8 Şubat 2017 Çarşamba

BİR ŞEHİR KÜSKÜN…

BİR ŞEHİR KÜSKÜN… 
 
Kar kış ortası tüm şehir yaz güneşinden beter kavruluyor. Yazmak zorlaştıkça zorlaşıyor kara yazgı masalarında. Güneş kırıntıları bulaşıyor sararmış fotoğraf albümlerine.  Günlük güneşlik kış günlerinde bile buz gibi anımsanıyor geciken itibar iadesi, eksik merasimler. Ve akla takılıyor belgesiz tırt belgeseller.
 
“Afyonkarahisar’da, Dumlupınar’da sizin uşaklar da vardı. Bundan dolayı müsterih ve memnun olabilirsiniz…” M. Kemal Atatürk.
 
Üç mermidir hepsi kalan; iyilik doğruluk ve dürüstlük. Memleketi ipten almışlıklar göz hapsinde. Olmazları yaşamak ve yolsuz izsiz kalmak gönül rahatlamasını bozdukça akıl mermi çekirdeğinde kalır. Nice değerli hayatlar unutulur veya dünya unutur. Dünyalar unutulur ama tutmamış senaryolar unutulmaz. Şehirleri küstüren tarihi gerçeklerin hepsi de çok az sayıda basılan eserler de saklıdır.
 
“Mütarekeden sonra husule gelen vaziyeti görünce, çıkabilecek bütün neticeleri tahmin ettim. Daha hiçbir şey olmadan 42 yere telgraf çekerek; bir kongre yapalım, bizim imhamıza karar verilmiştir, savaşmaktan başka bir çare yoktur dedim…”  O. Ağa.
 
Bu şehir küskünlüğünü doğru yansıtmak için sanat tarihçisi olmak gerekir en hasından. Şehir küskünlüğünü gidermek için ise tarihe sanata doğmak gerekir en alasından.
 
“Ağa Hazretleri senin hakkında gerekli bilgileri aldıktan sonra çağırttım. Sen Karadeniz köy ve kentlerini koruyacaksın. Pontusçular hangi usulleri kullanıyor ise aynı usulleri çekinmeden kullanın. Bu mücadeleyi kaybedersek tarihten silinme tehlikemiz de vardır, fakat ümitsiz değiliz…” M. Kemal Paşa.
 
Şehirleri nelerdir küstüren neden küstü küser bellidir. Pencere demirleri paslanmış, sardunyalar öksüz kalmış, yüreklerde nefis ölümünün buruk tadı. Her grupta aynı ilga, aynı ilgisizlik. Hangi kapı aralansa aynı yıkım. Fındık ocakları arasında hapis ve denize komşu bu sahil şehri küsmüş. Küstürülmüş. Şehir Küskünlüğü sürülmüş dünyanın dibine, tarihin namlusuna.
 
“ Ankara hükümeti, ne emir vermiş ise harfiyen yaptık…”  O Ağa.
 
Ve yalnız adada gönüller yaslanmış göğe. Aynı safa durulmuş nefti yeşil. Marşlar ruhsuz yürekler paslı olunca küsülür elbette. Bir başka ilgisizlik şehri yalnızlaştırır. Küp gibi küstüren tarihin en tanınmış şehirlerinden olmanın armağanıdır bu küskü. Köşkün, konakların damlarına bir damla değer gözler dolar. O damlalar hiçbir şey değildir denir ama candır küskün şehre.
 
“…Bu millet uğrunda bir bacağımı ziyan ettim. Düşmanı denize dökünceye kadar icap ederse sedye üzerinde muharebe edeceğim…” O Ağa.
 
Ticaret genişledikçe haritalar daralır ahali yozlaşır dua bilimcileride  çaresizleşir. Doğa bilimidir tarihe not düşen. tarih  ağzını küskün ağzına kapattığında kalp çalışır. Korkma sakın kelimelerden ve kollardaki çiçek bozukluğundan nefesidir transfer edilen. Şiirsel şehvetten sonra, kollar sona sarıldıkça hayat dört bir yana taşınacaktır, taşınır.
 
“Birinci Meclis muhaliflerinin, M. Kemal Paşa karşıtlarının, mandacıların, saltanatçılar, şeriatçılar ve hilafetçilerin T.B.M.M’ye yoğun baskıları sonucu; M. Kemal Paşa’nın muhafız birliği kumandanı, öncü kuvvacı Gazi milis Yarbay Topal Osman Ağa’nın başsız naaşı gömüldüğü yerden çıkarılarak bir kağnıya yüklendi. Beyaz gömlek giydirilerek Ulus’ta Meclis binası önünde ay…”
 
Göz hapsinde şehir. Bu şehir küskün şehir. En kral tarih ve din bezirganlarını kusar kapaklanmış pencerelere ve açıkta demirlemiş gemilere. Ümidi sönmüş ocaklarda közlenir şehir küskünlüğü. Kızgın alevlerin önünde arzı endam eder şehir. Şiirlerle deniz tutması yaşar tek hücreli amipler. Büyük keyif alınan geziler, öfkeye fırtınalara ve depremlere toslar. Dostlar duygularını onca ağırlığına karşın dışa vuramazlar.
 
“Mustafa Kemal Paşa’yı kıyıya çıkaracak kayığın süsü püsü yerli yerindeydi. Muhteşemdi. Paşa kayığında çivi gibi, zımba gibi, siyah aba zıpkalı, beyaz gömlekli ve ayakları gön çapulalı on yiğit hazır ve nazırdı…” O. Ustanın İbrahim.
 
Tarihi hiç yanıltmayan, gönlünde hiç korkaklık yaratmayan becerikli mahir insanların şehridir bu şehir. Masumiyetin çılgın, mucit ve cüretkar yüzüdür erleri yiğitleri. Güldür güldür ölüme akarlar gülerek. Asılsız çekiştirmeleri gördükçe küser, onlar küstükçe fosilleri fırlatır kara dalgalara bu küskün şehir. Öyle bir şaşkınlıktır ki yakalanılan kara kışta yaz güneşini azdırır. Şiir kuşudur bu şehir, nice nesilleri yutan nefti yeşil renklidir. Haki ceketlidir. Mavi lacivert ile harmanlanır kıyı boyu. Buz mavisi gök ile buluşur kızaran ufukta.
 
Mustafa Kemal Paşa, epey sert ve derin mavi, kırk manalı bakışlarını kendisine konağı işaret eden zata yönelterek; “ Topal Osman değil, Cumhuriyetin banisi Osman Ağa Hazretleri…”…
 
Küskün şehir mavilere bulandığında gönüllüler yanar. Ateş yağar. Küskündür ak köpükten köpüren şehir ve kızgındır. Tanrı yazgısı kralın tahtı sarsılır. Tüm şehrin düş ve inanç dünyası tüketilince, diz çöker dünya. Dünyanın en küskün şehri de kutsalına dokunulunca köpürür, kükrer.
 
Mustafa Kemal Paşa Osman Ağa’nın oğlu  Mustafa’ya; “ Yavrum, baban Cumhuriyet kurbanıdır…”…
 
Ve kutsal isyandan doğan diriliş kutsal kitapta yerini bulur, arayan bulur aranılsa bulunur…

Hiç yorum yok: