2 Kasım 2015 Pazartesi

TEŞEKKÜRLER TÜRKİYE!

TEŞEKKÜRLER TÜRKİYE!

Kuru kalabalıkta kasım kasım kasılanları 1 Kasım’da kılı kırk yaran bir incelikle veya her nasılsa, uyarına nasıl söylenebilir ise yine kazandırdın. Onları hiç ummadıkları bir yüzdeyle bir başına gecenin zil zurna sarhoşluğuna ittin bir kez daha. Olsun bakalım, ertelenmiş ayaklanışlar anında sandıktan hortladı, hortlarsa hortlasınlar ne yapalım, teşekkürler Türkiye.

Teşekkürler Türkiye, anladın mı neyi söylemek istediğimi?

Siyasetin bir süreliğine daha ana gemisi en teklediği anda, dibi iyice delinmişken, arkada bıraktığı on küsur yıllık hayat bilmece bulmacası karelerini karartanları, denizde yüzen diğer gemiciklere hiç aldırmadan bir güzel akladın. Anıların tozunda kalacak balkon pozlarının, tarihin raflarını süsleyecek davudi şişinmelerin eline kozu verdin, tam gaz gazladın. Sözde bir evvelki mesajı okuyanı da, okumayanı da birledin, derledin, dertlendirdin topunu Babil surlarına postaladın. İktidarın iktidardan sayılmazlığına ramak kala ardamarı çatlamış sayıklamalara pembe rüyalar araladın. Her defasında sakınmadan verilen fırsatı bol kepçe harcayanlara yeni bir fırsat verdin. Bir kez fırsatı tepenlere inat, hükümet nerdeyse çakılmaya yüz tutmuşken çıta atlattın. Teşekkürler.

Teşekkürler Türkiye,  neyi söylemek istediğimi anladın sen…

Teşekkürler, çok teşekkürler Türkiye’nin çarkçıbaşı politika yorumcuları, lafazan siyaset tellalları, köşe başıcıları, köşe dönücüleri, feleği şaşan şaşkın araştırma şirketleri, suda kurbağalama yüzen canavarlar, yüzdesel uslanıcılar, yüzde elliyi görünce suçu günahı yıkılmış muhalefete yıkanlar, yalanı talanı Allah’a havale edenler, zeytinyağları, arapsabunu ve üstüpüleri, balkon tiryakileri, sevişken dönekler, akpak saray havarileri, hariçten harçlıklanan hariciler, aşkı memnudan havale geçirenler, mavi gözlü sarı paşaya sarık sallayanlar, yalancılardan yatsıya kadarlıklar, ülke yansa balya balya samanlarını düşünenler, dünya yıkılsa kılını kıpırdatmayanlar, vasıf toplayıcısı varsıllar, muhteremin mahreminde kıllaşanlar, hileci hurdacılar, zil zurnacılar, naylon poşetçiler, fildişi sedef kakma kutucular, kapalı zarf açık tasnif ihaleciler, yandaş yancılar, tüm kötülüğü ve şaibeleri haplayanlar, zokayı yutanlar, bostan tarlalarında kelekler, tek renkli kelebekler, siyah laleler, erenlerle ermeyenler, üste verenlerle vermeyenler, fren cayırtıları, tekne kazıntıları, mahzun kız duruşlular, mahzen kazıcılar, silkelendikçe sikkelenenler, sirke küpüne bal çalanlar, hayat gailesine hiç kapılmayanlar, yabancı lisanlılar, ecnebi lisanslılar, sözde kitapseverler, fiyakalı fuarcılar, kutsalı puta puntalayanlar, kasım patılar, cilalı patiler, etekleri zil çalarken zil takıp oynaşanlar, karnı zil çalarken bitlenenler, daracık ceylancık koltuklara sıvışanlar, boş bulduğu mezara sıkışanlar, tabutta voleciler, mezar kazıcıları, defteri kebirün sağdan almaya tapanlar, soldan dinsiz imansız deyü bahsedenler, velhasılı kelam mir kalemler… Toptan topunuza çok, çok teşekkürler…

Teşekkürler Türkiye, anladın sen neyi söylemek istediğimi…

Kasım kasım kısıtlananlar cenahından olmak ve kalmak kaydıyla kılı kırk yaran maharetle bir makale astarlamak var ya, olmaz şimdi makas iyice açıldı yine. Mastar ekleri de kifayetsiz. Artık bu günden itibaren tarifsiz keyifler muhitinde tanrı misafiriyiz. Artık bu hipotezleri tiz, hipotezcileri lafta titiz âlemde, kendini kendi ülkesinde yabancı hisseden mülteciyiz. Düş kırığı rastlantılar diyarında garip yolcuyuz. Kesin kesim günlerinde hüzün dizilse de boğaza, yüzdesel tek başınalığa tepkili, inadına tek başınayız. Bu tekilleşmede son sözdür tuşlanan beyaz sayfaya; ‘Üflediğin can tükeniyorken canımda ey Canan, gücümüz yettiğince hala seniniz, emrindeyiz, amadeyiz, yolundayız, dönmeyiz yolumuzdan ve hala isyandayız…’

Can tükeniyor, verilen vade yavaş yavaş doluyor, ama istikrarını istatistiklediğim dünya hala ayni. Memleket ayni ahval ve şerait, ayni minval üzere. Adamcıklar ve adamsılar tutmuş dört bir yanı. Adacık adacık dağılıyorlar deniz boyu, odacık odacık yayılıyorlar denizlerden içeri. Sanki onlarca yıllık bir hikâye değil, birileri ilkel bir iskelede işgüzarca mendil sallıyorlar ufukta yitip giden geleceğe. İğreti ve çekingenleşmiş bir karamsarlığı tetikledin, açığa düşmüş uyanıklığı cin gibi çarptın canlandırdın Türkiye, Teşekkürler…

Teşekkürler Türkiye, sen anladın neyi söylemek istediğimi…

Gücenmek yok, vazgeçmek yok, tırsmak pırsmak yok, sürgünlere uğranılsa sellere kapılınsa da yalpa yok, zikzak yok, veda yok, veda hutbesi yok, kelsi fellisi akde vefa da yok, yok oğlu yok. Kasım kasım kasılanlara karşı başları güneşe çevirmek var. Yaksın varsın güneşin altın ışıkları, gümüş okları, saptırsın uğruna uğruna yolundan yolcuları. Olsun varsın, korku dolu hayranlık yerine, hafızaya sığınmak, fakirler diyarında yorulan Canana vurulmak, sevdaya tekrar tekrar sevdalanmak. Figürler yoğuran toprağa, suya ve ateşe, benliğe bin bir rengin ahengini sunan çamura, aklın rengini kil çamura sırıyan bitmeyen direnişe demirlemek var. Siyasetin diyalektiğinde daha neler var neler. Var oğlu var.

Teşekkürler Türkiye, neyi söylemek istediğimi sen anladın…

Günah piramidine sevabına tuğla sıvanmaz, göz göre göre dinden cayılmaz. Günahlara yüzdesel ortak çok bulununca sıralanmaz sanılır beddualar ama sıralanır. Ama sıyrılmak güçtür tek başınalığın iktidarsızlığından. Tekdüzelik faslında kral tacıyla taçlanmak da kurtarmaz bazen taca çıkmaktan, auta atılmaktan. Fakirler ve fikirler dünyasında tepelenmek, zirvelenmek, kurulmak, diklenmek eninde sonunda diplenmekle de eşdeğerdir. O yüzden fukaralık sağaltılmayınca figürlere yol verileceği, figüranlara rol biçileceği için, koynunda terli, kelli felli karanlığın sözde ay yüzlüsünü, apakını taşıyanların taşkınlığı da dizginlenemez. Sakla sakla zamanı gelir saklananların artık saklanamayacağı için iyi de yaptın sanki. Hani hayıflanırız biraz geçer. Sonuçta ne yerindik, ne gerildik ne de yenildik, Teşekkürler Türkiye.

Teşekkürler Türkiye, sen anladın neyi söylemek istediğimi, anladın sen…

Yılmadan, yanmadan cehennem azabına dönen sevgiyle yaşarız. Aşkla sıradaki makale; “ Hey gidi soya çekim solculuk” makalesini yazarız. Sırlarımızı sabırla ateşe gömer, bir ömür sır tutar, bir ömür sur yıkarız. Surun üflendiği güne nispet, kırmızıya yeşil, aleve kızıl, maviye deniz, sıcak demirlere Canandan can katarız. Kula, kurda, kuşa eğilmeden eriyip eriyip dirilir, ateşe pervane suya yazı oluruz. Yazgımızmış deyip, aklın rengi hangi ahenkli kelimelere hükmeder ise biz o hükümetten yana kalırız. Gerisi hükümsüzdür bize. İyi ki bize bizi anımsattın, bizi kendimize getirdin Türkiye, Teşekkürler.

 Teşekkürler Türkiye, sen neyi söylemek istediğimi anladın, anladın sen…

Hiç yorum yok: