DENEMEDEN
ASLA..
Kevser
suyundan içti iktidara geldim.
Efendiler
sabah olunca kim ne yana dağılırsa dağılsın. Dengesi bozulmuş doğanın, üst
tabakası yanmış, ölü bölgede yaşıyorum. Hafif kızarıklıklarla gün yüzüne çıkan
sedef izi bırakıyor. Ve sen gelmiyorsun, içi su dolu irin dolu keselerle
yaşamayı bileceksin. Hatta büzüşeceksin hiç kimsenin yaşamadığı topraklara,
derin derin, ön yargıyı dikerek daima şüphe biçeceksin çayırdan. Akıllanmak ne
dersen, akıllı görünebilme çabasından uzaklaşmak derim. Minicik mantosuna
sarılmaktır ümidin. Etrafta imha edilişin bölük pörçük hatırlana ama asla
hatırlanmak istenmeyen ipuçları var.bıraktığında kabuslara kaçışı, söz edersin
doyasıya. Taleplerin iyice azaldığında ilişkinin çok normal olduğunu
varsayarak, daha fazla ailevi neden ararsın. Bu direklerde sallandırılası hayat
senindir ama aile başkasının. Diğer araç gereçlerle ikiye bölsen de dünyayı,
bölünmemişlik kısır döngüye vatan olmuştur. Güncel denemeler kime yar olacaksa
olsun artık kökeninde mülk sorunu var nasılsa. Ben kevser suyundan içtim, iktidardan
oldum.
Doğruları
korumak adına özür diliyorum. Sakın korktuğumu sanma. Yaralar nasıl sarılacak
bilemiyorum. Af dileyişim ondan. Yılların ardından eski dost buluşması
sevinçleri yaşamak istiyorum artık. Ne yapacağı belli olmayan meydan okur tavrı
bitmiş, darbeci bira baş ağrısına tutulmuş dostlarımla kucaklaşmak. Geri
döndüklerinde iktidardayım, hala ordayım demek. Müthiş dokunaklı bir söylevden
sonra ilk askeri darbe ne zamandı diye sormak, sıra dışı devam etmek sonra; boş
yere rahatsızlandım. Öksürüklerle tıkandım. Boğazım zedelendi. Sinirlerim
gergin ucu iltihaplı, şurubumdan içtim, ilaç draje draje. Hemşireye delice
bağlandım, güçlükle yürüyordum. Bir imsak vakti şehir şehir avare dolandım,
zihnim yolculuğa çıktı. Sonra geri dönmeyişleri sorguladım. Cevaplar ıssız bir
adadaydı. Kendimi ona adadım, vahşi ormanların güzalliğine, mavi göllerin
gizemine hayran kaldım. Süs kabullendim erkek kılığında dolaşmayı. Gücenmeden,
güçlük çekmeden üstesinden geldim güçlüklerin. Tuhaftı herşey, bu boyut bakırdı.
Tarafsız gözle önümde uzayan vicdansızlığı izledim. Gözlerime katarakt indi,
kulağım ağır işitiyor. Eşyanın tabiatına aykırı ama bir öğle vakti hiç ummazken
başardım. Başımda ıslak bir ağrı kuru kuruya ağladım. Hatalardan dönüş altıma
yattı, özür dilerim sizleri bulamadım.
Gül
mevsimi belgratkapıdan yola çıktım. Şehrin bütün müzelerini gezdim. Arzuları
kısıtlayıcı bir anahtar vardı elimde, emelim üç öğüde de katıksız uymaktı.
Gençtim, güzeldim, acemiydim demedim afişler astım. Kasten yaşadım o geceyi, bilmeyen
kalmasın. Umutsuzca direndim çünkü kendimi dışlanmış hissettim. Tasarım dışı
bir güzelliğe uyandım, evet o an dostlarım acı çekmeye başladı, tarihte bugün
ne var desen, uzun yıllardan beri diye başlarım. Ne hakimiyetler gördüm ve
bağımsızlığa yamandım. Artık büyümüştüm, sevgime karşılık veremeyen dünyalar
küçülmüştü. Olayları iyice hafife alan donmuş dünya, gelecekle ilgili
umutlarını, egsoz dumanı kusan şehirlere bırakmıştı, kusursuz ama şımarık
günlerdi. Geleneksel kavramları un ufak eden suçlulukla ilgili absürd bir
komediydi havai mirasçımız. Öldürücü detaylarla övülen biyografiler döktürmekte
ısrarcı gizli hayranlar çıktı ortaya birer birer. Canımı sıkan sahtekar
iddialar fikrimi değiştirdi. Beklenmedik çapraşık üçlemeler, o günle olan garip
bağımı kopardı. Çeviriler yaparak amaçsız, tüyle ürperten karanlığa dümen
kırdım. Ağır ve tanımlanması zor devrin ihtişamı etkisini yitirmekteydi.
Uydurmacaya işte o zaman son verdim. Kirli aldatmacalar su yüzüne yeni yeni
çıkıyordu. Ayırt edilemez sahtecilik midemi bulandırdı. Doğum günümü hatırlayan
bile yoktu. Eşsiz becerilerimi gösteremeden, yavaş yavaş göz yaşartıcı
hikayelerin içinde ölüyordum. Herşey yolunda seyrederken ne olmuştu bize.
Çitlerden
atladım. Peynir gemisini şen şakrak yürüten laflara kemik attım. Gemi söz
denizine demirledi. Sindirimi zor vefatlarla yeniden doğdum. Gül mevsimi çifte
gökkuşağının altında istilaya uğradı. Hiçbir şey insanoğlu kadar yükselemezdi
ve alçalamazdı. Haberleştiğim dünyalar kasten izlerini karıştırdı. Antlaşmalar alakasız
meşalelerin arkasından yürüdü. Meselelerle aleyhte uğraştı vasiler. Son bir
sınavdı, sınav heyecanı hiç yaşanmadı, nane şekeri emilmedi. Ilık suyla gargara
yaptım. Önce ağzımdaki yabancı şekerin boyası çıktı, tadı şekerden şeker oturdu
kaldı mideme. O hizaya asla yükselemeyecektim, inandım ve mönüde ne varsa tatlı
tatlı yaladım. Sahibi olduğum birkaç parça anı bile elimden alındı. Herşeyimle
bu gidişi durdurmak isterken, tabiat için kolay lokma oldum. En nihayet
görünmez bir kazada, duyularım sonrasını ve öncesini hatırlayamaz oldu. Oysa
terketmeye hazırlanıyormuşum erkeği erkek yapan şeyleri. Esas aşağılanma ondan
sonra bitirecekmiş bunca emeğimi. Hayret edilesi biçimde uyandım. Maruz
kaldığım muameleler dünya utanılasıdır, dünya utanç içindedir. Adaletsizliğini
vurdu yüzüme, kırkına yanaşmış bu kibar sessizlik, her dileğin hayatta
olamayacağını ancak öğretmişti.aradaki uçurumu cesaretle atladım. İki yüzlü bir
darbe daha yemeyecektim. Manşetlerde biriken kılık kıyafeti perişan umutsuzluğu
bu sayede okumayacaktım.
Sorunlar
arttıkça sana bağlılığım azaldı. Filizkıran fırtınalarına direncim de.
Hizmetler sattım, hizmetler satın aldım. Dört yanım patates kafalarla
kuşatılmıştı. Şahsi eşyalarım çantamın içindekilerden ibaretti. Beşiğim,
kafesim, saksılarım paramparçaydı. Yerel yolculukların arefesinde
alışkanlıklarımdan başka hiç eşyam kalmamıştı. Islah resminde yaşamaya
mahkumdum sanki. Doğanın vicdansız doğası, bu dünyaya ilişkin büyük düşlerimi
çalmıştı benden. Bozgunu atlatınca, ümidi yarım yolculuğumda kötü huylar
edinmeden, en ayıp sundurmalara uzandım. Görgüsüzce yüklendim gizli sözlerin
gizini çözmek için. Duymak için asla eşik gibi oturmadım. Önümde ne varsa
yetindim, masa benden fakirdi. Kapı dinlemedim yani, şahidim vicdanım. İlkbahar
yaz, sonbahar kış, dört mevsimi de zerafetle karşıladım. Huşu içinde varoluşumu
sağlayanlara, a dan ataya kadar büyülenmişçesine dua ettim. Mevsimlerin gücünü,
gülüşünü içime sindirerek hayat direnmeyi öğrendim. Bağlandığım azalma hangi
mevsimleri nasıl yaşarsa yaşasın. Uyanış mevsimi açıldı dünyama, ayalma
günlerim takip etti ayarsız duygularımı, şaşılası biçimde rahatlamıştım. Artık
pek fazla gülemesem de içim ay aydınlıktı. Sırtıma konan tas küfesi, benimle
aynı kaderi paylaşıyordu ama hoşnuttu. Hoş, bu dingin ve farklı öyküde,
meselelerden toptan sıyrılmışlık da yok. Kimsenin kimseye bağışıklığı da yok.
Uçurumdan aşağı itmeden önce tutkuyu, dokundurmalar var sadece.
Enfarktüse
yakalanmışsam, damar sertliğim varsa, aruz vezniyle hece veznini
harmanlamışsam, kolestrol oranım yüksekse, kahve, çay molasındaysam gün boyu
şekersizinden, mezun olamamışsam hayattan, rüyalarım varsa gerçekleşmemiş,
tertemiz hava şehit olmuşsa bu zalim şehirde, anmaya gün, yazmaya günce
kalmadıysa seni, Türkçe resmi dil kabul edildiyse, her gençlik haftasında bir o
kadar ihtiyarlamışsam, yerli haftasında bir o kadar yabancıysam, en kestirme
yolu söyler misiniz bana? Kırk basamakla çıktığım teras katında ters yüzüm.
Uyumak uyanmak, uyumak uyumamak istiyorum artık, yardım eder misiniz bana? Görüyorum
semada şarap renkli sevdalar. Basit el kol hareketleriyle anlatın bana, sıra
dışı müzisyenlerin çaldığı müzik eşliğinde. Çarpıcı görüntüler ekleyin en can
alıcısına varıncaya kadar, duvar yazılarını da kullanın cezbedici. Mesajlarla
tıka basa dolu mekanları da kullanın, tuhaf tipler serpiştirin oraya buraya,
nükteci kisvesine bürünmüş kahramanlar da olsun. Ülkenin her köşesinden
getirilmiş birer denek dursun karşımda, yalnız başına yolculuğu sevenlerden
birkaç adet. Sevmeye, sevilmeye acıkmışları da unutmayın, çıplak durup ilk gün
sevişmem diyenler de bulun, mağaza vitrinlerini sadece izlemekle yetinen bir
grup daha, kabuğuna çekilmiş ama günü gelip gözünü kırpmadan kıracak bir kız,
bir oğlan.
Daha
ne olsun, bulun işte bulabildiğiniz kadar. Siz anlatmayı bırakın sonra. Onlar
bana doğaçlamalarla anlatırlar. Biraz sohbet çekiyor canım. Yolu bir yerde bir
şekilde kesişeceklerin ihaneti yada intikamı deyin veya ne derseniz deyin
çekilin. Minik ressam, boya bakalım sevgiyi ne renk istersen. Ödün kopuyor fırçalarından.
Korkma, en geniş ve en yumuşağını seç. Boya bakalım beni. Sizler anlatın
faniler, boya çocuğum sen. Alçak masanda resim taslaklarının arasında bir zarf
var, içinde bomboş dünyam, ne bir telkin, ne bir isyan. Sadece ısrarınla
renklendir hasretimi. Minik ressam, göğsüme şarap renkli sevdalar çiz ve boya,
durma ...
“
VEREN EL, ALAN ELDEN YÜCEDİR. “
Mevsimsiz
soğuklara batmış denizim. İçin için kaynamakta üçlü buluşma. Yollar kesişmiş,
yollar kesilmiş, mavi kandiller suikasta uğramış. Kıyıya demirlemiş gemi,
denize sinmiş zırhlı, başarabilecekler mi? Karanlıkta yabancı gemi şarkısını
taşır mevsimsiz rüzgarlar. Torpille öğretilmiş geceye, iki dakikada bir başa
sarar duygular. Soğuk ama akılcı. Bu çelişki niyedir sorgulanmaz. Gerçek
üstülük gülünçleşir ve o gün doğum günümdür. Sürpriz partiler istemem. Terfi
etmişim gayet baştan çıkarıcı hapsoluşlara. Veririm, almam, yücelirim
aksaklıklara, hatalara rağmen. Başıma silah dayanmıştır, aldırmam. Minik ressam
nasıl olsa boyar ...
Bu
durgunlukta kim paylanmış. Asırlardır beklediğim kılınç, o keskin kılıç, ruhsuz
bie ışıkla aydınlatılmış. Gerisin geri usta manevralarla savuşturulur öldürücü
hamle. Kalkan parçalanmış. Gürzü indirdiğinde yoksulluk afallar. Kurtulduğun
darbe bir sonrakini beklemektir. Türk evlerindeki sıkıntı aynı sıkıntı. Gönül
evine sunduğun armağanlar, çam sakızı çoban armağanı, demir kestanelerle yarışırsın da olmaz. En etkili
seçim ne dersen, her gün yeniden doğmaktır derim. Bir gün anlarsın yorgun,
yıpranmış görünüp üstelik kötüysem, geçimsiz biriysem, çekilmezsem kınama.
Şahidim vatanım. Minik ressam, yoksulluğa karşı varsılı çiz renk renk , desen
desen, bir bakışta anlaşılmaz biçimde boya. Boya ki yaşayayım. Varsay ki ölümü
yaşıyor ve yaşamak istiyorum. Basit bir yaşam sürmeye davet edildiğimde sen
yaşlardaydım. Farklı cinsler tanımamıştım daha. İnce duygu oyunlarının hiç
farkında değildim. Toplumsal kurallara uymak zorunda hissederdim kendimi. Aşkın
ve dostluğun deneyimini içimde saklı tuttuğumu asla bilmeden. Bir gün en
etkileyici biçimde dışarı kaçıverdi bastırılmış arzularım, duygularım. Reşit
olmadan daha en aykırı mahremiyetin sıcaklığında doğdum. Kusursuz çiftleşmenin
hevesle peşinde dolanarak büyüdüm. Bir geceliğine de olsa yaşanacak başka
hayatlar buldum. İşler iyice karıştı. Elimden gelse durgunluğumu paylaşmazdım.
İyi
göründüğüme aldanma, iyi olduğuma inan yeter, inanın. Bugün neden bayram sorma.
Fıkralar niye neşe saçar diye de. Derinlikli bira miras bu, kaderi
yönlendirebilmeyi ele alıyor. Herşeye sırt çevirilerek iflastan
kurtulunamayacağını ele veriyor. Dolambaçlı yolları, alakasız bağlantıları
değil. Sınanan duygular tesadüfler eseri sevgiyi bulur, kaçamaklar ayrılmayı
tetikleyiverir. Yollar bir kesişip, bir ayrılır, hayatlar aynen, bir daha asla
o meyveye dokunmam çekingenliğiyle, hızlı ve zekice ama karakterli devam eder.
Asla kötümserlik olmaz. Gecikmişim yoluna kurban, geçmiş gitmiş bizden ustam
özgüveniyle duygular ifade bulur. Horto da doğmuş, asma kilitsiz kapısuzda
ölmüş derler ve hemencek oraya defnederler. İşte fıkra bu kadar.
Defne
yaprağı limon kabuğu takviyeli. Ne hazırladıysan yerim son nefeste bile.
Öleceğimi öğrensem, şu vakit diye kabullenirim. Eşlik etmeni katıyyen istemem.
Öldürücüyü, bir yaz başı kasvete kapılmadan, bir deniz sahilinde beklemek
isterim. Güpe gündüz ve denizin kıvranışını seyrederek. Gece ölümleri bozara
beni, yorar. Bedenimdeki izlerini bir bir yok ederim, çöküşünü hızlandırırım
vücudumun. Kollarımda, bacaklarımda, el ve ayaklarımda uyuşmaların başlamasını
önemsemem ama vahşiliğin yakamdan tutup, boşluğa iteceği beynimdeki uyuşmayı ve
üşümeyi asla istemem. En inanılmaz
kaynaklara inanılır da, bu terkediş destanına güvenilmez. Kaç yıl yıkılmadan
hüküm sürer ki şatafat. Yüz yılı bulan kaç kişidir allaseversen. Şatafatı
bulmak için de, hükümdar kızıyla illa da evlenilmez ki. Şairler hep yalan
söyler, inanın yalan. Latin harflerinin aslını da inkar etmesi boş. Alfabe asıl
ehliyetsiz, liyakatsız ellerde bozulur. Şairle birlikte o da ölür. Kırılır
karlı dağların beli. Söz cevheri yataklarında amele olunur. Cana yakın ve
çarpıcı etki uğruna, ömürler heba edilir, doyumsuz ilişkilerle sallantının
geçmesine duacı olunur. Üstelik varsayılan muhabbete ulaşamayınca uzuvlar,
büsbütün kızılır. Hararetle dövülen demir o geceyi atlatmak üstüne, alet edavattır.
Yolculuğun sonu başlanılan yere dönmektir.gencinden yaşlısına bu nankör oyun
oynanır ve kadife perde usuletle iner. Yalan ne dersen en gerçek hazine derim.
Dünya dolusu iyilik, güzellik, mücevherat, büyük İstanbul depreminde cenaze
merasimi yapılmadan gömülen şiirler dipdiri. Şiir ne dersen, can derim, canan,
ölüm ne dersen, şiir gibi yaşamak. Göğün altında ara sıra bulutları tıkanarak,
denize karşı, düş tanrısının gözü içine, küçük kaçamakları gece yolculuğuna
çıkararak, sevişmek, yeniden sevişmek, kucağında kelebekler, şölene gider gibi
sevinçli, bu gök bana yetmez diyerek bekleme, sıfır noktasındasın, vakit yok,
bahisler kapandı, masal treni son yolcusunu arıyor, güvenilmez öldürücü yanı
başında.
Ortasına
fıstıklı karışım konulan şekerpare tadında kurulmuşum. Ne söylerseniz
kabulümdür. Ey şair söyle, minik ressam çiz, fıkracı güldür, öldürücü sen şöyle
dur. Sözcük dünyasını fethinizi alkışlayayım, tablonuza en tumturaklı bravoyu
çekeyim.katıla katıla güleyim sululuklara. Biliniz ki ellerim ikinci dereceden
yanık, diş macunu sürmüşüm ellerime. Artık göremiyor, göremeyince de
gülemiyorum. İşitmiyorum dilimin söylediğini.
Talaş
böreği yiyorum telaşla. Yağsız dana etli. Kısık ateşte pişmiş, nemli tepsiye
yerleştirilip üstüne yumurta sürülmüş ve orta ateşte fırına yerleştirilmiş,
hayat işte bu dünyadaki işlevim tamam. Oysa kızım olursa şu ismi, oğluma bu
ismi takacağım diye daha çocuklukta isimlerden isim beğenmiştim. Belleğimde el
ele tutuşan iki çocuk, aynı seçtiğim isimleri bağırıyorlar ve beni çağırıyorlar.
Gideceğim mekan şahsıma müjdelenmedi ama dünyayı önemseme, sırtına saracak
kadar zenginlik yeter sana diye öğütlenmişti kulağıma. Öğüdü sıkı sıkıya
tuttum, tuttuğuma inanıyorum, kabulümdür herşey. Gecikmeye kızgınım sadece.
Evet, talaş böreğimi bitirir bitirmez yok olacağım, gittim gideceğim. Ellerim
yanık demiştim ya o da senin sıcaklığının eseri, benimle yolcu. Balkonda duran
bambu koltuğa şöyle iştah kabartarak yaslanacağım. Baharı daha bi sevin söz mü,
sunduğu özel fırsatları yeniden gözden geçirin. Evinizi, odanızı renklendirin.
Taksit taksit yaşamaktan vazgeçin. Zevkinize göre dilediğiniz rengi yaşayın,
yaşayın ki baharlar küsmesin. Garantisi yok küçük evinize dolan sürprizlerin
sürekliliğinin. Göz ötesindeki yaşamı keşfedin ve keşfettirin. Sanatsal
seçicilik bir yana tümüyle fransız kalmayın bütünleşmeye. Bütün bütün en üst
seviyede yaşayın ve yaratıcılığınızı kullanın, bir nebzede olsa hepimizin
içinde var. Evet, bambu koltuğa yaslandım. Gelecek öldürücü dosta tok karnıma
merhaba diyeceğim gözüm tok gitmek için.
Bir
parça pamukla aklım tıkansın istemiyorum. Aksın suyum koya, denize. Selin
önünde duramazdım ki bir başıma. Sayım suyum yok ama gelecek bahar hatırlanmak
en baba dileğim. İstersen olurmuş, istiyorum. Yaz başı güneşlenmeyi telaşın bittiği
günlerin sarı sıcağında her gölge altına sinerek sivriliyorum. Bir sivri dilli
ölmüş diyecekler. Oldun varsın. Ev halkı ne derse desin iptalimi istiyorum
çifte minarelerden. Taputumu havada asılı tutan hürmeti, kerevete sığmayan
mahremiyeti. Adam olana çok bile.
Kevser
suyundan içtim, iktidarı göremedim, itibarım zedeledim. Dostlarım cenaze görsün
gözünüz. Efendiler ardımdan ne derseniz deyin. Sabah olunca kim ne yana düşer,
dağılır anlarsınız. Dengesi bozulmuş doğanın renkleriyle harmanlanır çamlıklar
ve bendeniz dört bi yana dağılmış yakarılarla, çiçek çiçek güneşe dönerim soluk
yüzümü ...
“
SIFIR İKİ OTUZ
YAŞ KEMALE ERMİŞ OTUZDOKUZ
BEN VARIM
SENLE BEN VARSAK BİLE YOKUZ
KARIŞSA DA KOKULARIMIZ
BAKIŞMALARIMIZ YASAK
BEDENLERİMİZ KAVRULSA DA
PARMAK UCU FELÇLİ
SEN NARIM
NARDENKLER SUNDUN YATAĞIMA
YATAĞIMDA İLENÇ
UÇ MAYIS BÖCEĞİ UÇ ... “
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder