3 Kasım 2015 Salı

SOYA ÇEKİM SOLCULUK…

SOYA ÇEKİM SOLCULUK…

Dikkat, bu bir seçim sonu yazısıdır. Yazı baştan sona muhaliftir. Muhaliftir ancak naiftir ve de zariftir… 

‘Hey gidi soya çekim solculuk; sende ben imkânsızlığı sevdim ve seçtim…’

Yok, yok artık böyle bir tercih, yok böyle bir seçim. Bu Resmen mucize!

Muciz, haciz, hicaz derken mucize patladı. Zaten beklenen bir mucizeydi, o da gerçekleşti, gerçekleştirildi. Yerinmeye hiç gerek yok, yok artık benim ülkem falan denilse de yeridir. Çocuk isimleri değiştikçe ilkesizleşildi, ilkesizlik yerleşti, bölgeleşti, yerleştirildi. Ve isimler aynileştikçe ülke değişti ve beklenen son. Son, bu son Ülke her sıkışıklıkta gerisingeri volta. İlke Mehteran hasdur olunca başka ne son beklenecek, beklenir ki. Hasdur, has durdukça, sustukça, pustukça adı, andı, bandı, mandı kalmadı memleketin. Varsa yoksa ikide bir o birilerine altın tepside sunulan, sunum. Aramak sormak yok, yok artık.

Yok, yok artık, ben benci, bencillik ama din, iman, kitap, mezhep düzleminde sıkışan siyaset deryasına inat, kızımın adı Deniz, oğlumun ise Ege. İmanıma dinime, Allahıma kitabıma,  kararmayacak soyumun soyu, soy sopumun geçmişi geleceği. Ülke değişir ise değişsin dibine kadar,  soyunmadıkça maluma hiç değişilmez, asla değişmeyeceğim. İleri, çok ileri, daha ileri masallarıyla gün gelir en dibe yerleşilir isim isim, fırka fırka. İşte o gün değil daha bu günden yok, yok artık benim şehrim filan. Şerhimi koydum, önce çocuk adları değişti, sonra en ücradaki sokakların, caddelerin, boğazların. Ancak epey ileride bir çocuk var. Bir çocuk çok milyon çocuk. Tek değişmeyen çocukluk.

‘Hey gidi soya çekim solculuk; Geride veya en ileride bir güneş yanığı çocuk var. Yeni yeni emekleyen, adına yaramaz ekleyen afacan. Onun adı Türkiye soyadı Devrim. İşte o yüzden sende ben imkânsızlığı sevdim ve seçtim…’

İşte benim ülkem o ülke. Yok, yok artık böyle bir ülke. Yok, yok artık ilahi mucize. Billahi, artık yalanlara karnım tok diyenlerin topu ambalajı açılmamış yalanlara kapılmış gidiyor. Ambale olmuş millet, yuh artık bu kadar mı değişti Dünya. Dünyalar karardı kararalı, akıllar katran karası. Akakçe, akalem çalakalem kara gün dostu yazılar. Bunca yıldan sonra yine karmaşa, karma arzular ve ortaya karışık gel geç hevesler, şu garip dünyaları belirliyor. Yok artık.

Yok, yok artık böyle bir tercih, böyle bir seçim, resmen mucize demeye hiç aldırmamalı, aldanmamalı. İlahi adalet, önce çocuk adları, sonra sokakların isimleri, sonra caddeler, boğazlar ve dünyalar değişti. En sonra da memleket. Gerisingeri ilerledi ülke, geriledikçe gerildi ülkem insanı. Ve sonra yakında, pek yakında dünyalıklar değişecek, dünya ayni tas ayni hamam kalacak. Öbür dünyayı düşünen yok. Yok artık.

‘Hey gidi soya çekim solculuk; tohumu fidesi güneşten. İşte o yüzden ben sende imkânsızlığı sevdim ve seçtim…’

Bundan sonra dört yıl boyunca dört dörtlük görünen tüm açıklamalar ve açılımlar toptan vakfediliş vakasıdır, ballı çörek toplu yemek masasıdır. Hem de her şey pahasına. Perdeler kıpırdamaya görsün, peronlarda pardonlu kuşaklı kuşaksız seferlerle şekillenir tablo. Sersefil cavlak ayrılıklar da, serpuşlar ile serpuşelerdeki sayrılıklar da tama tamlanır, yarım yamalak. İşte böyle işler demirden korkanların tren yolculuğu. Raylar parlar ve soya çeker tin, çıkarlar, rantlar görmezden gelinir toptan, toptan topu unutulur. Derli topluluk yaraşır bu açık kaçıklığa ama derkenara ait düşüncelerdir satırlanan. Kaçık kaçak günler tam başladığında, başlayacağında açık kaçık olmak da bazen işe yararmış martavalına tapılır. Din, iman, kitap, mezhep bağlamında perkapitaller balyalanır. Zannı, zammı, zamanı bir yana daha dört yıl geçmeden çok hayıflanılacak, belki daha şimdiden hayıflanılır ama bu beklenmeyen son, çok şeyleri şeyleştirecek gibi. O vakit yok artık demek o hayıflanıcılara da kalmaz, ayrıca düşmez de. Yok artık.

Rikkat rekât ayarındakilere bu yazı, kime ne gelir, nasıl gider, vız gelir tırıs gider bilinmez ama bu bir seçim sonu yazısıdır. Yazı baştan sona muhaliftir. Tam anlaşılmasa da tam tamına muhaliftir ancak naiftir ve zariftir ve de…

‘Hey gidi soya çekim solculuk; yorumu, konumu, al güneşten. Güneşe yolculuktan. İşte o yüzden ben sende imkânsızlığı sevdim ve seçtim…’

O en insafsız günlerde en insaflı şairlere tutunur tüm ay ve güneş tutulmaları. Sadece akıl tutulmasını yanıtlayamaz beyitler. Zihinler bayatladıkça da insanlık onuru zedelenir. Zedelenir de ısrarla zerlendi, zerdelendi sayılır. Çakılan mesaj ileri derecede miyop olma pahasına pür dikkat okunmayınca ölü ceryan çarpar zihinleri. Boşuna yazılır yazılar, tebliğler bildiriler, manifestler manifestolar. Yok, yok artık babında kör topal akar zaman ve tüm hayalperestler toplanır top meydanında. Havai fişekler patlatılır top yekûn. O insaf saflaşmasında sende imkansızlığı sevdim diye başlar tüm tümceler ve seçtim diyerek sonuçlandırılır.

‘Hey gidi soya çekim solculuk; yorumu, konumu, tohumu fidesi al güneşten. Güneşe akından, güneşe yolculuktan. O yüzden İşte ben sende imkânsızlığı seçtim ve sevdim…’

Damarlarda dem demlenir. Ve o ilk adımdan sonra denize vedalar artık başka biçim alır. Aslında tüm vedalar hep aynıdır. Sadece zaman ve mekân farklıdır.

‘Hey gidi soya çekim solculuk; yorumu, konumu, tohumu fidesi al güneşten. Güneşe akından, Güneşe yolculuktan. Yolculuk Çepni boyundan. İşte o yüzden ben sende imkânsızlığı sevdim ve seçtim…’

Dem demlenir akıllar. Ve o ilk ayaklanmadan sonra denize sevdalar da artık başka biçim alır. Aslında tüm vedalar birbirine benzer. Yalnızca zaman ve mekân farklıdır ve...

‘Hey gidi soya çekim solculuk; yorumu, konumu, tohumu fidesi al güneşten. Güneşe akından, Güneşe yolculuktan. Yolculuk Çepni boyundan. Seni ilk kez gördüğüm ve anladığım gün kazıdım belleğime. İşte o yüzden ben sende imkânsızlığı sevdim ve seçtim…’

Dem demlenir anılar. Ve o ilk sayıklamadan sonra denize sevdalar da artık bir başka biçim alır. Aslında tüm vedalar birbirine benzer tüm sevdalar da. Yalnızca zaman ve mekan ve de yanan farklıdır.

‘Hey gidi soya çekim solculuk; yorumu, konumu, tohumu fidesi al güneşten. Güneşe akından, Güneşe yolculuktan. Yolculuk Çepni boyundan. Seni ilk kez gördüğüm ve anladığım gün kazıdım belleğime. Kaf, sin, Kaflı, sinkaflı bir şiirsin sen, şairi kayıp zamanlar zamiri. İşte o yüzden ben sende imkânsızlığı sevdim ve seçtim…’

Dikkat, rikkat ve rekât çıkmazındakilere bu yazı, kime ne gelir, kime nasıl gider, vız gelir tırıs gider bilinmez ama bu bir yazgı değil, seçim sonu yazısıdır. Yazı baştan sona, yukarıdan aşağı, sağdan sola muhaliftir. Tam anlaşılmasa da tam tamına muhaliftir ancak naiftir ve zariftir ve de satır satır demokrasi, tam demokrasi anımsatır…

‘Hey gidi soya çekim solculuk; çoğum gitmiş azım kalmış. Bunca yıl azımsanamayacak çokluktan,  azgınlığı değil, sadece seni seçtim. Seni seçtim ve imkânsızı sevdim. Son yıllara beynelmilel babanın mirasçısı kalmak zorlaşsa da, başlığından dipnotuna aynıdır ana fikir, fakir fikri olsa da budur,

Hey gidi soya çekim solculuk; sende ben imkânsızlığı seçtim ve sevdim…’

Hiç yorum yok: