31 Ocak 2017 Salı
REFERANDUMDA AKP’LİLER DE “HAYIR” DİYECEK…
Bir yaman çelişki görülebilir ama rejimin sorgulandığı ve sistemin sonlanacağı Başkanlık referandumunun sonucunu bizzatcAKP’liler belirleyecek. Hem de belli bir kesimi başkanlık sistemine ‘hayır’ oyu vererek. Hayır verecekler. Yani kim ne derse desin iş oraya doğru gidiyor; “Referandumda AKP’liler de hayır diyecek…”
O yüzden içten içe kanayan her türlü karaktere dönüşebilecek bir sessizlik yaşıyor millet. Dile kolay on yıllarını bu işe harcayanların, özellikle son on beş yılın emeği bir çırpıda el değiştirecek. Millet bu ihtimali de görüyor. Zaten yarınlarla tanışmayanlar o beklenen çığlığı yürekleri çağlasa da bir türlü atamazlar. Güneşin tutulduğu boşluğa tutunurlar veya yanardağ kraterine otururlar. Ve yanarlar, kavrulurlar. Denizlere de salamazlar içten içe kemikleşmiş kuraklığı. Yani koskoca bir boşluk ve bilinmeyen bir sonsuzluk sessizliği doğurur.
İşte yerelden genele AKP’de böyle bir hükümden düşme, hükümdar düşünce hakim. Millete yansıyan şekli ise son karar aşamasında. Çünkü toprağa vatana millete olan borç seslenmektir. Yakında iktidar içinden de aykırı sesler yükselir. Seslenecekler.
Adalet ve Kalkınma kavramına Allah, din, kitap, mezhep, iman, namaz katılarak devşirilen yarı yüzdelik içinde şimdiden kıpraşmalar ve kırılmalar başladı, başlar. Bu gidişle zekice işletilen planlar, kapital egemen projeler de sistem değişikliğinde tutmaz. Belki de tutuşmalar da başlamıştır. Ayrıca ayrılık senfonisi ile erk zayıflayınca geçici çare görülen rejim karşıtlığı ve sistem değişikliği de pusabilir. Heves kursaklarda kalabilir.
İstenen tam o mudur, at izi it izine karıştı ama başkanlık önerisi meclisin geçirdiği gibi milletten de geçebilir. Geçer geçmez de başkan olacak pehlivanlar meydana çıkar ve peşreve başlarlar. Ama sandığın garantisi yok ki; aniden çayırlar kızıla da çalabilir. Ayın ay yüzü kızarabilir. Kızgın kırmızı güneş yakabilir. Ve 2023 programı tam tuttu tutacak denirken, iktidar tümden sola, solaklara geçebilir. Başkan moskof gâvuru; solcu, devrimci, sosyal demokrat, sosyalist, komünist olabilir. Allah muhafaza olursa bir gecede AKP’yi siyasetin mezarlığına gönderebilir. Yetinmez tüm muhalif sağdan partileri kapatabilir. Proletarya diktatörlüğü’ne kapılar ardına kadar aralanabilir.
İşte yerelden genele AKP seçmeninde böyle bir korku egemen. Ve bir daha ki seçimde inşallah inancı körelebilir, muhafazakar probangandalar da işlemeyebilir…
Aslında Nisan yağmurlarına kadar kasım kasım kasılanlar da, her suçu günahı diğer yüzdeye yıkanlar de aynı telaş ve endişe içindeler. Eğer bunca açılan makas daralır da, özene bezene ele geçirilen iktidar mavi gözlü sarı Paşa'ya tapanların eline geçerse eyvah.
İşte sadece bu yüzden AKP’de, AKP’yi yönetenler de ve her defasında AKP’yi seçenler de son veda ve yalpalama öngörüsü hafızaları ve ezberleri bozuyor. Ve akılları tutuşturuyor. Sağlık esenlik dileyerek sağduyuyu öne çıkarmak ta yetmeyebilir. Görülüyor.
Çünkü her türlü afra tafra ile memlekete atılan düğümün çözülmesi söz konusu. Maksat ısrarlı değişim ama ya işler birden tersine dönerse ne olacak. Sokağa dökülmeler yetecek mi? Müjde istikrar gelecek diye ya siyasi istikbal hepten elden giderse kim kime kalacak. Bu neyin siyaseti, bu neyin nesi on yıllardır özlenen, beklenen ve istenen geleceğin sonu değil mi. Resmen bitme siyaseti. Siyasetin bitişi.
Her seferinde milletin sağduyusuna güvenen başkan ve başkanın adamları bu kez ciddi bir şekilde yanılıyorlar ve yanılabilirler. Bu ve benzer sebepler yüzünden AKP’liler yenilikçi ve reformist davranıp başkanlık sistemine “Hayır” diyecektir, diyebilirler…
30 Ocak 2017 Pazartesi
PROTEST NOSTALJİ
Şu fakir ülkede solcu, devrimci, sosyal demokrat, yurtsever, sosyalist olmak yüzyıllardır başa bela. Son on yıllarda ise dine imana bakılmaksızın moskof gâvuru olmakla özdeş. Empati yapılmaksızın böyle özdeşleştirilmiş. Hala ayni tezgâh, ayni senaryo, ayni film. Bu garabet eşleştirme küllük eşeleyenlerin eşsiz marifeti. Geçen onca yıldan sonra bu günlerde yine protest nostalji kasetleri dinlemek ve muhalif kalmak yiğitlik hali. Hele daha bir protest olanları dinlemek ve en eskileri söylemek, hala radikal en muhalif olmak cesaret işi.
Eskidendi elbette kaset devri, çoktan geçti bitti. Tak kaseti söylemleri de yok artık. Taka sara yıllarca içine edildi fakir dünyaların. Şimdiler de prim yapanlar ise daha bir fena sanki. Afaki fani şiirler, yanlı fanlı şarkılar ama hepten ilahi formatlı. Kulaklar sağır, gözler kör olunca çok şeyler değişti daha da değişir şu memlekette. Çok az zamanda çok geri gidişler halledildi. Halledilir. Yani çok işler başarıldı tersine düzüne. Ve yine kasetler sarılıyor, modern zamanlar ise gerisin geri ilerliyor. Hem de sabırsızca sorumsuzca.
Çok protest olmak neye yarar ki şu fakir memlekette. Hiç. Topluma yıllar önce sosyalizm okkalı nakşedilmiş, bu gün itibarıyla da pek değişen bir şey yok; “Sosyalizm ortak malların büsbütün zıttıdır. Ortak mal ne kadar iğrenç ise sosyalizm o kadar makbuldür. Sosyalizm Fransızca bir kelimedir ki cemiyeti beşer manasına olan sosyete kelimesinden türetilmiştir…” Eyvallah.
Düşkünlükten sıyrılma paralel zamanlarında düş çılgınlığı sarar beyinleri. Düşlerde başlayan bir bir gerçekleşir ve üretimi düşkünlük ile iğreti paslaşmalar türer. Tahta çıkıldığında, posta her oturulduğunda gelmiş geçmiş ganimetler şuursuzca yağmalanır. Baştan sağma tam yayılma başladığında tepsiler kızarır, kadayıfın altı yanar. Umursanmaz. Üretilmesi, üleşilmesi, bölüşülmesi, paylaşılması da, değişen zevkler ve hiç gerekmeyen şevkler de artık yarı yarıyadır. Zaten yıllar önce; “Fransız devrimi zengin, Bolşevik devrimi züğürt bir devrimdir…” diyerek yollar ayrılmıştır. Sonlara yakın ödünç adımlarla istikametsiz yürümek ise bir güzel modalaştırılmış. Böyle işliyor bu günlerde siyaset sistematiği. Millet Tanrısallığı simgeleştiren yaklaşımlarla dizayn edildi, ediliyor.
Unutulmamalı ki hangi kaset sarılırsa sarılsın hayalle gerçek arası bir merkezde gelenekler hiçe sayılır. Ve sanal mutluluğun bedeli çok ağır olur. İşin sınıfsal yüzü hiç görülmez, özü hiç kabul edilmez. Tüm sol değerler dışlanır. Kurtuluş şarktan da garptan da aransa, aranır ama bir türlü gelmez. Çünkü şarkın da garbın da dayattığı harptir. Sonrası takınılan tavır eğer evet ise “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” hayal olur, demokrasi ancak düşlerde görülür.
Protest nostalji kasetlerinde kayıtlıdır; bundan tam yüz yıl önce şu fakir memlekette mavi gömlekli emekçiler, boyunlarında kırmızı boyunbağları yakalarında kırmızı rozet işgal kuvvetlerine karşı, emperyalist işgali protesto ederek yürürler. Yürümüşlerdir. Kurmaca yazılar kanı kaynatır ama gerçek aynen böyledir. Yazı diyarıdır, vurgun yeridir ama tarih abartısız aynen böyle der. Ve tüm yükselişleri de iniş zamanları belirler. Vaatlerin tümü belki sırayla yerine gelir ama henüz son nokta koyulmamıştır. O da vakti saati koyulur.
Kırmızı üstüne yazılmıştır ilkler ve hala korkusuzca yazılır. Kaybetmişlikler de tescillenir. Ve Beynelmilel Marşı çalınır tüm protest girişimlerde, her eylemlilikte. Ve nostalji şarkılarının başında moskofluk saçmalığı çalınır kulaklara. Hariçten mızıkacılar ise savrulan siyasal havadan demlenir, nemlenir. Ve bildiriler bildirimsiz, kayıtlar muvazaalı, kayıplar meçhul, ölümler isimsizleşir neredeyse tüm hayatlar silikleşir.
Yıllar evvelden bellidir işin özeti “komünistler Moskova'ya…” Zafer acıdır veya acıtır kalpleri. Devam eder adam harcamalar, durmadan asla rejimle bütünleşilmeyen harcanışlar. Zaten dev yangınlara cüce kıvılcımlar yeter de artar. Nice kıvılcımlar kapitalizme ve emperyalizme karşı her mücadeleye asli yoldur. Ama o yollar da gâvurlaştırılır. Bilim boşa ulaştırılır. Protestlik dinsiz sayılır, dinsizleştirilir. Hedef değiştirilir. Hele hele “Kapital” okumak şu fakir memlekette hala en kötülük vesilesidir…
Burçlar dengesiz bayraksız kaldığında, posterler yan yana tezgâhlanır. Us tezgâhlarına sunulur henüz manifestosu yazılmamış, yapılmamış mücadeleler. Protest nostalji şarkıları ile beslenir siyasal açlıklar. Kusursuz yaratılar teksir makinesi de kalmadığından, narin dallar kırılır. Aslında ne kitaplar var banyoda yakılmış, havalandırma boşluğuna bırakılmış. Çok eskilerde kaldı siyasal gözü karalık.
Bu günlerde tüm muameleler aletli jimnastik, ritmik aerobik. Haberler hiç de iç açıcı değil. Memleketin ömrü sona dayanmış. Ne sevinçler var unutulmayan. Ne yüce sevgiler, sevişmeler yaşanmış eksik gedik. Hiçte kalıcı değil yarınlara uzayan yarı buçuk paylaşım. İşte protesto buna ve o protest nostalji günlerinden kalma.
Şu fakir ülkede solcu, devrimci, sosyal demokrat, yurtsever, sosyalist olup, moskof gâvurundan sayılmak, görülmek başa bela olsa da zamanı geldiğinde unutulmuş bütün protest kasetlerini her seferinde başa sarar. Protestoların Allahını tetikler. Kazancı da semeresi ise sadece ölümsüzleşmektir.
Şu fakir ülkede on yıllardır moskof gâvuru olarak isimlendirilenlere de bu ölümsüzlük normu yeter. Yeter de artar…
27 Ocak 2017 Cuma
AH MEMLEKETİM…
AH MEMLEKETİM…
Her şey memleket sevdası ile başlar. Bitmeyen kavga, ölmeyen kara sevdadır memleket sevdası. Başlar bitmez, özlemle yine yeniden başlar ve yakar. Yakar geçer. Ve her teori de de adı geçer. Tüm yankılı hatıralar inceden aklı kurcalarken meğer nafileymiş her şey diye akıllanılır biraz. Ama yetmez. Ortaya çıkar en derin yalnızlıklar. Torbada akıl almaz günahlar ve sevaplar yarışır. Birbirine karışır. Şanslılık çok önemlidir belki ama özellikle seçilmişlik en zorudur. Zor oyunu bozar o yüzden memleket sevdasına asla dokunmamak gerekir. Dokunulunca usulcacık kıpraşır yürek yangınları ve memleket sevdası vurur damgasını.
Dam çöker, dem vurur, üzerinde memleketten kesitler bulunan kartların arkasında iki satırlık sevda yükü çağlar. Sevda yüklü bulutlar dağıldıkça engine hasret tükenmez hiç. Ve memleketi taşır en dağlanamaz duygulara. Tükenmez hasretin ne soğuk önerisidir bu tutku. Tutku bunaltır felsefesi bozuk gelenekleri. Memleket sevdası alt üst eder her şeyi. Sansürden kaçan şehrin asilerine ve en azizlerine de kucak açar memleket sathı.
Ah memleketim. Ah memleket sevdası ah…
Kaç bin yıllık felsefedir memleketin zar zor aydınlanma çağı. Memleket öncü sevişmeleri de barındırır ve ödüllendirir sevdayı. Geçici körlükten kaçanlar düşlerde yeni yetme heyecanıyla da olsa karşıt uydurmalar tuzağında ki olgun kadınlara hiç aldanmaz. Adalet terazisi elinde gülkurusuna bürünmüştür memleket. Gül dikenlidir. Memleket kaşmir sokaklarda kara kışın hasretiyle haliyle cakalanır. Yaz başı boşalan kadehlerde de buğuyu saklar.
Saklar durmaksızın. Aklı fikri naz niyaz telaffuz edilenlere bağlı kalmışlar hiç anlamazlar bu devrimci mevzilerin kaderi şekillendirdiğini. Yakalarda el izleri, enselerde sıcak nefesi, her bölgesi balıksırtı, her yöresi bıçak sırtı, sevda sıcaklığı yoldaş sığınağıdır. Ancak şu ihtilaflar şuh itiraflarla resimlenir. Sanattan ucube diye kaçanlar göremez elbette. Memleketin bilime karşı duruşu cesaretlendirildikçe de sesler alçalır. Ve saatlerce cesaretlendirilenler alçaldıkça özler daralır, gözler bunalır. Baş boş aktığına, baktığına yazılır uydurma memleket kitabı. Ve içi titrer memleket sevdalılarının. Akıllarda çırılçıplak anılar kalır. Yüze vurur anıların şavkı. Ve şevke gelir yeniden memleket sevdası. Çarpar yürekler yine delice. Soluklar tekler.
Ah memleketim. Ah memleket sevdası ah…
Eksik fazla kurulu düzenin yıkılmasından endişe duymadan eski inançlara kapılanlar nedensizliğe kapılanır. Ve deniz memleketin altın anahtarıyla hayranlıklara açılır. Boğulma vaktidir tufanlarda ve ayran gönüllere girer kuşku. Deniz gözlü Deniz patlayasıya özlenir. Tıpkı memleket. Tıpkı memleket sevdası gibi. Yalan olmaz statüler kaybedildikçe kaybedilir ve ay ışığı porselene dönüşür. Bulutlar parsellenir. Sıcak güneş altında buruk hayallere dalmışlara tepeden tırnağa nostalji dağılır. Nostaljiye tutulmuştur memleket.
Şimdiki hali korku cenneti, iskeleti metal köprüler. Kıldan ince köprülerden geçilir ve başlar tarihe yolculuk. Memleket buna alıştırıldıkça da kara bulaşır gönüllere. Toplumların değişimi ile ilgili fikirler evrimi değil devrimci görüşü yansıtır ama inanılmaz. Düşmanlaşılır. Aslında bu yörelerin özene bezene cömertçe sunulmuş güzelliğine bulanmaktır memleket sevdası. Düşmanlaşmaya değil. Sen memleketin çatlamış dudağı diye başlar şiir. Ve öpmek gerekir diye biter. İşte düşlerin düşüşlerin mezarından hayatını ata vasiyetine bağlı kalarak dağılmadan toparlamaktır mesele. Yani şiirlerin kökeni belirler memleketin mimini. Memleket sevdası imini de cimini de mimler.
Memleket sevdası hiçbir zaman hak etmeyeni de tek adamlığa yakıştırmaz. Ama bu memleketin vitrinleri de vitrin mankenleri de kıssadan hisse ikiyüzlü artık. Yakışmaz.
Ah memleketim. Ah memleket sevdası ah…
Her şey memleket sevdası ile başlar. Bitmeyen kavga, ölmeyen kara sevdadır memleket sevdası. Başlar bitmez, özlemle yine yeniden başlar ve yakar. Yakar geçer. Ve her teori de de adı geçer. Tüm yankılı hatıralar inceden aklı kurcalarken meğer nafileymiş her şey diye akıllanılır biraz. Ama yetmez. Ortaya çıkar en derin yalnızlıklar. Torbada akıl almaz günahlar ve sevaplar yarışır. Birbirine karışır. Şanslılık çok önemlidir belki ama özellikle seçilmişlik en zorudur. Zor oyunu bozar o yüzden memleket sevdasına asla dokunmamak gerekir. Dokunulunca usulcacık kıpraşır yürek yangınları ve memleket sevdası vurur damgasını.
Dam çöker, dem vurur, üzerinde memleketten kesitler bulunan kartların arkasında iki satırlık sevda yükü çağlar. Sevda yüklü bulutlar dağıldıkça engine hasret tükenmez hiç. Ve memleketi taşır en dağlanamaz duygulara. Tükenmez hasretin ne soğuk önerisidir bu tutku. Tutku bunaltır felsefesi bozuk gelenekleri. Memleket sevdası alt üst eder her şeyi. Sansürden kaçan şehrin asilerine ve en azizlerine de kucak açar memleket sathı.
Ah memleketim. Ah memleket sevdası ah…
Kaç bin yıllık felsefedir memleketin zar zor aydınlanma çağı. Memleket öncü sevişmeleri de barındırır ve ödüllendirir sevdayı. Geçici körlükten kaçanlar düşlerde yeni yetme heyecanıyla da olsa karşıt uydurmalar tuzağında ki olgun kadınlara hiç aldanmaz. Adalet terazisi elinde gülkurusuna bürünmüştür memleket. Gül dikenlidir. Memleket kaşmir sokaklarda kara kışın hasretiyle haliyle cakalanır. Yaz başı boşalan kadehlerde de buğuyu saklar.
Saklar durmaksızın. Aklı fikri naz niyaz telaffuz edilenlere bağlı kalmışlar hiç anlamazlar bu devrimci mevzilerin kaderi şekillendirdiğini. Yakalarda el izleri, enselerde sıcak nefesi, her bölgesi balıksırtı, her yöresi bıçak sırtı, sevda sıcaklığı yoldaş sığınağıdır. Ancak şu ihtilaflar şuh itiraflarla resimlenir. Sanattan ucube diye kaçanlar göremez elbette. Memleketin bilime karşı duruşu cesaretlendirildikçe de sesler alçalır. Ve saatlerce cesaretlendirilenler alçaldıkça özler daralır, gözler bunalır. Baş boş aktığına, baktığına yazılır uydurma memleket kitabı. Ve içi titrer memleket sevdalılarının. Akıllarda çırılçıplak anılar kalır. Yüze vurur anıların şavkı. Ve şevke gelir yeniden memleket sevdası. Çarpar yürekler yine delice. Soluklar tekler.
Ah memleketim. Ah memleket sevdası ah…
Eksik fazla kurulu düzenin yıkılmasından endişe duymadan eski inançlara kapılanlar nedensizliğe kapılanır. Ve deniz memleketin altın anahtarıyla hayranlıklara açılır. Boğulma vaktidir tufanlarda ve ayran gönüllere girer kuşku. Deniz gözlü Deniz patlayasıya özlenir. Tıpkı memleket. Tıpkı memleket sevdası gibi. Yalan olmaz statüler kaybedildikçe kaybedilir ve ay ışığı porselene dönüşür. Bulutlar parsellenir. Sıcak güneş altında buruk hayallere dalmışlara tepeden tırnağa nostalji dağılır. Nostaljiye tutulmuştur memleket.
Şimdiki hali korku cenneti, iskeleti metal köprüler. Kıldan ince köprülerden geçilir ve başlar tarihe yolculuk. Memleket buna alıştırıldıkça da kara bulaşır gönüllere. Toplumların değişimi ile ilgili fikirler evrimi değil devrimci görüşü yansıtır ama inanılmaz. Düşmanlaşılır. Aslında bu yörelerin özene bezene cömertçe sunulmuş güzelliğine bulanmaktır memleket sevdası. Düşmanlaşmaya değil. Sen memleketin çatlamış dudağı diye başlar şiir. Ve öpmek gerekir diye biter. İşte düşlerin düşüşlerin mezarından hayatını ata vasiyetine bağlı kalarak dağılmadan toparlamaktır mesele. Yani şiirlerin kökeni belirler memleketin mimini. Memleket sevdası imini de cimini de mimler.
Memleket sevdası hiçbir zaman hak etmeyeni de tek adamlığa yakıştırmaz. Ama bu memleketin vitrinleri de vitrin mankenleri de kıssadan hisse ikiyüzlü artık. Yakışmaz.
Ah memleketim. Ah memleket sevdası ah…
DENEME ÜZERİNE
DENEME ÜZERİNE
Kelimelere ve cümlelere çekicilik kazandırmaktan başka bir şey değildir deneme. Ağa takılanlar ve akla takılanlar üzerine muhteşem aykırılıklarla denemeler yapmaktır önemli olan. Onurluca okuma özürlüler ile görsel titreşimli tüketiciler arasında iletişim köprüsü kurmaktır mesele. Şimdi yaşanacak günler işte o günler.
Deneme bilmek lazım dayanışmasıdır ve zihin bulanıklığından kurtulmaktır…
Bilmeyenler bilsin, nefes darlığından gerçekleşen ölümler kütüphanelerdeki kitapların kapaklarının içinde yazılıdır. Ve canlının ilk nefes alışından en sona kadar ne olduğunu içeren yaşamı ise üç beş cümleyle dış kapakta yazılıdır. Doğumlardan ölüme tüm kıyamet senaryoları ise öğütler ve methiyeler düzmek üzerinedir. Yazıp durulan, okunup sunulan ise hörgücü yamukların korkmadan utanmadan sıkılmadan yaptıklarıdır. Hiçbir yapıtta her şey olup bittikten sonra sağlık olsun demeye diller varmaz. Kalem gitmez. Sadece sağlık olsun demekle işin içinden sıyrılamaz kimseler. Tuşlar basmaz. Uydurma deyişlerle de olmaz kurtuluş. Nice günahlar, açıklar affedilir belki ama yersiz yakalanmalar ve sebepsiz koşullanmaların affı hiç yoktur. Yarın sorgulanacak durum işte bu durumdur.
Geçmişten bu güne yıpranan tüm fotoğraflar da temel ayrılıklar egemendir. Genç dönem diriliğinden sonrası dirliğin kaybolması ve acilen devrin değişmesidir. Tüm bilmeceler, gülmeceler ağlama fonundan beslense de elden gelmez ayıplamamak. Tutmaz denir ama bir tutarsa rejim gazabı, azap içinde kahrolunur. Tüm aksilikler bir süflü böcek gibi denemelere konu olur. Nice isimler vardır hiç mi hiç alakası yoktur kelimelerden dökülenlerle. Kurulan cümlelerde kayıptırlar. Gelecek kaybedişlerin karesi ile çarpılır.
Deneme her cümlesiyle her mahmur yolculukta petekten bal dermektir, kalıp değiştirmektir. Yaşanmamış ipek kadife düşlere salınmaktır. Uzanılan hisar gecelerinde arı beylerini aramaktır. Utanmaz düşman sevinçleri ile uygarlığı yok etmiş ellere direnmektir. Dillerin zulmü ve büyük cahilliktir en ala densizlik. Eşkıyalar yatar yarı yollarda. Deneme aslında tarihsel süreçte uygarlığın mirası ne varsa onu dillendirmektir.
Uzaktan kumandanın yerini bulmak, amandanın sihrine aldanmamaktır deneyip yanılmamak. Hayra bulaşmaktır akıllanmak. Kendini aşmaktır. Aynı zamanda yetenekli patenti yakıştırılanlara çakmağın ateşini çakıp dizi dizi yıldızlara da kafa tutmaktır. Görünüşe bakılıp aldanmak ise sürtüşmeler diyarındaki bir uçukluktur. Buçukluktur. Deneme sistem düşmanlığına tur bindirmektir haykırarak. Denemeler de kendi dilinden beslenir.
Yani ay beyaz parlayınca bedelsiz ezbersiz kırmızıya el konulunca aynaya düşünen suretlerde, siluetlerde dengini bulmaktır yiğitlik. Devleşen gerçeği görmezden gelmekle, gelip geçmekle kararır dünyalar. Görmektir mesele. Eriyen yıldızlardan, cılızlaşan ışıklardan delikler delilikler ve yürekler aydınlanır. Yürek erimesidir denenen. Güneşe yolculukta gönül özgürlüğü ve gönül kırıklığı daha çok başlar yakar. Ve ayak izleri üşüşür en zayıflıklara. Zenginlik babında ahlaki kapılar, lake kapılar kırılır. Güzellik yeni kapılar açmaktır deneme üzerine sıkı durup.
Hayal perdesinde bir süs iğnesi çiziği, sahnedeki sır perdesi çiziğidir tüm denemeler. Ve o denemeler dalavereci bir o kadarda duacı kalpazanların eline kalmış ise eğer güç dengeleri elbette bozulur. Mavi sulu akvaryumda, mavi küre akvaryumunda havasız kalmaktır dengesizlik. Tek nefes, tık nefes ciğerler havasız kalır bu en son denemeyle.
Deneme dengini bulunca, dünya tatlısı bol kabarcıklı kitaplar çıkar su yüzüne. Anlatır tüm gerçekleri. Doğanlar okur veya okumaz ama kütüphanelerdeki yerini de alır bütün tarihsel gerçekler, tarihi saptırmalar. Er ya da geç doğru okunur veya yakalanılır tuzağa. Seyrek de olsa şeytana eşkare ve pespaye satılanlar da akıllanır. Her şey yasaklanır. Misyon değişir ve o kayıp şehirlerin kitabını yazmak da zorlaşır, yazılmışını bulmak da.
Aslında tüm baharlar bahar taşıyan ırmaklara en korkusuzca taşınmaktır. Deneme budur işte. Bir ton laftan sonra aval aval dolaşmamaktır. Işık saçıp savurarak kovalanamayacak balıkları kovalamaktır deneme.
İnadına denemek üzerine cennetten ala köşe bir memleket harcanmaz…
Kelimelere ve cümlelere çekicilik kazandırmaktan başka bir şey değildir deneme. Ağa takılanlar ve akla takılanlar üzerine muhteşem aykırılıklarla denemeler yapmaktır önemli olan. Onurluca okuma özürlüler ile görsel titreşimli tüketiciler arasında iletişim köprüsü kurmaktır mesele. Şimdi yaşanacak günler işte o günler.
Deneme bilmek lazım dayanışmasıdır ve zihin bulanıklığından kurtulmaktır…
Bilmeyenler bilsin, nefes darlığından gerçekleşen ölümler kütüphanelerdeki kitapların kapaklarının içinde yazılıdır. Ve canlının ilk nefes alışından en sona kadar ne olduğunu içeren yaşamı ise üç beş cümleyle dış kapakta yazılıdır. Doğumlardan ölüme tüm kıyamet senaryoları ise öğütler ve methiyeler düzmek üzerinedir. Yazıp durulan, okunup sunulan ise hörgücü yamukların korkmadan utanmadan sıkılmadan yaptıklarıdır. Hiçbir yapıtta her şey olup bittikten sonra sağlık olsun demeye diller varmaz. Kalem gitmez. Sadece sağlık olsun demekle işin içinden sıyrılamaz kimseler. Tuşlar basmaz. Uydurma deyişlerle de olmaz kurtuluş. Nice günahlar, açıklar affedilir belki ama yersiz yakalanmalar ve sebepsiz koşullanmaların affı hiç yoktur. Yarın sorgulanacak durum işte bu durumdur.
Geçmişten bu güne yıpranan tüm fotoğraflar da temel ayrılıklar egemendir. Genç dönem diriliğinden sonrası dirliğin kaybolması ve acilen devrin değişmesidir. Tüm bilmeceler, gülmeceler ağlama fonundan beslense de elden gelmez ayıplamamak. Tutmaz denir ama bir tutarsa rejim gazabı, azap içinde kahrolunur. Tüm aksilikler bir süflü böcek gibi denemelere konu olur. Nice isimler vardır hiç mi hiç alakası yoktur kelimelerden dökülenlerle. Kurulan cümlelerde kayıptırlar. Gelecek kaybedişlerin karesi ile çarpılır.
Deneme her cümlesiyle her mahmur yolculukta petekten bal dermektir, kalıp değiştirmektir. Yaşanmamış ipek kadife düşlere salınmaktır. Uzanılan hisar gecelerinde arı beylerini aramaktır. Utanmaz düşman sevinçleri ile uygarlığı yok etmiş ellere direnmektir. Dillerin zulmü ve büyük cahilliktir en ala densizlik. Eşkıyalar yatar yarı yollarda. Deneme aslında tarihsel süreçte uygarlığın mirası ne varsa onu dillendirmektir.
Uzaktan kumandanın yerini bulmak, amandanın sihrine aldanmamaktır deneyip yanılmamak. Hayra bulaşmaktır akıllanmak. Kendini aşmaktır. Aynı zamanda yetenekli patenti yakıştırılanlara çakmağın ateşini çakıp dizi dizi yıldızlara da kafa tutmaktır. Görünüşe bakılıp aldanmak ise sürtüşmeler diyarındaki bir uçukluktur. Buçukluktur. Deneme sistem düşmanlığına tur bindirmektir haykırarak. Denemeler de kendi dilinden beslenir.
Yani ay beyaz parlayınca bedelsiz ezbersiz kırmızıya el konulunca aynaya düşünen suretlerde, siluetlerde dengini bulmaktır yiğitlik. Devleşen gerçeği görmezden gelmekle, gelip geçmekle kararır dünyalar. Görmektir mesele. Eriyen yıldızlardan, cılızlaşan ışıklardan delikler delilikler ve yürekler aydınlanır. Yürek erimesidir denenen. Güneşe yolculukta gönül özgürlüğü ve gönül kırıklığı daha çok başlar yakar. Ve ayak izleri üşüşür en zayıflıklara. Zenginlik babında ahlaki kapılar, lake kapılar kırılır. Güzellik yeni kapılar açmaktır deneme üzerine sıkı durup.
Hayal perdesinde bir süs iğnesi çiziği, sahnedeki sır perdesi çiziğidir tüm denemeler. Ve o denemeler dalavereci bir o kadarda duacı kalpazanların eline kalmış ise eğer güç dengeleri elbette bozulur. Mavi sulu akvaryumda, mavi küre akvaryumunda havasız kalmaktır dengesizlik. Tek nefes, tık nefes ciğerler havasız kalır bu en son denemeyle.
Deneme dengini bulunca, dünya tatlısı bol kabarcıklı kitaplar çıkar su yüzüne. Anlatır tüm gerçekleri. Doğanlar okur veya okumaz ama kütüphanelerdeki yerini de alır bütün tarihsel gerçekler, tarihi saptırmalar. Er ya da geç doğru okunur veya yakalanılır tuzağa. Seyrek de olsa şeytana eşkare ve pespaye satılanlar da akıllanır. Her şey yasaklanır. Misyon değişir ve o kayıp şehirlerin kitabını yazmak da zorlaşır, yazılmışını bulmak da.
Aslında tüm baharlar bahar taşıyan ırmaklara en korkusuzca taşınmaktır. Deneme budur işte. Bir ton laftan sonra aval aval dolaşmamaktır. Işık saçıp savurarak kovalanamayacak balıkları kovalamaktır deneme.
İnadına denemek üzerine cennetten ala köşe bir memleket harcanmaz…
26 Ocak 2017 Perşembe
VEBAL ABANT'IN…
VEBAL ABANT'IN…
On yıllardır Abant'ta şu fakir memleketin gelmişine geçmişine acımasızca abandıkça abananlar bugün sözde istikrarlı bir gelecek masalıyla en son oyuna giriştiler. Sanki on küsur yıldır zar zor koalisyonlarla ve yıkılan, bozulan, düşürülen hükümetlerle yönetilen, öyle yönetildiği için de iyice fakirleşen bir memleket var ortada. O yüzden mutlaka tek başına iktidar gerek. Son durak rejim sakat, başkanlık şart durağı, o nedenle partili cumhurbaşkanlığı sistemi lazım.
Neme lazım denmeyecek günler kapıda. Doğru ve doğruluk güneş gibidir, her şart ve koşulda vakti zamanı gelir ve doğar. Eninde sonunda da doğruluk güneşi doğacaktır ve de dost doğrular kazanacaktır…
Abanıcılar on yıllardır sözde istikrarlı özde dinci bir gelecek için memlekette kendilerine karşı çıkan herkesi, her şeyi, her kurumu düşman ilan ettiler. Abant’ta ilenip, bilenip dört bir yanı kuşattılar. Ottoman tuğrası kaynak, bayrağı gösteren ampul, ampulün yapıştığı flama siyasi görüş, din siyaseti ise yazılan tüm ağdalı mektuplara pul oldu.
Kervana Abant üzerinden katılanlar abandoneci oldu, katılmayanlar ise kara pullukçu kaldı. Abant'ta oradan buradan sokma akılla, derme çatma fikirlerle memleketin kutuna, kutsalına abartılı modda abananlar kutularını doldurdular, kasaları patlattılar, hazinelerine hazine kattılar. Saraylara sığmadılar. Bu sağ selamet abonelerin hiçbir yere sığmazlığının vebali de Abant’ın.
On yıllardır planlananlar bir bir uygulamaya konuldu. Bu uygunsuz plan ve projelere direnenler anında vebalı sayıldı, dışlandı. Bu gidişata yol açtıkları için, açıkça yol verdikleri için her ahkâm kesenin vebali var aslında. Yakın tarih, Abantçıların on yıllardır amaçlarına, hedeflerine yaklaşması doğrultusunda hep andaç edebiyatıyla masum ve mağduru oynayanlarca yazıldı. İleride yakın tarihin çantaları açılıp belgeler ortalığa saçıldığında vebalı olanlar ile vebali olanlar çok iyi anlaşılacak.
Makûs kader, tipik organizasyon şeması, ritmik siyasi iması, aritmetik dini imaj abartıyla Abant’ta çizildi. Hızla sivil dikta rejimine sürüklenişin ilk sürümü Abant'ta en abartılı abanmalarla kutsallaştırıldı. Memleketin geleceği oradan buradan apartma, düzmece öngörülerle Abant fabrikasyon bandında montaj trendine bağlandı. Yüz yıl geriden alınan tarihe abanıldıkça abanıldı. Ve suni bir tarih yazıldı. Elbette vebal Abant’ın, abantçıların, maddi manevi rantçıların.
Neme lazım günlerine doğan inanç, güneş gibidir gerilen, gerileşen ve gericileşen her şart ve koşulda vakti zamanı gelir akılları yakar…
Yekten yapay karizmayı lider gören, gördüğü sahte lideri ilah sayan abartılı Abantlı mantığı kısa zamanda mandacı bir zihniyete devrilir. Şimdilik Abantlılaşmanın sultaladığı sultan abartısı dünden yarına kendi çarlığını kurmaya yakın ve yatkın konumda. Çat kapı çarlık da kurulur belki ama çarçabuk da yıkılır.
On yıllardır beklenen kurtarıcıdır diye Abant şölenleri ile tatlandırılarak millete zorla da olsa içirilmeye şartlanılan acı şerbeti real politika yuttu. Şimdi din iman adına milleti şerbetleme zamanı. Millet muskalanınca ve şerbetlenince yaşamın prensipleri de bir bir değişir. Ama yetmeyebilir. On yıllardır Abant'ta şu fakir memleketin kutsallarına arsızca abandıkça abanan Abantçılar zoru görünce gün gelir aba değiştirirler…
O yüzden son kez kaydıyla kanmamak lazım…
On yıllardır Abant'ta şu fakir memleketin gelmişine geçmişine acımasızca abandıkça abananlar bugün sözde istikrarlı bir gelecek masalıyla en son oyuna giriştiler. Sanki on küsur yıldır zar zor koalisyonlarla ve yıkılan, bozulan, düşürülen hükümetlerle yönetilen, öyle yönetildiği için de iyice fakirleşen bir memleket var ortada. O yüzden mutlaka tek başına iktidar gerek. Son durak rejim sakat, başkanlık şart durağı, o nedenle partili cumhurbaşkanlığı sistemi lazım.
Neme lazım denmeyecek günler kapıda. Doğru ve doğruluk güneş gibidir, her şart ve koşulda vakti zamanı gelir ve doğar. Eninde sonunda da doğruluk güneşi doğacaktır ve de dost doğrular kazanacaktır…
Abanıcılar on yıllardır sözde istikrarlı özde dinci bir gelecek için memlekette kendilerine karşı çıkan herkesi, her şeyi, her kurumu düşman ilan ettiler. Abant’ta ilenip, bilenip dört bir yanı kuşattılar. Ottoman tuğrası kaynak, bayrağı gösteren ampul, ampulün yapıştığı flama siyasi görüş, din siyaseti ise yazılan tüm ağdalı mektuplara pul oldu.
Kervana Abant üzerinden katılanlar abandoneci oldu, katılmayanlar ise kara pullukçu kaldı. Abant'ta oradan buradan sokma akılla, derme çatma fikirlerle memleketin kutuna, kutsalına abartılı modda abananlar kutularını doldurdular, kasaları patlattılar, hazinelerine hazine kattılar. Saraylara sığmadılar. Bu sağ selamet abonelerin hiçbir yere sığmazlığının vebali de Abant’ın.
On yıllardır planlananlar bir bir uygulamaya konuldu. Bu uygunsuz plan ve projelere direnenler anında vebalı sayıldı, dışlandı. Bu gidişata yol açtıkları için, açıkça yol verdikleri için her ahkâm kesenin vebali var aslında. Yakın tarih, Abantçıların on yıllardır amaçlarına, hedeflerine yaklaşması doğrultusunda hep andaç edebiyatıyla masum ve mağduru oynayanlarca yazıldı. İleride yakın tarihin çantaları açılıp belgeler ortalığa saçıldığında vebalı olanlar ile vebali olanlar çok iyi anlaşılacak.
Makûs kader, tipik organizasyon şeması, ritmik siyasi iması, aritmetik dini imaj abartıyla Abant’ta çizildi. Hızla sivil dikta rejimine sürüklenişin ilk sürümü Abant'ta en abartılı abanmalarla kutsallaştırıldı. Memleketin geleceği oradan buradan apartma, düzmece öngörülerle Abant fabrikasyon bandında montaj trendine bağlandı. Yüz yıl geriden alınan tarihe abanıldıkça abanıldı. Ve suni bir tarih yazıldı. Elbette vebal Abant’ın, abantçıların, maddi manevi rantçıların.
Neme lazım günlerine doğan inanç, güneş gibidir gerilen, gerileşen ve gericileşen her şart ve koşulda vakti zamanı gelir akılları yakar…
Yekten yapay karizmayı lider gören, gördüğü sahte lideri ilah sayan abartılı Abantlı mantığı kısa zamanda mandacı bir zihniyete devrilir. Şimdilik Abantlılaşmanın sultaladığı sultan abartısı dünden yarına kendi çarlığını kurmaya yakın ve yatkın konumda. Çat kapı çarlık da kurulur belki ama çarçabuk da yıkılır.
On yıllardır beklenen kurtarıcıdır diye Abant şölenleri ile tatlandırılarak millete zorla da olsa içirilmeye şartlanılan acı şerbeti real politika yuttu. Şimdi din iman adına milleti şerbetleme zamanı. Millet muskalanınca ve şerbetlenince yaşamın prensipleri de bir bir değişir. Ama yetmeyebilir. On yıllardır Abant'ta şu fakir memleketin kutsallarına arsızca abandıkça abanan Abantçılar zoru görünce gün gelir aba değiştirirler…
O yüzden son kez kaydıyla kanmamak lazım…
TEORİK EZBERCİLİĞİN ÜÇ BOYUTU
TEORİK EZBERCİLİĞİN ÜÇ BOYUTU
Sözde teokrasi mücahidi teorik ezbercilerin, teokratik düzen dayatan üst başlıkları daima doğru zamanı yıkmak, donatılan alt başlıkları ise doğru yolda direnmeyi hedefinden saptırmak ve milleti resmen yanıltmak amaçlı atılıyor sanki. O üç boyutlu yanılgıların başka başka hayranlıkları da doğurduğu, doğuracağı bilinircesine bir yarış. O yüzden özellikle rüzgârın tersine döndüğü anlarda en korkulması gerekenler işte bu teorik ezbercilerdir…
Onurlu bir duruştur alicenaplık. Lakin alicenaplık bile her şeyleri elde etmek için her şeyi yapmayı hoş görmez hor görür. Bu teokrasi şakirdi teorik ezberciler ise her şeyi ele geçirmek için her şeyi boş görürler. Hele hele üç boyutlu düzenekte fırıldak gibi yemin bozarak harcıâlem şartlanırlar. Hoş şartı şurtu, abdesti namazı bir yana Nisana şurada ne kaldı ki. Karamanın koyunu dereyi geçebilecek mi görülecek. Sonradan çıkar oyunu ise, bahar yaza durduğunda anlaşılacak. Yakın temas, sıcak temas o zaman hissedilecek…
“1 Mart 1924 günü Büyük Millet Meclisi'nin beşinci çalışma yılı dolayısıyla verdiğim söylevde şu üç noktayı özellikle belirttim.
1-Ulus, Cumhuriyetin bugün ve gelecekte bütün saldırılardan kesin ve sonsuza kadar korunmasını istemektedir. Ulusun isteği cumhuriyetin denenmiş ve olumlu sonuçları görülmüş olan bütün ilkelere bir an önce tam olarak dayandırılması şeklinde ifade edilebilir.
2-Ulus kamuoyunda tespit edilen eğitimin ve öğretimin birleştirilmesi ilkesinin bir an önce uygulanmasını gerekli görüyoruz.
3-Müslümanlığın yüzyıllardan beri yapıla geldiği üzere bir siyaset aracı olarak kullanılmaktan kurtarılmasının ve yüceltilmesinin şart olduğu gerçeğini de görmüş bulunuyoruz.”
Gözde teorik ezberciler on yıllardır bu üç ana hatta üç boyutlu tam gerici teorileri ürettikçe ürettiler. Paralel destekli iktidar olunduğunda da yılların suskunluğu ağır ağır bozuldu. Kıvamına gelindiğinde ucuna bucağına teokrasi temelli teoriler bir bir ışınlandı. Sert teokratik temellere dayandırıldığı gizlenen her çıkış, üzerinde yeterince kafa yorulmamış basmakalıp bir muhafazakârlığa kapı araladı. Milletçe sağa yaslanılan ve eğrisi doğrusu denklenmeden yapılan her şey son on yılların çağ ötesi çılgınlığını son noktaya taşıdı.
Teokratik düzen heveslisi teorik ezberciler, sözde demokratik çıkışlarla yaşamsal her şeyi her fırsatta teorik teokratik ezbere bağladılar. Kerameti kıyameti bir birine karıştırdılar. Önce özellikle bu üç şeyi korumak sonra direkt düzenlemeler çerçevesinde bozmak üzere üçten beşe her şeyi teokrasiye dayandırdılar. Tüm üç boyutlu kaotik durumları ise hangi sol ise o sola endekslediler. Şu fakir memleketin alicenap milletini ezelden ezberden yekpare girişimlerle yalandan ileri demokrasiye, yani üç boyutlu teokrasiye inandırdılar.
Yani doksan yıl öncesine döndürülmüş oldu şu garip memleket. Bir asırlık gerileme kimsenin derdi değil. Dünün bugünden bugünün dünden hiçbir farkı kalmamış ortada zerre kusur yok. Teorik ezbercilerin teokratik taarruzları aynı pervasızlık içinde rejime-sisteme varmış karşı duran yok. Hep aynı yalan, talan ve dolan, kananlar da deli dolu. Cumhuriyet tarihini yok etmeye yönelik bir teokratik teorik ezbercilik var, önemseyeni hiç. Tarih maarif, din iman tanımayan bir softa hayranlık tarif ediliyor, saf durup ipine sarılan çok.
Sonuç itibariyle yüz yıl önce oynanmış tüm yerinde paylaşım oyunlarını tersine çeviren, yedi düveli denize döken, ezber bozan, emperyalizmi hüsrana uğratan, egemenliği kayıtsız şartsız millete veren o Kutsal İsyan’a, isyancılık öğütleniyor övülüyor. Teokrat dağıtım kanallarından rejime düşmanlık yükleniyor, teorik ezbercilere armağanlar üstüne armağanlar veriliyor, hani benim ki diyenler sıraya geçmiş.
Son günlerinde iflasın eşiğinde yerinde sayan şu fakir memleket, üç boyutlu kandırmacaların eşliğinde karanlığa boyanıyor. Karaltının içinde yer almış tüm teorik ezberciler de geçmişin tüm ayak izlerini silmeyi baş görev kabul etmişler. Demokrat tavrıyla teokrat köktenci tuzak formüllerle hala memleketin sacayağı üç noktaya bindirdikçe bindiriyorlar. Dolmuşa gelmenin sonuçları ise ortada. Elbette durum bu olur.
Mütemadiyen her şeyi elde etmek için her şeyi yapmayı öngörmek, gerisingeriye teokrasiye özlemin resmen dışa vurumu. Hemen her şeyi elden çıkarmak bir yana cumhuriyetin temel değerlerine dokunmak ise aslında bindiği dalı kesmek. Bu gün genel geçer akçe görünenteokrasi mücahidi teorik ezbercilerin, teokratik düzen sunan üst başlıkları, yarın turnikelerde geçmez ise hangi başlığa sığınılırsa sığınılsın üstleri kırmızı kalemle çizilir.
Teorik ezberciler biliyorlardır muhakkak; tarihe oyun oynamak kara gözlüklerle üç boyutlu film izlemeye benzemez…
Sözde teokrasi mücahidi teorik ezbercilerin, teokratik düzen dayatan üst başlıkları daima doğru zamanı yıkmak, donatılan alt başlıkları ise doğru yolda direnmeyi hedefinden saptırmak ve milleti resmen yanıltmak amaçlı atılıyor sanki. O üç boyutlu yanılgıların başka başka hayranlıkları da doğurduğu, doğuracağı bilinircesine bir yarış. O yüzden özellikle rüzgârın tersine döndüğü anlarda en korkulması gerekenler işte bu teorik ezbercilerdir…
Onurlu bir duruştur alicenaplık. Lakin alicenaplık bile her şeyleri elde etmek için her şeyi yapmayı hoş görmez hor görür. Bu teokrasi şakirdi teorik ezberciler ise her şeyi ele geçirmek için her şeyi boş görürler. Hele hele üç boyutlu düzenekte fırıldak gibi yemin bozarak harcıâlem şartlanırlar. Hoş şartı şurtu, abdesti namazı bir yana Nisana şurada ne kaldı ki. Karamanın koyunu dereyi geçebilecek mi görülecek. Sonradan çıkar oyunu ise, bahar yaza durduğunda anlaşılacak. Yakın temas, sıcak temas o zaman hissedilecek…
“1 Mart 1924 günü Büyük Millet Meclisi'nin beşinci çalışma yılı dolayısıyla verdiğim söylevde şu üç noktayı özellikle belirttim.
1-Ulus, Cumhuriyetin bugün ve gelecekte bütün saldırılardan kesin ve sonsuza kadar korunmasını istemektedir. Ulusun isteği cumhuriyetin denenmiş ve olumlu sonuçları görülmüş olan bütün ilkelere bir an önce tam olarak dayandırılması şeklinde ifade edilebilir.
2-Ulus kamuoyunda tespit edilen eğitimin ve öğretimin birleştirilmesi ilkesinin bir an önce uygulanmasını gerekli görüyoruz.
3-Müslümanlığın yüzyıllardan beri yapıla geldiği üzere bir siyaset aracı olarak kullanılmaktan kurtarılmasının ve yüceltilmesinin şart olduğu gerçeğini de görmüş bulunuyoruz.”
Gözde teorik ezberciler on yıllardır bu üç ana hatta üç boyutlu tam gerici teorileri ürettikçe ürettiler. Paralel destekli iktidar olunduğunda da yılların suskunluğu ağır ağır bozuldu. Kıvamına gelindiğinde ucuna bucağına teokrasi temelli teoriler bir bir ışınlandı. Sert teokratik temellere dayandırıldığı gizlenen her çıkış, üzerinde yeterince kafa yorulmamış basmakalıp bir muhafazakârlığa kapı araladı. Milletçe sağa yaslanılan ve eğrisi doğrusu denklenmeden yapılan her şey son on yılların çağ ötesi çılgınlığını son noktaya taşıdı.
Teokratik düzen heveslisi teorik ezberciler, sözde demokratik çıkışlarla yaşamsal her şeyi her fırsatta teorik teokratik ezbere bağladılar. Kerameti kıyameti bir birine karıştırdılar. Önce özellikle bu üç şeyi korumak sonra direkt düzenlemeler çerçevesinde bozmak üzere üçten beşe her şeyi teokrasiye dayandırdılar. Tüm üç boyutlu kaotik durumları ise hangi sol ise o sola endekslediler. Şu fakir memleketin alicenap milletini ezelden ezberden yekpare girişimlerle yalandan ileri demokrasiye, yani üç boyutlu teokrasiye inandırdılar.
Yani doksan yıl öncesine döndürülmüş oldu şu garip memleket. Bir asırlık gerileme kimsenin derdi değil. Dünün bugünden bugünün dünden hiçbir farkı kalmamış ortada zerre kusur yok. Teorik ezbercilerin teokratik taarruzları aynı pervasızlık içinde rejime-sisteme varmış karşı duran yok. Hep aynı yalan, talan ve dolan, kananlar da deli dolu. Cumhuriyet tarihini yok etmeye yönelik bir teokratik teorik ezbercilik var, önemseyeni hiç. Tarih maarif, din iman tanımayan bir softa hayranlık tarif ediliyor, saf durup ipine sarılan çok.
Sonuç itibariyle yüz yıl önce oynanmış tüm yerinde paylaşım oyunlarını tersine çeviren, yedi düveli denize döken, ezber bozan, emperyalizmi hüsrana uğratan, egemenliği kayıtsız şartsız millete veren o Kutsal İsyan’a, isyancılık öğütleniyor övülüyor. Teokrat dağıtım kanallarından rejime düşmanlık yükleniyor, teorik ezbercilere armağanlar üstüne armağanlar veriliyor, hani benim ki diyenler sıraya geçmiş.
Son günlerinde iflasın eşiğinde yerinde sayan şu fakir memleket, üç boyutlu kandırmacaların eşliğinde karanlığa boyanıyor. Karaltının içinde yer almış tüm teorik ezberciler de geçmişin tüm ayak izlerini silmeyi baş görev kabul etmişler. Demokrat tavrıyla teokrat köktenci tuzak formüllerle hala memleketin sacayağı üç noktaya bindirdikçe bindiriyorlar. Dolmuşa gelmenin sonuçları ise ortada. Elbette durum bu olur.
Mütemadiyen her şeyi elde etmek için her şeyi yapmayı öngörmek, gerisingeriye teokrasiye özlemin resmen dışa vurumu. Hemen her şeyi elden çıkarmak bir yana cumhuriyetin temel değerlerine dokunmak ise aslında bindiği dalı kesmek. Bu gün genel geçer akçe görünenteokrasi mücahidi teorik ezbercilerin, teokratik düzen sunan üst başlıkları, yarın turnikelerde geçmez ise hangi başlığa sığınılırsa sığınılsın üstleri kırmızı kalemle çizilir.
Teorik ezberciler biliyorlardır muhakkak; tarihe oyun oynamak kara gözlüklerle üç boyutlu film izlemeye benzemez…
CAHİLLİK VE GAFLET…
CAHİLLİK VE GAFLET…
Hayhuylar arasında çarçabuk atılan adımlar zihin kusurlarını da ortaya çıkarır. Zihin kusurluluğu Ana yazı kusurlarını da ortaya çıkarıyor ama ne gören var ne de bilen. Ne de işitmek isteyen. Ne kadar övülse de övünülse de bir garabet var orta yerde. Bu kitabete destek ile şaşırtıcı boyutta boş saksılar olunduğu tescillenir sadece. Evet, apaçık ağalık, şeyhlik ve reyislik düzeni temelinde kurulacak yeni demokrasinin özeti olur, bu hayırsız gidişin sonu…
“Efendiler açık ve kesin olarak söylemeliyim ki, Müslümanları hala bir halife korkuluğuyla uğraştırıp aldatmak gayretinde bulunanlar yalnız ve ancak Müslümanların ve özellikle Türkiye'nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna kapılıp hayal kurmakta ancak ve ancak cahillik ve gaflet eseri olabilir…”
Oyun belli de, cahillik ve gafletin nedeni belli değil. Cahillik; Bilgisiz olma veya bilgi yokluğu durumu, bilgisizlik, cahillik, cahiliyet, cehalet. Gaflet ise,Dalgınlık, dikkatsiz olma durumu, dalgınlık, savrukluk, özensizlik, dikkatsizlik, boş bulunma, aymazlık, dalgı, ihtiyatsızlık demek…
“Efendiler halifelik konusundaki düşüncelerimi daha önce açıkladığım için bu sözleri burada tahlile gerek görmüyorum. Ancak hilafet makamına dört elle sarılmak zorunda kalan bir rejimin Cumhuriyet rejimi olmayacağını anlayabilmek için de büyük bir yetenek gerekmediğini söylemekle yetineceğim.
…Osmanlı Hanedanınca kabul edilmiş ve bundan dolayı sonsuza kadar Türkiye'de kalması güven altına almış bulunan hilafeti elden kaçırmak tehlikesi yaratmak akıl ve vatanseverlikle, milliyet duygusuyla zerre kadar bağdaştırılamazmış.
…Hilafeti elimizden gitmesini hiç bir imkân kalmayacak şekilde korumakla görevliymişiz. Onu kaldırmak için girişilen gizli tertipler başarısızlığa uğratılmalıymış.
Efendiler bu yazıların anlamı ve bu düşüncelerin nasıl bir amaca dayandığı bugün kolaylıkla anlaşılmaktadır. Gelecek nesillerin Türkiye’sinde cumhuriyetin ilan edildiği gün ona en insafsızca saldıranların başında ‘Cumhuriyetçiyim’ diyenlerin yer aldığını görerek asla şaşıracaklarını sanmayınız. Aksine Türkiye'nin aydın ve cumhuriyetçi çocukları böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların gerçek düşüncelerini tahlil ve tespitte hiçte kararsızlığa düşmeyeceklerdir.
Onlar kolayca anlayacaklar ki, çürümüş bir hanedanın halife unvanı taşıyarak başının üstünden zerre kadar uzaklaşmasına imkân bırakmayacak şekilde korunmasını şart kılan bir devlet şeklinde, Cumhuriyet rejimi ilan edilse bile onu yaşatmak mümkün değildir…”
Demek ki yüz yıl sonra yüz yıl önceki kapışmanın devamı, davası güdülecek. Güdülüyor. Hayhuylar arasında çarçabuk atılan bu adımlarla, gaflet ve dalalet içinde bir yerlere sürükleniyor şu fakir memleket. Gaflet durumları belli de bu dalalet niye belli değil…
Hayhuylar arasında çarçabuk atılan adımlar zihin kusurlarını da ortaya çıkarır. Zihin kusurluluğu Ana yazı kusurlarını da ortaya çıkarıyor ama ne gören var ne de bilen. Ne de işitmek isteyen. Ne kadar övülse de övünülse de bir garabet var orta yerde. Bu kitabete destek ile şaşırtıcı boyutta boş saksılar olunduğu tescillenir sadece. Evet, apaçık ağalık, şeyhlik ve reyislik düzeni temelinde kurulacak yeni demokrasinin özeti olur, bu hayırsız gidişin sonu…
“Efendiler açık ve kesin olarak söylemeliyim ki, Müslümanları hala bir halife korkuluğuyla uğraştırıp aldatmak gayretinde bulunanlar yalnız ve ancak Müslümanların ve özellikle Türkiye'nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna kapılıp hayal kurmakta ancak ve ancak cahillik ve gaflet eseri olabilir…”
Oyun belli de, cahillik ve gafletin nedeni belli değil. Cahillik; Bilgisiz olma veya bilgi yokluğu durumu, bilgisizlik, cahillik, cahiliyet, cehalet. Gaflet ise,Dalgınlık, dikkatsiz olma durumu, dalgınlık, savrukluk, özensizlik, dikkatsizlik, boş bulunma, aymazlık, dalgı, ihtiyatsızlık demek…
“Efendiler halifelik konusundaki düşüncelerimi daha önce açıkladığım için bu sözleri burada tahlile gerek görmüyorum. Ancak hilafet makamına dört elle sarılmak zorunda kalan bir rejimin Cumhuriyet rejimi olmayacağını anlayabilmek için de büyük bir yetenek gerekmediğini söylemekle yetineceğim.
…Osmanlı Hanedanınca kabul edilmiş ve bundan dolayı sonsuza kadar Türkiye'de kalması güven altına almış bulunan hilafeti elden kaçırmak tehlikesi yaratmak akıl ve vatanseverlikle, milliyet duygusuyla zerre kadar bağdaştırılamazmış.
…Hilafeti elimizden gitmesini hiç bir imkân kalmayacak şekilde korumakla görevliymişiz. Onu kaldırmak için girişilen gizli tertipler başarısızlığa uğratılmalıymış.
Efendiler bu yazıların anlamı ve bu düşüncelerin nasıl bir amaca dayandığı bugün kolaylıkla anlaşılmaktadır. Gelecek nesillerin Türkiye’sinde cumhuriyetin ilan edildiği gün ona en insafsızca saldıranların başında ‘Cumhuriyetçiyim’ diyenlerin yer aldığını görerek asla şaşıracaklarını sanmayınız. Aksine Türkiye'nin aydın ve cumhuriyetçi çocukları böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların gerçek düşüncelerini tahlil ve tespitte hiçte kararsızlığa düşmeyeceklerdir.
Onlar kolayca anlayacaklar ki, çürümüş bir hanedanın halife unvanı taşıyarak başının üstünden zerre kadar uzaklaşmasına imkân bırakmayacak şekilde korunmasını şart kılan bir devlet şeklinde, Cumhuriyet rejimi ilan edilse bile onu yaşatmak mümkün değildir…”
Demek ki yüz yıl sonra yüz yıl önceki kapışmanın devamı, davası güdülecek. Güdülüyor. Hayhuylar arasında çarçabuk atılan bu adımlarla, gaflet ve dalalet içinde bir yerlere sürükleniyor şu fakir memleket. Gaflet durumları belli de bu dalalet niye belli değil…
EL ELE DÜŞMANLIK TARİHİ
EL ELE DÜŞMANLIK TARİHİ
Çok tuhaf bir olgudur yaşadıklarından ders almamak ve ders çıkarmamak. Ayrıca miras sahiplenmesi peşinde saftan güç devşirmeye çalışmak. Bu uğurda keskin düşüncelere dönüşebilecek sözlerden sakınmak gerekirdi hiç oralı olunmadı. Sakınılmadı. Kalender meşrep görüntüsüyle katı keskinlik duyguları törpüledi bitirdi. Ruhsuzluk ve duygusuzluk yerleşti resetlenmiş akıllara. Ve rejime kadar dayanabilecek sapkın davranışları tetikledi o biçim değerlenme.
Zamanla tüm pervasızlıklar alışkanlığa dönüşürdü dönüştü. Değerler çökerdi başta moral değerler sıfırlandı çöktü. Peşi sıra elde ne kaldıysa ele alınacak sıfırlanacak gibi. Değişim hikâyesi bir yana karakter denilen şeydir değişen aslında. Sıfırlama metotları o kadar ustaca ortaya atılıyor ki sıfır isyan, sıfır muhalefet her şeye tamamen alışılmış. O beter böcek alışkanlıktan doğma, çıkma karakterler ise memleketin kişisel ve toplumsal kaderini belirleyecek şimdi.
Kağıttan laf gemisi yürütülürken çok dikkat edilmelidir düşmanlıkların tümünün el ele verişine. Sanki el ele düşmanlık tarihi yeniden yazılıyor. Bu el ele düşmanlıklar yeni yetme oyunlar yeni değil ki yaklaşık yüz yıllık aslında…
“ Bütün Türkiye düşmanlarının el ele vererek aleyhimizde durmadan ateşli bir şekilde çalışıp uğraşmaları din gayretiyle midir? Sınırlarımızda bitişik merkezlerde yuvalanarak hala Türkiye'yi yok etmek için ‘mukaddes ihtilal’ adı altında haydut çeteleri suikast tertipleri ile çılgınca aleyhimize çalışanların amaçları gerçekten mukaddes midir? Buna inanmak için gerçekten kara cahil ve koyu bir gafil olmak gerekir.
Müslümanları ve Türk Ulusunu bu kerteye düşmüş sanmak ve İslam dünyasının vicdan temizliğinden, ahlak ve karakterindeki incelikten alçakça ve canice amaçlar için yararlanmak yolunu tutmak artık o kadar kolay olmayacaktır. Küstahlığın da bir derecesi vardır.”
Tarih sahnesinde her millet için felaket günleri vardır. Tarihsel arenada bin bir türlü tehlikenin içinden geçip yeni bir sayfa açtığı da olur, kapattığı da. Ancak bugün hiç kimse tarihsel gerçeklerin doğrultusunda akıl yürütmüyor, yürümüyor. Tarih yalnızca siyasetin sıkıştığında başvurulan araç haline gelmiş, getirilmiştir. Ayrıca çok tuhaf yaklaşımlarla uydurma sözlerle, kaydırma tezlerle ben ettim olacak, ben yaptım sayılacak günlerinin içinden geçiyor memleket. Ya sevmesini ya itmesini ya gitmesini de bilemiyor. Bir merkezde yapılanıyor yapılandırılıyor tarifesi tayfası.
İdeolojik farklılıklarının dinsel ağırlıklı görülmesi ve kiliseleştirilmesi ile klişe bir mücadeleyle kilitleniyor millet. Birlik, dirlik, kardeşlik, dayanışma, reform denile söylene gelinen aşamada el ele düşmanlıklar bir bir sıralanıyor. Öyle ki boyunduruğa girmeye dünden hevesli gerici sapmalar tuhaf bir biçimde kendine zemin buluyor.
Bu kaygan zeminde yaklaşık yüz yıl öncekinden daha beter bir medeniyet ve demokrasi karşıtlığı var. Bu evrensel atışmanın ve çatışmanın en ütopik şekli kara cahil ve koyu gafil bir temeli var. Apayrı bir reçetesi var, o da yüz yıl önce tırnak içinde söylenmiş ve yazılmış. “…ve İslam dünyasının vicdan temizliğinden, ahlak ve karakterindeki incelikten alçakça ve canice amaçlar için yararlanmak yolunu tutmak artık o kadar kolay olmayacaktır. Küstahlığın da bir derecesi vardır.” Ne yazık ki tarihe mal olmuş el ele düşmanlık tarihini yok sayarak, duygu yoksunluğu ve yüzeysel öngörü ile kişisel ve toplumsal kaderler karanlığa ürüyor, yürüyor, yürütülüyor.
Milletin önüne çıkarılması gün sayan anayasa çıksın, milletten de geçsin gitsin anlaşılacak her şey. Bu kez on yıllardır attıkça atılan, yıkılsın cumhuriyet, hepten değişsin memleket, sözde daha da demokratikleşsin çerçeveli her zamanki o tuhaf yalan sanki doğrulanacak.
Gün gelecek tarlaya düşmanlık eken yalanlar da el ele yalanlanacak…
Çok tuhaf bir olgudur yaşadıklarından ders almamak ve ders çıkarmamak. Ayrıca miras sahiplenmesi peşinde saftan güç devşirmeye çalışmak. Bu uğurda keskin düşüncelere dönüşebilecek sözlerden sakınmak gerekirdi hiç oralı olunmadı. Sakınılmadı. Kalender meşrep görüntüsüyle katı keskinlik duyguları törpüledi bitirdi. Ruhsuzluk ve duygusuzluk yerleşti resetlenmiş akıllara. Ve rejime kadar dayanabilecek sapkın davranışları tetikledi o biçim değerlenme.
Zamanla tüm pervasızlıklar alışkanlığa dönüşürdü dönüştü. Değerler çökerdi başta moral değerler sıfırlandı çöktü. Peşi sıra elde ne kaldıysa ele alınacak sıfırlanacak gibi. Değişim hikâyesi bir yana karakter denilen şeydir değişen aslında. Sıfırlama metotları o kadar ustaca ortaya atılıyor ki sıfır isyan, sıfır muhalefet her şeye tamamen alışılmış. O beter böcek alışkanlıktan doğma, çıkma karakterler ise memleketin kişisel ve toplumsal kaderini belirleyecek şimdi.
Kağıttan laf gemisi yürütülürken çok dikkat edilmelidir düşmanlıkların tümünün el ele verişine. Sanki el ele düşmanlık tarihi yeniden yazılıyor. Bu el ele düşmanlıklar yeni yetme oyunlar yeni değil ki yaklaşık yüz yıllık aslında…
“ Bütün Türkiye düşmanlarının el ele vererek aleyhimizde durmadan ateşli bir şekilde çalışıp uğraşmaları din gayretiyle midir? Sınırlarımızda bitişik merkezlerde yuvalanarak hala Türkiye'yi yok etmek için ‘mukaddes ihtilal’ adı altında haydut çeteleri suikast tertipleri ile çılgınca aleyhimize çalışanların amaçları gerçekten mukaddes midir? Buna inanmak için gerçekten kara cahil ve koyu bir gafil olmak gerekir.
Müslümanları ve Türk Ulusunu bu kerteye düşmüş sanmak ve İslam dünyasının vicdan temizliğinden, ahlak ve karakterindeki incelikten alçakça ve canice amaçlar için yararlanmak yolunu tutmak artık o kadar kolay olmayacaktır. Küstahlığın da bir derecesi vardır.”
Tarih sahnesinde her millet için felaket günleri vardır. Tarihsel arenada bin bir türlü tehlikenin içinden geçip yeni bir sayfa açtığı da olur, kapattığı da. Ancak bugün hiç kimse tarihsel gerçeklerin doğrultusunda akıl yürütmüyor, yürümüyor. Tarih yalnızca siyasetin sıkıştığında başvurulan araç haline gelmiş, getirilmiştir. Ayrıca çok tuhaf yaklaşımlarla uydurma sözlerle, kaydırma tezlerle ben ettim olacak, ben yaptım sayılacak günlerinin içinden geçiyor memleket. Ya sevmesini ya itmesini ya gitmesini de bilemiyor. Bir merkezde yapılanıyor yapılandırılıyor tarifesi tayfası.
İdeolojik farklılıklarının dinsel ağırlıklı görülmesi ve kiliseleştirilmesi ile klişe bir mücadeleyle kilitleniyor millet. Birlik, dirlik, kardeşlik, dayanışma, reform denile söylene gelinen aşamada el ele düşmanlıklar bir bir sıralanıyor. Öyle ki boyunduruğa girmeye dünden hevesli gerici sapmalar tuhaf bir biçimde kendine zemin buluyor.
Bu kaygan zeminde yaklaşık yüz yıl öncekinden daha beter bir medeniyet ve demokrasi karşıtlığı var. Bu evrensel atışmanın ve çatışmanın en ütopik şekli kara cahil ve koyu gafil bir temeli var. Apayrı bir reçetesi var, o da yüz yıl önce tırnak içinde söylenmiş ve yazılmış. “…ve İslam dünyasının vicdan temizliğinden, ahlak ve karakterindeki incelikten alçakça ve canice amaçlar için yararlanmak yolunu tutmak artık o kadar kolay olmayacaktır. Küstahlığın da bir derecesi vardır.” Ne yazık ki tarihe mal olmuş el ele düşmanlık tarihini yok sayarak, duygu yoksunluğu ve yüzeysel öngörü ile kişisel ve toplumsal kaderler karanlığa ürüyor, yürüyor, yürütülüyor.
Milletin önüne çıkarılması gün sayan anayasa çıksın, milletten de geçsin gitsin anlaşılacak her şey. Bu kez on yıllardır attıkça atılan, yıkılsın cumhuriyet, hepten değişsin memleket, sözde daha da demokratikleşsin çerçeveli her zamanki o tuhaf yalan sanki doğrulanacak.
Gün gelecek tarlaya düşmanlık eken yalanlar da el ele yalanlanacak…
24 Ocak 2017 Salı
24 OCAKLARI GÖRMEMİŞ VE YAŞAMAMIŞ OLANLAR BİLEMEZ…
24 OCAKLARI GÖRMEMİŞ VE YAŞAMAMIŞ OLANLAR BİLEMEZ…
Hep bilindik mavra, tanıdık manevralar ve senaryo hep ayni ucuz senaryo. Görmemiş ve yaşamamış olunması dilenen 24 Ocakları unutmak ne mümkün. 24 Ocakları görmemiş ve yaşamamış olanlar, görüp yaşayıp ta ardını arkasını bilmeyenler bu günleri asla yeterince tahlil edemez ve geleceği de göremezler. O yüzden kısadan hisse hatırlatmak gerekir.
Çok acılar yaşattı 24 Ocaklar şu fakir millete. On yıllar öncesinden bu günleri tıpatıp gören, gerisin geriye akmaya başlayan tarihi o günlerden kestiren ve canı pahasına uyarılar yapan araştırmacı-gazeteci-yazar Uğur Mumcu’nun “24 Ocak” 1993’te Ankara Karlı sokakta karlı bir günde katledilişini unutmak asla mümkün değil. Bu bağnazlığı ödüllendiren günlerin gelmemesi için ömrü boyunca etkin mücadele eden siyasetin beyefendisi İsmail Cem'i ve 12 Eylül faşist dönemine yiğitçe direnen sosyal demokrat politikanın dev adamı Aydın Güven Gürkan Hocayı unutmak mümkün değil. Onları hayırla anmamak demek bu günleri anlamamak veya işine öyle geliyor demektir.
Hatıraları önünde saygıyla eğiliyoruz...
Bu yurtsever aydın, değerli kayıpların yanı sıra, bu günlere de ışık tutan, sarı ampul yakan faşist askeri dikta ve gölge parlamentosu ile uygulanan ‘24 Ocak Kararları’nı da unutmamak ve unutturmamak gerekir. Çünkü şu fakir ülke için ‘24 Ocak Kararları’ resmen yarı belinden kırılma noktasıdır.
Keşke tüm bu 24 Ocak’ları görmemiş ve yaşamamış olsaydık…
“ Alınan 24 Ocak Kararları peşinden memlekette hem siyasal hem de ekonomik bir kıyım gerçekleştirilmiştir. Şu fakir ülke öylesine beter, beterin beteri iktisadi paketler görmüş ve yaşamıştır ki rejimi sallanmış ama değişmemiştir. Kabuk değiştiren siyasilerin emriyle daha vahim kemer sıkma politikaları faşizanca uygulanmıştır.Görüldüğü üzere, aslında tüm ekonomik paketler ve uygulayan siyasi irade ikiyüzlüdür. Bir yüzü sahte gülücük gerçek yüzü rejime yönelik tehdittir. Tüm ekonomik tedbirler rejimi yıkma doğrultusunda yazılan acı reçetenin memlekete dayatılması faşistliğidir.
Vahşi kapitalizmin 70’li yıllardaki bunalımının aşılması için türetilmiş ekonomik model 24 Ocak 1980’de Türkiye’ye de dayatıldı. Modele onay verilir verilmez çok uluslu sermaye tıslayan muslukları açıverdi. 24 Ocak kararları ile dışarıdan ülkeye akıtılan sıcak para ve stokçuların stoklamaktan vazgeçmesiyle doğan bolluk arzulanan siyasi dizayna yetmedi. 24 Ocak kararları ilk başlarda başarılı gözüktü ama halka iyice benimsetmenin ve rejime yönelik diğer dayatmaların rahat yapılabilmesi için ülkede darbe yapılması bile göze alındı. Darbeye kapı aralandı, darbe gerçekleştirildi ve istiflenen kararlar 12 Eylül faşizminin çizmeleri altında ancak uygulanabildi
Zar zor, yarı buçuk işleyen demokrasinin tamamıyla tırpanlandığı o darbe yıllarında siyaseten bugünlerin tohumu atıldı. Sanayi daima geri plana itilerek, tüm yatırımlar durma noktasına geriledi. Reel sektörde zamanı gelen teknolojik yenilenme ve transferleri yapılamadı. Yaptırılmadı. Destekler ve teşvikler sıfırlandı. Hazine olanakları sadece dış pazarlarda ülke üretimi yalandan pay sahibi olsun diye seferber edildi. Büyük bir hevesle ve kışkırtma ile sözde ihracata yönlenildi. İhracatlar yalan yanlış, hile hurda, hayal gerçek alabildiğine özendirildi. Hayal ürünü mamuller ve mahsuller dünyanın dört bir yanına usulsüz vergi iadesi vurgunu için kargolandı. Rant ve faiz ön plana çıkarılarak üretim yıldan yıla dışlandı. Devlet gelir getiren akarlarını önceden ve kısa sürede yok pahasına sattı bitirdi. Gelir ortaklığı, yap işlet devret zehri o günlerde ülke gündemine girdi. Devlet imkânları çarçur edildi. Bir çivi dahi çakmayan model 80 ortalarında tamamen hız kesti. Özellikle KİT’ler üretemeyen, zarar eden kamburlar haline getirildi. Sonuç; topluma ithalat mayası çalınmış, milletin aklına tüketim alışkanlığı atılmış bir ülke. Ve Cumhuriyet Tarihinin hiç önemsenmeyen 14 milyar dolarlık rekor dış ticaret açığı. Hayali ihracata ödenen 480 milyar lira vergi iadesi. Yine yeni yandaş milyonerleri artan ama ekonomisi batan bir ülke. Ve fakir halka kesilen ödenmesi zor faturalar.
Ezen sömüren, yakan yıkan on yılda tam olmasa da akıllanılmıştı ama ülkenin ‘orta direk’ adıyla var olan toplum katmanı-tabakası da tarihe karışmıştı. Ve kısa zamanda 25 milyardan 70 milyar dolara çıkan dış borç ve 600 trilyon iç borç ile ülke ekonomisi hepten çöktü...”
Tüm ekonomik açmazlar bir siyasal sapma ürünüdür ve tarihin yönünün değiştirilmesi, toplumların geriye yönlendirmesi, gericileştirilmesi gerçekliğidir. Tüm ekonomik kriz dönemleri ve paket uygulama süreçleri yepyeni sığ ve sağ iktidarlar yaratmış ve her seferinde rejim açık açık tehlikeler atlatmıştır. Yani ekonomik açıdan zorunlu kılınan ve rejim değişikliğine yeşil ışık yakan bu acı reçetelerin hepsinde daima unutulan ve yutturulmaya çalışılan bir tuzak vardır. Bilimsel değerlendirmeleri işin ehline saklı kalması kaydıyla unutulmaması gereken nokta bütün ekonomik tedbirlerin birbirinin devamı veya tamamlayıcısı olduğudur. Özellikle 24 Ocak kararlarından sonrası peş peşe eklendiğinde bu günleri resmen hazırladığı veya bu günlerin hazırlığı olduğu açıkça görülür. O yüzden 24 Ocak kararları ve kararların peşine yapılan faşist 12 Eylül darbesi asla unutulmamalıdır…
1946 devalüasyonu İsmet İnönü’yü iktidardan etmiştir.
1950 istikrar tedbirleri Menderes’in başını yemiştir.
1970 devalüasyonu 12 Mart muhtırası ve faşizmini getirdi.
1980 24 Ocak kararları 12 Eylül faşist darbesini yaptırdı, faşist cunta kararların mimarı Özal’ı iktidar yaptı.
1994 5 Nisan devalüasyonu ülkede koalisyon dönemlerini yeniden başlattı ve merkez sağ liberal partileri siyaset arenasından sildi.
2001 19 Şubat MGK’da Anayasa kitapçığı fırlatma krizi cumhuriyet tarihinin başlayan en büyük ekonomik krizinin habercisi oldu ve sıkışan siyaset ile biten ekonomi neticesinde bir yıl sonra yapılan genel seçimler AKP’yi tek başına iktidar yaptı.
2007 27 Nisan e-muhtırası Cumhurbaşkanı aday profili, adaylık süreci ve rejime dair kaygıları değerlendirdi ancak Erdoğan’a cumhurbaşkanlığı yolunu açtı.
2013 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet skandalı sağır sultanın bile duyduğu bildiği ama iktidarca yok sayılan paralel yapı gerçeğini tescilledi. Ekonomi dibe vurmaya başladı. Siyasete ayakkabı kutuları damgasını vurdu.
2016 15 Temmuz askeri darbe girişimi dibe vuran ekonomiyi hepten çökertti ve Erdoğan’a başkanlık yolu açıldı…
Ekonomik önlemler veya istikrar paketleri birbirinden kopuk sahte çözümlere, birbirinin ayak izinden giden dönemsel takipçi bir çizelgeye ve kapitalist bir mantığa dayanır. Hepsi temel bilimsel kavramların çok uzağındadır ve günü kurtarmaktan başka bir maharetleri de yoktur. Sadece belirlenmiş emellere hizmet eder. Ekonomik istikrar paketleri sonu en başından belli emperyalizmin usta ellerinde şekillendirilen bir film senaryosudur aslında. Bu yüzden kararların gerekliliğinin dayatılması ve uygulanması için diktacı yönetim tarzına gereksinim vardır. Belli kesimler dışındakilerin ezim ezim ezilmesi gerçeği hep saklanır. Vatan millet duygusu yüklü konuşmalarla toplum etki altına alınır. Millet acı reçeteyi içmeye razı edilir. Yetmez ise hiç çekinilmeden faşist argümanlar devreye sokulur. Nice vaatler ile milyonlar kandırılır ve bitmeyen çilenin içine itilir. Arsız lafazanlık ve derin boşlukta milyar dolarları yine birileri götürür.
Kötü sona getireni götüreni apaçık belliyken, her çöküşte olduğu gibi son yıllarda palazlandırılan yeni mutlu azınlık hiç yük altına girmezken, tüm vebal yine mutsuz çoğunluğun sırtına yükleniyor. Sorumluluk asla eşit paylaştırılmıyor. Ömrü yüz yıla yaklaşan şu fakir ülkeyi önceden yönetmişlerin başına gelenlerden hiç ders alınmadan son sürat on küsur yıldır din iman şemsiyesi altında liberalizm tanrısına tapınma devam ediyor. Rakamlar ona yüze katlanmış ama ayni altın tas ayni teras-balkon teranesi. Her sıkışıklıkta fedakârlık nutukları atmalar. Enflasyonu gizli, devalüasyonları açık ve ne idüğü belirsiz sıcak para akışıyla idare etmeler. İdare de bir yere kadar. Yetmeyince sınır içi ve dışı savaşlardan medet ummalar. Şimdi iş rejime iyice dayandı. Bu kez on yıllardır beklenen ve içten içe çalışılan rejim değişikliği olacak gibi. Ama denge bir şaşarsa ki gidiş odur yine şu garip halk çeker cefayı. Saflar sefayı kimler sürer görür ama iş işten geçmiş olur.
Tüm ekonomik paket uygulamaları şu fakir ülke için ne ilk ne de son olmuş. Bu geri aksak gidişle ve sinyal veren ekonomiyle ne de son olacaktır. Bu gün doların ve euronun dört lirayı geçmiş olması da bir anlamda yeni gizli ekonomik pakettir. Yakın tarihte kronolojik yaşananlar bu ekonomik krizin hemen peşinden başkanlık ambalajı içinde rejim değişikliğine kadar dayanmış bir siyasal sistemin geleceğini, gelmese bile yerli yabancı işbirlikçiler eliyle getirilmeye çalışılacağını gösteriyor.
Budur işte 24 Ocakları görmüş ve yaşamışların, görmemiş ve yaşamamışlara veya görmüş ve yaşamış oldukları halde inkar edenlere hayırla hatırlatabilecekleri…
Hep bilindik mavra, tanıdık manevralar ve senaryo hep ayni ucuz senaryo. Görmemiş ve yaşamamış olunması dilenen 24 Ocakları unutmak ne mümkün. 24 Ocakları görmemiş ve yaşamamış olanlar, görüp yaşayıp ta ardını arkasını bilmeyenler bu günleri asla yeterince tahlil edemez ve geleceği de göremezler. O yüzden kısadan hisse hatırlatmak gerekir.
Çok acılar yaşattı 24 Ocaklar şu fakir millete. On yıllar öncesinden bu günleri tıpatıp gören, gerisin geriye akmaya başlayan tarihi o günlerden kestiren ve canı pahasına uyarılar yapan araştırmacı-gazeteci-yazar Uğur Mumcu’nun “24 Ocak” 1993’te Ankara Karlı sokakta karlı bir günde katledilişini unutmak asla mümkün değil. Bu bağnazlığı ödüllendiren günlerin gelmemesi için ömrü boyunca etkin mücadele eden siyasetin beyefendisi İsmail Cem'i ve 12 Eylül faşist dönemine yiğitçe direnen sosyal demokrat politikanın dev adamı Aydın Güven Gürkan Hocayı unutmak mümkün değil. Onları hayırla anmamak demek bu günleri anlamamak veya işine öyle geliyor demektir.
Hatıraları önünde saygıyla eğiliyoruz...
Bu yurtsever aydın, değerli kayıpların yanı sıra, bu günlere de ışık tutan, sarı ampul yakan faşist askeri dikta ve gölge parlamentosu ile uygulanan ‘24 Ocak Kararları’nı da unutmamak ve unutturmamak gerekir. Çünkü şu fakir ülke için ‘24 Ocak Kararları’ resmen yarı belinden kırılma noktasıdır.
Keşke tüm bu 24 Ocak’ları görmemiş ve yaşamamış olsaydık…
“ Alınan 24 Ocak Kararları peşinden memlekette hem siyasal hem de ekonomik bir kıyım gerçekleştirilmiştir. Şu fakir ülke öylesine beter, beterin beteri iktisadi paketler görmüş ve yaşamıştır ki rejimi sallanmış ama değişmemiştir. Kabuk değiştiren siyasilerin emriyle daha vahim kemer sıkma politikaları faşizanca uygulanmıştır.Görüldüğü üzere, aslında tüm ekonomik paketler ve uygulayan siyasi irade ikiyüzlüdür. Bir yüzü sahte gülücük gerçek yüzü rejime yönelik tehdittir. Tüm ekonomik tedbirler rejimi yıkma doğrultusunda yazılan acı reçetenin memlekete dayatılması faşistliğidir.
Vahşi kapitalizmin 70’li yıllardaki bunalımının aşılması için türetilmiş ekonomik model 24 Ocak 1980’de Türkiye’ye de dayatıldı. Modele onay verilir verilmez çok uluslu sermaye tıslayan muslukları açıverdi. 24 Ocak kararları ile dışarıdan ülkeye akıtılan sıcak para ve stokçuların stoklamaktan vazgeçmesiyle doğan bolluk arzulanan siyasi dizayna yetmedi. 24 Ocak kararları ilk başlarda başarılı gözüktü ama halka iyice benimsetmenin ve rejime yönelik diğer dayatmaların rahat yapılabilmesi için ülkede darbe yapılması bile göze alındı. Darbeye kapı aralandı, darbe gerçekleştirildi ve istiflenen kararlar 12 Eylül faşizminin çizmeleri altında ancak uygulanabildi
Zar zor, yarı buçuk işleyen demokrasinin tamamıyla tırpanlandığı o darbe yıllarında siyaseten bugünlerin tohumu atıldı. Sanayi daima geri plana itilerek, tüm yatırımlar durma noktasına geriledi. Reel sektörde zamanı gelen teknolojik yenilenme ve transferleri yapılamadı. Yaptırılmadı. Destekler ve teşvikler sıfırlandı. Hazine olanakları sadece dış pazarlarda ülke üretimi yalandan pay sahibi olsun diye seferber edildi. Büyük bir hevesle ve kışkırtma ile sözde ihracata yönlenildi. İhracatlar yalan yanlış, hile hurda, hayal gerçek alabildiğine özendirildi. Hayal ürünü mamuller ve mahsuller dünyanın dört bir yanına usulsüz vergi iadesi vurgunu için kargolandı. Rant ve faiz ön plana çıkarılarak üretim yıldan yıla dışlandı. Devlet gelir getiren akarlarını önceden ve kısa sürede yok pahasına sattı bitirdi. Gelir ortaklığı, yap işlet devret zehri o günlerde ülke gündemine girdi. Devlet imkânları çarçur edildi. Bir çivi dahi çakmayan model 80 ortalarında tamamen hız kesti. Özellikle KİT’ler üretemeyen, zarar eden kamburlar haline getirildi. Sonuç; topluma ithalat mayası çalınmış, milletin aklına tüketim alışkanlığı atılmış bir ülke. Ve Cumhuriyet Tarihinin hiç önemsenmeyen 14 milyar dolarlık rekor dış ticaret açığı. Hayali ihracata ödenen 480 milyar lira vergi iadesi. Yine yeni yandaş milyonerleri artan ama ekonomisi batan bir ülke. Ve fakir halka kesilen ödenmesi zor faturalar.
Ezen sömüren, yakan yıkan on yılda tam olmasa da akıllanılmıştı ama ülkenin ‘orta direk’ adıyla var olan toplum katmanı-tabakası da tarihe karışmıştı. Ve kısa zamanda 25 milyardan 70 milyar dolara çıkan dış borç ve 600 trilyon iç borç ile ülke ekonomisi hepten çöktü...”
Tüm ekonomik açmazlar bir siyasal sapma ürünüdür ve tarihin yönünün değiştirilmesi, toplumların geriye yönlendirmesi, gericileştirilmesi gerçekliğidir. Tüm ekonomik kriz dönemleri ve paket uygulama süreçleri yepyeni sığ ve sağ iktidarlar yaratmış ve her seferinde rejim açık açık tehlikeler atlatmıştır. Yani ekonomik açıdan zorunlu kılınan ve rejim değişikliğine yeşil ışık yakan bu acı reçetelerin hepsinde daima unutulan ve yutturulmaya çalışılan bir tuzak vardır. Bilimsel değerlendirmeleri işin ehline saklı kalması kaydıyla unutulmaması gereken nokta bütün ekonomik tedbirlerin birbirinin devamı veya tamamlayıcısı olduğudur. Özellikle 24 Ocak kararlarından sonrası peş peşe eklendiğinde bu günleri resmen hazırladığı veya bu günlerin hazırlığı olduğu açıkça görülür. O yüzden 24 Ocak kararları ve kararların peşine yapılan faşist 12 Eylül darbesi asla unutulmamalıdır…
1946 devalüasyonu İsmet İnönü’yü iktidardan etmiştir.
1950 istikrar tedbirleri Menderes’in başını yemiştir.
1970 devalüasyonu 12 Mart muhtırası ve faşizmini getirdi.
1980 24 Ocak kararları 12 Eylül faşist darbesini yaptırdı, faşist cunta kararların mimarı Özal’ı iktidar yaptı.
1994 5 Nisan devalüasyonu ülkede koalisyon dönemlerini yeniden başlattı ve merkez sağ liberal partileri siyaset arenasından sildi.
2001 19 Şubat MGK’da Anayasa kitapçığı fırlatma krizi cumhuriyet tarihinin başlayan en büyük ekonomik krizinin habercisi oldu ve sıkışan siyaset ile biten ekonomi neticesinde bir yıl sonra yapılan genel seçimler AKP’yi tek başına iktidar yaptı.
2007 27 Nisan e-muhtırası Cumhurbaşkanı aday profili, adaylık süreci ve rejime dair kaygıları değerlendirdi ancak Erdoğan’a cumhurbaşkanlığı yolunu açtı.
2013 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet skandalı sağır sultanın bile duyduğu bildiği ama iktidarca yok sayılan paralel yapı gerçeğini tescilledi. Ekonomi dibe vurmaya başladı. Siyasete ayakkabı kutuları damgasını vurdu.
2016 15 Temmuz askeri darbe girişimi dibe vuran ekonomiyi hepten çökertti ve Erdoğan’a başkanlık yolu açıldı…
Ekonomik önlemler veya istikrar paketleri birbirinden kopuk sahte çözümlere, birbirinin ayak izinden giden dönemsel takipçi bir çizelgeye ve kapitalist bir mantığa dayanır. Hepsi temel bilimsel kavramların çok uzağındadır ve günü kurtarmaktan başka bir maharetleri de yoktur. Sadece belirlenmiş emellere hizmet eder. Ekonomik istikrar paketleri sonu en başından belli emperyalizmin usta ellerinde şekillendirilen bir film senaryosudur aslında. Bu yüzden kararların gerekliliğinin dayatılması ve uygulanması için diktacı yönetim tarzına gereksinim vardır. Belli kesimler dışındakilerin ezim ezim ezilmesi gerçeği hep saklanır. Vatan millet duygusu yüklü konuşmalarla toplum etki altına alınır. Millet acı reçeteyi içmeye razı edilir. Yetmez ise hiç çekinilmeden faşist argümanlar devreye sokulur. Nice vaatler ile milyonlar kandırılır ve bitmeyen çilenin içine itilir. Arsız lafazanlık ve derin boşlukta milyar dolarları yine birileri götürür.
Kötü sona getireni götüreni apaçık belliyken, her çöküşte olduğu gibi son yıllarda palazlandırılan yeni mutlu azınlık hiç yük altına girmezken, tüm vebal yine mutsuz çoğunluğun sırtına yükleniyor. Sorumluluk asla eşit paylaştırılmıyor. Ömrü yüz yıla yaklaşan şu fakir ülkeyi önceden yönetmişlerin başına gelenlerden hiç ders alınmadan son sürat on küsur yıldır din iman şemsiyesi altında liberalizm tanrısına tapınma devam ediyor. Rakamlar ona yüze katlanmış ama ayni altın tas ayni teras-balkon teranesi. Her sıkışıklıkta fedakârlık nutukları atmalar. Enflasyonu gizli, devalüasyonları açık ve ne idüğü belirsiz sıcak para akışıyla idare etmeler. İdare de bir yere kadar. Yetmeyince sınır içi ve dışı savaşlardan medet ummalar. Şimdi iş rejime iyice dayandı. Bu kez on yıllardır beklenen ve içten içe çalışılan rejim değişikliği olacak gibi. Ama denge bir şaşarsa ki gidiş odur yine şu garip halk çeker cefayı. Saflar sefayı kimler sürer görür ama iş işten geçmiş olur.
Tüm ekonomik paket uygulamaları şu fakir ülke için ne ilk ne de son olmuş. Bu geri aksak gidişle ve sinyal veren ekonomiyle ne de son olacaktır. Bu gün doların ve euronun dört lirayı geçmiş olması da bir anlamda yeni gizli ekonomik pakettir. Yakın tarihte kronolojik yaşananlar bu ekonomik krizin hemen peşinden başkanlık ambalajı içinde rejim değişikliğine kadar dayanmış bir siyasal sistemin geleceğini, gelmese bile yerli yabancı işbirlikçiler eliyle getirilmeye çalışılacağını gösteriyor.
Budur işte 24 Ocakları görmüş ve yaşamışların, görmemiş ve yaşamamışlara veya görmüş ve yaşamış oldukları halde inkar edenlere hayırla hatırlatabilecekleri…
21 Ocak 2017 Cumartesi
BÖYLE OLACAĞI ÇOKTAN BELLİYDİ…
BÖYLE OLACAĞI ÇOKTAN BELLİYDİ…
Vekiller ile asıllar arasındaki anayasal zırh, veliler ile deliler arasındaki narin zar delinince meclis kendi sonunu kendisi hazırladı. Yıllarca anayasa, babayasa denile denile bir türlü değiştirilemeyen 12 Eylül faşist anayasası daha beter ekler ve büklerle Onayasaya bağlandı.
Çetin geçen Onayasa, buna yasak görüşmelerinde Meclis halkı aldatmaktan başka bir tutum sergilemedi. Vekillere yaraşır, millete yakışır hakkınca bir duruş sergilenemedi. Ve on yıllardır ince ayarlarla dayatılan plan program kusursuzca işletildi ve onayasa vekillerden geçti. Onayasa payandalı onaylandı. Artık son sözü millet söyleyecek…
Böyle olacağı çoktan beri belliydi…
Belli belirsiz görülen ve pek önemsiz sayılan biçimde uzun yıllar boyunca sözde ılımlı İslam adına yurtdışından titrinin başına İslam bir şeyi koymuş konulmuş her ajan, her sıradan kimlik şu fakir ülkede itibar kazandı, kazandırıldı. Tecrübeli olmak tecrübelerden ders çıkarmak demektir. Ders alınmayan her deneyim veya deneyimsizlik öylesine yaşanmışlıktır. Tarih yok sayıldı ve her şey din adına yaşandı.
Ne yazık ki olan bitenden hiç ders çıkarılamadı. Olan bitene hiç ses çıkarılmadı. Her zırvalık öylesine zannedildi ve dini yaşanmışlıklar olarak kaydedildi. Öyle ki okyanus ötesinde berisinde, sınır içinde dışında, kendini peygamber ilan etme cesareti cüreti gösteren zırdeliler dahi İslam mücahidi ilan edildi. Yerli dinci işbirlikçileri tarafından bu tatavacıların topu kutsandı. Resmen İslam'ın dışına çıkan, dinin en basit kurallarını bile tersine döndüren bu muhterem zatlar, bu mükemmel zevat büyük İslam alimleri olarak lanse edildiler. Dini büyükler olarak toplum hafızasına kaydedildiler.
Böyle olacağı çok önceden belliydi…
İçten içe istenen gerçekten İslami olmayan ancak siyasal olan bir dini anlayışı şu fakir memlekette egemen kılmaktı. Acayip becerildi. Ve toptan değiştirmek becerisine kitlendi tüm dini açılımlar. Din siyasetle uyumlu hale dönüştürülmek istenmişti o iş te halledildi. Ancak siyasetin dine uygun hale getirilmesi konusunda sağlam bir zemine ihtiyaç duyuluyordu. Belki de tam hazırlanılmış olduğuna inanılıyordu, zamanı gelmişti ki bir sonraki aşamaya geçildi.
Yetmezmiş gibi yıllar yılı ılımlı İslam görünümü altında radikal dincilik semirtildi. Bölgesel kaosun kilidi açıldı. Kimin kökü içerde kimin gövdesi dışarıda tamamen birbirine karıştırıldı. Öyle olunca da siyasetin dili değişti, dinin de ana direği kırıldı. Kulaktan dolma bilgilerle ile İslami âlim kesilme süreci yaşandıkça yaşatıldı. Toplum bu temelde eğitildi, değiştirildi, dönüştürüldü. İnceden inceye kutsal değerlerle oynanarak duyarsız bir toplum inşa edildi. Cahillik başlı başına ilim sayıldı. Katmanlar kökü belirsiz cahillerin her dediğine inandırıldı. Böylece kendinden başkasını dinden saymayan kendinden başkasını dindar görmeyen bir geniş taban oluştu.
Böyle olacağı çok önceden besbelliydi…
Uzun yıllar boyunca hiç de hak etmeyenlere dinle alakası bulunmayanlara kutsallık atfede bağışlaya bu kara günler geldi çattı. Zaten tarikat, siyaset, ticaret, cemiyet bütünleşmesi yüzyıldan fazladır pusudaydı. Oburca iç ve dış gerginliklerden beslenip durdular. İktidarı tamamıyla ele geçirmek pahasına taraf ve yandaş oldular, devletin kilit noktalarına yerleştiler, yerleştirildiler. Siyasete dinin emri gereğidir safsatasıyla göbekten bulaştılar. Son on yılda ise bambaşka bir âleme geçildi.
Yani birden bire olmadı hiçbir şey. Aşama aşama halledildi her şey. Öncelikle mesele ilmin ve bilimin dışına çıkarıldı. Her şey dine evrildi. Dinin mezheplerine bağlandı. Hoşgörü ve barış denile dinlene yeni bir din, gerçek dinde de dini kırılmalar yaratıldı. Ve gözler olağanüstü bir gayretle son hazırlıklara son darbeye çevrildi. An itibariyle beklenen mucize gerçekleşmek üzere. Muz cumhuriyetine gidiş vizesi alınmış durumda. Yedi düvelin beceremediğini şimdilik meclis becerdi. Dönüş biletini ise millet kesecek.
Yani milletin üzerine düşeni nasıl becereceğinde sıra…
Vekiller ile asıllar arasındaki anayasal zırh, veliler ile deliler arasındaki narin zar delinince meclis kendi sonunu kendisi hazırladı. Yıllarca anayasa, babayasa denile denile bir türlü değiştirilemeyen 12 Eylül faşist anayasası daha beter ekler ve büklerle Onayasaya bağlandı.
Çetin geçen Onayasa, buna yasak görüşmelerinde Meclis halkı aldatmaktan başka bir tutum sergilemedi. Vekillere yaraşır, millete yakışır hakkınca bir duruş sergilenemedi. Ve on yıllardır ince ayarlarla dayatılan plan program kusursuzca işletildi ve onayasa vekillerden geçti. Onayasa payandalı onaylandı. Artık son sözü millet söyleyecek…
Böyle olacağı çoktan beri belliydi…
Belli belirsiz görülen ve pek önemsiz sayılan biçimde uzun yıllar boyunca sözde ılımlı İslam adına yurtdışından titrinin başına İslam bir şeyi koymuş konulmuş her ajan, her sıradan kimlik şu fakir ülkede itibar kazandı, kazandırıldı. Tecrübeli olmak tecrübelerden ders çıkarmak demektir. Ders alınmayan her deneyim veya deneyimsizlik öylesine yaşanmışlıktır. Tarih yok sayıldı ve her şey din adına yaşandı.
Ne yazık ki olan bitenden hiç ders çıkarılamadı. Olan bitene hiç ses çıkarılmadı. Her zırvalık öylesine zannedildi ve dini yaşanmışlıklar olarak kaydedildi. Öyle ki okyanus ötesinde berisinde, sınır içinde dışında, kendini peygamber ilan etme cesareti cüreti gösteren zırdeliler dahi İslam mücahidi ilan edildi. Yerli dinci işbirlikçileri tarafından bu tatavacıların topu kutsandı. Resmen İslam'ın dışına çıkan, dinin en basit kurallarını bile tersine döndüren bu muhterem zatlar, bu mükemmel zevat büyük İslam alimleri olarak lanse edildiler. Dini büyükler olarak toplum hafızasına kaydedildiler.
Böyle olacağı çok önceden belliydi…
İçten içe istenen gerçekten İslami olmayan ancak siyasal olan bir dini anlayışı şu fakir memlekette egemen kılmaktı. Acayip becerildi. Ve toptan değiştirmek becerisine kitlendi tüm dini açılımlar. Din siyasetle uyumlu hale dönüştürülmek istenmişti o iş te halledildi. Ancak siyasetin dine uygun hale getirilmesi konusunda sağlam bir zemine ihtiyaç duyuluyordu. Belki de tam hazırlanılmış olduğuna inanılıyordu, zamanı gelmişti ki bir sonraki aşamaya geçildi.
Yetmezmiş gibi yıllar yılı ılımlı İslam görünümü altında radikal dincilik semirtildi. Bölgesel kaosun kilidi açıldı. Kimin kökü içerde kimin gövdesi dışarıda tamamen birbirine karıştırıldı. Öyle olunca da siyasetin dili değişti, dinin de ana direği kırıldı. Kulaktan dolma bilgilerle ile İslami âlim kesilme süreci yaşandıkça yaşatıldı. Toplum bu temelde eğitildi, değiştirildi, dönüştürüldü. İnceden inceye kutsal değerlerle oynanarak duyarsız bir toplum inşa edildi. Cahillik başlı başına ilim sayıldı. Katmanlar kökü belirsiz cahillerin her dediğine inandırıldı. Böylece kendinden başkasını dinden saymayan kendinden başkasını dindar görmeyen bir geniş taban oluştu.
Böyle olacağı çok önceden besbelliydi…
Uzun yıllar boyunca hiç de hak etmeyenlere dinle alakası bulunmayanlara kutsallık atfede bağışlaya bu kara günler geldi çattı. Zaten tarikat, siyaset, ticaret, cemiyet bütünleşmesi yüzyıldan fazladır pusudaydı. Oburca iç ve dış gerginliklerden beslenip durdular. İktidarı tamamıyla ele geçirmek pahasına taraf ve yandaş oldular, devletin kilit noktalarına yerleştiler, yerleştirildiler. Siyasete dinin emri gereğidir safsatasıyla göbekten bulaştılar. Son on yılda ise bambaşka bir âleme geçildi.
Yani birden bire olmadı hiçbir şey. Aşama aşama halledildi her şey. Öncelikle mesele ilmin ve bilimin dışına çıkarıldı. Her şey dine evrildi. Dinin mezheplerine bağlandı. Hoşgörü ve barış denile dinlene yeni bir din, gerçek dinde de dini kırılmalar yaratıldı. Ve gözler olağanüstü bir gayretle son hazırlıklara son darbeye çevrildi. An itibariyle beklenen mucize gerçekleşmek üzere. Muz cumhuriyetine gidiş vizesi alınmış durumda. Yedi düvelin beceremediğini şimdilik meclis becerdi. Dönüş biletini ise millet kesecek.
Yani milletin üzerine düşeni nasıl becereceğinde sıra…
19 Ocak 2017 Perşembe
TARİH, NUTKU TUTULMUŞLARIN TARİHİDİR…
TARİH, NUTKU TUTULMUŞLARIN TARİHİDİR…
İnsana, toprağa ve tarihe yabancılaşma ile başlar tüm yıkımlar. Mahallelere göre tarih ve tarih bilinci pompalanınca da durum bunca olur. Beterinden beter kadını erkeği tam şiddet yanlısı bir kara düzen oluşur. O saatten sonra ‘tarih nutku tutulanların tarihidir’ ve kurucu değerlerle tüm bağlar bir bir kopar. Kopartılır.
Tarihin belli dönemlerinde hortlayan nutku tutulanlar için otuz altı saatte Büyük Millet Meclisi’nde okunan ‘Nutuk’un, Nutuk’u kimin okuduğunun hiçbir anlamı yoktur. Anlamdı anlatılandı bir yana nutku tutulmuşlar söylenenleri hiç kaaleye almazlar. İnanmazlar da…
Nutuk; “1919 yılı Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir…” diye başlar. İnancın, azmin ve aklın zaferini somutlaştıran ‘ya istiklal ya ölüm’ destanını bütün ayrıntılarıyla gözler önüne serer. Serer ama nafile.
Umursanmaz çünkü özyaşam öyküleri ve belgelerle desteklenen tarih nutku tutulanlarca on yıllardır tersine çevrilmiştir. İçine en büyük yalanlar katılmıştır. Yaşayanlara, yaşanılan toprağa, yaşanılanlara ve çoğulcu kültüre resmen ihanet edilmiştir. Oysa tarih ağacının bütün dallarını korumak gerekirdi. Korunmadı.
En büyük dost gölge veren ağaç gibidir unutuldu, her şeyler unutuldu, unutturuldu…
Bugün geçmişe dönük atıp tutan her kim varsa gerçekten tarih bilmiyor. Tarihini bilmiyor demektir topu. Tarih budalası da denilebilir alayına. On yıllarca ne kadar tarihi gerçeklik varsa tartışılabilir kapsamına alınarak hemen hepsi tersine çevrildi. Acı tatlı tüm gerçekler yok edildi, yok sayıldı. Uzun yıllar boyunca tarihin her dönemi için öylesini ‘istemezük, inanmazuk, bilmezük’ üst başlığında alt alta dizilen tarihi safsatalar temel ideoloji sayıldı. Tüm tarihi densizlikler ve dengesizlikler Neodinsel anlayışların sığındığı demokratik tavır sayıldı. Tarihi çarpıtmalar demokratlık görüldü. Sonra demokrasinin kıblesi de değişti, tarihin kitabesi de. Değiştirildi, değiştirildikçe ses çıkmadı.
Sadece o ses, o tükenmez nefes yaklaşık bir asır öncesinden bütün nutku tutulmuşlara, nutku tutulanların yazdığı tarihe zıtlıkları bir bir açıkladı, açıklar…
“Efendiler sizi günlerce işlerinizden alıkoyan uzun ve ayrıntılı sözlerim, en sonu tarihe mal olmuş bir çağın öyküsüdür. Bunda Ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtmiş isem kendimi mutlu sayacağım. Efendiler bu söylevimle, ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir Devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.
Bugün ulaştığımız sonuç yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın eseri ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.
Bu sonucu Türk gençliğine kutsal bir armağan olarak bırakıyorum…”
Armağandır veya emanettir ama bırakanların tümüne toptan ayıp ediliyor günleri bu günler. Tarih nutku tutulanların tarihi olarak işliyor, şimdilik yazılmasa da…
Değişmez müttefik birilerinin daha en başta öğrencilerine, gençlerine ‘bayrağına ve bayrağının simgelediği cumhuriyete bağlılık için ant içiyorum. Herkes için özgürlük ve adaletle Tanrı gözetiminde, bölünmez tek vatana inanıyorum…’ şeklinde yemin içirdiği bilindiği halde bilmezden geliniyor. Şu fakir memleketin evladına ant içmek bile fazla görülüyor.
Yani çocukluktan edilen ettirilen yeminler değiştikçe, değiştirildikçe tarih te değişir. Bu çok iyi biliniyor ve uygulanıyor. Bu gün ulaşılan sonuç bilinçlerdeki tarih tutkusunu ve tortusunu iyice silmektir. Nutku tutulanların tarihi bir tarihte yok sayılanların tarihi olduğundan mıdır nedir acımasızca siler. Lakin ‘istemezük, inanmazuk, bilmezük’ zübüklüğünü geçerli kılan şimdinin tarihi kimindir onları da ileride tarih yazacak. Yani akla kara ortaya çıkacak.
“Efendiler bizim çehremiz her zaman temiz ve aktı. Her zamankinden de temiz ve ak kalacaktır. Çehresi çirkin, vicdanı çirkinlik dolu olanlar bizim vatanseverce, vicdan temizliği ile ve namusluca davranışlarımızı kendi bayağı ve çirkin ihtirasları yüzünden çirkin göstermeye çalışanlardır…”
Yarınlarda bir nebze olsun utanacaklar her kimler ise onların tarihini de Nutuk’tan sapan nutku tutulmuşların tarihi diye yazacaktır tarih…
İnsana, toprağa ve tarihe yabancılaşma ile başlar tüm yıkımlar. Mahallelere göre tarih ve tarih bilinci pompalanınca da durum bunca olur. Beterinden beter kadını erkeği tam şiddet yanlısı bir kara düzen oluşur. O saatten sonra ‘tarih nutku tutulanların tarihidir’ ve kurucu değerlerle tüm bağlar bir bir kopar. Kopartılır.
Tarihin belli dönemlerinde hortlayan nutku tutulanlar için otuz altı saatte Büyük Millet Meclisi’nde okunan ‘Nutuk’un, Nutuk’u kimin okuduğunun hiçbir anlamı yoktur. Anlamdı anlatılandı bir yana nutku tutulmuşlar söylenenleri hiç kaaleye almazlar. İnanmazlar da…
Nutuk; “1919 yılı Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir…” diye başlar. İnancın, azmin ve aklın zaferini somutlaştıran ‘ya istiklal ya ölüm’ destanını bütün ayrıntılarıyla gözler önüne serer. Serer ama nafile.
Umursanmaz çünkü özyaşam öyküleri ve belgelerle desteklenen tarih nutku tutulanlarca on yıllardır tersine çevrilmiştir. İçine en büyük yalanlar katılmıştır. Yaşayanlara, yaşanılan toprağa, yaşanılanlara ve çoğulcu kültüre resmen ihanet edilmiştir. Oysa tarih ağacının bütün dallarını korumak gerekirdi. Korunmadı.
En büyük dost gölge veren ağaç gibidir unutuldu, her şeyler unutuldu, unutturuldu…
Bugün geçmişe dönük atıp tutan her kim varsa gerçekten tarih bilmiyor. Tarihini bilmiyor demektir topu. Tarih budalası da denilebilir alayına. On yıllarca ne kadar tarihi gerçeklik varsa tartışılabilir kapsamına alınarak hemen hepsi tersine çevrildi. Acı tatlı tüm gerçekler yok edildi, yok sayıldı. Uzun yıllar boyunca tarihin her dönemi için öylesini ‘istemezük, inanmazuk, bilmezük’ üst başlığında alt alta dizilen tarihi safsatalar temel ideoloji sayıldı. Tüm tarihi densizlikler ve dengesizlikler Neodinsel anlayışların sığındığı demokratik tavır sayıldı. Tarihi çarpıtmalar demokratlık görüldü. Sonra demokrasinin kıblesi de değişti, tarihin kitabesi de. Değiştirildi, değiştirildikçe ses çıkmadı.
Sadece o ses, o tükenmez nefes yaklaşık bir asır öncesinden bütün nutku tutulmuşlara, nutku tutulanların yazdığı tarihe zıtlıkları bir bir açıkladı, açıklar…
“Efendiler sizi günlerce işlerinizden alıkoyan uzun ve ayrıntılı sözlerim, en sonu tarihe mal olmuş bir çağın öyküsüdür. Bunda Ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtmiş isem kendimi mutlu sayacağım. Efendiler bu söylevimle, ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir Devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.
Bugün ulaştığımız sonuç yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın eseri ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.
Bu sonucu Türk gençliğine kutsal bir armağan olarak bırakıyorum…”
Armağandır veya emanettir ama bırakanların tümüne toptan ayıp ediliyor günleri bu günler. Tarih nutku tutulanların tarihi olarak işliyor, şimdilik yazılmasa da…
Değişmez müttefik birilerinin daha en başta öğrencilerine, gençlerine ‘bayrağına ve bayrağının simgelediği cumhuriyete bağlılık için ant içiyorum. Herkes için özgürlük ve adaletle Tanrı gözetiminde, bölünmez tek vatana inanıyorum…’ şeklinde yemin içirdiği bilindiği halde bilmezden geliniyor. Şu fakir memleketin evladına ant içmek bile fazla görülüyor.
Yani çocukluktan edilen ettirilen yeminler değiştikçe, değiştirildikçe tarih te değişir. Bu çok iyi biliniyor ve uygulanıyor. Bu gün ulaşılan sonuç bilinçlerdeki tarih tutkusunu ve tortusunu iyice silmektir. Nutku tutulanların tarihi bir tarihte yok sayılanların tarihi olduğundan mıdır nedir acımasızca siler. Lakin ‘istemezük, inanmazuk, bilmezük’ zübüklüğünü geçerli kılan şimdinin tarihi kimindir onları da ileride tarih yazacak. Yani akla kara ortaya çıkacak.
“Efendiler bizim çehremiz her zaman temiz ve aktı. Her zamankinden de temiz ve ak kalacaktır. Çehresi çirkin, vicdanı çirkinlik dolu olanlar bizim vatanseverce, vicdan temizliği ile ve namusluca davranışlarımızı kendi bayağı ve çirkin ihtirasları yüzünden çirkin göstermeye çalışanlardır…”
Yarınlarda bir nebze olsun utanacaklar her kimler ise onların tarihini de Nutuk’tan sapan nutku tutulmuşların tarihi diye yazacaktır tarih…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)