İSTANBUL VE GEÇİM…
On yıllardır seçimle geçim arasında doğru orantı kurulmadığından İstanbul’da sonuç hüsran…
Her daim vurgunculuk vurgununda çileyi ahali çeker. İstanbul'da geçim zorlaşır. İstanbullu nafakasını teminde acizleşir. Şikayetler artar isyan şekillenir. Ama İstanbul ve memleket idarecileri hemen devreye girer. Hep saltanatı sürenler üzerinedir isyan da. İsyanın önünün kesilmesi de. Onların namına, erkin kullanımı adınadır baştan sona söylenenler. Tam bin yıldır böyle sürer manşet. Maişet manşetleri.
Manşetlere girmiştir; “Bu kent zenginler kentidir. Fakir fukara garip gurebalara ait değildir. Geçimden acizler, harcını hurcunu denkleyemeyenler varıp gidip taşrada sakince bulgur bulamaç geçinsinler. Burayı bulandırmasınlar…” asilane saptaması.
Bunca asilane açılıma karşın Asitane’de bulup buluşturma üzerine maharetli idareciler emirin ve demirin kesildiğini görürler. Tarihle sabittir; dönem dönem talan ve vurgun iyice artınca, düzen bozulunca, dalkavuklar ve yandaş çulsuzlar türer. Bu lavantacılık her türlü müzmin hastalıklarla bulaşır. Marazalar mevcut gidişatı türlü maskaralıklarla överler. Verip veriştirirler. Bunlar her daim geçici tokluk yaşamak yolunda geçici körlüğü tercih ederler.
Öyle ki yıllar yıllar evvel dahi yerli milli bağlamında inatlaşıp, vatan millet edebiyatına resmen sırtlarını dönerler bu dönmeler. Manşetlerle sabittir; “Be hey gafiller, bir yığın çiftçi köylü çiftlerini çubuklarını dağıtıp gelmişler. Böyle ulvi bir kentte yaşamaya nail olup, zevki sefaya dalıp, muhalif ayaklarında bin bir çeşit düzen karşıtı ayaklara gelip, ortalığı karıştırırlar. Tez ola geldikleri yere dönsünler. Dönmüyorlarsa da baş eğsinler…” İsmi lazım değil ama tırnak içinde aynen bunlar sallanmış yıllar yıllar önce.
Yani yazılı durum gösteriyor ki; geçim katar katar akan harçlıklara rağmen, harala gürele çelik duvarlara toslayınca bir başka zorlaşır İstanbul. Geçim zordur İstanbul’da. Ah vah içinde ahalinin zorlanacağı başından bellidir. Ama başa çıkılamayan tersine arınmadır. Arsızlıktır.
Arsızlık arşa çıktığında memlekette en kuvvetlisinden ve dirayetli bir iktidar var sanılır. Ve kentleri yönetenlerden memleketi idare edenlere dek topuna miskince itaat edilir. Ve bayağılaşılır. Tebalaşılır. Bu boyun eğiş ne yaptın ettin de bunu buldun bekleyişidir. Avam sınıfının iklime uymasıdır. Uyumasıdır. Ve her fırsattan istifade fedakârlıkla mala azgınlaşmadır.
Bin yıldır memleketin temel direği İstanbul'un, temel direği geçim derdindekiler derde derdeste uydurulunca, uyutulunca saltanat özentisi iki arada bir derede devamlı yerleşir. Çoklukla arabileşir. Arada sırada Araf’ta, tarihte, tarifte zorlanılsa da ahali bu zenginliğe kapılır. Ve dahi aldatılır. Sanki aldanmak üzerine kuruludur kubbeler ve gök kubbe.
Bu şehir sonun başlangıcını yaşar her vesile. Biri çıkar dünyanın gizemini yaşatır ve hayatları çıkmaza iter. Yeter yetmez biri çıkar açmaza götüren karanlık yolları aydınlatır. Böyle şekillenir koca şehrin kocamış tarihi. Aslında tasına tarağına, taşına toprağına sayıp sövüldükçe, kayıp döküldükçe viran apartman boşluklarına hapsolur tüm şehir.
Öyle şehirler vardır ki karanlık odalara dahi hapsedilmiştir. Ama hiçbirine benzemez İstanbul. İstanbul’un ahvali bir başkadır. Ahalisi de başkadır. İstanbul her türlü fenalığa ev sahipliği eder etmesine ama sonuçta umuttur.
Umuda yolculukta tırnak içine yazılanlar da gün gelir unutulur…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder