7 Mart 2018 Çarşamba

ALTI BİN YIL

ALTI BİN YIL
 
Kadın, evveli de vardır belki ama altı bin yıldan sonra bu yüzyıl başlarında cidden ayaklanmaya başlıyor. Eril güçler egemenliğine bu dişil isyanlar neticesinde kadınlar bazı haklar elde ediyorlar. Belki de bu eşitlik mücadelesi siyasal ve sosyal açıdan demokratik değişimin de kıvılcımı oluyor. Demokrasiler dahi kadınlar sayesinde gelişiyor.  Sosyal demokrasiler ve sosyalizm de…
 
Ancak gün geliyor altı milyar insan, kadınlı erkekli vahşi kapitalizmin çemberine takılı ve tıkılı kalınca küreselleşme dünyanın yeni yüzü oluyor. Olunca da elde edilen tüm haklar bir bir tırpanlanmaya başlanıyor. Yani eşitsizlikler üzerine kurulan ve olgunlaştırılan bir tüketim dünyasında yıkılan sistemler ile beraber kadına dönük rahatlama da yıkılıyor.
 
Bloklar çatlayıp sistemler yıkıldığında, demir perdeler devrildiğinde kıtalar arasındaki geçirgenlik statükonun devamı noktasında aşırı muhafazakârlaşmayı hayata monte ediyor. İlerlemeyi ve gelişimi örgütleyen tüm unsurlar ile kadınlar bu dayatılan yeni muhafazakâr modellerle sindiriliyor.
 
Öte yandan emperyalizmin kucağındaki postmodern dünya, ekonomi ile birlikte ahlaksal yapıyı da içten içe çökerten ve istediğine erişmek için en uygun olan bu muhafazakâr sistemleri güçlendiriyor. Bahar, dem havarisi hamleleriyle kısa sürede entegre olunabilecek bir seviyede ılımlı veya radikal tutuculuk modelleri yaratılıyor. Sözde yıllarca küllenen geleneksel değerler yükseltiliyor. Gerçekte ise binlerce yıllık birikimler, yer altı yer üstü zenginlikleri iç ediliyor.
 
Öyle böyle, yüceden de yüce gösterilerek ne varsa tırpanlanıyor, özellikle kadınlar resmi devlet politikasından uzak tutuluyor. Emeksel değil ama yönetsel rolleri azaltılıyor. Böylece kadın altı bin yıldan sonra uzun mücadeleler sonucu elde ettiği temel haklarını yitirmeye başlıyor. Dinsel kaynağı ortaçağ ve öncesine dayandırılan ortodoks anlayışla kazanımlarını hiç hissetmeden kaybediyor. Bu yeni fundamentalist akımlar elbette önce kadınları kuşatacaktı. Kuşatıyor. Baskın yönlendirici konumunda özellikle yeşile boyalı coğrafyalarda kadın özgürlüğünü elbette kuşa çevirecekti, çeviriyor. Göz göre göre özgürlükler elden kayıp gidiyor.
 
Deyim yerindeyse büyük sermaye eliyle palazlanan sistemler kadını, kadınlara bile hiç çaktırmadan metalaştırıyor. Mental anlamda sıfırlıyor. Yeni yüklemelerle din içinde varsayılan bu dinler ötesi miras ve evangelist propaganda kapış kapış gidiyor. Meti methiyesi bol yapıldığından bu özden kapanış yeni yönetenler kuşağını hemen cezbediyor. Öyle ki bulamadığı toplumsal gücü bile satın alabilecek varlığa erişmiş yeni muhafazakâr kuşak kadına iyice kaybettiren, erkeğe alabildiğine kazandıran bir ütopyayı dinden imandan kılıyor. Hatta ahlaktan saydırıyor. Yani kadın altı bin yıldan sonra modern dünyada inanılmaz boyutta zarar gördüğü ve göreceği dinler ötesi yasakçı karanlık döneme döndürülüyor. Labirentlere hapsediliyor.
 
Şimdi düz mantıkla bunca değer erozyonuna uğratma, eşitsizlik içgüdüsünün içselleştirilmesi, eşitlik güdüsünün dışlanması kadınlarca da makul karşılanıyorsa kim kadın tarafı değilse onlar doğru yolda sayılır. Hele akıllara şırıngalanan, zihne yerleştirilen türün soyun devamı ve çoğalmak üzerine metalaşma küresel zeminde tek çare tek çıkar yol diye görülüyorsa erkek egemen irade baştan kazanmış sayılır.
 
Hele bu çağda kadınlarca, top yekûn dayatılan kimlik zaafından kurtulmanın geçerli akçesi gittikçe aktifleşen erkek olarak görülüyorsa, kadının binlerce yıllık kendi başına ayakta kalma meselesi erkeğe dayalı çıkarcı tek tipleşmeye bağlanabiliyorsa, kadının idealini yakalama ve dünyasal estetik kaygısı yeni muhafazakâr dünyanın muhafızlarına itaat ve hizmet noktasında pasifleşebiliyorsa aşı tuttu demektir.
 
Pişmiş aşa su katmak gibi olmasın ama altı bin yıldan sonra çıkan sonuç erkek egemen aşırı muhafazakâr düşüncenin kadınlara zaferidir.
 
Bu victoria ne kadar sürecek, vektörü nereyi çizecek bilmek için devir dönem atlamadan tarihe bir kez daha bakmak lazım…

Hiç yorum yok: