25 Mart 2017 Cumartesi

İÇMEK…

İÇMEK…
 
Aşırı buz ve loş bir odada sıcağa bağlanmaktır içmek. Çılgın ama coşkulu biraz da acı bir aşktır. Biraz kaçamak, az biraz kaçırmak ama hepten çıplaktır içmek. Asla örtülemez beyin arkası. Bellek çıplak ama en gerçekçi, en kesintisiz ve tek parçadır. ama bir o kadar da kolaydır aldanmak, aldatılmak. Tek sorun ise yarına hakkınca hazırlanmaktır. İşte o çok zordur gerçekten…
 
Şu fakir memleket zoraki içirilerek tam da o anları yaşıyor. On yıllardır çakırkeyif. On yıllardır hazırdan harcamak ile kaya balığı gibi sert görünümü altındaki yumuşaklığı bedavaya sınanıyor. Sanki bir damla sıvıda bin damla kaynayanı aranıyor. Kaynağın gözüne ulaşmanın sırrı şiir olmuş, taksit taksit parçalanıyor. Tüm yaşananlar yaşam içinde saklı iken, bir idareci olunuyor bir idare edilen. Resmen tuluat. Oynanıyor. Hangi esrikliktir bu. Veya ne menem bir eksikliktir ki ayık akılla yaşanmayacaklar bile bal gibi yaşanır. Ve ne menem bir zehir akılla yaşatılır. Memleket manzarasına yazık edilir.
 
“ Ey memleket iki elinle saklayamadığın göğüslerinden içeceğim eşsiz doğanın karşılıksız dinginliğini. Dualarla. Erginliğini, gerginliğini, zenginliğini, cesaretini de. Ve nüfuz edeceğim ebediyen yarınlara. Havaya şebnem düşerken, en derine dalıp, avuç açıp sarılacağım kara toprağa. Dillenerek, dinlenerek. Durukan deli dolu anaç beynini doldurduğunda ise uslanacağım. Usulca parsellenmiş göbek çukurundan yukarı çıkıp en aşağıdaki çölde bulacağım tahrip edilmiş savunmasız bırakılmış kumlu topraklarını.
 
Ey memleket, karşımda masmavi denizimsi gözler. Gözlerinden öptüğüm, elleri yumuk yumuk kentler. Kent çakması burnundaki hızmadan hizalanıp, kayıp derinliğine savrulacağım. Kulaklarımda çarpık ayak sesleri. Duyduğum ayak seslerini kulaklarından tutup yerle göğün birleştiği çizgiye sabitleyeceğim. Herkes ayırdına varacak bir kez olsun doğurgan özgürlüğün. Tarihi gerçek eline, diline ve beline dolanacak son kez. Ve doğaya huşu ile yönelen ve duayı yücelten benzersiz duygu ile kuru yaprak gibi savrulmalar salınacak dört bir yana. Ve kırmızı renk tutkusunu avuçlayacağım. Tüm ayrıntılar da bin bir şeytan yüzü sırıtsa da sırtlanlara aldırmadan, çıyanlara aldanmadan, yılanlardan korkmadan, canı gönülden meleklerin nefesine tutunacağım.
 
Ey memleket işte o seher vakti ocağına bucağına düştüğüm gündür. Veya geç kalmış yükselişimin başlayacağı ayaz gece. Gün ile gece kadar net farklılıklar kırık dökük dökülürken kadehlere tek başına da kalsam asla içmeyeceğim. Pişmanlığın estetik boyutunu unutmadan sarılacağım üzüm gözlünün hatırına kara denizin hırçın dalgalarına. Herkesin toplandığının çok ötesinde bir yerde en doğru koordinatta toparlanacağım. Çünkü nece doğru saptamalar var takılı kalmış aklımda. Ayılmak ve aidiyettir beyne zıpkınlanan. Çıplak gerçekliğin özü, özürlü gönlüme mucize atılımlarla dolduğunda riyalar cehenneminden ayılacağım. Rüyalar cennetine sığınacağım.
 
Ey memleket, ahenkli dopdolu sevişmelere dengi dengine, birbirine gözünün çiçeği olacakların bile gözleri kapatılmış. Resmen yasaklanmış. İki arada bir derede kalınmış en bereketli topraklarda. Bu yüzden berime tarafıma ne nameler gönderilecektir. Nafile. Gözlerde tüten o dertli nağmeler nem kapmadan bağrıma dolacaktır. Altın sarısı yapraklı sırmadaşlar salınarak ortak sevincin kapısında buluşacaktır. Kupalar dolusu memleket ateşini geçebileceklere sunacaklardır. İşte içmeme orucumu bozup o kızıl alevlerden içeceğim gün o gündür. Boşuna dolusuna geçip giden on yılların hatırına.
 
Ey memleket sevdası, o güneş günü al yeşil dol yüreğime. Tüm açık hesaplar, peşin ödemeler saklı orada. Nice güncellemeler. Her iki ellerinle saklayamadığın kadarıyla olsun tüm günahların. Dol ki ak tenli, billur terli göğüslerinden akan kan yerine çiçek gibi süt olsun. Ne de olsa insanoğlu çiğ süt emmiştir galeyana gelir. Akıllanmaz. Sağlığına zarar düşünmez.  Yaşamına sızmalara karşılık vermez. Kader ile karşı karşıya kaldığında nedense karşı koymayı seçmez. Keder yakasından yapıştığında boyun eğer. Amaç sarp kayalar gibi sağlam kalmak olduğunda ise acayip amaçsızlaşır. Oysa ağa takılan balık olmaktansa kurtulmaktır tüm teorilerin çökeltisi.
 
Ey memleket, tarihe gömülür ve yok olur tüm karşılıksız aşklar. Ve hep aynı şarkıyı hep aynı dünya tatlısı nakaratları söyler diller. İşler kabahat sınırını aşınca da kasırgalara döner bugün yarın. Asılsız dayanıksız tartışmalarla kaçılır yarının gazabından. İçmek bir nebze olsun kaçınmaktır belki toprağın yakıcı kavurucu nefesinden. Kendi öz değerlerini kutsayarak. Memleket coğrafyasına özgüdür tüm terennüm. Bir zaman sonra yeniden datçada susulur, susurlukta harekete geçilir ve içmelerde buluşulur. Ve içilir etle tırnak gibi…”

Aşırı buz ve loş bir odada mis gibi kokar tüm nefesler. Envaiçeşit çiçek arabası çıngırağı duyulur. Kırık masalar maskaralarca çevrilmiş olsa da metanetin her halini anımsatır acıyla karışık yudumlananlar.
 
Ey memleket endamın aşka utanma duygusu katar. Bayıltır. Anlayamıyor hiç kimse gerçek aşkın kaç kilo çektiğini. Bilmiyor. Şayet başlanırsa bir yerden gördüm hayatı hasreti çevreler yüzyılları. Başucunda en mahrem güzelliği yazdıran dolunay. Arkasında unutulmuş anaç bir kadın sesi. Dolu dolu Çemberimde Gül Oya türküsü. Götür gülün suya su, acıya bal katılmış halini. Ve tertemiz ve en tatlı resimlerin bozuk para gibi harcanmışlığını. Götür ama bir daha geri getirme.
 
İçmek budur işte…

Hiç yorum yok: