MAİYET, MARİFET, SEFALET YILI...
30 Aralık 2020 Çarşamba
MAİYET, MARİFET, SEFALET YILI...
29 Aralık 2020 Salı
POLİTİKA, SİNİR OTU VE ÇİÇEK TOZLARI...
POLİTİKA, SİNİR OTU VE
ÇİÇEK TOZLARI…
Koviti günlerine
aldırmadan politika arenasını titanyumdan teşekkül etmiş, sahte botanik
bahçesine çevirenlere, siyaset yapmayı sinir otu yutmuşçasına çığırından
çıkanlara, meyan köklü bir beyandır. Politika kazanına, tüm tumbolara rağmen
memleketi ferahlatacak, çiçek tozları üflemektir mesele…
Bilmukabele bilançonun
aktifinde yol arkadaşım muhasebesi yaparken, geçmişe hiç aldırmadan alma çiçeği
ile armudun sapını birlikte toplayanlara çiçek tozu hapşırmasıdır. Hapşırmak ki
kalbi ve tüm sistemleri anlık durdurur derler. Oysa sadece reflekse ve
gerilmeye bağlı birkaç saniyelik kalbin teklemesi hissidir. O kadar. Polen
alerjisi ile belli mevsimlerde de artar bu his. Ama yine de yaşama dair risk
olduğundan ve hapşırık havada saatte yüz altmış kilometre sürat yaptığından
ağız kapatılmalıdır. Hele ki koviti günlerinde. Yani ciddi bir iştir sıralı
sırasız hapşırmak. O yüzden sağlık dilenir, sağlıkla yaşa denir. Çok yaşa ise
en makbulüdür. Mesafe ve maske de gereklidir...
Çok yaşayın çünkü çarkıfelekgillere
gücenmeye koşut, çiçek denizinde, sinir otu yutmuşçasına dimyata üzüme giderken
pirinç levhaların iletkenliliğine kanıp üzülmekte vardır hayatta. Biberiye
kollayıp hapşırmak da. Hayatın gerçeklerinden iki arada bir derede koviti
yüzünden kopmak da…
Sarsıntılı çiledir
ejderha ağzında açan sarıçiçek, safran. Kasıntılı çaredir afrana bulanmak,
sinemaki çaylamak ve softane softalanmak. Sardunya saksıları pencere ağzında
mahalleleri bilerek çıkmaz sokaklara savrulmak. Menekşe kokulu odalar da
dostluk rehasını iç etmek. Çadırlar kurulu çayırlar gelincik çiçeği kırmızısı
iken darlanmak. Gecesefaları sehpalara tekme vurulunca ay beyazı, yıldız
sarısını görmemek. Zurnanın peşrevinde Rodrigo’nun gitar konçertosu dinlememek.
Ranzalara bulaşan rezene ezmesinin yağına bulanmamak. Kulaklara hasekiküpesi
takıp hasetlenmek. Soğuk küplerden kurulmuş arastada bir çiçek mezatını
mezarlaştırmak. Ve virüssel dengesizlikte meftaya uzaktan bakakalmak…
Yosun kokusu tadında
yazmak ise kökleri göğe asılı karlı kayın ormanıdır. Okumayan yazamaz.
Yaşamayan bilemez. Çünkü hesaplı hesapsız sivri yazıtlardan name bekler, nam
alır siyah laleler. Dahası al yüzlü bebekler namaza niyaza dururken
akzambakların zımbaladığı ağlayışları ağlar ağlayıcı kadınlar. Kuytu köşelerde bile ağlayacak yer bulamaz
erler. Yer sarmaşığı gibi gözyaşlarına sarılarak gömülürler sadık yârin
göğsüne. Ana imparatoriçenin de ana yazgısıdır yazı. Her defasında yerden göğe
yanardönerler canlanır, yenibaharlar da…
Gün dönünce kaytan
ibrişimli gramofon çiçeği gayesizce gramofonun iğnesini süsler. Arabacılar arab
atlarına kırbaçları şaklatır. Adap kalmayınca kereste yüklü kervan bir arpacık
yol alamaz. Azap pik yapar. Almak vermek babındadır asıl avize fidanlığı.
Çitlembik damacanasından içmek gibi bir şeydir deli orman serisinde
sergilenmek. Nesilden nesile geçen
derviş kıvamında devrim pınarında papatya falı ile beslenmek. Hayata hanımeli
değince hurafeler bile yön bulur, yüz döner hakikate diye içlenmek. Oysa
hüsnüyusuf güzellemesi ile pekişir yaz başları. Peşinden kuş konmaz kervan
geçmez ellerde kuş üzümü seçkisi. Kültlü kültürlülük, loş kamelyalarda kaktüs
çiçeğine bilenmektir. Latincesi leylak rengi. Mercimek tanesi kadar emek. Ve
yeter de artar mitolojiyi anlamaya çiçek isimleri.
Nefasetli nakaratlar
gönül bağı. Nazar etmeye gör karanfil bağlarını. Itır bulaşır tüm destanlara. Hatır
deste deste oburlaşır dağ sümbülü gibi. Defnesi, deli gülü, yanlıştan dön
babası. Coşku kaplar bedeni, akıl donar, hüzün dolar. Dolar dolar ve boşalır.
Gramofonda iğnelenen taş plaktan tiz ses, toprak kabul etmez şarkısı. Sadık yarım
kara toprak türküsü…
Sultan otu yutmak
gibidir hayata kahretmek. Süslü saraylarda, sümüklü böcek gibi sürünmek. Yağlı
yapışkan yol açarak tuğ lalesinden sülalesine en pişmiş tuğlalardan Kâbeler
yapmak. Kıblesiz tufanlar yaratmak. Ve yüz üstü zakkum çiçeğine gömülmek. Yok, yok
edici kanlı yaralar açmak hercai menekşe gönüllerde. Sonra bitkilerden
çiçeklere, çiçeklerden zülüflere yalancı kitle sanatının iz düşümüne sarılmak.
Lisanı devir, insanı sevir ile zamklanmak.
Önemli bir başlık atmadan ve umacı takma adla ve soyadla, ageratim vapur
dumanı çiçeğine çivileme dalmak. Koviti günlerinin has karı…
Bu koviti salgınında,
pandemik dalgalanışta göklerden düşen umu daima sabır tozu yutmuşluk.
Tafracıların tutturduğu çift çubuk ise çift kirazlı orman teslimiyeti. İşte
gönül köprüsü yıkıldığında öteye beriye çağrılan ne oldu çağrısıdır. Mesaj hiç
anlaşılmaz. Sıklamen çiçeği çeşit çeşit renkle can sıkar. Pelesenk çiçeği
koklamak, olmak üzerine düşünmek ve olmuş meyvenin hasına alenen takmamaktır.
Takılmamaktır fesleğenin, özel sinirlerde dirilttiği aşkın duyguya…
Hak verilmez, ses
duyulmaz. Böyledir toprak soluk aldıkça kekik kekik kokan ovalara açılmak.
Kırdan şehre yansıyan çan çiçeklerine bilerek isteyerek katılmak. Şakayık
çiçeklerinden usanıp, kayığa binip ota bota çatmak. Çakmak çakmak, dağlarda açan
isyan çiçekleri üstünden börtü böceğe yakınlaşmak. Araziye uygun işbirlikçi
haşerelerle, boğaz boğaza hasat kaldırmak. Yaratı karaltı arasında, gönül
ışıkları kısılınca göğün ışıklarını alevlendirip, akarsu sefası ve ateş
böcekleri gibi yayılmak. Kaç turlu olursa olsun her türlü laleyi geride
bırakıp, numana açılmak. Ummana dalmak.
Umulmadık bir anda,
bal çiçek dostlarla köpük köpük çağlayan ay ışığında kendini avuçlara usulca
bırakan uğur böcekleri gibidir başa gelen uğursuzluk. Koviti moviti. Ekonomi yalap
çalap. O uğurlamanın ardına, eflatuni renk bulaşmış patikalarda yüzlerce
renkten çakıl taşları yol gösterir yolculara. Yol gösterici çiçek uçlarından
akan, ballı süt ve baykuş gözleridir. Zaten gurbet çiçeği bezelidir dört bir
yan.
İşte o dertleniş,
koviti günlerinin baskısıyla dağ laleleri ve ceviz karası sıvalı havada
toprağın nemine bulaşır. Bulaşınca da sinir otu tenekeden barınaklara dağılır.
Gala çiçeğinden beter alamet, içten içe üst üste yığılan su gözeleri ile ince
ince yayılır hayatın içine. Salalar çalınınca kulaklara…
Mayası meyanı, ayanı beyanı
bu kadar. Geçmişin aynasından akılda kalan tahta perdeli avlularda kalaylı
bakırlarda, dökme pikten kaplarda berraklaşan resim. Resmi tarihte kaynar,
gençlik yıllarının gül reçeli. Gül yaprağı reçeli…
SUÇLU POLİTİKA POLENLERİ
SUÇLU POLİTİKA POLENLERİ…
27 Aralık 2020 Pazar
ARALIK-SON
MODERN İMPARATORLUKLARA
ŞOK…
Geçen yüzyılda koskoca
imparatorluklar coğrafyasında, yüzyıllarca hükmettiği geniş topraklarda
modernleşmeden korkanlar, korktukça ard arda şoklar yaşadı. Şokların etkisiyle
özellikle diller ve dinler mozaiği olmakla övünülen devasa imparatorluk,
değişime kapılarını daha sıkı kapattı. Modernizm kapılardan sızmaya delik
bulamadı. Modernite, imparatorluk dinine göre dizayn edildi…
Sonuçta kurum ve
kuralları gelişen ve değişen dünyaya direnemeyen ve dağılmaya yüz tutan koca
imparatorluğun suni sistemi derinden sarsıldı. Bu sarsıntı, koca İmparatorluğun
kendi içine iyice kapanmasını ve içinde suçlu arar zihniyetin egemenleşmesini
de beraberinde getirdi.
Kendi dini ve diğer
dinleri de eşzamanlı etkileyen tek şeyin din dışındaki değişim olduğu, dünyada
değişmeyen tek geçerli akçenin de değişim olduğu geç anlaşıldı…
Özellikle dini,
yönetsel ve askeri yapıdaki tutuculuk ve modernleşmenin uzağında kalış
korkulası imparatorluk gücünü yok derecesine indirgedi. Korkulası askeri gücünü
negatif etkiledi. Büyük küçük savaşlar hep kaybedildi. Her şey en üst dereceden
etkilendi. Yeryüzü hâkimiyeti zaafa uğradı, hilafeti saltanat zayıfladı.
Değil dinler, dinci
mezhepler karmaşası da bu yanlış akıma kapılınca şok arttı. Şoklara yanlış
üstüne yanlış eklenince, gelişen çağa daha da ayak uyduramaz hale gelindi. Ayrıca
etnik isyancılık da sosyal yapıyı bozdukça bozdu. Yapılabilecek çok şey vardı
belki ama Tanrı kelamıymışçasına sorgusuz uyulan, uydurma dini fetvalarla
yenileşmelerin kökten önü kesildi. Sonrası için hiçbir şey yapılamadı.
Koskoca İmparatorluk
kurtuluşunu çağı geçmiş çok kavimli, kabile normlarında aradı. Kendini çöllere,
çöllerdeki vahaya bağladı. Ancak bu gereksiz çabalar, çağın modern normlarından
daha da uzaklaşılmasını ve büyük yıkımı getirdi…
Toprak düzeni ve mali
yapı gittikçe bozuldu. Yenileşen çağın zorlamasıyla girişilen modernlik,
modernite ithali koca İmparatorluğa çok pahalıya mal oldu. Saraydan sokağa koca
memleket tefecilerin, çetelerin eline diline düştü. Diğer imparatorluklar kendi
hayat tarzlarını yenilediler ve yenilendikçe kendilerini üstün görme anlayışını
kazandılar. Zamanında diz çökenler, iki ayak üzerine dikildiler.
Böylesi diklenmeler
ağırlık kazanırken, koca imparatorluk geri kalmışlık balçığında bocaladı.
Bilinçdışı tutkularla her şeye boş verdi. Salt mevcudu korumaya yeltenildi.
Çünkü ciddi karşılaştırma ve değerlemeler yapıldıkça, dünyanın diğer
coğrafyalarında asla mukayese edilemez, mücadele edilemez ilerleme ve
gelişmeler kat edildiği anlaşıldı.
Yapılan yanlışlar
yüzünden artık Koskoca İmparatorluğun dini, geri kalmışlığı, gericiliği temsil
ederken, gelişen ve modernleşen dünyanın dininin ise ilerlemenin modeli olarak
görülmesi en büyük şoktu…
Şok hala devam ediyor.
Yüzyılların tavanından sarkan bu genellemeler halen geçerliliğini koruyor.
Hatta son yıllarda oryantalist kabile öncülüğü ile ulus devletçiliğin tescil
edilemeyen bir çekişme, içten içe sürdürülen ince savaşın içinde olduğu iyice
belirginleşti.
Yani koskoca
imparatorluktan bugüne hiçbir adaptasyon uzun süreli gitmeyerek, devlete
millete sık aralıklarla geriye, eskiye dönüşü yaşattı. Bu ani şoklar nefret,
kin ve haset çerçevesinde ismi konulamayan bir gericiliği de güncelledi. Modern
imparatorluklar çağdaş tarihe katkı sunarken, karşılığını kat ve kat aldılar.
Sömürdükçe sömürdüler. Sınır kentler ve köle devletçikler dünyasında
geliştiler. Koca imparatorluk ise küllerinden bir kez daha doğdu. Kat kat bedel
ödedi yine sömürgeci dünya tarafından tekrar bir yangının içine çekiliyor.
Yani yakın tarihte en
kocası yok olurken, en pısırıkları ve cılızları sınıf atladılar. Var edildiler.
Modern imparatorluklardan ileri demokrasiye geçtiler. Bunlar lehine sonuçlananlarla
yetinmeyip, koskoca İmparatorluğun dağıtılmış coğrafyasında artıklardan
megaloman politikacıların yetiştiği, yetişenlerin despotlaştığı kukla
devletçikler oluşturdu.
Modern imparatorluklar
dünyasında ve koca imparatorluğun küllerinden yeniden doğduğu coğrafyada asıl
şok ise, büyük sermayenin tezgâhladığı yerli yersiz yeni kapışmalar.
Kapıştırmaların neticesinde bu kurgu devletçiklerin de yok edileceği gerçeği
bir başka şok.
Yani yüz yıl sonra üst
akıl ayni, senaryo ayni…
YENİ YIL; ‘İNCE HESAP YILI’…
Üç beş gün sonra yeni
yıl. Şimdiden kutlu olsun. Vatana millete mutluluk getirsin, umut sürsün. Hemen
yılbaşından sonra yine bıçak sırtı bir hayat. Başta koviti belası, seçim
gailesi, geçim derdi. Anlatılanlara bakılırsa mevcut iktidar, meclis çoğunluğuna
karşın kendi biriktirdiği sorunların üstesinden gelemeyecek. Yine suç
başkalarına atılacak, problemlerin nedenselliği özellikle ana muhalefete
yıkmaya çalışılacak ama iş zorun zoru. Sanki her şeyi baştan yitirmiş genel
idare. Kıpırdanan yerel idarelere ise cendere. Sonuç itibarıyla İttifaklarla
zar zor yürüyen memleket, şimdi es geçilmiş on yılların, yaşanan asılsız bayram
havasının ceremesini ödeyecek. İşte o yüzden yeni yıl ‘İnce Hesap Yılı’…
Gelen yıl hesap yılı
ama daha hesaplar cetvellere tamamen işlenmemiş gibi. Kapıyı daha ne dertler
çalacak hiç belli değil. Bir zaman da o afra tafrayla geçer. Ancak ince hesap
yağmuru günlerce devam edecek gibi. Belki de sağanaktan doluya dönüşecek kesinleşmemiş
hesaplar. Bundan kaçış yok. İki dünyada hesap vermekten, hesap veremeden
kurtuluş da yok.
Yani yeni yılın, geçmiş
on küsur yılın ince hesaplarının yapıldığı, gelecekteki açık hesapların ise
ayrıntılarıyla ortaya döküldüğü ‘İnce Hesap Yılı’ olması muhtemel…
Bir Memleket düşünün
ki, neyi var neyi yok birlikte dibine dek kullanmış. Hesapsız saltanat pik
yapmış. Hatta hesap vermek salt Yaradan’a bağlanmış, hesap sormak sırf Allah’a
kalmış. Haliyle dipsiz, diplomasız, politika diplomasisi tedavülde. Öyle ki
çare üretme merkezi olması gereken üniversiteleri sarfa nazar, sırf asılsız diploma
dağıtarak, okuyanından okumayanına, en baştan dip sona, bakanından bakmayanına,
yardımcısından yamağına ayni hizaya çekiyor. Sefahatla saf tutuyor. Ve bunların
hiçbirinde bırakın yurtseverliği, yurtseverlik temalı marşlara bile tahammül
yok. Doğrunun söylenmesine asla ve kata tahammül yok. Sadece Ata’dan emanet
koltuklara kurulup, kurulu zemberek gibi ecdada zehir akıtmak var.
Bu aralık sanki ‘İnce
Hesap Yılı’nın geldiğinin farkına varıldı. Ardına bakmadan mahiyettekilerle birlikte
kaçış günleri yakınlaştı. Vakti gelince adaletin herkese lazım olacağı
anlaşıldı. Artık karşıtlığın dizaynının niyesi de belli, niyetler de açık. Çünkü
envaı çeşit soru beyinleri kemiriyor. Koviti günleri yeni yılı da tehdit
ediyor.
Zihinlerde incelikli
hesap verilecek mahşer günleri yakınlaşıyor mu yoksa sorusu. Yoksa sonuçları en
baştan belli, net oranlarla tahmin edilen seçim yılları tarihe mi karıştı,
sorgusu. Büyükşehirlerdeki kayıp veya kazanımlar, mutlak süreci bozdu mu yoksa,
Tüm ayarlar, ayarlamalar, ayar çekmelerle olmayacak mı acaba kuşkusu. Millete ince
ayar çekildiğinde hangi ideolojiden, hangi siyasi görüşten, hangi partiden
olursa olsun, ayni sesten konuşulmuyor olması mı ‘İnce Hesap Yılı’nı güncelleyecek
yoksa. Bu kaçış tekniğinin uygulanmasına neden, hesap verilecek çok vaka
olmasından mı yoksa. Milletin bu kez ince eleyip sık dokuyacağı beklentisi mi,
pik yapan tedirginliğe birinci neden.
O yüzden mi hemen
yılbaşı öncesi en zirvede garip karışıklıklar, kaçışlar yok oluşlar. Toptan akıl
karışıklığı mı yaşanıyor acaba; Diyarların ötesiyle berisiyle, günü gelince
hesabın sorulacağı ve bedelin ödeneceği akıllara iyice yerleştiğinden mi resmen
graffitilikler sıralanıyor. Dincisi dilencisi, liboşu komünisti, briyantinlisi
sarıklısı birbirine karıştırılıyor. Devlet malı ne varsa özelleştirme
başlığında satan veya satmaya kalkışanla, yurtseverce karşı duranları kendinden
geçirecek biçimde sahte ambians yaratılıyor.
On yıllar öncesinde, hatta doğumundan önce açılmış havaalanları,
üniversiteler, vurulan yollar, kurulan fabrikalar, atılan köprüler, döşenen
raylar, hastaneler, postaneler, ne varsa hepsini biz yaptık denilerek
kendilerine mal ediliyor. Kendi yönünde ve yönetiminden olanlara peşkeşleniyor.
Hele hele yetmişbeş kişilik sınıflarda okumuşluk. Çoğunun daha doğmamışken ki
halleri, dillerine doladıkları temaşa. Her kötü şeyin tek parti zihniyetine
vakfedilmesi. Tek parti zihniyeti üretisi iyi şeylerin ise resmen kendi vakıflarına
vakfedilmesi. Elbette tüm bunlara bir cevap gerekecek. Her yeni yıl bir başlangıç…
Benzersiz tarihi
potlara bakıldığında, mesele metal veya mental yorgunluğa bağlanarak, işin
içinden çıkılacak, huzurdan kaçılacak bir mesele değil. Diğer yandan
muhalefetin durumu alışıldık vaka ötesi. Değişen gündeme güncelleme peşinde, kof
efor sarf ediliyor. Oysa milletin ahvali, memleketin durumu gerçekten vahim. Bu
arada sanki herkes ‘İnce Hesap Yılı’nın geldiği farkındalığını yaşıyor.
Yeni yıl öncesinde aşırı
stresli ve sıkıntılı durum da ondan sanki. Şaşkınlık da. Dil sürçmeleri de.
Çünkü vakit daralıyor. On yıllardır tek başına memleketi yöneten zihniyet, her
sıkıştığında halledilemeyen tüm meseleleri, yetmiş seksen yıl önceki hem de
dünya savaşları kuşağında olumlu işler gören tek parti yönetimine bağlıyor. Bu
da bir nevi hesap vermekten kaçış. Ancak inceden inceye hesap verme günleri
kapıda. Kaçış da çıkış da yok. Zaten koviti de köşe başlarını tutmuş aman
vermiyor koca dünyaya.
Böbürlenerek on
yıllardır ilericiliği en ilericiliği kimselere, hatta en baba devrimcilere bile
bırakmayan ama memleketi iyice gericileştiren, gerileten ve milleti geren
iktidarın ‘Artık tamam zamanı’ geldi de geçiyor. Belki de o yüzden baştan ayağa
baş gösteren zafiyet. Yeni yılı zor geçiririz öngörüsü ve önünü göremeyiş
gerginliği zaaflara ana neden...
Zaten Saray ittifakı yılbaşına
yakın para etmeyecek hamlelere girişmedi değil. Ancak para bulunamadı görüntüsü
sergileniyor. Demek ki hesaplar tutmadı. Bölük pörçük bir bütçe geçirildi
meclisten. Sonra faiz şeytanına bel bağlanmış, bin yılın zehrine mecbur
kalınmış pozlar. Borç bini aşmış, hazineyi yutmuş, yedek akçayı içmiş, memleket
siyaseti ve üstün siyasileri hala birbirleriyle atışarak, mevcudun sarfında
bile coğrafi ortaklığa hiç yakışmaz ibarelerin gırla gittiği bir gidişatı yeni
yıla taşınıyor.
Belki de asıl endişe; yeni
yıl tam bir ‘İnce Hesap Yılı’ olmasa da on yıllardan sonra demokratik cumhuriyet
ve devletçi devlet kazanımlarını savunanlar kazanacak endişesi. Endişeye sebep
kazanıp da defterleri açacak, incelikli inceleyecek ve incelikle hesap soracak
kaygısı.
Peki, iktidarın şimdiden
kendini alıştırmaya çalıştığı ve önlemler geliştirdiği bu sonuç tecelli eder mi,
ederse ne olur? İşte Beştepe Külliyesi, seçimleri saray lehine döndürecek
muhasebeyi kodluyor anketlere endeksli. Birilerinin yıkılışı, birilerinin yok
oluşu üzerine tezler tescilliyor. Ve sonrası diğer yılın yılbaşı armağanı. Yok oluş
girdabı.
Kim ne derse desin bu
yılbaşından itibaren ‘İnce Hesap Yılı’ başlamıştır. Artık hesapların tetkiki kaç
yılda biterse. Olur mu? Olur elbette…
AYDINLANMA DESTEKLİ
GERİCİLEŞME…
Aydın nesil, aydın
zümre, aydın toplum derken, zaman ve mekân çizgisinde yaşanan kışkırtıcı
kırılmalara karşı koyulamadı. Sonuç ortada. Memleket hali perperişan. Ve kim ne
derse desin yukarıdaki başlık, başa geldi; Aydınlanma destekli gericileşme…
Hele son on yıllarda
erken zamanlı, baskın seçimlerle oylama, kollama, koparma dizisiyle memleket
başka bir şeylere, bambaşka yerlere kodlandı. Hem de en aydınların veya aydın
görünen veya da öyle geçinenlerin yetmez ama evetçiliğiyle. Bu sesli kabulleniş
bu sessiz günleri hazırladı. Şimdi son pişmanlık fayda sağlayacak mı yoksa
herkes savrulup, sallanacak mı görülecek.
Çünkü Asya atalet,
Avrupa adalet diye diye memleket olarak yalnızlaşıldı. Yanlışlara boğuldu
yaşamlar ve neredeyse asalet kaybedildi. Yaşam ve dünya görüşü açısından da
iyice bağnazlaşıldı. Modernleşmenin klasik tarihinde hep en gerilerde kalındı
ve yobazlaşıldı. Yeri geldi söylendi, beter kopyalanıldı. Zamanı geldi her
türden anlamsız değişime saplanıldı, şartlanıldı, yozlaşıldı.
Yani salt bilgi ve
bilinçdışı kavrulmaya endeksli bir durağanlığa mahkûm edildi memleket. Daima
muhakeme etmeden, mukayese yapmadan, analiz etmeden her modele ve pratiğe
kapılandı. Teori pratik birlikte yürütülemediğinden devlet düzeni de bozuldu. Bol
çalkantılı çarpık bilimdışı ve altbilinç akımları, tarihi ve coğrafyayı
değiştirdikçe beslenilen öz kaynaklar da bir bir kurudu. Akıl ayrıntılarda
boğuldu. Sonuç vurulduk, asıldık, boğulduk, yakıldık dünyası...
Tarih yazıcılarının dipnotlarına
bakıldığında ciddi aydınlanma dönemlerinde farklı farklı senkronlara tutsaklık
görülür. Bu tutsaklık baş gösterince ister istemez gösteriş ve caka başka
yerlere kayar. Bu baş gösteriye karşıt, yargılayan ve yargılanan türden bir
kültür oluşması işleri daha da bozar. Bu bozulmalar toplumda nedense pek
yadırganmaz. İşte bu yüzdendir bu
memlekette değişimin ve değiştirmenin zorluğu. Bir yığın aydın bu yolda yok olurken
bir kesim gelir, yan gelir yatar. Uygun zamanını beklemişliğin hırsıyla, zaman
ve mekân ayarlandığında, elde kalan yorgun ve sahte aydınlarla, yavan buluşma
gerçekleştirilir sonucu; Aydınlanma destekli gericileşme…
Peşinden aşkın sömürü,
tam sömürgeleşme. Yoz kültüre tam adaptasyon. Adap edep bir kenara mevcudun
yaygınlaştırması. Tepkilerin kısılması ve kısırlaştırılması. Sonuç eskide
benzer süreçleri yaşamışlıkların hiç görülmemesi, görülmezden gelinmesi. Aydın
olmanın gereği tavra, damar tıkanıklığı. Oysa küllerinin memleket yarattığı,
memleketlerin başında maalesef bu memleket gelir. Eski tarihlerden beri
böyledir. Ancak diş kökü batılılaşma olan her değişim ve reform hamlesi, her
seferinde barbarvari Asyatik öze takılır. Bu yüzden arada kalmışlar hiç
ilerleyemezler. İleri gidenler ise mutlaka tökezler. Oryantal dünyanın
kaderidir bu durum…
Elbette eski çağ
doğuludur. Doğu, daima yeni ve yakınçağın çok uzağındadır. İşte negatiflik hep
bundandır. Yarı doğulu yarı batılı davranıp, hanedanın kutsallığına tapınmadır
ayakbağı olan. Bilahare başka çare kalmamıştır tezine sığınmaktır. Aydınlanma
ve aydınlanış asla bu değildir.
Zaten modern
kurumlaşma gerçekleştirilemedikçe, her daim otorite boşluğu doğar. Olmuş dolmuş
derken otoritenin zayıflığı, kitlesel, bölgesel ayaklanmaları da doğurur.
Anlamsız ve tabansız tüm ayaklanmalar da doğuludur. O baştan ayağa tüm
ayaklanmalar, aynı zamanda aydınlarını yer bitirir. Kimin öncülüğünde olursa
olsun, çağın ideolojilerine bir bir uzaklaşmadır. Çağdışı dünyaya yakınlaşmadır.
Bu iç karartıcı atmosfer hiç önemsenmez. Oryantal zihniyetin kaderi de budur…
Yüzde yüz kaypak aydın
duruşun, aydınlanmanın çok uzağındaki atıştırmalık bilgiyle, dünya
biçimlendirme gayesine destek zararı katladıkça katlar. Ulusların tarihini
aydınlanış temelli ayaklanmalar belirler tezi de bu memlekette hep bir şekilde
çürütülür…
Dünyada ve memlekette
şimdinin şekli şemali işte hep o kültürel çürümenin ürünüdür. O baş belası
çürüyüşün ilk tercihi ise Asya'da, Ortaasya’da kurgulanan din, mezhep ayrışması
ve kirli savaşlardır. Ayni güruhun Avrupa'daki işi ise eşit bölüşmenin dışında
başka yapacak işleri kalmadığından sonsuzu yakalama düşü kurmaktır.
Gerçekleşir veya
gerçekleşmez ama sık aralıklarla yüzleşilen, hiçbir akıl buluşmasının ürünü
olmayan ölçüsüzlükte ve hainlikte, Asyatik öze dahi uymayan bir aydınlanma
karşıtı asileşmedir. Yıllar yılı aydın nesil, aydın zümre, aydın toplum diyerek
bu faciadan beter hale gelinmişliğin faturası da çok ağırdır. Ve bizzat
ilgililere kesilmelidir…
Faturayı başkalarına
yıkmak için en alasından asileşilir ama asla asıllaşılamaz ve asilleşilemez. Bu
memlekette kolay kolay bir şeyler değişmez denilir ama bir gün mutlaka değişir.
Hem de devrimlerin devrimiyle. Tarihle sabittir...
Şimdilik durum;
Aydınlanma destekli gericileşmenin çatırdayış sesleri. Bir adım sonrası toz
duman. Sanki çok yakında söz milletin. Son söz…
EVRİMSEL TARİH VE
İNSANLIK…
Kendi açtığı yolda yılmaksızın
yürüyenlerin önü asla kesilemez. Onlarla uğraşmak da zordur. Çünkü onlar
sonsuzluğa ulaşma tutkusuyla, gelenekleri yıkarlar, dünü bugünü yakarlar ve geleceği
kurarlar. Yani tarihi, insanlık tarihini yaratan, evrim geçiren insandır.
Evrimleşemeyen insan ise tarihte neler olduğu ile pek ilgilenmez, ilgileniyor
görünür. İlkel bilinçle ilgilendiği sadece kendisi ve kendisi gibilerdir…
Tarihle sabittir, elitleşen
eşitsizliğin merkezinde alınteri, emek ve üretim yatar. İlletleşen eşitliğin
odağında ise odalık cariyelik ülküsü. Yoksunluğun ve yoksullaşmanın temelinde
ise düşüncesiz tüketim lüksü. Zaten üretim ve tüketim dengesizliği tarihin
binlerce yıllık temel gerçeğidir. Gerçeküstü harcamak ve acı gerçek harcanmak…
Böyle olmasına karşın,
gerçekler apaçık sırıtmasına rağmen, uzay çağında bile durum kabile mantığı ile
izaha çalışılır. Mesele mantıksızlık mezarına gömülür. Uygarlık ta, toplumsal
gelişmeler de maalesef bu mantıkla kör karanlığa işlenir.
Oysa üst akla ve alt
metinlere karşı durmanın ve direnmenin özü evrimsel değişim üzerine etkileşimdir.
Öyle bir etkidir ki bu harcanan uzun yıllardan sonra elde edilen sadece
asilliktir. Asillik yapmacık bir asilikle kolayca yitirilebilir de…
Avamsı asilik ve suni
asillik arasına sıkışmışlar, tüm tarihsel anımsatmalara karşı koyan bahaneler
ve sebep arayışlarıyla, köleci zihniyete geri dönüş yaparlar. Bir halt
yemişler, sağlam halat yakalamışlar gibi. Oysa ölümlüdür her fasıl. Ölümcüldür
bu fosil sapkınlık. Zaten bu aberrant abartı, insanın ve toplumların tarihsel
evrimini de reddeder. Evrimsel tarihi de…
Hiç değilse ağırdan
bir evrimleşmenin olabileceğini kabullenmek bile, en akılcı durumdur, doğru yorumdur.
Çünkü evvel ahirde evreleri incelemeden irdelemeden aklın egemenliğine
ulaşılamaz. Bilir bilmezlikle bakanlar dahi görür; dil, din, düzen insanın
evriminde belki en büyük etkenlerdir. Ancak toplumsal patlamalara, büyük
devrimlere de en büyük engeldirler. Salt düzelteyim derken, kişisel bozulmaları
ve yozlaşmaları güdüler.
Tarihsel
deneyimlerden, evrimden ve devrimlerden kopuşla yaklaşılır inlere, dinlere. Bu
yakınlaşma yetmez kıyasıya mezhepleşilir. Meslek seçilir gibi, takım tutulur
gibi dincileşilir. Zaten dünya tarihinin en yanlış anlarını din bezirgânları
kurgular, en acımasız anılarını da bunlar cilalar. İşte böylesine çağdışı ve
çıldırasıya bir tutumdur tapınılan. Dinbazlar hep başroldedirler. Her haltı
kendilerine mubah sayarlar. Ve bir daha düzen tutmaz…
Diğer yandan önü
açılan din baronları, tüm tarihsel gelişmeleri tersine döndürecek tiynettedir. Çünkü
bunca toplumdan soyutlamalar ve soyutlanmalar ancak dini ve ahlaki yozlaşmayla
olur. Evrime, evrilmeye üstünkörü direnmeyle olur. Ve acımasızca o direnci gösterirler.
Görüntü gerçektir
belki ama hür irade geçmiş çağlarla hesaplaşmasını yapmadığından öznel
öğretisini de geliştiremez. Bu yeni bir dönem yaratmak çabasını da mutlu sona
yakınlaştırmaz...
Saltanatı kaybetmek bu
kadar zorken, her nedense hangi akla hizmet sınır tanımaz biçimde her şey
tanrılaştırılır. Korkusuzca Tanrı değiştirilir. Ve değiştirmeler dinleştirilir.
Kurulan yapay din adına her şeye göz yumulur. İşte anlaşılamaz gericileşme
budur.
Oysa tarihsel evrim
süreci ekonomik ilişkileri düzenleyen bir modda işler. Ekonomik
biçimlendirmeleri de belirler. İnsanlık tarihi ekonomik gelişmeler ve
değişmeler doğrusunda şekillenir. Ama her zorlu kavşakta, nedense tuzak
kurallarla kuşaklar boyu etkisi sürecek bir modele tapınma başlatılır. Yeryüzünün
öteki yüzü beriki yüzü her türlü fitne fesada boğulur. Yüzsüzleşilir…
Zulmetmeye zemin
hazırlandıkça, bilimsel ve toplumsal beklentiler ihtiyaçtan öte ihtiyaçken yok
sayılır. Yani tüm yaşananlar, tanık ve kanıt bolluğunda yalnızlık oldu. Dinci
üç maymunculuk doğurulur. Özellikle evrimleşemeyen aklı evveller zokayı
yutarlar…
Oysa uzak-yakın tarihi
yanıltan da yoksulluktur, tarihi yazan da. Bir kereliğine benliklere örümcek
sürüleri akın edince, etik bozulmaya dur denilemeyince, toplumsal kükremeler de
hep cılızlaşır. İsyanlar masumlaşır. İnsanlar maymunlaşır. Maymun iştahlılık, bin
yılların politik gelişimi, tarihin oluşumunu hiçe sayarak, köklerinden alınası
değerlerle kötü geleceğe direnişi yer bitirir. Zaten apaçık başa gelenler ve
arsızca hayata kakılanlar yenilir yutulur cinsten değildir. İşte sırf o yüzden
bile yarınları kurtarmak, geleceği kurmak kutsaldır.
Evrimsel tarih işte o
yönde gerçekleştirilecek kutsal isyanları bünyesinde taşır. Kutlu asilliği
üzerinde taşıyanlar ve doğru yolda yürüyenler ise kutsallaşır.
Evrimleşemeyen insan bu
kutsi mukadderatı göremez ama kutsal isyanlar resmen tarihte kayıtlıdır…
Mer-AİHM’E UYMAK VEYA
UYMAMAK…
AİHM’e kim uyuyor, kim uymuyor?
Kimler uyuyor. Bakmak lazım…
Yaklaşık 15 sene önce iş
yaptığımız firmanın, İngiliz temsilcisi Mr. Philip firmamıza geldi. Bana 100
farklı soru sordu. Çalışanlarımızla neredeyse birebir görüştü. Benimle asgari
ücretin parametrelerini bile tartıştı.
Akşam yemeğe götürdüm. Yemekte
sordum:
Niye denetlemeye geliyorsunuz.
Size yaptığımız işler sizin önünüze geliyor. Gelme sebebiniz seyahat mı? Kritiğinizi
gelmeden de yapabilirdiniz dedim.
Mr. Philip; geliş sebebim bize yapılan
üretimin, hangi moral değerlerle yapıldığını görmek. Çalışanlar mutluysa
yaptıkları işe de yansır. Bu bile bizim satışımıza yansır.
Çalışma koşullarınıza bakıyoruz.
Yıllar önce Hindistan’a fason iş veriyorduk. İşler bize geliyordu. Yerinde denetlemiyorduk.
Küçük çocuklar çalıştırıyorlarmış. Tuvalete sık gitmesinler diye ayaklarından
makinaya bağlıyorlarmış. Yangın çıkıyor 14 küçük kız çocuğu ölüyor. AİHM de yargılandık.
Firma olarak bizde yargılandık, büyük tazminatlar ödedik.
Bu olaydan sonra iş
verdiğimiz ülkeleri ve işletmeleri denetliyoruz. Çalışma koşulları iyi olmayan
ülkelere ve işletmelere iş vermiyoruz…
Ben AB (Avrupa Birliği) karşıtı
biriydim. AB’yi bizi sömüren kanımızı emen bir yapı olarak görüyordum. Bizi
sömüren bir yapının bizi bizden fazla düşünmeye çalıştığını o zaman anladım. Şimdi
AB’ye bu koşullarda girmenin doğru olduğunu düşünüyorum. AB ticareten bizi
sömürsede, insan hakları, demokratikleşme, hukuk ve adalet konusunda, özellikle
çalışma koşullarında, vb. konularda AB’nin bizi ilerleteceğini düşünüyorum.
Bu temel konularda
gerçekten karnemiz çok kötü. Bizi neden AB’ye almadıklarının sebebi açıkça, belli
değil mi?
Diğer yandan ILO, AİHM
gibi kuruluşların aldığı kararlara uyacağız diye sözleşmenin altına imza
atmışız yıllar önce. Şimdi uymuyoruz. Bedelleri de çok ağır oluyor sonra.
Tazminat üstüne tazminat. Madem uymayacaktık niye imzaladık zamanında.
Bu durumda AB’ye girmek
istiyoruz lafına kim inanır. İnanmasa alır mı? AİHM’e kim uyuyor,
kim uymuyor? Kimler uyuyor? Bakmaz mı eloğlu…
Ayş-YENİYIL, YENİ BİR UMUT!
Her yıl sonunda yeni yıl için hedefler koyarız, güzel
dileklerde bulunuruz. Bu yılda 31 Aralık 2020 günü, dilek dilemelerimiz kocaman
liste olacak, yürekten, en içten duygularımızla...
Maddiyattan çok manevi dileklerde bulunacağız
arkamızda çok zorluklar, hüzünler bırakmış olacağız, konuşması bile ağır geliyor.
Yazması daha da zor. Unutulacak mı, aslaaa...
Tüm dünyanın sınavıydı bu unutulur mu? tarihe kara
kara harflerle yazıldı. Bizden sonraki nesiller de unutmayacağı gibi tedbir
alma anlamında örnek olacak. Bitti mi tabii ki henüz sıkıntılarımız bitmedi,
sınavlarımız daha var, belli ki daha sürecek. Yolun büyük bir kısmını aştık.
Yeter ki daha ağır, kaldıramayacağımız sınavlar olmasın, zaten en babasını
yaşadık.
Bireysel sınavlarımız var sanıyorduk oysa tüm evrenin sınavı,
insanlığın sınavı. Evet bu insanlığın sınavı. Hayvanların, bitkilerin sınavı
değil biz insanların sınavı. Sınıfta kaldık dostlar…
Çocuklarımızı düşünelim. Düşünüyoruz, sınıf tekrarı
yapmasınlar diye ne kadar çok çaba sarf ediyoruz, çalışmazlarsa kızıyor hatta
elimizde olmadan baskı yapıyoruz. Peki biz ne yaptık, çocuklarımıza ne cevap vereceğiz,
onlar bize baskı yapmayacak ama biz vicdanımızda kendimizi cezalandırmalıyız. Hak
ettik. Neler mi yaptık daha doğrusu ne yapmadık? Çocuklarımız tecavüze, tacize
uğradı onlar için ne yaptık ne yaptık kocaman bir HİÇ...
Öldürülen, tacize uğrayan kadınlarımız, genç
kızlarımız için ne yaptık kocaman bir HİÇ. Ahhh! Dilsiz insanlığa emanet olan
hayvanlarımız, onlar için ne yaptık yine kocaman bir HİÇ... Canım ülkemizin
yine dilsiz canlılar ormanlara, ağaçlara ne yaptık. Kocaman HİÇ. Onlar bizim
için ne yapıyor havamızı temizliyor, toprağı koruyor ve daha birçok faydası var.
Kestik, biçtik. Diktik betonları neden, manzarası güzel yerlerde oturmak
için...
Denizlerimiz, bize sağlık veren denizlerimiz,
balıklarımız onları da kirlettik, yok ettik... Her yeri betona çeviren sevgili müteahhitlerimiz
ne yaptılar, çaldıkları malzemelerle bina yaptılar depremde yıkılır mı,
insanlar binaların altında kalırlar mı diye düşünmeden. İnsanları çürük
binalarda oturttular. Daha öncesinden ders aldık mı kocaman hayır, öyle ya para
hep tatlı geldi onlara...
Ölümsüz sandılar kendilerini hep. Kendilerine lale devriydi.
Yaptıkları yanlarına kar kalıyor ya görünürde, sonrasını bilemeyiz.
Kapitalizmin oyunlarına nasılda geliveriyoruz. Paralarımız havada uçuştu,
çaldık, çırptık, fakirlik dine bağlandı. Kuru ekmekle halk kandırıldı.
Hırsızlık için yarışıldı, kim daha çok çalmışsa alkışlandı. Eeeee, bu kadar
katliamdan sonra doğada bize kesti cezasını…
Sınıfta kaldık hem de öyle böyle değil, çocuklarımıza
nasıl hesap vereceğiz, yüzlerine nasıl bakacağız... Özür dilesek ne fayda. Geri
gelemeyecek kayıplar, zararlar mevcut. Sil baştan yapacağız belli ki, yıllar
alsa da yeniden, yine çabalayacağız. Sistem sopasını gösterdi ders almadıysak
vura vura öğretecek. Bizler öğrenene kadar. Bu iş böyle. Sınıfta kalmanın
süresi yok tekrar tekrar aynı dersleri görecek, aynı sınıfı tekrar tekrar okuyacağız.
Biz bıkacağız sistem bıkmayacak.
Çocukları, hayvanları katletmeye devam ettikçe hepimiz
ceza göreceğiz, bir kişi hırsızlık yapsa hepimiz ceza göreceğiz, bir kişi bir
ağaç kesse hepimiz ceza göreceğiz, bir kişi bir kadına tecavüz etse, öldürse
cezasını hepimiz çekeceğiz, bir kişi denize çöp atsa hepimiz ceza göreceğiz.
Maalesef...
Evrenin sistemi böyle çalışıyor dostlar. Hep beraber
bu kadar hatayı yapmadık ama engel olamadık, olmadık. Çalanı alkışladık,
öldüreni cezaevinden saldık. Ormanı yaktılar desteğimizi kesmedik. Eğitimimizin
ırzına geçtiler hem de defalarca göz yumduk. Çocuklarımızın geleceği ile
oynadılar para ağır bastı, alkışladık. Bir paket makarnaya oyumuzu sattık, bir
paket kömür bize ödül gibi geldi. Fakirlik en yüksek rütbe oldu, madalya gibi
boynumuza astılar. Camilerde fakirlik üzerine vaazlar verildi utanmadan,
sıkılmadan, dinledik. Din değerleri ayaklar altına alındı sesimiz çıkmadı. Çocuk
gelinler hediye edildi dedesi yaşındaki erkeklere sadece söylendik. Sınıfı geçebilir
miyiz, aslaaa...
Sistem kabul etmiyor. Ne mutlu ki etmiyor ama olan acı
çekenlere, zamansız gidenlere oluyor. Daha 31 Aralık gecesine kadar düşünmemiz
için süremiz var. Yeni yılda, 2021 yılında ya kendimizi düzeltiriz ya da tekrar
sınıfta kalırız.
İş bize düşüyor dostlar. Her yeniyıl yeni bir umut! Önce
sağlık, sonra doğru seçim, mutlu geçim ve adalet arama hepsi bu. Sistem için
fark etmez belki, ya bizim için…