DİPLOMASİ SANATI…
Muz cumhuriyetine çıkan moloz dökülmüş stabilize yollarda maziyle daha çok övünülür. Daha çok Osmanlı torunu hikâyeleri anlatılır. Ata yadigârına sahip çıkmak elbette çok önemlidir. Ancak sadece yakın tarihle didişmek yerine, uzak tarihle de hesaplaşmak ve yüzleşmek gerekir. Övünmek öyle portakal sıkmakla, lalenin menşeine ilişkin atıflarla olmaz. Yenilen naneye bahane aramakla hiç olmaz. Görüntü itibariyle ortada siyasi ve diplomatik bir çekişme olduğu apaçık. Faşist Hollanda, nazist Almanya bakın neler yaptı, ırkçı Avrupa da bunların peşine takıldı babında galeyan etmekle de çözülmez bu diplomatik mesele. Karşılıklı notalarla da doğru rota belirlenemez. Sadece siyaseten referanduma dönük tabansız milliyetçilik duygularını biraz kabartır. Evetçi birkaç puanın peşine düşülür. O kadar…
O kadar çünkü büyük ve güçlü Türkiye nidalarının Dünyada ve Avrupa’da gereğince itibar görmediği, Bakanlarına bu muamele ile su yüzüne çıktı. Çıkınca da koca Avrupa’da iç ve dış ticaretin en fazla yapıldığı iki ülke Almanya ve Hollanda’ya kafatasçı giydirme başladı. Millete de her zaman ki kandırmaca.
Bu karşılıklı sağırlaşılan salvoda ne derler adama, landı lundu yok bu cengin, parayı veren düdüğü çalar. Değil mi ki çok yakında tepe emirle güncellenen Varlık Fonu’na devredilmiş Petrol Ofisi daha üç beş gün önce yaklaşık bir buçuk milyar euroya Nederland firması Vitol’e satıldı. Satışı dünya âlem biliyor, bir şu fakir memleket bilmiyor. Koparılan bedavadan yaygara, boşuna veryansın. Yarın sular durulur, durulunca masaya oturulur ikili anlaşmalar bir bir imzalanır. Her zamanki alan razı satan razı temaşası.
Aslında Osmanlı torunu olmakla uzaktan yakından alakası bulunmayan bu hikâyenin iç yüzü belli. Üç yüzü var gündeme oturan krizin. Birincisi referandum. Onu vatandaşlar zaten en hayırlısıyla nisan ortası yanıtlayacak. İkincisi referandum yolunda planlanmış siyasi taktik. Üçüncüsü ise siyasi düsturda olmayan şekliyle diplomatik uygulama. Gerçi cevapları açık ve sarih ama yine de onların cevaplarını aramak lazım.
“ Yurtdışında ve temsilciliklerde, gümrük kapılarında siyasi partilerin propaganda yasaklarıyla ilgili kanunun 94. maddesi uyarınca YSK'nın 17 Şubat 2017 tarihli ve 109 sayılı kararında şöyle deniliyor: ‘Referandum süresince yurtdışında ve gümrük kapılarında her türlü propaganda yasaktır...’
Seçimlerde yurtdışı propaganda yasağı, 2008 yılından beri var. Yurtdışında yapılan son üç seçimde de sözde uygulandı. Bu son diplomatik kriz gösterdi ki meğer uygulanmıyormuş. Yani yasak kanunen var ve uyulması zorunlu ama YSK kararlarına riayet eden yok. Sanki yok hükmünde. Ayrıca kanunda bu yasağa uyulmadığı takdirde ne yapılacağı ve yasağı delenleri kimin denetleyeceği de düzenlenmemiş.”
Bu diplomatik kriz ortaya çıkardı ki; Tüm siyasiler ve Bakanlar Avrupa’nın Türk çoğunluklu ülkelerini her seçimde özellikle bu referandum öncesi niçin sık sık ziyaret eder, Avrupa’da neden cirit atarlar belli oldu. İşte bu konuyu siyaseten değerlendirmek gerekir.
Kapışma diplomasisi açısından değerlendirildiğinde ise ortada tarihe notu düşülecek bir diplomatik ayıp var. Büyük ve güçlü bir ülke hiçe sayılmış, ülkenin bakanları ülkeye sokulmamış, uçuş izni verilmemiş ve sınır dışı edilmişlerdir. Diplomasinin özü olan nezaket prensibi karşılıklı olarak resmen çiğnenmiştir.
Çirkin bir uygulama ve yaptırımla karşı karşıya kalınmıştır. Ancak genel uygulayıcının ev sahibi ülke olduğu unutulmuştur. Doğru bulunsun veya bulunmasın misafir olunan ülkenin güvenlik, istenmeyen propaganda vesaire gerekçelerle tüm diplomatik hakları askıya alabileceği öngörülmemiştir. Her şey bir yana sınır kontrolü ve seyahat güvencesinin de ev sahibinin tasarrufunda olduğu bilindiği halde yapay bir kriz çıkarılmıştır. Kırmızı pasaportlar ile her şeyin yapılabileceğine inanılmıştır. Memleket de kısmen buna inandırılmıştır. Seyahat etme ve misafirlik serbestliği, yalnızca verilecek izinle gerçekleştirilecek kamusal alan işlerine karıştırılmıştır.
Bir diğer yanılgıda bilinen şekliyle elçilik, konsolosluk ve temsilciliklerin konuk ülke toprakları olduğu ki bu doğrudur. Ama buralara giden cadde ve bulvarların ev sahibi ülkenin toprağı olduğu da doğrudur. Bu da kaale alınmamıştır. Bakanların nota verilen bu ülkelere devleti temsil etme maksatlı diplomatik bir görüşme için gidip gitmediği de irdelenmesi gereken bir başka konudur. Eğer devlet ve millet meselesi için değil de mensubu bulundukları partinin görevlendirmesiyle referandum maksatlı orada iseler ne yazık ki hiç yoktan devlet zaafa uğratılmış ve tüm masraf yok yere devlete çektirilmiştir. Ve tüm bunlar adalet boyutu bir yana yasal olarak da yasaktır.
Diğer yandan o ülkelerde yetkililerinin referandum kampanyası yapılmasının uygun bulunmadığı diplomatik dilde ve nezaket çerçevesinde dile getirilmiş ise kırmızı pasaportların hiçbir işe yaramayacağını da görmek gerekirdi. Doğru ve yerinde sürdürülebilir diyalogla çözülecek bu küçük mesele en başta halledilir, böylesine ihlalci konuma da düşülmezdi. İtibar zedelenmezdi.
Bu diplomatik hezimet aslında; şu fakir ülkede on yıllardır yüzlerce, binlerce, on binlerce suçsuz yurttaşın yolunu çevirmişlik, pasaportuna el koymuşluk, seyahat iznine sudan sebeplerle engel çıkarmak, yeni pasaport verilmeyişi alışkanlığının ve iddianameleri henüz hazırlanmamışken yüzlerce, binlerce muhalifin aylarca yıllarca gözaltında tutulması, uluslararası düzeyde saygınlığı ve ağırlığı olan yurdun medarı iftiharlarının itibarsızlaştırılmaları rahatlığının sınırlardan dışarı taşınmasının bir sonucudur…
Ne derler asıl olan az da olsa hizmettir ve bu hezimetten asla siyasi pay çıkarılmaz. Doğrusu diplomatik ölçüleri aşan ve nezaket çerçevesini kıran Bakanlara reva görülen bu muamele en muhalifleri bile fazlasıyla incitmiştir. Ve diplomasinin de hissedilmez keskinlikte incelikleri barındıran bir sanat olduğu böylece öğrenilmiştir.
Yani muz cumhuriyetine giden molozlanmış stabilize yollarda mevsim dolayısıyla kısmi buzlanma yaşanmıştır, O kadar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder