26 Nisan 2021 Pazartesi

23 NİSAN YAZILARI

 

MEMLEKET YOKİSTAN

Şu beter salgını usulden efkarlanmış izlenimi yaratarak, pasif izleyici pozisyonunda azdıranlarla, kendi başlarına sezgisel azanlar yüzünden beter zora düşüldü. Hepten pik yaptı virüs. Dipten pike komple yerleşti memlekete, komple bulaştı masum hayatlara. Çöktü resmen memlekete. Memleket yokistan...

Millet küçükten büyüğe komple, tüm hiyerarşi, karışık bilinçaltılar, virüsle birlikte kendi özel korkularıyla yüzleşti. Sıradanlaşan koruma ve salık verilen korunma yöntemleriyle, salgının tehlikesini anlama dahi sağlanamadı. Ekonomik sebepler başta, özellikle yüzyirmisekiz milyarın belirsizliğe dolar hali de yoksunluğa eklenince salgını öteleme ve çözüm girişimleride tutmadı. Hal ve gidiş iyice zayıfladı. Aşı bir varmış bir yokmuş arasında uzun süre havada kaldı. Koca bir yılın çivisi çıktı. Gelen yıllarda çakılacağı da, mutluluk tablolarının duvara asılacağı da hala belirsiz. Ve büyük sessizlik...

Sorulduğunda mevcut durumdan fakir zengin, genç yaşlı, milletin çoğunluğu aşırı şikayetçi. Ama sorgulayan böyle salgınla mücadele olmaz, olmaz böyle şey diyen yine belli bir azınlık. Ekseriyetin miskin ve pişkin pasif izleyici konumundan kopuşu hala yok. Patates soğan, resmen memleket yokistan...

Olmaz olsun şu bu, yalandan gururlanmalar. Sahtecil şahlanmalar. Geleceği kirletenler. Yarınları yakanlar. O yüzden beterin beteri var babında tornistan hep başka sefere. Yok olsunlar. Da var olsun memleketi yokistan...

Bu sefer ki gerçekten atlatılması gittikçe güçleşen bir atmosfer. Bunca beter durum ve arsız salgına rağmen, krize kaosa ve eksik kapatmalara dayanarak hala evir çevir, getir götür operasyonları. Millet operada illeti, izleyici konumunda muma çevrilmiş. Konuşlandırıldığı locasında bir türlü çekip gitmeyenlere müptela. Yüz küsur yılda yüze tamamlanan birikime artı yirmisekizlik eklenti, ekip çalışması olduğu muhakkak yaşla kuru muhabbetinde ateşe dolar muhasebesiyle kayıp. Kayıp ama sormak sual eylemek ayıp. Hatta hala başka değerlere kayıp kıta Atlantis saldırısı. Çıplak uyarıcılara hemen virüs varyantı. Yani var yok, aktif pasif, olmak veya olmamak ortamında geçmeyen bulantı. Sürekli sallantı. İşte fırsatı fırsat bilen, aradığından fazlasını bulan hain virüs anında yokiskanı yarattı. Zalim virüsün elinde oyuncak bir memleket, oynanan tiyatroyu sükun izleyen bir millet oluştu. Memleketi yokistan...

Varoluşundan beri yokluğa alışık, yoksulu koruyan ama varsılı da canıpahasına kollayan bir millet, bu millet. Yokistan milleti...

Bu maya yüzünden delici oklarını çevirdiği, dinine imanına delice direndiği, hatta varlığına açık gizli düşmanlık beslediği hep belli kesim. O yüzden daima kara bela Denizine çivilenmesi. Yağma okyanuslarının kara korsanlarına çarpılması. Son on yıllarda anlaşıldı ki çivi çiviyi söker ama gerçekçi ve etkin bir hamle yine yok. Yokistan geleneğini sürdürenlerin, pik-dip grafisinde sürünenlerin mizanında gram iyileşme yok. Haklı ve çağdaş taleplere bir atıf da yok, izin de yok. Varsa yoksa gündemi belirleyen reis ve milleti belleyen virüs...

Binbeter salgın son sürat. Virüs varistan, memleket yokistan. İsten pisten bulduklarıyla yetinenleri türeyen mazlum bir millet. Memleket miskin ve pişkin pasif izleyici pozisyonundan bir türlü vazgeçme eğiliminde değil. Vazgeçilmedikçe de varı yoğu, bu dünya fani edebiyatına bağlanmış ilahi aldatı, disloyal kaçamak...

Şu beter salgını eften püften sebeplerle azdıranlar, hain virüse yarenlik derecesinde yakınlaşmayı ilahi kudret tecellisine bağlayanlar, hayat damarlarını besleyen ne varsa kestiler. Zenginliği iç ettiler, hiç ettiler,  yok ettiler. Gönülzenginlerine, elde bir virüs kaldı. Öyle bir virüs ki efkar azdıran, üstelikte Ramazan. Azar azar bildik tornistan...

Aynı tornadan çıkmışçasına pasiflik artı eksik tornistan, eşittir memleket yokistan. Memleketi yokistan. Yokluğu ısıtan, yakan, yıkan, yok eden, emanete ihanetçi? Elbette körolası virüs...

SON VURUŞ

Sıradan sığlık, bezdiren ruhsuzluk, vefasızlık, bayağılık, bezmeldek trafik, hain virüs ve ölüm. Tüm olumsuzluklara artık yeter kabilinde isyan. Yemişim içmişim kaderi karakterliliğiyle, emanete ihanet etmeden kutlu sona ilk adım. Soluksuzluğa esas duruş, son vuruş. Tek soruluk ömür...

Çerçeveye giren, çatmaya dizilmiş ve her nedense gırla resmi çekilen minik çiçek bahçeleri ve çelenkler. Diğer yanda zulada üç mermilik emanet ve kuru toprağı sulamak için kirli plastik ibrik. Teneşirde fiyakalı bir tabut ve cenaze arabasında çam yarması tahtalar. Çarpık rakamlarla sıralı, numaralı...

Soluk avluda kara gözlüklü izleyiciler ve alı al moru mor tülbent örtülü fısıldaşmalar. Geç kalanlar erken gidenler, gidenlerin ardına sırlı anlatımlar, bol keseden artırımlar ve eksiltmeler. Gelenlere ise üstünkörü  tebessüm. Sende ha, hali. Ve ablak suratlardan, hayata havlu atma dedikoduları. Öldükten sonra ne yazar faslında fark yaratmayacak aynılık. Hasılı son görev babında son gösteri, son temaşa, son dokunuş, son vuruş. Tek soru...

Ya ezeli vasiyet. Akla çivilenen ama tutulamayan bir nasihat. Hep iyi niyet. Sonsuzluktan düşülünce, dillere pelesenk, yarım kalmış hikayeler. Malum mezar, mezar taşı hepsi hikaye. Vasiyete uyulsa orada yeri olmayacak hocanın, karşısındaki resme bakıp sözde dua maksatlı beddua. Çok bilmişlik faslı...

Oysa vasiyet tutulsaydı vaziyet kurtulacaktı tek kalemde. Ekstradan boşalmayacaktı kelamsız uğultu. Haliyle kutlu uğurlanışa da kutuplaşma sancısı sarkmayacaktı. Harfiyen program, provake vakti, safa durulacak veya kıyıdan bakılacak cenaze nemazından sonra vesaire diye. Didaktik edebiyat. Töre, tören kıvamlı ebediyete yolculuk...

Yolcuya zaten sorulmaz ama hiç değilse yakınlarına danışma yok. Allahtan tabutun başı ve ayak ucuna duran yeniyetmeler tanıdık. Kavuklunun gelişiyle hafiften kıpırtı. Tabiyatıyla ilk safta yer tutma telaşı. Utku nutku tutulmuşluğu iyi biliriz babında anı geçiştirme safına tekmili birden saldırı. Bir saflık gösterisiymiş reklamcılığı ve safiyene boşluk aranma...

Hemen sonra dört kollu sal omuzlarda. Dağılanlar, sıvışanlar dışında bir avuç insan kortejde. Araçlar hazır anonsuyla alışıldık koşuşturmaca. O kaosta nasılsa görmezler farkıyla kaçışmaca. Ve kabristana yolculuk...

Tabut koluna yapışablar mezarıarıyor, içindekini katmak için semaya. İsyanla ve imanlı hissiyatla. Yahut yaşamı canlandıran mührü vurmak için dünyaya...

Zor ulaşılır bir yerde kağıt gibi kazılmış bir çukur. Zemin çürük, orta şiddet bir sel vursa tümden alır. Uğurlamaya gelmeyince sudan sebep küsüleceklerin bir kısmı da orada hazır. Boş mezar başında bekliyorlar, bilinen sonu annaklamak için. Kafileyi görünce şükür çekiyorlar sessizce. Nihayetinde...

Birazdan bir sessiz gemiye yüklenecek kefenle birliktelik, kafi derecede kefillik buraya kadarmış merasimi de bitecek. Az kaldı, anılar kitabında küçük bir anekdot olarak kalacak, koskoca bir ömrün harcanışını defne. Define, deniz kenarında tek kişilik bir matemden süzülen tek soruda gizli...

Madem vasiyet vardı ezelden, bir hakkın tutulmalıydı. Yine es geçildi. Selam, dua eşliğinde bir avuçla başlayan sonra kürek kürek boşalan toprak. Bir an evvelinden gömmek eftalidir baskısı. Topraktan bir bombe oluşana dek seyirtmece. Seyircilere gebe toprak kanıt.

Hayat işte hepsi topu buraya kadar nefeslenmesi. Sıralı numaralı çam kokmayan tahtaların altında ise saatli bir bomba. Kaç otuz yaşında kendi çağında kendi çapında bir çırak. Bir gün mutlaka patladı patlayacak...

Çorak bir arazide veya çılgın bir vahada yatıyor zor sorgulanacak veya sorgulanamaz bir sürecin yolcusu. Sür git sorumlulukların baş sorucusu. Pik yapan, dip yaptıran her türden virüsü sinkaflayan hak savunucusu. Dünyadan kopuşu bayramla gelen. Mayısın ilk haftasında bahar sürgünlüğü. Asıl sürgün deniz maviye son dokunuş. Tek can alan soru, Baba nasılsın, iyimisin? sorusu.

Başka sorulara ne gerek, Baba iyimisin, nasılsın? son vuruş...

ÇOCUKLARA ULUSAL EGEMENLİK...

Temel öğretidir yadsınamaz. Yarının büyükleri çocuklar "ulusal egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." İlkesiyle büyüdükçe memleket payidar olacaktır. İlelebet var olacaktır. Tam bağımsız kalacaktır. Uygarlık yolunda ilerleyecektir. İşte 23 Nisan bu temel gerçekliğin tasdiklendiği gündür. 23 Nisan 1920, hakimiyetin saraydan alınıp millete devredildiği gündür. Kutlu olsun...

Kutlu ve mutlu tam bir asır. Son yıllarda uydurma bahanelerle, yıkıcılığı besbelli müdahaleler kayda şarta bağlanmak suretiyle, millet egemenliği gasp edildi. Memleket maalesef payidar değil payimal olacak seviyeye geriletildi. Tıpkı tarihin küflü sayfalarındaki gibi. Bir asırdır pusuda bekleyen emperyalistlere, sanki yine bu aziz toprakları pay etme fırsatı doğacak gidişata hükmedildi...

İşte onun için çok önemli bir gündür bugün. Özellikle çocukların dilinden ana doğruyu öğrenmek adına. Geleceğe öğütlemek adına. Anı örgütlemek adına. Geçmişte yaşanan acıları unutmamak ve milli mücadeleyi kutsamak adına. Her adımı millet memleket namı hesabına atmak adına. Önemlidir ve değerlidir bu gün...

23 Nisan özelinde, tam bir asır önce tüm değerlerin geleneklerin ayaklar altına alındığı, vahşi emperyalizmin memleket topraklarını aralarında paylaştığı o ısdıraplı günler asla unutulmamalı. Ulusal egemenliğin hiçbir mandaya, sınıfa ve zümreye verilmeyecek en kutsal hak olduğu bilinciyle yola çıkanların kazandığı kutsal savaş unutturulmamalı. Ben savaş kazandım her şey benimdir kibrine ve hırsına hiç kapılmadan idareyi meclise bırakan güzellik çarpıtılmamalı. Milli iradeyi resmen  taçlandıran ve tüm dünyaya en yüce örnek olan Ata'nın izinden çıkılmamalı..

Ata sözüyle tasdikli inanç, çocuklara ve tekrardan büyüklere anımsatılmalı; ‪“Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir."

Mevcudiyetin devamı için Ata sözüyle perçinlenen ilkeler doğrultusunda, dünyalar güzeli bu örneğe hıyanet edilmemeli. Emanet her fırsatta zedelenmemeli. Memlekete kara cehalet sağanağı yağdırılmamalı. Hele ki çağdaşlaşmaya erişim rotası değiştirilmemeli. Temel eğitimden itibaren eğitim öğretimin içi boşaltılmamalı. Bilim asla yok sayılmamalı. Demokrasi özel çıkarlar doğrultusunda kullanılmamalı. Yasal itirazlara, özellikle gençlerin isyanına kollukçu kaba güç kullanılmamalı. Sevgi, saygı, dayanışma, hoşgörü tırpanlanmamalı. Maalesef on yıllarca hepsi yapıldı.  Hala yapılıyor...

Yaptık ettik bağlamında, bizzat çocuklara armağan, gençlere emanet memlekette ne yazık ki son on yıllarda edep haya kalmadı. Yurtta dünyada, kapı komşuda barış tesis edilemedi. Sözde millet iradesi denilerek kutsal emanet iyice ters yüz edildi. Rejim bir anda değiştirildi. Hoşgörü bitirildi. Sonuç itibariyle başta çocukların ve gençlerin yani memleketin geleceği resmen tehlikeye atıldı, bahtları karartıldı...

Oysa o vicdanıkaraların değil hiç bir şey. Her şey çocuklarındı, tümü çocuklaraydı. Gençlereydi. Ayrımcılık yapıldı onlara da. Hep kendi çocukları kollandı, gözetildi. Diğerleri gönülden ırak...

Oysa Deniz gözlü dev hiç öyle buyurmamıştı; "Küçük hanımlar, küçük beyler!

Sizler geleceğin gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız.

Memleketi ışığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız.

Sizlerden çok şeyler bekliyoruz; kızlar, çocuklar!” Ayrıca "Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen..." Mustafa Kemal Atatürk...

Bu gün ve bu günden ileriye, hiç sapmadan Ata öğüdü tutma günü. Ne tarafa ağır gelirse gelsin, kayıtsız şartsız "hakimiyet milletindir" gerçeğini kabullenme ve bayram günü. Bayramınız kutlu olsun...

Bu kutlu ve mutlu gün memleket çocuklarına, bütün dünya çocuklarına kutlu olsun...

HER NİSAN ÇAĞLAYAN-ŞELALE...

Yeryüzü cenneti bu memlekette, her nisan başlayanda hele 23 Nisan gelende neredeyse her insan yenilenir, içten içe   çağladıkça çağlar, şanlanır ve şenlenir. Şereflenir...

Bütün şerefsizlere inat, gelmiş geçmiş, gelen ve gelecek tüm çağların en büyük adamına saygıyla...

O eşsiz deha. Benzersiz bir insan. Cesur lider. Devrimci ve vatansever. Çağlar öncesinden çağlar sonrasına tek geçilen. En sonunda  sonun da ötesine çağlayan. Çağlayanın ötesinde şelale...

Öyle bir çağlayış öyle bir celallenme ki,  keskin mavi bakışıyla dünyayı hizalayan. Aklıyla cihanı ışıtan. Sönmez bir güneş. Denizler fatihi. Fatihler piri...

Yaşamı boyunca yaratıcı ruhunu her ortama her alana nakış gibi işleyen fazilet timsali. Yeryüzünde ulusal bağımsızlık denildiğinde ilk akla gelen önder. Tüm çağlara malik, her devrin mahiri. Mustafa. Kemal...

Hürriyet için çağlayan mangal yürek. Çağlayanın ilerisinde şelale. Küçük büyük Asya'nın, Avrupa'nın, Afrika'nın hatta Amerika'nın yani tüm kıtaların, koca dünyanın çıkardığı büyük adamların en büyüğü. Şahlar şahı. Mazlumların yenilmez temsilcisi. Emperyalistlerin baş düşmanı. Baştacı...

Yılmaz timsal. Emsalsiz amir. Büyük şef. İlk adam. Birinci. Tek. Ebedi reis. Mustafa Kemal Atatürk...

Tüm kuşakların örnek aldığı yapıcı ve üretici dahi. Kutlu çağrısı çağlar boyu taşınacak ahi. İsmi asla unutulmayacak, nesiller boyu anımsanacak taşkın, aşkın çağlayan. Çağladıkça şanlanan şelale. Asla değişmez denen tarihin seyrini değiştiren, seyir defterinde milletinin alın yazısını el yazısıyla imzalayan, savaş ve barış kahramanı...

Üstelik üstün diplomat. Asrın siyasisi. Sistem mucidi. Kurduğu muhteşem düzen bir türlü yıkılamayan, çağlar boyu yıkılmayacak olan, dünyanın en nadir çağlayanı. Şanlı şelale...

Dünya tarihine küllerinden doğmayı ispatlamış en gerçekçi çağlayan. Realist. Aksiyoner. Kurtuluşun gözesi, milli mücadelelerin gözdesi. Özlü, anlı şanlı şelale. Çağlayanın özü...

Çadır toplumundan ileri medeniyetler çizgisine çağlamayı çare gören, ölümsüz varlık. Varlığı armağan. Olağanüstü kişilik. Sıradışı şahsiyet. İlelelebet medeniyet şiarını geri toplumlara aşılayan büyük şair. Çağlar boyu hüküm sürecek tek milletin, en hürmet edilesi, saygı gösterilesi evladı. Babası. Atası. Gurur kaynağı. Onur nişanı...

Emperyal obur dünyanın başkaldıran asi oğlu. Asaletli ve adaletli cengaveri. Cansiperane çarpışarak, çağlar ötesi eserler bırakmış, esareti asla hazzetmeyen çaplı çağlayan. Tutsaklık zincirini kıran şerbetli şelale. Gazi. Gazi Mustafa Kemal Atatürk...

Eşsiz karakteri ile azılı hasımdan hısım çıkaran, muzaffer kumandan. Başkomutan. Mareşal. Harp ve sulh kalemi. Has, hassas kahraman...

Uzak yakın tarihin, yakın Doğu, uzak Doğu, Ortadoğu, vahşi Batı ve buzdan kale Kuzey'in, cehennem ateşi ile kavrulan Güney ve Latin Güney'in tanımaktan ve yolunu izlemekten onur ve gurur duyduğu en dirayetli özgürlük savaşçısı. Basiretli barış elçisi. Kökten yenilik hareketlerini harlayan harbi inkılapçı. Çağında başarılması güç görülen ne varsa çarçabuk halleden inanç abidesi. Hesap adamı. Taktisyen. Teorisyen. Üstün yetenek simgesi. Evrensel zeka. Ortak hafıza. Gelmiş geçmiş veya gelecek çağların, tüm en büyük adamlarından daha büyük adam. Zirvenin zirvesi, Everesti...

İnsan evladı. Çekici ve güzel insan. Şan ve şöhrete takılmadan yüreğine en büyük çağlayanları sığdıran, kabına sığmaz çağlayan. Çağladıkça çağlayan çılgın şelale. Çağlar boyu çağlayacak olan çağlayan. Adam gibi çağlayan. En büyük çağlayan, anlı şanlı şelale...

Bu cennet coğrafyada neredeyse her insan her nisan, 23 Nisan yakınlaştığında doyamadığına yanar. Her haline sessizce ağlar. Çaresiz içten dışa çağlar...

Çağlar boyu sürecek kadim dost aşkıyla ve saygıyla...

HATALAR ÜNİVERSİTESİ...

Eğitim hayatı ilkokul ile başlar, orta lise derken yükseköğretimle tamamlanır. Veya daha yükseği yapılır. Peşine hayat üniversitesine başlanır. Ancak hangi okul, yüksekokul, fakülte, akademi bitirilirse bitirilsin hatalar üniversitesinden mezun olmaktır asıl mesele. Diğerlerinden bir şekilde mezun olunur ama hatalar üniversitesi ölene dek bitirilemez. Özel veya genel aflarla tekrar tekrar kaydolunur. Bir bölümden diğer bölüme geçilir...

Hatalar üniversitesinde temel ders kime niçin, ne zaman, nasıl güvenileceği desidir. İlk ders güvenoloji dersidir. Başı belli sonu belirsiz olduğundan en çok çakılan da bu derstir. Çünkü en güvenilenin dahi ne kadar süreyle veya ömür boyu neler yapacağı veya yapmayacağı hiç belli olmaz. İşte ders o yüzden geçmelik değil süründürmeliktir. Anfiler dolusu alt ders mağduru oluşur ve sınavlara girer. Hele peşisıra bütünlemeler bambaşka bir heyecandır...

Savruk vize turlarından sonra hiç sınav belirtisi yokken hissettirilmeden sınava çekilme güven kaybının başlangıcıdır. Sonu bir türlü gelmeyen ara sınavlar ve sınavlar, alınan ve verilen notlar. Ama sonuç bellidir, sıfıra sıfır elde var sıfır... 

Hatalar üniversitesinde en matrak ders ise güvenilen dağlar ve ski dersidir. Bilinen o ki güvenilen dağlara bir gün mutlaka kar yağar. İşte ders o yağan karda kaymadan, ski dersidir. Sıfırın altında üsrünedr ne puan alınırsa alınsın pek koymaz. Çünkü karla kaplı zirveden ski yaparak slalomlamak başka hataları kaldırmaz. Paçayı kurtarmak ise kavanozu kırmamakla olur...

Hayatboyu karşılaşılan hatalar zinciri düzene uygun kafa olunmadığını da tesciller. Hatalar üniversitesinin bu derse de kürsi, kürsiyede bu dersi koyması acil gereksinim halidir. Zaten mühür kimdeyse kürsü hakimiyeti onundur. İşte o yüzden bütünlemeye pek kalınmayan derstir. Hatasız kul olmaz misali geçilen bir derstir.

Büyük umutlarla kayıt yapılan hatalar üniversitesinden eğitim esintisiyle eslenmek budur. Hatalar üniversitesinin hayat üniversitesiyle birlikte devam ettirilebilme kolaylığı da vardır. Ama tek zorluk hatalar üniversitesinden kolay kolay mezun olunamayacağıdır.

Bilmek ve ona göre okumayı ikilemektir mesele...

EGEMENLİK HAKKI...

Gölgeler büyürken, yükselen marşın uğultusu vurur zamanı. Ve yükselen inancın neferleri, bir zaman gelir mezalime emsali görülmemiş direnç göstererek, vatan kaybını önler. Öyle ki "Milleti ve vatanı için özgürlüğü ve egemenliği için özveri..." gösterenler yeni bir vatan kurar. Göstermeyenler ise canlarını bile kurtaramazlar. Çünkü "Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi yener." Bu keskin inançla Vatan kurtarılır. Nice savaşlar kazanılır. Yani "Egemenlik verilmez alınır"...

Bir zaman gelir, sokma akıl, kofta fikir emparyalizme selam durur; "Canımı kurtarayım derken, Vatan kaybedersin." safına durulur. Yahu Vatan bu vatan. Yahut...

Ağır ağdalı, konuşulduğunda ise hep vatan aşkı, millet sevdası. İş icraata geldiğinde ricat. Hep bir mucize hevesi, mucize bekleyiş. Kurtarıcı aranma. Ve sadece kendini ve efradını kurtarmaya kıvranma. Her türlü doğru tavrı ise mukavemet sayma. Muhalif gösterme. Hatta talih değiştirecek kutlu tarihe sırt çevirme...

Onca gelişen çağda hiç çekinmeden lafta dini vazifeler gereği gevreme, gevşeme. Sık sık gömlek değiştirme. Asla ve kata değişmeme ve değiştirmeme. Hep aynı kalma. Oysa "Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir." daha fazla hürriyet…

Vatan kaybı çok canlar yakar. Kaybın kazanımı; "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıhta bütün vatandır" denilerek Vatan eylenmiş vatandır. Evrensel eylemlilik; "Son erkeğe, son kadına dek mücadeleyle" sürdürülmüştür. Cephelerde süngüleşerek kutlu bir zafere imza atılmıştır güzelim insanlarla. O güzelim imzayla...

O nedenle can, mal, mülk derdinde olmadan; "Vatanın müdafaasına iştirak, şiddetli istekle vuku bulan vatanperverliktir." diye tarihe kazınmıştır macera. İşte aslolan mucize budur...

Mucizevi biçimde haritada hatlar üzerinden karşılıklı kuvvetler yığılır. Mühim zamandır. Mühimmat ve erzak gerekir. Umut kağnılar ve kadınlarla gelir. Donan çocuklarla. Temennilerle. Eldeki Tayyarelerle. Şiar Kurtuluşa kadar savaştır...

Vatan kaybı ecnebi haritalar üzerinde muhtemelen çok evvelden bellidir. Yerlilerinde ise belirsizdir. Daha muharebeler devam ediyorken sınırlar çizilmiştir. Harbi istemezlerden, cephede çarpışmalar sürerken içeriden alt üst eden bombardımanlar. En kötüsü. En haince. Hayırsız tayfa. Mandalanıp canını kurtarmak isteyenlerin umumi taarruzu. Vatan ne ki. Ne gerek. Sünepe iman tahtası. Çizme cilası. Silah cayırtısı...

Baştan sona bin bir çileyle kurulmuş vatan. Son anda tek hamleyle, vatan kaybedilemez...

Değil mi ki; "Zafer, zafer benimdir diyebilenindir. Başarı ise başaracağım diye başlayarak sonunda başardım diyebilenindir". Kutlu zafer böyle gerçekleştirilir.

Beklenmedik bir zamanda, bildik inançla gelir zafer; "Gerektiğinde bir tek fert gibi yekpare azim ve karar ile çalışmasını bilen bir millet, Elbette büyük bir geleceğe layık ve aday olan bir millet..." olur. Vatan kaybını bilenlerin, bilimle yaşayanların kabiliyetidir bu kutlu çıkış. Var oluş.

Yani tarih kayıp vatandan, Vatan yaratanları yazar. Unutmaz; "Tarih bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr etmez." unutanlar ve inkâr edenler layığını bulur.

O yüzden unutmamak gerekir; “Bu millet tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir. Türk milletinin geleceği bugünkü evlatlarının doğru görüşü, yorulmak bilmez çalışkanlığı ile büyük ve parlak olacaktır.”

Ey Türk Milleti'nin çocukları ve gençleri asla unutma zamanın savaş kaybı, zafer kaybı arzuhalcilerini. Unutma peşin peşin veresiye vatan satıcılarını. Gölgeler yine büyürken, marşın yükselen uğultusuna kulak ver. Ve yükselen inancın neferlerine. Onlar vurur zamanı unutma...

Çünkü bu yüce armağan ve emanet vatan sizin...

TARİH YAZILDI, TEKRAR YAZILIR...

Yüz yıl önce, asla vazgeçilmez bu topraklarda, tarih yazıldı. Topyekun. Tek bir düsturla; "Bu millet hiçbir zaman hür olmadan yaşamamıştır, yaşayamaz, yaşamayacaktır." Salt Hürriyet için. Tekrar yazılır...

Çünkü bu millet asla esirlik kabul etmeyen millet. İşte bunu ebediyen unutamaz emperyal dünya. Unutanlara; "Milletlerin tarihinde bazı dönemler vardır ki, belli amaçlara erişebilmek için maddi ve manevi, ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı doğrultuya yöneltmek gerekir." yüz yıl önce anımsatıldı. Tekrar anımsatılır...

Yüz yıl sonra, çok yazık oldu dememek için büyük kurtarıcı, kutlu kurucunun izinde; "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir nitelik alır."  ilkesiyle yazıldı. Tekrar yazılır...

Uzunca zamandır nitel şaşkınlık, nicel dağılmışlık. Sanki nicelik niteliğe kazanınca hakikat biraz kaydı. Tam bağımsızlık şiarıyla yazılan tarih ve tarihi yapanlardan bir kısım uzaklaşma perçinlendi. Bu gidişle per perişan günlere istikamet kayması yaşanması da muhtemel. Ama kutlu savaş zamanında kazanıldı, tekrar kazanılır...

Şiar tam bağımsızlık; "Tam bağımsızlık denildiği zaman doğal, siyasal, mali, adli, askeri, kültürel ve her alanda tam bağımsızlık anlaşılır demektir" denilmiş tam yüz yıl önce. Yüz yıl sonra tekrar haykırılır...

Demek ki ilelebet var olmak için, tarih yazanlar ve tarih yapanların, devrimci yolundan asla şaşmamak lazım. O zaman devrim yolunda tekrar şahlanılır...

Yüz yıl önce söylenen ve yazılan gibi. Bir daha çaresiz dönem yaşamamak, yazgı böyleymiş dememek için; "Bir millette özellikle, bir milletin iş başında bulunan yöneticilerinde özel istek ve çıkar duygusu, vatanın yüce görevlerinin gerektirdiği duygulardan üstün olursa, memleketin yıkılıp kaybolması kaçınılmaz olur." savına sarılmak lazım. Madem böyle buzdan yatak üzerinde eski kaputa tekrar sarılınır...

Yüz yıl sonra, bu vazgeçilmez topraklar yeniden tarih yazılacak boyutta bir gerileşmeyi yaşayabilir, kesin uyarısı yüz yıl önceden. Bu ikaz tekrar dikkate alınır...

Topyekün imha dönemini öngörme basiretiyle Ata'sı gibi tarih yazacak, tarih yapacak yiğitler tekrar Ata'sının yolunda; "Bizim başka milletlerden hiçbir eksiğimiz yok. Cesuruz, zekiyiz çalışkanız. Yüksek amaçlar uğrunda ölmesini biliriz..." amacına yolculanır. Son yüzyılda tarihi tarih yapanları yok saymadan, tarih yazanları, yazılan tarihi, büyük destanı yok saymadan tekrar...

Tarihçi koltuğunda oturup, tarihi ıskalatanların, tarih yazanlara dil uzatanların, ısmarlama tarihçilerin tek korkusu; "Türk çocuğu, ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır..." Korkusudur...

Çünkü o asil kuvvet hiç korkmadan, tekrar tarih te yapar, tekrar tarih te yazar...

Yüz yıl öncesi mucizeydi, tekrarı kolay...

MİLLİ EGEMENLİK YOKSA...

 

Tarih boyu hürriyet ve istiklal timsali olmuş bir millet, tek bir nurla beslenir. Milli egemenlik; "Milli Egemenlik öyle bir nurdur ki; onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur" ve eşsiz bir millet gerekir…

 

Eşsiz bir millet...

 

Ve eşsiz bir kurtuluş harbi; "Bir milletin başarısı, mutlaka bütün milli güçlerin bir istikamette olması ile mümkündür. Bu nedenle bilelim ki, elde ettiğimiz başarı, milletin güç birliği etmesinden, ortak hareket etmesinden ileri gelmiştir." Harp ancak öyle kazanılır.

 

Ve Milli Egemenlik...

 

Milli egemenlikte; "Millete efendilik yoktur, hizmet vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisidir..." Efendisiz efendilik egemenleşmesi...

 

Efendisiz bir dünyada; "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" Milletindir, milletindir, milletindir efelenmesi...

 

Ve milli görev; "Dünyada her millet, icraatına tahammül ettiği hükümetin, mesuliyetine ortak olur..." Ortaklık senedine tahammül göstermemekte, Milli Egemenlik gereğidir. Yanlışlara ortak olmamakta. Günahlara isyan da...

 

Değil mi ki; "Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve çöküş vardır. Her ilerleyişin ve kurtuluşun anası hürriyettir..."denilmiş. Hem de tam yüz yıl önce...

 

Ve memleketin güzide çocukları. Güzel çocuklar. Evlatlar...

 

Hayatı başarmanın mihenk taşıdır çocuklar. Bugünün çocukları yarının büyükleri; " Büyük başarılar, değerli anaların yetiştirdikleri seçkin çocukların yardımı ile meydana gelir"...

 

Milli egemenlik için mücadelede de onlar...

Mücadele. Mücadele sürekli ve yılmadan; "Türk milleti yeni bir iman ve kesin bir milli azimle, yeni bir devlet kurmuştur. Bu devletin dayandığı esaslar, tam bağımsızlık ve kayıtsız şartsız milli egemenlikten ibarettir."

 

Onun için her zaman ve her yerde sürekli mücadele; "Birçok güçlükler ve engeller karşısında bulunduğumuzu biliyoruz. Bunların hepsini inceleme ile gayret ve iman ile millet aşkının sarsılmaz kuvveti ile birer birer çözüp sonuçlandıracağız."

 

Milli Egemenlik tek şart. Egemenliğin tek şartı şu; "Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir."

 

Güven çok önemli çünkü; "Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunamaz" asla...

 

O yüzden mutlak hakimiyet milletindir. Diğer yandan milletçe bilinmeli; "Bilelim ki, milli benliğini bilmeyen Milletler başka milletlere yem olurlar."

 

Tıpkı yüz yıl önceki gibi...

 

Yüzyıl önce ve yüzyıl sonrası için de milli egemenlik kıblesi besbelli; "İstiklal, İstikbal, Hürriyet, Her şey Adaletle kaimdir..." Milli egemenlik eşittir: İstiklal, İstikbal, Hürriyet, Adalet...

 

Yoksa, yine yok olma tehlikesi...

Hiç yorum yok: