29 Haziran 2013 Cumartesi

DENEMEDEN ASLA..

DENEMEDEN ASLA..

Kevser suyundan içti iktidara geldim.
Efendiler sabah olunca kim ne yana dağılırsa dağılsın. Dengesi bozulmuş doğanın, üst tabakası yanmış, ölü bölgede yaşıyorum. Hafif kızarıklıklarla gün yüzüne çıkan sedef izi bırakıyor. Ve sen gelmiyorsun, içi su dolu irin dolu keselerle yaşamayı bileceksin. Hatta büzüşeceksin hiç kimsenin yaşamadığı topraklara, derin derin, ön yargıyı dikerek daima şüphe biçeceksin çayırdan. Akıllanmak ne dersen, akıllı görünebilme çabasından uzaklaşmak derim. Minicik mantosuna sarılmaktır ümidin. Etrafta imha edilişin bölük pörçük hatırlana ama asla hatırlanmak istenmeyen ipuçları var.bıraktığında kabuslara kaçışı, söz edersin doyasıya. Taleplerin iyice azaldığında ilişkinin çok normal olduğunu varsayarak, daha fazla ailevi neden ararsın. Bu direklerde sallandırılası hayat senindir ama aile başkasının. Diğer araç gereçlerle ikiye bölsen de dünyayı, bölünmemişlik kısır döngüye vatan olmuştur. Güncel denemeler kime yar olacaksa olsun artık kökeninde mülk sorunu var nasılsa. Ben kevser suyundan içtim, iktidardan oldum.

Doğruları korumak adına özür diliyorum. Sakın korktuğumu sanma. Yaralar nasıl sarılacak bilemiyorum. Af dileyişim ondan. Yılların ardından eski dost buluşması sevinçleri yaşamak istiyorum artık. Ne yapacağı belli olmayan meydan okur tavrı bitmiş, darbeci bira baş ağrısına tutulmuş dostlarımla kucaklaşmak. Geri döndüklerinde iktidardayım, hala ordayım demek. Müthiş dokunaklı bir söylevden sonra ilk askeri darbe ne zamandı diye sormak, sıra dışı devam etmek sonra; boş yere rahatsızlandım. Öksürüklerle tıkandım. Boğazım zedelendi. Sinirlerim gergin ucu iltihaplı, şurubumdan içtim, ilaç draje draje. Hemşireye delice bağlandım, güçlükle yürüyordum. Bir imsak vakti şehir şehir avare dolandım, zihnim yolculuğa çıktı. Sonra geri dönmeyişleri sorguladım. Cevaplar ıssız bir adadaydı. Kendimi ona adadım, vahşi ormanların güzalliğine, mavi göllerin gizemine hayran kaldım. Süs kabullendim erkek kılığında dolaşmayı. Gücenmeden, güçlük çekmeden üstesinden geldim güçlüklerin. Tuhaftı herşey, bu boyut bakırdı. Tarafsız gözle önümde uzayan vicdansızlığı izledim. Gözlerime katarakt indi, kulağım ağır işitiyor. Eşyanın tabiatına aykırı ama bir öğle vakti hiç ummazken başardım. Başımda ıslak bir ağrı kuru kuruya ağladım. Hatalardan dönüş altıma yattı, özür dilerim sizleri bulamadım.

Gül mevsimi belgratkapıdan yola çıktım. Şehrin bütün müzelerini gezdim. Arzuları kısıtlayıcı bir anahtar vardı elimde, emelim üç öğüde de katıksız uymaktı. Gençtim, güzeldim, acemiydim demedim afişler astım. Kasten yaşadım o geceyi, bilmeyen kalmasın. Umutsuzca direndim çünkü kendimi dışlanmış hissettim. Tasarım dışı bir güzelliğe uyandım, evet o an dostlarım acı çekmeye başladı, tarihte bugün ne var desen, uzun yıllardan beri diye başlarım. Ne hakimiyetler gördüm ve bağımsızlığa yamandım. Artık büyümüştüm, sevgime karşılık veremeyen dünyalar küçülmüştü. Olayları iyice hafife alan donmuş dünya, gelecekle ilgili umutlarını, egsoz dumanı kusan şehirlere bırakmıştı, kusursuz ama şımarık günlerdi. Geleneksel kavramları un ufak eden suçlulukla ilgili absürd bir komediydi havai mirasçımız. Öldürücü detaylarla övülen biyografiler döktürmekte ısrarcı gizli hayranlar çıktı ortaya birer birer. Canımı sıkan sahtekar iddialar fikrimi değiştirdi. Beklenmedik çapraşık üçlemeler, o günle olan garip bağımı kopardı. Çeviriler yaparak amaçsız, tüyle ürperten karanlığa dümen kırdım. Ağır ve tanımlanması zor devrin ihtişamı etkisini yitirmekteydi. Uydurmacaya işte o zaman son verdim. Kirli aldatmacalar su yüzüne yeni yeni çıkıyordu. Ayırt edilemez sahtecilik midemi bulandırdı. Doğum günümü hatırlayan bile yoktu. Eşsiz becerilerimi gösteremeden, yavaş yavaş göz yaşartıcı hikayelerin içinde ölüyordum. Herşey yolunda seyrederken ne olmuştu bize.


Çitlerden atladım. Peynir gemisini şen şakrak yürüten laflara kemik attım. Gemi söz denizine demirledi. Sindirimi zor vefatlarla yeniden doğdum. Gül mevsimi çifte gökkuşağının altında istilaya uğradı. Hiçbir şey insanoğlu kadar yükselemezdi ve alçalamazdı. Haberleştiğim dünyalar kasten izlerini karıştırdı. Antlaşmalar alakasız meşalelerin arkasından yürüdü. Meselelerle aleyhte uğraştı vasiler. Son bir sınavdı, sınav heyecanı hiç yaşanmadı, nane şekeri emilmedi. Ilık suyla gargara yaptım. Önce ağzımdaki yabancı şekerin boyası çıktı, tadı şekerden şeker oturdu kaldı mideme. O hizaya asla yükselemeyecektim, inandım ve mönüde ne varsa tatlı tatlı yaladım. Sahibi olduğum birkaç parça anı bile elimden alındı. Herşeyimle bu gidişi durdurmak isterken, tabiat için kolay lokma oldum. En nihayet görünmez bir kazada, duyularım sonrasını ve öncesini hatırlayamaz oldu. Oysa terketmeye hazırlanıyormuşum erkeği erkek yapan şeyleri. Esas aşağılanma ondan sonra bitirecekmiş bunca emeğimi. Hayret edilesi biçimde uyandım. Maruz kaldığım muameleler dünya utanılasıdır, dünya utanç içindedir. Adaletsizliğini vurdu yüzüme, kırkına yanaşmış bu kibar sessizlik, her dileğin hayatta olamayacağını ancak öğretmişti.aradaki uçurumu cesaretle atladım. İki yüzlü bir darbe daha yemeyecektim. Manşetlerde biriken kılık kıyafeti perişan umutsuzluğu bu sayede okumayacaktım.

Sorunlar arttıkça sana bağlılığım azaldı. Filizkıran fırtınalarına direncim de. Hizmetler sattım, hizmetler satın aldım. Dört yanım patates kafalarla kuşatılmıştı. Şahsi eşyalarım çantamın içindekilerden ibaretti. Beşiğim, kafesim, saksılarım paramparçaydı. Yerel yolculukların arefesinde alışkanlıklarımdan başka hiç eşyam kalmamıştı. Islah resminde yaşamaya mahkumdum sanki. Doğanın vicdansız doğası, bu dünyaya ilişkin büyük düşlerimi çalmıştı benden. Bozgunu atlatınca, ümidi yarım yolculuğumda kötü huylar edinmeden, en ayıp sundurmalara uzandım. Görgüsüzce yüklendim gizli sözlerin gizini çözmek için. Duymak için asla eşik gibi oturmadım. Önümde ne varsa yetindim, masa benden fakirdi. Kapı dinlemedim yani, şahidim vicdanım. İlkbahar yaz, sonbahar kış, dört mevsimi de zerafetle karşıladım. Huşu içinde varoluşumu sağlayanlara, a dan ataya kadar büyülenmişçesine dua ettim. Mevsimlerin gücünü, gülüşünü içime sindirerek hayat direnmeyi öğrendim. Bağlandığım azalma hangi mevsimleri nasıl yaşarsa yaşasın. Uyanış mevsimi açıldı dünyama, ayalma günlerim takip etti ayarsız duygularımı, şaşılası biçimde rahatlamıştım. Artık pek fazla gülemesem de içim ay aydınlıktı. Sırtıma konan tas küfesi, benimle aynı kaderi paylaşıyordu ama hoşnuttu. Hoş, bu dingin ve farklı öyküde, meselelerden toptan sıyrılmışlık da yok. Kimsenin kimseye bağışıklığı da yok. Uçurumdan aşağı itmeden önce tutkuyu, dokundurmalar var sadece.

Enfarktüse yakalanmışsam, damar sertliğim varsa, aruz vezniyle hece veznini harmanlamışsam, kolestrol oranım yüksekse, kahve, çay molasındaysam gün boyu şekersizinden, mezun olamamışsam hayattan, rüyalarım varsa gerçekleşmemiş, tertemiz hava şehit olmuşsa bu zalim şehirde, anmaya gün, yazmaya günce kalmadıysa seni, Türkçe resmi dil kabul edildiyse, her gençlik haftasında bir o kadar ihtiyarlamışsam, yerli haftasında bir o kadar yabancıysam, en kestirme yolu söyler misiniz bana? Kırk basamakla çıktığım teras katında ters yüzüm. Uyumak uyanmak, uyumak uyumamak istiyorum artık, yardım eder misiniz bana? Görüyorum semada şarap renkli sevdalar. Basit el kol hareketleriyle anlatın bana, sıra dışı müzisyenlerin çaldığı müzik eşliğinde. Çarpıcı görüntüler ekleyin en can alıcısına varıncaya kadar, duvar yazılarını da kullanın cezbedici. Mesajlarla tıka basa dolu mekanları da kullanın, tuhaf tipler serpiştirin oraya buraya, nükteci kisvesine bürünmüş kahramanlar da olsun. Ülkenin her köşesinden getirilmiş birer denek dursun karşımda, yalnız başına yolculuğu sevenlerden birkaç adet. Sevmeye, sevilmeye acıkmışları da unutmayın, çıplak durup ilk gün sevişmem diyenler de bulun, mağaza vitrinlerini sadece izlemekle yetinen bir grup daha, kabuğuna çekilmiş ama günü gelip gözünü kırpmadan kıracak bir kız, bir oğlan.

Daha ne olsun, bulun işte bulabildiğiniz kadar. Siz anlatmayı bırakın sonra. Onlar bana doğaçlamalarla anlatırlar. Biraz sohbet çekiyor canım. Yolu bir yerde bir şekilde kesişeceklerin ihaneti yada intikamı deyin veya ne derseniz deyin çekilin. Minik ressam, boya bakalım sevgiyi ne renk istersen. Ödün kopuyor fırçalarından. Korkma, en geniş ve en yumuşağını seç. Boya bakalım beni. Sizler anlatın faniler, boya çocuğum sen. Alçak masanda resim taslaklarının arasında bir zarf var, içinde bomboş dünyam, ne bir telkin, ne bir isyan. Sadece ısrarınla renklendir hasretimi. Minik ressam, göğsüme şarap renkli sevdalar çiz ve boya, durma ...

“ VEREN EL, ALAN ELDEN YÜCEDİR. “

Mevsimsiz soğuklara batmış denizim. İçin için kaynamakta üçlü buluşma. Yollar kesişmiş, yollar kesilmiş, mavi kandiller suikasta uğramış. Kıyıya demirlemiş gemi, denize sinmiş zırhlı, başarabilecekler mi? Karanlıkta yabancı gemi şarkısını taşır mevsimsiz rüzgarlar. Torpille öğretilmiş geceye, iki dakikada bir başa sarar duygular. Soğuk ama akılcı. Bu çelişki niyedir sorgulanmaz. Gerçek üstülük gülünçleşir ve o gün doğum günümdür. Sürpriz partiler istemem. Terfi etmişim gayet baştan çıkarıcı hapsoluşlara. Veririm, almam, yücelirim aksaklıklara, hatalara rağmen. Başıma silah dayanmıştır, aldırmam. Minik ressam nasıl olsa boyar ... 

Bu durgunlukta kim paylanmış. Asırlardır beklediğim kılınç, o keskin kılıç, ruhsuz bie ışıkla aydınlatılmış. Gerisin geri usta manevralarla savuşturulur öldürücü hamle. Kalkan parçalanmış. Gürzü indirdiğinde yoksulluk afallar. Kurtulduğun darbe bir sonrakini beklemektir. Türk evlerindeki sıkıntı aynı sıkıntı. Gönül evine sunduğun armağanlar, çam sakızı çoban armağanı, demir  kestanelerle yarışırsın da olmaz. En etkili seçim ne dersen, her gün yeniden doğmaktır derim. Bir gün anlarsın yorgun, yıpranmış görünüp üstelik kötüysem, geçimsiz biriysem, çekilmezsem kınama. Şahidim vatanım. Minik ressam, yoksulluğa karşı varsılı çiz renk renk , desen desen, bir bakışta anlaşılmaz biçimde boya. Boya ki yaşayayım. Varsay ki ölümü yaşıyor ve yaşamak istiyorum. Basit bir yaşam sürmeye davet edildiğimde sen yaşlardaydım. Farklı cinsler tanımamıştım daha. İnce duygu oyunlarının hiç farkında değildim. Toplumsal kurallara uymak zorunda hissederdim kendimi. Aşkın ve dostluğun deneyimini içimde saklı tuttuğumu asla bilmeden. Bir gün en etkileyici biçimde dışarı kaçıverdi bastırılmış arzularım, duygularım. Reşit olmadan daha en aykırı mahremiyetin sıcaklığında doğdum. Kusursuz çiftleşmenin hevesle peşinde dolanarak büyüdüm. Bir geceliğine de olsa yaşanacak başka hayatlar buldum. İşler iyice karıştı. Elimden gelse durgunluğumu paylaşmazdım.

İyi göründüğüme aldanma, iyi olduğuma inan yeter, inanın. Bugün neden bayram sorma. Fıkralar niye neşe saçar diye de. Derinlikli bira miras bu, kaderi yönlendirebilmeyi ele alıyor. Herşeye sırt çevirilerek iflastan kurtulunamayacağını ele veriyor. Dolambaçlı yolları, alakasız bağlantıları değil. Sınanan duygular tesadüfler eseri sevgiyi bulur, kaçamaklar ayrılmayı tetikleyiverir. Yollar bir kesişip, bir ayrılır, hayatlar aynen, bir daha asla o meyveye dokunmam çekingenliğiyle, hızlı ve zekice ama karakterli devam eder. Asla kötümserlik olmaz. Gecikmişim yoluna kurban, geçmiş gitmiş bizden ustam özgüveniyle duygular ifade bulur. Horto da doğmuş, asma kilitsiz kapısuzda ölmüş derler ve hemencek oraya defnederler. İşte fıkra bu kadar.

Defne yaprağı limon kabuğu takviyeli. Ne hazırladıysan yerim son nefeste bile. Öleceğimi öğrensem, şu vakit diye kabullenirim. Eşlik etmeni katıyyen istemem. Öldürücüyü, bir yaz başı kasvete kapılmadan, bir deniz sahilinde beklemek isterim. Güpe gündüz ve denizin kıvranışını seyrederek. Gece ölümleri bozara beni, yorar. Bedenimdeki izlerini bir bir yok ederim, çöküşünü hızlandırırım vücudumun. Kollarımda, bacaklarımda, el ve ayaklarımda uyuşmaların başlamasını önemsemem ama vahşiliğin yakamdan tutup, boşluğa iteceği beynimdeki uyuşmayı ve üşümeyi  asla istemem. En inanılmaz kaynaklara inanılır da, bu terkediş destanına güvenilmez. Kaç yıl yıkılmadan hüküm sürer ki şatafat. Yüz yılı bulan kaç kişidir allaseversen. Şatafatı bulmak için de, hükümdar kızıyla illa da evlenilmez ki. Şairler hep yalan söyler, inanın yalan. Latin harflerinin aslını da inkar etmesi boş. Alfabe asıl ehliyetsiz, liyakatsız ellerde bozulur. Şairle birlikte o da ölür. Kırılır karlı dağların beli. Söz cevheri yataklarında amele olunur. Cana yakın ve çarpıcı etki uğruna, ömürler heba edilir, doyumsuz ilişkilerle sallantının geçmesine duacı olunur. Üstelik varsayılan muhabbete ulaşamayınca uzuvlar, büsbütün kızılır. Hararetle dövülen demir o geceyi atlatmak üstüne, alet edavattır. Yolculuğun sonu başlanılan yere dönmektir.gencinden yaşlısına bu nankör oyun oynanır ve kadife perde usuletle iner. Yalan ne dersen en gerçek hazine derim. Dünya dolusu iyilik, güzellik, mücevherat, büyük İstanbul depreminde cenaze merasimi yapılmadan gömülen şiirler dipdiri. Şiir ne dersen, can derim, canan, ölüm ne dersen, şiir gibi yaşamak. Göğün altında ara sıra bulutları tıkanarak, denize karşı, düş tanrısının gözü içine, küçük kaçamakları gece yolculuğuna çıkararak, sevişmek, yeniden sevişmek, kucağında kelebekler, şölene gider gibi sevinçli, bu gök bana yetmez diyerek bekleme, sıfır noktasındasın, vakit yok, bahisler kapandı, masal treni son yolcusunu arıyor, güvenilmez öldürücü yanı başında.

Ortasına fıstıklı karışım konulan şekerpare tadında kurulmuşum. Ne söylerseniz kabulümdür. Ey şair söyle, minik ressam çiz, fıkracı güldür, öldürücü sen şöyle dur. Sözcük dünyasını fethinizi alkışlayayım, tablonuza en tumturaklı bravoyu çekeyim.katıla katıla güleyim sululuklara. Biliniz ki ellerim ikinci dereceden yanık, diş macunu sürmüşüm ellerime. Artık göremiyor, göremeyince de gülemiyorum. İşitmiyorum dilimin söylediğini.

Talaş böreği yiyorum telaşla. Yağsız dana etli. Kısık ateşte pişmiş, nemli tepsiye yerleştirilip üstüne yumurta sürülmüş ve orta ateşte fırına yerleştirilmiş, hayat işte bu dünyadaki işlevim tamam. Oysa kızım olursa şu ismi, oğluma bu ismi takacağım diye daha çocuklukta isimlerden isim beğenmiştim. Belleğimde el ele tutuşan iki çocuk, aynı seçtiğim isimleri bağırıyorlar ve beni çağırıyorlar. Gideceğim mekan şahsıma müjdelenmedi ama dünyayı önemseme, sırtına saracak kadar zenginlik yeter sana diye öğütlenmişti kulağıma. Öğüdü sıkı sıkıya tuttum, tuttuğuma inanıyorum, kabulümdür herşey. Gecikmeye kızgınım sadece. Evet, talaş böreğimi bitirir bitirmez yok olacağım, gittim gideceğim. Ellerim yanık demiştim ya o da senin sıcaklığının eseri, benimle yolcu. Balkonda duran bambu koltuğa şöyle iştah kabartarak yaslanacağım. Baharı daha bi sevin söz mü, sunduğu özel fırsatları yeniden gözden geçirin. Evinizi, odanızı renklendirin. Taksit taksit yaşamaktan vazgeçin. Zevkinize göre dilediğiniz rengi yaşayın, yaşayın ki baharlar küsmesin. Garantisi yok küçük evinize dolan sürprizlerin sürekliliğinin. Göz ötesindeki yaşamı keşfedin ve keşfettirin. Sanatsal seçicilik bir yana tümüyle fransız kalmayın bütünleşmeye. Bütün bütün en üst seviyede yaşayın ve yaratıcılığınızı kullanın, bir nebzede olsa hepimizin içinde var. Evet, bambu koltuğa yaslandım. Gelecek öldürücü dosta tok karnıma merhaba diyeceğim gözüm tok gitmek için.

Bir parça pamukla aklım tıkansın istemiyorum. Aksın suyum koya, denize. Selin önünde duramazdım ki bir başıma. Sayım suyum yok ama gelecek bahar hatırlanmak en baba dileğim. İstersen olurmuş, istiyorum. Yaz başı güneşlenmeyi telaşın bittiği günlerin sarı sıcağında her gölge altına sinerek sivriliyorum. Bir sivri dilli ölmüş diyecekler. Oldun varsın. Ev halkı ne derse desin iptalimi istiyorum çifte minarelerden. Taputumu havada asılı tutan hürmeti, kerevete sığmayan mahremiyeti. Adam olana çok bile.

Kevser suyundan içtim, iktidarı göremedim, itibarım zedeledim. Dostlarım cenaze görsün gözünüz. Efendiler ardımdan ne derseniz deyin. Sabah olunca kim ne yana düşer, dağılır anlarsınız. Dengesi bozulmuş doğanın renkleriyle harmanlanır çamlıklar ve bendeniz dört bi yana dağılmış yakarılarla, çiçek çiçek güneşe dönerim soluk yüzümü ...

“ SIFIR İKİ OTUZ
  YAŞ KEMALE ERMİŞ OTUZDOKUZ
  BEN VARIM
  SENLE BEN VARSAK BİLE YOKUZ
  KARIŞSA DA KOKULARIMIZ
  BAKIŞMALARIMIZ YASAK
  BEDENLERİMİZ KAVRULSA DA
  PARMAK UCU FELÇLİ
  SEN NARIM
  NARDENKLER SUNDUN YATAĞIMA
  YATAĞIMDA İLENÇ

  UÇ MAYIS BÖCEĞİ UÇ ... “

Hiç yorum yok: