29 Haziran 2013 Cumartesi

SEN…

SEN…

Okuduğum her öyküde sen varmışsın da haberim yokmuş. Algı eksikliğimde yoktur ama öylem işte. Okuyamamak deyip geçivermek de elde değil. Aslı hesaplayamamak ıstırabı. Kimse senden güzel olamaz, söz verdik bir kere. Şakacıktan yatmalar sırılsıklam yazılara dağılmış. Ne çare, ne söylesem boş okumasam da...

Her yazdığımda da sen varmışsın. Ya seni karalamışım farkında olmadan beyaz gecelere, her boş sayfaya. Asayiş bozulmuş. “ Canım kardeşime sevgilerle “ diye başlıyor zaman. Hiç gönderemeyeceğim mektupların anlaşışı zor ahenginde titreyen el yazısısın. Titrek mum alevinde sevgiyi kutsala yakın yaşatan pırıltılı bakış. Bir şiirmişsin de aruz vezni ile yazılmışından, yeni Türkçe ile çözememişim hakkını vererek. Çökmüş içime satır satır kimsesizliğim. Yarınlar ah yarınlar bugünden sarhoş ediyor hevesimi.çocukluğuma esir gençliğim. Sefaleti sunmuş gökyüzünün ve yeryüzünün tüm mavileri. Kahverengi gözlerimde cesur ve yalnız bir resim. O gözler ki kelime kelime seni aramaktan yorulmuş. Gözyaşlarımda aşk nidaları saklanmış. Dünya yaşlandıkça duyulamayacak veya hiç duyulmamış. Bir sen bir ben dalga dalga kucaklaştığımızda kulaklarımıza kimin fısıldadığı belli olmayan türden yakınlaşma hastalığı. Sokak lambaları altında titreşen sokak canlılarının cesaretiyle soyunan kısır sözcüklerle çarpıntı yapan hesaplılıktan. Çıplak kokulu ama aşk için  yaratılmış. Aşka hazır. Aşkın dansı tangoya, kızıl kızıl bütün girdaplara dağılan, herşeye uluorta kızmalara rağmen vücudumuzun şakağına vuran, rüyaların ateşinde yetim ama soylu, cansiperhane avallıkta, seni seviyorum  diye haykıran. O senmişsin meğer. Orda bir yerlerde sımsıcak saran bir kopya gibi. Kopya bir tablo ama orijinali ile yarışan. Ne yarışırmışsın kapısız dünyama.ne yaramaz düşüncelerle savrulmuş kavruk rüzgarlar hangarına. Savunamıyorum kendimi, savunamıyorum ziftli dumanı ciğerlerimden. Sarmaşık gibi sarmış seferi düşünceler aklımı. Yüreğimde an ve an o arsız yara kanıyor, arsız, yarsız, yarınsız şiirlerin şirretliğinden “aklımı seveyime “ulaşıyor o zahmetli muamma. Maalesef canımın içi, karma karışığım. Neyi kime niçin anlatıyorum. Her kar yağışında ve ter içinde yürüyorum eskiterek günleri. Yedi kat yer dibinde yedi tepeli şehre sulanıyorum bilemeden, niçin?

Oturduğum bilinmezlikte ne kadar süredir bilinirlikteyim süzemiyorum, koynumda büyüyor arkasızlık. Sürmeli gözlerdeki üzüntülerim bir başına her ekim günlerinde sırıtır durur. Çivi yazısı ile yazılmış, itina ile tutulmuş çeteleler asılır aklımın duvarına. Tül perde ayrılıklar esintilerle oynaşır camı kırık penceremde. İşte orada sokağın alacasını izleyerek oturan yıllar boyu taze senmişsin, görememişim. Cama asılı al mendil hiç inmemiş ise pusuda bekler aşk. Ben yarım yamalak aklımla hep bu masala inanmışım, anlatanı olmamış dinlememişim. Nice pahalı inançların eşiğinden dönmüş, döndürülmüşüm. Beşiğimde büyüyen dişe tırnağa dokunmaz aksi Türklük göklere satılmış. Kaç baskı görmüş insanlığın kitabı, sana kaç hediye sunmuşum ey korsan  ruhlu mevsim kaçkını. Salmışım kendimi süt beyazı kollarına. Kaç mevsim yaşattınsa bana an an yaşamışım. Asılmışım dar ağacında, asalağınım. Birini asla yaşayamadım. Özgün isimler bulmaya çalışıyorsam karanlığa, serilmişse tüm hünerim ayaklarının dibine, nafile. Sıra sıra önüne dizilmişimde ne olmuş. Adı meçhulde bir barınak. Adresim eski bir palas. O bildik parkın ordaki, tanıdık. Palsın adının taşıyan varya hani. Sakız gibi birbirimize yapıştığımız ikinci kattaki daire, a bloktaki. İletişimin önünde tüm engelleri kaldırdığımız, asansörde kapaklandığımız, canımızın özüne dokunan yaylım ateşlerle vurulduğumuz park palas, a blok ikinci kat dördüncü daire, işte makam o makam. Tarih çok eski değil. İçinde nicedir yorgunum tınısı olan melodiler gibi, hatırlanabilir. Birlikte dinlediğimiz, dinlediğimiz, işte zaman o zaman. Bir haliç düşü yaşarken kalemler, üstümüzü örtmüştü kaos.o karmaşada kimsemiz yoktu el uzatan. Sokak çocuklarıydık sanki, eğitimlisinden. Sokaklar çiğ çiğ yutacaktı meltemleri. Sabah pususunda ayıldığımız börekçi hemen yanıbaşındaydı parkın. İçimizi üşütmüştü çıplak sandalyeler. Kapıdan girememişti hani, yakasını tutan kurşundan sıyrılıp. Sıcak sıcak akmıştı eşikten içeri deli boran. Neredeyse kucağımıza düşmüştü ateş. Alev gibiydi kızıl saçlarıyla, aşka hazır.

Nicedir başım ağrıyor ve hoş görmediğim ne kadar anım varsa üzerime çullanıyor. Kutlu olsun aykırılığımız, avaz avaz yüreğim. Evvel zaman içinde pire berber iken diye başlayan masallar bitmeden öleceğim. Son arzum sadece seni öpeyim istiyorum, sende beni. Vedalar istemiyorum. Al işlemeli ipek mendile çıkınladığımla yetinirim. İçimde okyanuslar taşıyor köpük köpük, nerdeyim bilemiyorum. Kimim, ruhumun rengi alaca. Kopmuşum pencereme vuran eylül güneşinden ama korkmamışım. Yaprak yaprak yarınlara dökeceğim hasretimi. Sen dahil deli gönlümün aşk bitkini, bitmeyecek görecek ve düşüneceksiniz yıllarca. Hadi şimdi uzat kendini bu yorulmuşluğun ısrarcı kırılganlığına. Susmuşsam koca bir nedeni var, say ki evimi özlemişim. Kolay mı? Arka bahçelerde saklanıyorum. Günler sorgu meleği. Boşa, boşu boşuna soruyorum seni. Melekler dört bi yanımda maskeli. Gözbağımda ismin yazılı. Koca yazgıyı yüreğimde saklıyorum. Tüylerimi yoluyor ıslak saatler. Tren öperken rayları meğer mekanik bir gıcırtıyla ben senden uzaklaşırmışım. Ey yorgun yüzlü şair, sırı bakalım uzaklara düşen bu gülleyi. İskelede tutamadığım balıklar yerine oltama takılmış zalim zaman. Ben çoktan es geçmişim bu sevgisiz kenti. Seni seviyorum diye haykıramadım mavinin en karanlığına. İçime boşaltamayacaksam dalgalara, başımda keskin ağrılar. İşte bu yüzden derin su balıkların mavisine kaçmışım. Yaz bakalım ay yüzlü şair, kaçmış de, kaçırmış ...

Ekmek arası aklımı yiyorum. Nasıl bir saf aşksızlık bu, bitkinim. Bu gece bütün o yalnız geceleri bitiriyorum. Kendi kendime yolcuyum ben, kara tren yolcusu. Dumanı görüyorum, aşktan tutuşmuş yüreğimin dumanını, düdüğü öttürüyor beynim. Unutulmuş bir garda trene al bayrağını sallıyor görevli, bu yolculuk tuttu. Kimsin sen, ne zamandan beri takiptesin, ben kimim? Kimim ne zamandan beri, neyim, niye peşimdesin. Bir bunalım artığımıyım, akıl kaçkını mıyım. Evet aklım ne renk, ruhum asla satılık değil, sen kaçasın, biraz yazarım bu gece, biraz alabalık. Yazdığın her öyküde ben, okunması zor belki ama. Her okuduğun ben. Bırak artık ardıma düşmeyi, ardışığım.

Dümene geç gecelerin şiircisi, demir alma vakti. Karta tren gemiye yüklendi. Ellerimde seyri zor şehir ışıkları paramparça. Kederli bir son sefer yaz mavilere, kaderi. Beni yok say. Hoppa kıvrak bir kuzey türküsü dolanmış dilime. Çarket kuzeye. Gamzesinden içtiğim hayat, boşa geçen günlerimin ilacı. Bu kent bize haram. Motorlara güç ver, yol ver makinelere, ileri. Hiç zor değil ama ağlamak, yazılsın sebepsiz ayrılıklara yepyeni masallar. En başında yanyana üç kelime, ağlamamalıyım ve üç nokta ...

Salıncakta tek kişilik ölüm. Tahterevallinin bir ucunda oturuyor terkedilmişlik. Bir uçta kocaman bir hasret. Bir kısır denge oluşturulmuş, birlikte sallanıyoruz yolu yok gecelerde. İçimde aşk dolaplarının camları kırılmış, akvaryumdaki süs balıkları ölmüş hırsımdan.yabancı bir öyküye bile bile sızlıyor yüreğim. Meğer, meğerse her ani yolculuk yalanmış. Sen en büyük yalancı kasıtsız söyle, nerde başladı nerde bitecek bu yaz. Yanlış adreslerde mi boğulacak nefes, aşıkları bu şehri terkederken, cehenneme kadar yolun var, gir koynuma aklında cinayet artığı heves, şiirsiz gecelerde. Cesaretle gözlerindeki yangını öpeyim, dudaklarım tutuşsun içimi sızlatan uçurumlara tanıksız. Tek başına yuvarlansın bedenim.



Kaç şehir ağlar halime, kaç şehre kaçtım bu yaşıma. Kaç kadın, kaç erkek bir gecede bir kalemde bulaştı yaşantıma. En tenha yüreklerde günahsız aşklar. Utanılacaksa eğer birlikte utanalım. Gemi ilerliyor bak, öksüzlüğümüze utanalım. Simsiyah dalgalar dövüyor şiirleri, dümensiz yarıyoruz göğü, yüzüyorum kendi halinde aşkın müebbet hapsine. Saçlarımdaki beyazlar köpük köpük imkansızlığı işledi doğama. Dantel dantel vuruyorum beynimin kıyısına. Acılarım deniz renkli, altın kumlara gömüyorum titreyişlerimi. Sudan çıkmış balığa dönmüşüm gözyaşlarımdan veda öpücükleri sarkarken. Mehtaba selam duruyor kirpiklerim. Ardım sıra şehirler ağlar.

Yakınız birbirimize belki ama evren kadar uzak. Gökyüzünde yüzüyor sahipsiz gemiyle ağlamaklı düşünceler. Yeterince dolmuş kül tablaları. Masumiyet tutmuş yakamdan yarınlara çekiyor bu günümü. Günümü gösterdi yıkılası evren. Kiralık veya satılık bir rüzgar arıyorum, kalbimi şişirecek, şiirlerimi kanatlandıracak. Tepeden tırnağa arındıracak. Gurbet şarkıları vurmuş beni, martıları ne yapayım fırtınalı isyanlarda. Çaresiz çığırtkanlıkları delirtiyor denizi. Suya hasret suyun sesi, limanları dev kamyonların getirdiği taşlarla doldurulmuş limanda. O  sevdalar kentinin zorla sevdası delinmiş. Yani limansızlığı nereme sarayım. Laciverte aşık yeşilin orta yerinde kızım kızım kızaran güneşe ne sorayım. Yaşlanmışlığı, nemi, gamı, rutubeti neyle kurutayım. Bir fındık kabuğunu doldurmayacak günahlara kimi ortak edeyim. İçlenmeyi kimle paylaşayım. Af dilemek istiyorum ellerimi açıp deniz püskülü göğe. Bu sevdada günah yoktu.bulutlara hissettirmeden ağlamak doyasıya.

Kaç semt şahit oldu bu harcanışa bilsen otuz küsür senede. Kusurlu kusursuz yaşamışlığım, hazlarım, hezeyanlarım, heyecanlarım nasibini aldılar semtlerden. Suçlanmaktan korktu hep kendimi kendimi suçladım boyuna, düpedüz kendimi harcadım yoluna. İlk ve tek uçak seyahatindeki cıvık hostesin yolculuğu kolaylaştırıcı izahatlerindeki gibi zorlandım. İzahatlarımı beden diliyle güzelleyemediğimden bedenin tuzunu yeterince yadamadım, alın terimi katamadım. Evet aynı çocuksulukta bir hava yolculuğundayım. Berhavayım yeryüzünden. Kanatlarımda sıcacık rüzgarın tutuyorsun içim sabun kokularıyla bedava yaşadı denecekse de gün olup arkamdan, alınmam bedelini hayatımla ödedim derim. Sen koruyucu meleğim, uzatmadan arayı, solmadan benzim yanıma düşersin. Suçlu benim, suç benim, günahları yazın bana. Okuduğum her dua da sen.

Kaç kitaplık dolu yalvarışlar, kaç değmez güne açıldı paslı anahtarlar. Kaç çilingir asla okuyamayacağı kitapları çaldırdı. Tornasında demir bileyleyerek. Raflardan kaç çeşit ışık vurdu kara masaya. Kaçtı gitti kardeşimin beklediği ve ben yas tutmadım ardından. Dedemin öldüğü gün boğazda bir mekandaydım. Yanımdakilerin kokoz karılarla kırıştırdığı gün ben yollardaydım. Fotoğraf karelerinden kendimi sakındığıma iyi etmişim. Cansız hayalim size hatıra olsun diye arkasına yazacağım zamanlar siyah beyaz. Gördüm ki kırmızı dudaklarından öptüğüm kent hala bakire, sonuna varamadığım tüneller günlük güneşlik. Tam kendime döndüm derken kitaplar yalvardı. Ampuller patladı birer birer, sıcak kan damarda durmayınca sakallı dedem öldü. Sakallarımda beyaz gecelerin gölgesi. Nasıl güzel bir adamsa hep olmadık zamanda aklıma düşer. O düşüşle canlanırım. Şimdi tam ortamıza düştüğü gibi. Tesbih tanesi dizerken dua dua, yeşil uçurumlara son sürat seyrederken ömrüm omzumda oturur. Yokuş aşağı gidişe inciler dizer. Korkudan eser kalmaz esaretimde. Taşımayacak olsam alır beni sırtına, kaç kitap ağırlığındayım bilsen, taşır ...



Hele bana postaladığın o gül gibi kız. Manzarası bol balkonumda saçlarındaki ışığı sonbahara emanet ediyorum ve beni tanık gösteren o posta güvercini sana. Kırık kanadını  iyileştirmeye can atacağını bilerek. Gagasındaki himmeti içime boca ettim. Mısraların sahibi ise sensin. Rakı içerken gözlerimi kapatışım ondan. Karaya vurmuşum kendimi onca yolculuktan sonra. Gramofon cızırtıları eşliğindeki şarkıya sahip çıkışım ondan. Eski bir masal gibi. Her makamda hep sen, her şarkıda başka bir hüzün, en can alıcı yüzün. Bir ağıt yakmış mavi atlastan kahrolası sevda düşkünü. O gül gibi kıza postalanmışım ben. Fahişeler özlüyorum oysa kendini sunmayan. Bir cigara içimi uzaklıktaki geçmişimi, sevişmelerin sıcağından tenindeki tere unutamıyorum seni. Yakalarımı sarıp sarmalayan anılarımı seyretmek istiyorum doyasıya. Keşke herkesler uyumazken uyusam, yağmurdan kaçarken birileri ben binlerce milyon kez seninle ıslansam ve terketmese sevdan beni. Her anında ben olduğumu bana söylesen, olmasa da söylesen, inanmak istiyorum delicesine yalanlarına. Her pembe yalanında ben olsam, ben ...

Tren kompartımanın camlarına aklımı dayasam kaçak göçek. Buharlaşmışlara ismini yazsam yalnız senin görebildiğince. Birde gönlü kırık yolcuların anlayacağı ve sevgilisi yerine koyabileceği biçimde. Vurmuşum bi kere kendimi dağlara, cesaretin yamacında öptüğüm sensin. Öptüğüm sonu gelmez ayrılıkta olsa dudağına döküleceğim. Yıldızlara ürperen gökyüzünün kendinden vazgeçmişliğine tavım ben. Nerdeysa şükredeceğim bu ayrılığa. Ve sen gün olur bunları okurken ben memleketsiz şiirlerde memleket memleket dolaşacağım. Nakaratı sen olan bir şarkıya sığınıp, haritadaki bir unutulmuşlukta sana yanacağım. Kadehimde sen, karşımda sen, el değmemiş düşleri bir bir soyacağım, çaresizliğimi dudaklarında gidererek. Nazar değmiş sanki dokunduğum mısralara. Bu son seferdir bilesin.

Karanfil kokan dedem gibi ağrıyan dişime kekik yağı sürerim. Kalın bağırsak tembelliğinden muzdarip pusulasız yollanmışım kış düşlerine. Ele güne rezil olamamak adına ufacık valizimde dualarım ve seni çok seviyorum pusulası. Yollanmışım sevgiyle en zor sürgünlere. Genç yaşımda erkenden ihtiyarlamışım gölgeler bütün inanışlarımın içini karartınca. İçimde kapkara isyan çiçeği sürgün vermiş. Eşlik etmesem eğer sana akla ziyan seneler yaşayacağım. Eşkiyalarca yolu kesilmiş kervancıyım sanki defolu şarkısı dağlarda dolaşan. Git git bitmeyecek aslında yazılması gereken ömrümden gidenler.

Çıkmaz sokaklarda bana yarını gösteren, uğruna şehirler yakılacak seni bana saklayışım. Beni bana bağladın. Hiç gözyaşı dökmezdim eskiden. Şimdi kara denizlere ağlıyorum ışıl ışıl. Işık ışık seni içip sana. Sonra elim senin el değmemişliğine alışınca, gönlümdeki ateşe. Cama vuran rüzgarın şehvetli diline, ne bileyim işte kaçtıkça yakalanışlarıma. Yakalandıkça gereğince kaçamadığıma. Bu kaç göç ne kadar sürecek bilemiyorum ve içmeden sarhoş oluyorum artık. Her ayak sesini senin ki sanıp kilitli kapının çalınmasını bekliyorum usanmadan kapı açık deme provaları yaparak. Drama hocamın ağırdan ve davudi sesini taklit ederek. Rakıyı susuz  dipliyorum. Bu sebepten her sabah başım ağrıyor ve sade kahve peşine dillendirilen fallara asla inanmıyorum. Her falda sen.

Kapatmışım deniz kızına dünyamı denize sevdam sürsün diye. Fısıltıları saklamışım seniz kabuklarına, her yalnız kaldığımda kulağımı dayayıp çağlayasın diye.yıllarca beklediğim armağan gibi her fısıltıda senin resmin, içimde çeşit çeşit hikayen, hem okuyup hem yazıyorum bir türlü dışa vuramayacağımı bile bile. Koynumda sana ayırdığım sıcaklık bile üşümüş, titriyorum aralanmış kapıdan senin geçtiğini varsayarak. Gizlice o geçişlerini izliyorum. Pencerede inci dişli bembeyaz aralık sırıtıyor seni görünce. Salkım söğüt yüklenmişim acıları. Sürüklendiğim hayal gerçeğin ta kendisi. Yaktığım ateşin etrafında dönüyorum sımsıcak. Bir tek sen eksiksin ve dönmüyorsun. Sen giden trende de yoksun gelende de. Gemiler bomboş, ne gitmişsin ne de gelmişsin. Silahın tetiğine basacakken tül gibi uykularıma sarılıyorsun. Benden çaldığın bana çaldığın ne ola ki? Dibine kadar içiyorsam hayatı sen varsın diye. Düşüncelerin köküne kibrit suyu. Alev  almış mevsimleri kitapsız. Edepsiz içerlemem ondandır. Hatta zevk sefa masalarında silinmiş yazılarda seni aramam da. Yüreğime vurulan damga belli değil mi oturup saatlerce kelime kelime didinişimden. Her numara ayak izine takılmamın nedeni sen değil misin? Dilimde hüzzam şarkılarla doğum günümde doğmadan ölmek gibi. Ölerek çoğalmamda senin eserin, sen ki o eseri hakkınca okumadıkça sen olamayacaksın. Eminim .

Gel zaman git zaman yosun kokacak saçların. Sesim ulaşmıyorsa da sana dur. Göğsündeki kanat çırpışa sesten hızlı uçuyorum. Uçuyorum zamanı delip geçen sürgüne, düşlerimde sür git sen, kahrımdan şakalara vurdum kendimi. İçimi dökecek kimi bulduysam kendime yabancılaştım ve beceremedim hayatı. Unutmak istiyorum, unutmak. Nutku tutulmuş arkadaşlarıma inat umutlanmak. Duygularım elden ele dolaşırken ölümü yalamışım sırtından, okşamışım tepeden tırnağa. İnan bir tırnağın etmez dünyalar. Dokunduğum her canlıda sen varsın, her canlı sen.


Sen okuduğum her öyküde, sen her öyküsün her öykü sen. Haber vermesen de olur, kara haber tez duyulur. Her duygu da sen, sen her duygu. Korkuyorsam eğer kara yalnız gecelerden namerdim, kokunu özlemiyorsam eğer beceriksiz bir yalancı.bu her neyse ne, sen içimi kavuransın. Gün olup birilerine anlatmalıydım, belki çocuklarıma, hiçbir şey eskisi gibi değil diyerek. Okuduğum her öyküde sen varmışsında haberim yokmuştan başlayarak ...  Var mısın eski siyah beyaz fotoğraflara gözyaşı eklemeye.

Hiç yorum yok: