altın kumlara
gömüyorum titreyişlerimi. Sudan çıkmış balığa dönmüşüm gözyaşlarımdan veda
öpücükleri sarkarken. Mehtaba selam duruyor kirpiklerim. Ardım sıra şehirler
ağlar.
Yakınız birbirimize belki ama
evren kadar uzak. Gökyüzünde yüzüyor sahipsiz gemiyle ağlamaklı düşünceler.
Yeterince dolmuş kül tablaları. Masumiyet tutmuş yakamdan yarınlara çekiyor bu
günümü. Günümü gösterdi yıkılası evren. Kiralık veya satılık bir rüzgar
arıyorum, kalbimi şişirecek, şiirlerimi kanatlandıracak. Tepeden tırnağa
arındıracak. Gurbet şarkıları vurmuş beni, martıları ne yapayım fırtınalı
isyanlarda. Çaresiz çığırtkanlıkları delirtiyor denizi. Suya hasret suyun sesi,
limanları dev kamyonların getirdiği taşlarla doldurulmuş limanda. O sevdalar kentinin zorla sevdası delinmiş.
Yani limansızlığı nereme sarayım. Laciverte aşık yeşilin orta yerinde kızım
kızım kızaran güneşe ne sorayım. Yaşlanmışlığı, nemi, gamı, rutubeti neyle
kurutayım. Bir fındık kabuğunu doldurmayacak günahlara kimi ortak edeyim.
İçlenmeyi kimle paylaşayım. Af dilemek istiyorum ellerimi açıp deniz püskülü
göğe. Bu sevdada günah yoktu.bulutlara hissettirmeden ağlamak doyasıya.
Kaç semt şahit oldu bu
harcanışa bilsen otuz küsür senede. Kusurlu kusursuz yaşamışlığım, hazlarım,
hezeyanlarım, heyecanlarım nasibini aldılar semtlerden. Suçlanmaktan korktu hep
kendimi kendimi suçladım boyuna, düpedüz kendimi harcadım yoluna. İlk ve tek
uçak seyahatindeki cıvık hostesin yolculuğu kolaylaştırıcı izahatlerindeki gibi
zorlandım. İzahatlarımı beden diliyle güzelleyemediğimden bedenin tuzunu
yeterince yadamadım, alın terimi katamadım. Evet aynı çocuksulukta bir hava
yolculuğundayım. Berhavayım yeryüzünden. Kanatlarımda sıcacık rüzgarın
tutuyorsun içim sabun kokularıyla bedava yaşadı denecekse de gün olup arkamdan,
alınmam bedelini hayatımla ödedim derim. Sen koruyucu meleğim, uzatmadan arayı,
solmadan benzim yanıma düşersin. Suçlu benim, suç benim, günahları yazın bana.
Okuduğum her dua da sen.
Kaç kitaplık dolu yalvarışlar,
kaç değmez güne açıldı paslı anahtarlar. Kaç çilingir asla okuyamayacağı
kitapları çaldırdı. Tornasında demir bileyleyerek. Raflardan kaç çeşit ışık
vurdu kara masaya. Kaçtı gitti kardeşimin beklediği ve ben yas tutmadım
ardından. Dedemin öldüğü gün boğazda bir mekandaydım. Yanımdakilerin kokoz
karılarla kırıştırdığı gün ben yollardaydım. Fotoğraf karelerinden kendimi
sakındığıma iyi etmişim. Cansız hayalim size hatıra olsun diye arkasına
yazacağım zamanlar siyah beyaz. Gördüm ki kırmızı dudaklarından öptüğüm kent
hala bakire, sonuna varamadığım tüneller günlük güneşlik. Tam kendime döndüm
derken kitaplar yalvardı. Ampuller patladı birer birer, sıcak kan damarda
durmayınca sakallı dedem öldü. Sakallarımda beyaz gecelerin gölgesi. Nasıl
güzel bir adamsa hep olmadık zamanda aklıma düşer. O düşüşle canlanırım. Şimdi
tam ortamıza düştüğü gibi. Tesbih tanesi dizerken dua dua, yeşil uçurumlara son
sürat seyrederken ömrüm omzumda oturur. Yokuş aşağı gidişe inciler dizer.
Korkudan eser kalmaz esaretimde. Taşımayacak olsam alır beni sırtına, kaç kitap
ağırlığındayım bilsen, taşır ...
Hele bana postaladığın o gül
gibi kız. Manzarası bol balkonumda saçlarındaki ışığı sonbahara emanet ediyorum
ve beni tanık gösteren o posta güvercini sana. Kırık kanadını iyileştirmeye can atacağını bilerek.
Gagasındaki himmeti içime boca ettim. Mısraların sahibi ise sensin. Rakı içerken
gözlerimi kapatışım ondan. Karaya vurmuşum kendimi onca yolculuktan sonra.
Gramofon cızırtıları eşliğindeki şarkıya sahip çıkışım ondan. Eski bir masal
gibi. Her makamda hep sen, her şarkıda başka bir hüzün, en can alıcı yüzün. Bir
ağıt yakmış mavi atlastan kahrolası sevda düşkünü. O gül gibi kıza
postalanmışım ben. Fahişeler özlüyorum oysa kendini sunmayan. Bir cigara içimi
uzaklıktaki geçmişimi, sevişmelerin sıcağından tenindeki tere unutamıyorum
seni. Yakalarımı sarıp sarmalayan anılarımı seyretmek istiyorum doyasıya. Keşke
herkesler uyumazken uyusam, yağmurdan kaçarken birileri ben binlerce milyon kez
seninle ıslansam ve terketmese sevdan beni. Her anında ben olduğumu bana
söylesen, olmasa da söylesen, inanmak istiyorum delicesine yalanlarına. Her pembe
yalanında ben olsam, ben ...
Tren kompartımanın camlarına
aklımı dayasam kaçak göçek. Buharlaşmışlara ismini yazsam yalnız senin
görebildiğince. Birde gönlü kırık yolcuların anlayacağı ve sevgilisi yerine
koyabileceği biçimde. Vurmuşum bi kere kendimi dağlara, cesaretin yamacında
öptüğüm sensin. Öptüğüm sonu gelmez ayrılıkta olsa dudağına döküleceğim.
Yıldızlara ürperen gökyüzünün kendinden vazgeçmişliğine tavım ben. Nerdeysa
şükredeceğim bu ayrılığa. Ve sen gün olur bunları okurken ben memleketsiz şiirlerde
memleket memleket dolaşacağım. Nakaratı sen olan bir şarkıya sığınıp,
haritadaki bir unutulmuşlukta sana yanacağım. Kadehimde sen, karşımda sen, el
değmemiş düşleri bir bir soyacağım, çaresizliğimi dudaklarında gidererek. Nazar
değmiş sanki dokunduğum mısralara. Bu son seferdir bilesin.
Karanfil kokan dedem gibi
ağrıyan dişime kekik yağı sürerim. Kalın bağırsak tembelliğinden muzdarip
pusulasız yollanmışım kış düşlerine. Ele güne rezil olamamak adına ufacık
valizimde dualarım ve seni çok seviyorum pusulası. Yollanmışım sevgiyle en zor
sürgünlere. Genç yaşımda erkenden ihtiyarlamışım gölgeler bütün inanışlarımın
içini karartınca. İçimde kapkara isyan çiçeği sürgün vermiş. Eşlik etmesem eğer
sana akla ziyan seneler yaşayacağım. Eşkiyalarca yolu kesilmiş kervancıyım
sanki defolu şarkısı dağlarda dolaşan. Git git bitmeyecek aslında yazılması
gereken ömrümden gidenler.
Çıkmaz sokaklarda bana yarını
gösteren, uğruna şehirler yakılacak seni bana saklayışım. Beni bana bağladın.
Hiç gözyaşı dökmezdim eskiden. Şimdi kara denizlere ağlıyorum ışıl ışıl. Işık
ışık seni içip sana. Sonra elim senin el değmemişliğine alışınca, gönlümdeki
ateşe. Cama vuran rüzgarın şehvetli diline, ne bileyim işte kaçtıkça
yakalanışlarıma. Yakalandıkça gereğince kaçamadığıma. Bu kaç göç ne kadar
sürecek bilemiyorum ve içmeden sarhoş oluyorum artık. Her ayak sesini senin ki
sanıp kilitli kapının çalınmasını bekliyorum usanmadan kapı açık deme provaları
yaparak. Drama hocamın ağırdan ve davudi sesini taklit ederek. Rakıyı susuz dipliyorum. Bu sebepten her sabah başım
ağrıyor ve sade kahve peşine dillendirilen fallara asla inanmıyorum. Her falda
sen.
Kapatmışım deniz kızına dünyamı
denize sevdam sürsün diye. Fısıltıları saklamışım seniz kabuklarına, her yalnız
kaldığımda kulağımı dayayıp çağlayasın diye.yıllarca beklediğim armağan gibi
her fısıltıda senin resmin, içimde çeşit çeşit hikayen, hem okuyup hem
yazıyorum bir türlü dışa vuramayacağımı bile bile. Koynumda sana ayırdığım
sıcaklık bile üşümüş, titriyorum aralanmış kapıdan senin geçtiğini varsayarak.
Gizlice o geçişlerini izliyorum. Pencerede inci dişli bembeyaz aralık sırıtıyor
seni görünce. Salkım söğüt yüklenmişim acıları. Sürüklendiğim hayal gerçeğin ta
kendisi. Yaktığım ateşin etrafında dönüyorum sımsıcak. Bir tek sen eksiksin ve
dönmüyorsun. Sen giden trende de yoksun gelende de. Gemiler bomboş, ne
gitmişsin ne de gelmişsin. Silahın tetiğine basacakken tül gibi uykularıma
sarılıyorsun. Benden çaldığın bana çaldığın ne ola ki? Dibine kadar içiyorsam
hayatı sen varsın diye. Düşüncelerin köküne kibrit suyu. Alev almış mevsimleri kitapsız. Edepsiz içerlemem
ondandır. Hatta zevk sefa masalarında silinmiş yazılarda seni aramam da.
Yüreğime vurulan damga belli değil mi oturup saatlerce kelime kelime
didinişimden. Her numara ayak izine takılmamın nedeni sen değil misin? Dilimde
hüzzam şarkılarla doğum günümde doğmadan ölmek gibi. Ölerek çoğalmamda senin
eserin, sen ki o eseri hakkınca okumadıkça sen olamayacaksın. Eminim .
Gel zaman git zaman yosun
kokacak saçların. Sesim ulaşmıyorsa da sana dur. Göğsündeki kanat çırpışa
sesten hızlı uçuyorum. Uçuyorum zamanı delip geçen sürgüne, düşlerimde sür git
sen, kahrımdan şakalara vurdum kendimi. İçimi dökecek kimi bulduysam kendime
yabancılaştım ve beceremedim hayatı. Unutmak istiyorum, unutmak. Nutku tutulmuş
arkadaşlarıma inat umutlanmak. Duygularım elden ele dolaşırken ölümü yalamışım
sırtından, okşamışım tepeden tırnağa. İnan bir tırnağın etmez dünyalar.
Dokunduğum her canlıda sen varsın, her canlı sen.
Sen okuduğum her öyküde, sen
her öyküsün her öykü sen. Haber vermesen de olur, kara haber tez duyulur. Her
duygu da sen, sen her duygu. Korkuyorsam eğer kara yalnız gecelerden namerdim,
kokunu özlemiyorsam eğer beceriksiz bir yalancı.bu her neyse ne, sen içimi
kavuransın. Gün olup birilerine anlatmalıydım, belki çocuklarıma, hiçbir şey
eskisi gibi değil diyerek. Okuduğum her öyküde sen varmışsında haberim
yokmuştan başlayarak ... Var mısın eski
siyah beyaz fotoğraflara gözyaşı eklemeye.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder